**Sosyal Sorunlar Gündemi – Toplumsal Adalet ve Eşitlik Mücadelesi**

Nasuh Mahruki, depreme hazırlıklı olmak zorunda olduğumuzu söyledi: “Geç değil yeter ki başlayalım”

AKUT Vakfı Başkanı Nasuh Mahruki Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. – İstanbul’da depremle ilgili toplantı yapıldı. İBB’den kimse yoktu. Depreme ilişkin önlemler belediye olmadan ne kadar başarılı olur?Başarılı olamaz. Bu bir kötü alışkanlık, hatta kültür haline geldi maalesef ülkemizde. Afetlerle mücadele aslında savaş koşullarıdır. Kapasite yetersizliği işin en zor tarafı olur, en temel ihtiyaçların eksik kalması devasa boyutlarda yaşanır, her yere yetişilemez. Bu devasa boyutlarda sorun ancak kısmen çözülebilir, amaç mümkün olduğu kadar çok insana ulaşabilmektir. Bunun için de bütün gücünüzle mücadele etmeniz, etkin ve çok hızlı müdahale etmeniz gerekir. Bu yüzden yerel yönetimlerin kapasitesi çok önemli.- Neden bu kadar zor birlikte hareket etmek?Maalesef iktidarın geldiği günden beri siyaset etme anlayışı birleştirerek değil ayrıştırarak, bitaraf olan bertaraf olur kafasıyla, ülkenin milli güç unsurlarını bir ve bütün, tek bir yumruk olarak kullanacak şekilde değil de parçalı olarak yönetmek. Dolayısıyla bu durum her şeyde olduğu gibi afet yönetiminde de bölünmüşlük ve eksiklik yaratıyor. Yani İstanbul halkının can, mal, namus güvenliğini konuşuyoruz, çok yıkıcı sonuçları olabilecek durumlardan söz ediyoruz ama öyle davranmıyoruz. Afetlerde çok fazla parametre var ve düşünecek, hazırlanılacak çok fazla konu, tehlike ve risk var. – Nasıl?Büyük depremlerde konu sadece meydana gelebilecek enkazlarla kalmıyor, birbirlerini tetikleyebilecek, birbirleriyle etkileşebilecek çoklu tehlikeler var. Depremler tsunamiye yol açabilir, yangınları tetikleyebilir, sosyal olaylar çıkabilir, çocuk, bebek kaçırma olayları, şiddet olayları, organ mafyası riski, yağmalar olabilir, hasım ülkelerin fırsattan istifade hedefleri olabilir hatta bir milli güvenlik meselesi haline de dönüşebilir. Sayısız sığınmacı var, onların nasıl davranacağı özel ele alınması gereken bir problem. Yani ortak akılla, ortak iradeyle bütün gücümüzü nasıl kullanacağımızın hesabını yapmamız gerekirken, çok önemli bir güç odağını, yerel yönetimi, sistemin dışında bıraktığınız zaman bu riskler tam olarak yönetilemiyor, tehlikeler bertaraf edilemiyor.- “Bölünmüşlük”ten söz ettiniz, bilim insanları da depremden sonra ikiye ayrıldı, farklı görüşler ileri sürüyor ve hepsi oldukça iddialılar. Vatandaşın da kafası karışık…Hoşgörüyle karşılamak ve farklı görüşleri anlamaya çalışmak gerekir. Bu, matematikteki iki kere iki dört eder diyebileceğiniz gibi pozitif bir bilim değil, bu bir kestirim bilimi. Akademisyenler geçmişteki ve güncel araştırmalardan, analizlerden, verilerden, yorumlardan, tecrübelerden yola çıkarak kendi yaklaşımlarıyla bir sonuç çıkarıyor, yorumluyor ve bunu paylaşıyorlar. Farklı görüşler olması normal, bilim her şeyi sınayarak en doğruyu buluyor. Bu konu o kadar da önemli değil.- Nedir önemli olan?Önemli olan Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği. Türkiyede her an her yerde yıkıcı depremler olabilir, önlemler ve hazırlıklarını iyi yapmış ülkelerde can kaybına yol açmayacak depremler Türkiye’de çoklu ölümlere yol açabilir. Türkiye deprem riski ve depremlerde incinebilirlik denildiğinde dünyanın en riskli ilk 5 – 6 ülkesinden biri. Biz her an, her şekilde yıkım gücü yüksek depremlere hazır olmak zorundayız ama maalesef oradan çok uzağız.- Telekomünikasyon sistemi de hazır olmalı değil mi?O çok büyük bir problem, kurumlar arasında, bireyler arasında sağlıklı iletişim kurulmadan sağlıklı bir afet yönetimi yapılamaz. Sonuçta herkeste var olan cep telefonu sadece hayatın olağan koşullarında kullanacağımız işlevsel ve eğlencelik bir araç değil, asıl acil durumlarda ve afetlerde yaşamsal önemi olan her şeyi kolaylaştırabilecek ve hızlandırabilecek çok değerli bir kaynak. Zamana karşı yaptığınız bu yarışta doğru bilgiye hızlı ulaşmak daha fazla hayat kurtarır, daha çok problem çözer.- Binalar çökmediği halde iletişim neden çöktü, uygun alt yapı mümkün değil mi?Bu hükümetin sorumluluğu. GSM operatörlerine 783 bin kilometreyi kapsamaları şartı koymalı. Sistemi ona göre kurmalarını sağlamalı ve iş ona göre verilmeli ama böyle yapmıyorlar. İnsanlar büyükşehirlerde çok telefonla konuşuyor. Anlaşmalar da daha çok büyükşehirlere göre yapılıyorlar. Niye öyle yapıyorsunuz? Baştan koysanıza kuralı. Burası koca bir ülke. Her yerde telefon çekmeli. Ona göre yatırım yapılmalı. Hükümetin “Madem benden lisans istiyorsun, ben de bu şartla veriyorum, bütün ülkeyi kapsayacaksın” demesi lazım. En çok acil durumlarda ve afetlerde telefona ihtiyacımız olur, o gün geldiğinde GSM operatörlerinin sistemlerini nasıl ayakta tutacağının, ne tür alternatif ve hızlı çözümler üretebileceklerinin AR-GE’sini yapmaları lazım. çözümle gelmeleri lazım. Oysa Bakan Kurum, 16 milyon İstanbulluya topu atıp, işin içinden çıktı.- Özellikle iletişim konusunda bir öneriniz var mı, kriz anında ne yapılabilir?Kriz anları için alternatif iletişim yöntemleri geliştirilmeli. İnternet tabanlı, telsiz üzerinden, uydu telefonlarıyla, yeni teknolojilerle ve yazılımlarla, kısa mesaj servileriyle alternatif iletişim kanalları hazırlanmalı veya çok hızlı ulaştırılacak mobil araçlarla bölgesel kapasite oluşturulmalı. Ama söylemeye çalıştığım; GSM operatörleri ile yapılan anlaşmalar milletin lehine, GSM operatörlerinin kar maksimizasyonunu değil halkın menfaatlerini koruyarak yapılmalı.- Bir başka önemli sorun da toplanma alanları, birçoğunun imara açıldığına dikkat çekiliyor…17 Ağustostan sonra Ecevit Hükümeti 470 civarı toplanma alanı ilan etmişti. Şimdi 70 tane bile kalmadı. Hepsi AVM, rezidans, otel yapıldı.- Bu açığın kapanması için çok zaman istemeyen, pratik, uygulanabilir bir model öneriniz var mı?Ayakta kalan camiler, kamu binalarının arazileri, parklar, spor sahaları, stadyumlar, okulların bahçeleri kullanılabilir.- Olası bir depremde kesin yıkılacağı öngörülen binalar için acil ne yapılabilir?İstanbul’da ve Türkiyenin her yerinde tabut binalar var, bazıları deprem bile olmadan yıkılabiliyor. Bir depremde garanti yıkılacaklar. Birinci öncelik bu binaları tespit edip, içinde yaşanmasına izin vermemek olmalı. Derhal boşaltılmalı ve kontrollü bir şekilde yıkılmalı. Aksi taktirde deprem, içinde insan varken bu yıkımı yapacak ve arkasından çok büyük sayılarda ve devasa zorlukları olan ama garantisi olmayan arama kurtarma çalışmalarına ihtiyaç olacak.- Oturanlar nereye gidecek?Şöyle bir çözüm bulunabilir: Ülke ekonomisi, uzun zamandır inşaat ve rant ekonomisi üzerine kurulduğu ve çok büyük paralar kazanıldığı için kentsel dönüşüm bahanesiyle her yer yapılaşmaya açıldı ve her yere gerekli, gereksiz bina diktiler. Şimdi ekonomi bozuk, satın alan, kiralayan kimse yok ve bu binaların bir çoğu boş duruyor. Tabut binalarda yaşayan, yaşamak zorunda kalan insanlar, bir şekilde bu boş olan binalara yerleştirilebilir. Merkezi hükümet, yerel yönetim ve özel sektör bu konuda bir anlaşma yapabilir, bir proje geliştirebilir ve bir çözüm üretebilir. Devlet, boş duran binaların ve dairelerin sahiplerine başka bir yer gösterebilir, bu durumu telafi edecek bir yöntem geliştirebilir, başka iş verebilir. Tabut binalarda yaşayanlar kurtulur ve daha az enkazla karşı karşıya kalınır, kapasite yetersizliği sorunu azalır. Yıkılacak olan tabut binaların yerleri yine deprem düşünülerek değerlendirilir.‘DEPREM VE RANT TEHLİKELİ İLİŞKİ’- Tam bu noktada deprem ve rant ilişkisini nasıl görüyorsunuz?Maalesef halk sağlığını tehlikeye atacak seviyede bir ilişki var. Beton ekonomisi o kadar karı yüksek ve etik ve hukuki sınırları tanımazsanız yeni alan üretmek de o kadar kolay ki, bakanlık, belediyeler ve müteahhitler bu fırsatı kaçırmıyorlar. Hatta kentsel dönüşüme öncelikli olarak tabi tutulması gereken gerçekten riskli yerler ve riskli binalar yerine, üretilen haritalarda manipülasyon yaparak rantı yüksek yerlerde dönüşüm yapıyorlar. Söz verdikleri halde, 15 Temmuz bahanesiyle el koydukları bütün askeri alanları bile imara açtılar, yüz yıldır askerin koruması altında ormana dönüşen ağaçları keserek, toplanma alanlarının akıbetini zaten konuştuk.‘HEP BİRLİKTE ÖLÜYORUZ’Deprem vergisi koyuldu, özel iletişim vergisi adıyla, adı değişti, kalıcı hale getirildi ve biz hala o vergiyi ödüyoruz. Ancak deprem hazırlıkları için kullanılması gereken para, devletin kendi bütçesi içerisinde buhar oldu. Deprem Türkiye’nin en önemli konularından biri. Çünkü pisi pisine on binlercemiz birlikte ölüyoruz. Trafik kazası değil bu, münferit olay değil, kitlesel bir felaket. Zaten kısıtlı kaynaklarımız amacına uygun kullanılmalı.- Özellikle İstanbul için “çok geç” yorumları yapanlar var, siz ne düşünüyorsunuz?Hayatta hiçbir şey için geç değil. Bir yerden başlayacaksınız. Tamam geç kalındı ama bugün başlasanız daha az geç olur. Bir gün sonra başlasanız daha çok geç. Hiç yapmasanız son ana kadar geç. Öyle bakmamak lazım. Sonuçta biz burada misafir değiliz, geçici değiliz. Burada doğduk, burada yaşıyoruz ve burada öleceğiz, çocuklarımız ve torunlarımız da öyle. Burası bizim vatanımız. Vatanla ilgili hiçbir konuda geç, güç olmaz. Yeter ki işe başlayın ama bunun için insanların birleşmesi lazım.- Deprem olduktan sonra askerin sahadaki önemi nedir?“Emniyet-Asayiş-Yardım”ın kısaltması EMASYA Protokolü vardı. Özellikle kitlesel afetlerde yani kamu düzeninin ve kamu otoritesinin tamamen ortadan kalktığı, elektriğin, suyun olmadığı, telefonun çalışmadığı bir ortamda ne yazık ki kötü niyetliler, yağmacılar, hırsızlar, bebek ve çocuk kaçıranlar ortaya çıkabilir. Bunları durdurmanın ve istenmeyen olayları engellemenin tek yolu askerin sahada görev alması. ‘KÖPRÜ YIKILSA YAPAR, YOL ÇÖKSE AÇAR’- Arama kurtarmadaki etkisi peki?1953’ten, AKP’nin müdahalesine kadar afetlerle mücadelenin asli unsuru yasayla Türk Silahlı Kuvvetleriydi (TSK), canımız, malımız, namusumuz ona emanetti. Ordu gücü olmadan afetlerle sağlıklı mücadele edilemez. Bu iş bütün dünyada da böyle yapılıyor. Afetler en önce bir kapasite yetersizliği meselesi olduğu için, müdahale kapasitemize her açıdan en büyük katkıyı yapabilecek tek kurum ordudur. Hem olayın devasa boyutlarından hem ortaya çıkacak asayiş sorunlarından hem de kurtarma ekiplerinin, sağlıklı ve güvenli şekilde bölgelere erişip çalışabilmesi için asker şart. Silahlı Kuvvetler, savaş koşulları için tasarlanan bir organizasyon. Her şart altında iletişim ve hareket kabiliyetini sürdürür. Köprü yıkılsa yenisini yapar, yol çökse alternatif yol açar. İstikam taburları, iş makinaları, sivil operatörleri, mühendisleri var. Kara gücü, deniz gücü, hava gücü var.- Mevcut koşullarda olası bir depremde İstanbul’a asker ne kadar yardım edebilir?İstanbulda şu anda asker yok. Hepsini bölge dışına gönderdiler. Askeri arazilere villalar yaptılar. TSK depremden hemen sonra gelmeye çalışsa; nereden gelecek, nasıl içeriye girecek. Halbuki İstanbul’da kışlalar vardı. O kışlalar hem İstanbulun akciğerleriydi hem de gerektiğinde asker hemen halka ulaşabilecek, her tür olaya derhal müdahale edebilecek durumdaydı. Artık değil ve bu her açıdan çok büyük bir sorun.‘DOKUNMASALAR DAHA İYİYDİ’- Gölcük Depremi’nde askeri sahada görmüştük…17 Ağustosta TSK 10 bin 528 vatandaşımıza dokunmuştu. 6 Şubat’ta 327 vatandaşımıza ulaşabildiler. Arada 10 bin kişi fark var. Maalesef hiçbir şeye dokunmasalar bugün çok daha iyi bir durumda olurduk. EMASYA Protokolü’nü iptal edip, doğal afet yardım taburlarını, doğal afet yardım planlarını devre dışı bıraktılar.‘EMİR KOMUTA ZİNCİRİNDE SIFIR KAOS’- Sizin elinizde yetki olsa nereden başlarsınız?Derhal bu görevi orduya veririm. Askerin afete müdahale kapasitesini tekrar hayata geçirirdim. Zamanında Türkiye afet riskine, farklı bölgelerdeki olası olaylara göre 17 bölgeye ayrılmıştı. Her bölge için önlemler ve hazırlık planları mevcuttu. Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Doğal Afet Yardım Taburları vardı ve bu insanların işi afete hazırlıktı. Uzmanlaşmışlardı, haritaya da çok hakimlerdi. Hangi meydanı, hangi sokağı, hangi riskli alanı kimin koruyacağı, kimin arama kurtarma çalışmalarını nezaret edeceği belliydi. Herkesin görevi vardı. Dolayısıyla bir olay olduğunda kimse “Bunu nereden alacağız, bunu nereden çağıracağız” demiyordu. Düğmeye basılıyordu ve emir komuta zinciri içerisinde bütün mekanizma harekete geçiriliyordu. Sıfır kaos.‘SİSTEMİ BOZDULAR, BEDELİNİ ÖDÜYORUZ’- Şimdi nasıl?Bütün bu yetkiyi, daha yeni kurulmuş ve ne kurumsal hafızası ne de ehliyetli ve liyakatli yeteri kadar yönetici ve personeli olan AFAD’a verdiler. Afetlerde iletişimden sorumlu AFAD, koordinasyondan sorumlu AFAD, arama kurtarmadan sorumlu AFAD, yardım dağıtımından sorumlu AFAD, 140 yıldır Kızılay’ın çadır kurduğu Türkiye’de, çadır kurma sorumluluğu bile artık AFAD’ta. Haliyle bu kadar ağır bir sorumluluğu kaldıramadı ve kaldırabilmesi de zaten beklenemezdi. Dolayısıyla var olan sistemi bozdular. Onun bedelini ödüyoruz. Asker tekrar bu işin başına gelmeli.- Hazırlıksız yakalandığımız İstanbul depreminin bedeli ne olur?Askerin olmadığı bir durumda İstanbulda yaşanacak kaos 6 Şubat’tan kat be kat fazla olur. 6 Şubat’ta 11 şehir, 13.5 milyon insan ve devasa bir coğrafya etkilendi. İstanbul daha küçük ve nüfus yoğunluğu 20 kat fazla. Böyle bir durumda İstanbul’da çok daha büyük bir kaos ve facia yaşarız, emniyet ve asayişin sağlanmasında, yardımların ulaştırılmasında ve müdahale sürecinde aklımıza, hayalimize gelmeyecek zorluklar ve sorunlar yaşarız.‘EN TEHLİKELİSİ YABANCI ASKER’- Beka problemiyle karşı karşıya kalır mıyız?Bir ülkeye yabancı ülke askerinin girmesi kadar tehlikeli bir şey olamaz. Afet yardımı için bile olsa çok dikkatli yönetilmesi gereken bir süreçtir.- Deprem sonrası gelen uluslararası yardımların da olumsuz tarafları olabilir mi?İstihbari faaliyetler risk yaratabilir çünkü arama kurtarma ekiplerinin arasına istihbaratçılar karışabilir. Yardım amacıyla gelip bebek, çocuk kaçırmak için gelenler, organ kaçakçıları olabilir ki Interpol’ün Kırmızı Bülten’le bütün dünyada aradığı İsrail’li bir organ kaçakçısının Hatay’da sahra hastanesi kurduğu ortaya çıktı.- Her zaman deprem zamanında deprem konuşuyoruz. Ondan sonra unutuyoruz. Bu motivasyon nasıl diri tutulur?Vatandaş günlük çıkarına göre yaşar. Hele ülkenin ekonomisinin, toplumsal yapısının, sosyal imkanlarının bu kadar sıkıntılı olduğu ve giderek de daha kötüye gittiği bir ortamda vatandaş ancak karnını nasıl doyuracağını düşünebilir. Başka bir şey düşünemez. Vatandaş böyle bakabilir ama hükümet, devlet böyle bakamaz. Bir toplumu afetlere hazırlamak en önce hükümetlerin sorumluluğudur. Hükümetin işi sıkı tutması lazım ve kamu kurumlarına, belediyelere, özel sektöre, bilim insanlarına, sivil toplum kuruluşlarına, bireylere örnek olması, kolaylaştırıcı olması ve işbirliğini sağlaması lazım, bilgi ve kaynak paylaşımı, özendirici çalışmalar yapması lazım.PORTRE1968’de İstanbul’da doğdu. Şişli Terakki Lisesi’ni bitirdi. Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun oldu. Dağcılık sporuyla Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğunda tanıştı. 7 bin metreden yüksek beş dağa tırmanarak “Kar Leoparı” unvanını aldı. Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk dağcı ve yedi kıtanın en yüksek dağına tırmanarak “Yedi Zirveler” projesini tamamlayan en genç sporcu oldu. Kurucu üyesi olduğu ve Türkiye genelinde örgütlenmesine liderlik ettiği Arama Kurtarma Derneği (AKUT), on binlerce insanın hayatına dokundu. 2016da Yönetim Kurulu Başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliğinden istifa eden Mahruki, AKUT Vakfı Başkanıdır.FOTOĞRAFLAR: VEDAT ARIK

Source: İklim Öngel


Soğan üreticileri, bakanlıkların devreye girmesiyle eylem yapmaktan vazgeçti

Soğan üreticileri ve tedarikçileri, başta düşük fiyat olmak üzere sorunlarını dile getirmek ve seslerini duyurmak için dün kitlesel basın açıklaması yapacaktı. Ticaret Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı’nın devreye girerek gece yaptıkları bir mesaiyle sorunların bu hafta içinde çözülme ‘sözü vermesiyle’ basın açıklaması iptal edildi. Söz konusu olayın kamuoyunda yayılması, yurttaşlarca “çiftçi susturuluyor mu” sorusunun sorulmasına yol açtı. ‘ÜRETİCİLERİMİZİN MALLARI, ELLERİNDE KALMIŞ, SATILAMAMIŞTIR’Konuya ilişkin yazılı açıklama yapan CHP Tarım ve Orman Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Erhan Adem, “Bugün soğan üreticilerimizin sesi duyulmasın diye bir haftalık sözlerle eylemler ertelendi. Ancak gerçek ortadadır: Çiftçinin tarlasında alın teriyle yetiştirdiği ürün ithalat yüzünden değerini kaybetmiştir. Erken hasatla birlikte piyasalar durdu, Mısır ve Özbekistan’dan yapılan ithalat yerli üreticinin emeğini hiçe saydı. Şu anda sadece Eskişehir’in iki köyünde bile bin tonun üzerinde soğan depolarda çürümeye terk edilmiş durumda. Üreticilerimizin malları, ellerinde kalmış, satılamamıştır” dedi. Adem, “Depolarda bekleyen soğanların ömrü on günü geçmeyecek. Bu şartlarda, üretici ürününü satamazsa, borçlarını kapatamazsa, bu ülke tarımı nasıl ayakta kalacak? Şu anda 9 liraya mal edilen ürün, 3-5 liraya teklif edilmekte. Çiftçi zararına satış yapmaya bile alıcı bulamıyor. Üretici çocuğunun rızkı için çalışırken, ithalatçıların cebi doluyor. Çiftçiye ilk sahip çıkması gereken kurumlar sessiz. Tarım Kredi Kooperatifleri, ziraat odaları üreticinin feryadını duymuyor” ifadelerini kullandı. ‘BAKANLIĞIN PLANLAMASI, ÖNGÖRÜSÜ YOK’CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, konuya ilişkin Cumhuriyet’e konuştu. Gürer, Türkiye’nin soğan açığı olmadığını, diğer ürünlerde olduğu gibi üretimi yönetememe sorunun olduğunu belirtti. Gürer, “Türkiye’deki tarımda en büyük sorun, yönetememe sorunu. Bakanlığın bu konuda doğru bir planlaması, öngörüsü yok. Kamucu bir anlayışla bu işler ele alınmıyor, kooperatifler de yok. Aslında üretim öncesini, üretim sürecini, üretim sonrasını kooperatiflerle dizayn eden, depolamayı, işlenmiş ürüne çevirmeyi, dondurulmuş ürüne çevirmeyi ve katma değerli ürüne çevirmeyi bu şekilde getirirsek sorun olmaz” diye konuştu.

Source: Emirhan Çoban


Yoksulluk sınırı altındaki eğitim emekçilerini üye yapmaya çalıştılar: TOKİ garantili kandırmaca

Eğitim-İş Diyarbakır Şubesi, TOKİ ile bir anlaşması olmadığı halde ev sözüyle üye kazanmaya çalışan Eğitim Bir-Sen Diyarbakır Şubesi’ne tepki gösterdi. ‘HAYALLER İSTİSMAR EDİLMEKTE’ Eğitim-İş Diyarbakır Şubesi konuya ilişkin Cumhuriyet’e açıklamalarda bulundu. Açıklamada “Eğitim BirSen, kamu emekçilerinin gerçek sorunlarını görmezden gelmiş, masa başında yürütülen göstermelik toplu sözleşme süreçlerinde memurları yüzdelik dilimlere ve kırıntı artışlara mahkûm etmiştir” ifadeleri kullanıldı. Açıklamada, Eğitim Bir-Sen yöneticilerinin Diyarbakır’da okul okul gezerek, TOKİ ile anlaşma yaptıkları ve kendi sendikalarına üye olanların bu projeden yararlanabileceği iddialarını ortaya attığı belirtildi. Bu durumun ahlaka, hukuka ve sendikal etiğe tamamen aykırı, kandırmaya yönelik bir girişim olduğunun ifade edildiği açıklamada, “TOKİ’nin Eğitim BirSen Diyarbakır Şubesi’ne yönelik bir çalışması olacak mı?’ diye sorduk. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’ndan (TOKİ) aldığımız cevap ise ‘CİMER başvurunuz Finansman Dairesi Başkanlığı’nca incelenmiştir. Başvurunuzda belirtilen hususlarla ilgili olarak Daire başkanlığımız nezdinde bilgi ve belge bulunmamaktadır’ şeklinde olmuştur. Eğitim Bir-Sen, eğitim emekçilerinin ev sahibi olma hayalini bile istismar etmektedir” ifadeleri yer aldı. ‘DİN SÖMÜRÜSÜ’ Açıklamada Eğitim Bir-Sen’in, Eğitim İş’i “başörtüsü” tartışması üzerinden hedef gösterdiği de ifade edilerek “4 Ekim 2022 tarihli, bağlamından koparılmış ve çarpıtılmış bir haber üzerinden Eğitim-İş’in kılık kıyafet serbestliği konusundaki ‘çağdaş kıyafet’ ifadesi başörtüsüne karşıymış gibi lanse edilmekte, din sömürüsü yoluyla örgütlenme çalışmaları yürütülmektedir” dendi.

Source: Taylan Gülkanat


Politikada kadının adı yok, cam tavanı kırmak giderek zorlaşıyor: Siyasi eşitlik için 130 yıl gerekiyor

Raporda, parlamentoda kadın milletvekilleri ve bakanların oranları yer alıyor. Türkiye, kadın milletvekili konusunda dünya sıralamasında 185 ülke arasında 126’ncı. Bakanlık konusunda ise 189 ülke arasında 173. Raporda dünya genelinde parlamentolarda kadın milletvekili oranının yüzde 27.2 olduğu yer aldı. Kadınlar yalnızca 25 ülkede devlet ve/veya hükümet başkanı olarak görev yapıyor. ‘TEK KADIN BAKAN VAR’ Küresel Eşitlik ve Kapsayıcılık Ağı Başkanı Ayşe Kaşıkırık, Suudi Arabistan’ın kadın milletvekili konusunda Türkiye’den bir sıra yukarıda olmasına vurgu yaparak “Suudi Arabistan’da kadınlar seçme ve seçilme hakkını 2015’te kazandı. Türkiye’de kadınlar 1934 yılında kazanmış ama halen daha bir arpa boyu yol alabilmiş değiliz. Hâlâ toplumsal cinsiyet uçurumunun en fazla olduğu alan siyaset. Eşitsizlik uçurumu makası en fazla siyasi alanda. Siyasette Kadın 2025 haritasına göre hâlâ siyasette tam eşitlik için 130 yılın geçmesi gerekiyor” diye konuştu. Kaşıkırık, “5-6 ülke yüzde 50 eşit temsili sağlayabilmiş. Avrupa’nın en alt sınırını oluşturan ülkeyiz, üzücü. Türkiye’de tek kadın bakan var. Halen dünyanın alması gereken siyasi eşitlik anlamında çok fazla yol var. Kadınların görünürlüğü artmalı” dedi. Kaşıkırık, Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca 17 kentte kadın milletvekilinin olmadığına vurgu yaptı. Rapora göre, bakanlık pozisyonlarında cinsiyet eşitliğini sağlayan yalnızca 9 ülke var. İlk sıradaki Nikaragua’da 14 bakanın 9’u kadın. Finlandiya’da 18 bakanın 11’i, İzlanda’da, 10 bakanın 6’sı, Lihteştayn’da 5 bakanın 3’ü, Estonya’da 12 bakanın 7’si kadın. Bu ülkeler dünyada parlamentolarda kadın temsilinin en yüksek olduğu 5 ülke. TBMM’de 593 milletvekilinin yalnızca 118’i kadın.

Source: Rengin Temoçin


Oppenheimer’ın apokaliptik müzikali ‘Son’ (The End) gösterime girdi: Umut hep var olacak

Adam çok zengindir, sığınağına tüm pahalı mobilyalarını, klasik orjinal tablolarını, eski kitaplarını getirmiş kendine ve ailesine konforlu bir yaşam alanı yaratmıştır. Aile gündelik yaşamlarını normal bir şekilde sürdürür, adam dünyaya yaptığı katkıları (!) oğluna anlatır, oğlu da babasına kitabını yazmasına yardımcı olur. Sığınak donuk, ürkütücü bir mekândır, penceresiz odaları çıkış yolunu şaşırtan zor labirentler gibidir. DÜNYAYI SÖMÜREN İNSANAile ne kadar lüks, refah, bolluk içinde olsa da pişmanlıklarla doludur. Yarın bugünden daha iyi olacak, ailemiz güçlü, birlikte geleceğimiz parlak diyerek şarkılar söylerler. Her gün acil durum provası yaparlar. Öylesine umut dolu, öylesine iyimserdirler ki karanlık gerçeği, geleceği algılayamaz, göremezler. Umudun, iyimserliğin, yaşama tutunmanın altında inkâr etmek yatar. Söyledikleri şarkılar Amerikan müzikallerinin altın çağındaki besteler gibidir. İçinde bulundukları gerçeği görmezden gelmenin, inkâr etmenin bedelidir bu. Yönetmen bu insanların derin pişmanlıklarını işlerken umut, aşk, sevgi, yaşama içgüdüsünün ne denli güçlü olduğunu vurgular. İnsanındünyayı ne denli sömürdüğünü, yıprattığını görüp yerkürenin, insanlığın sonu gelmeden önce herkesin dayanışma yapıp gezegenimizi kurtarmamızı ister. SEVGİ VE MUTLULUKPişmanlık, suçluluk duygularını ekolojik felaket, müzikal dram türünde anlatmayı seçen yönetmen diyalogları, şarkı sözlerini de kendisi yazmıştır: “Burada hepimiz birbirimize bakarız burada mutlu olacaksın, burada bir aileyiz. Sevdiklerine yakın durduğunda korku olmaz. Sadece sevgiyle birlikte olursak korkmayız, üşümeyiz. Her şey yok olsa bile sevgimiz var.” Gittikçe batan dünyada umudu, sevgiyi, kefareti, bağışlanmayı canlandırmak isteyen nostaljik müzikal sahneler karakterlerin iç çatışmalarını irdeler. Günlük uğraşlarla umut etmeyi sürdüren aile birliğinin dengesi gizemli bir kadının gelmesiyle sarsılır. Genç kadın onların sınıfından değildir. Yapay cennet cehenneme dönüşmeye başlar. İnsan bencildir, egoizmle her şeye, rezilliğe bile uyum sağlar. Yönetmen, Son filmi için asyalı oligark sığınak satın aldı” haberinden, Samuel Beckett’in Mutlu Günler oyunundan (1961), Jacques Demy’nin kült müzikali Cherbourg Şemsiyeleri’nden etkilenmiş. Görüntü çalışması (Mikhail Krichman), yapım tasarımları (Jette Lehmann), hüzünlü müzik (Joshua Schmidt) atmosferi yoğunlaştırır. Tilda Swinton, Michael Shannon, George MacKay, Moses Ingram, Bronagh Gallagher, Tim McInnerny, Lennie James’in oynadığı Son’da Joshua Oppenheimer insanlığın geleceğini, hayatta kalmayı, neoliberalizmi sorgular. Doğruları söylemeden sevdiklerimizi nasıl koruyabiliriz, toplum ve insan ilişkileri yozlaştı, dünyayı, doğayı korumalı, torunlarımıza yaşanabilir bir gezegen bırakmalıyız, der.

Source: Aslı Selçuk


Sendikaların etkinliklerine yer vermeyen İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörlüğü HÜDAPAR bayrağına sessiz: Ne araştıran var, ne soruşturan

İzmir Şehit Ömer Halisdemir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nde (İKÇÜ) düzenlediği, İKÇÜ Rektörü Saffet Köse, AKP Ankara Milletvekili Zehranur Aydemir ve İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Yahşi’nin de katıldığı “Zaman Bendedir ve Mekan Bana Emanettir” isimli etkinlikte HÜDAPAR bayrağı açılmasına tepkiler büyüyor. Eğitim-İş İzmir 4 Nolu Yükseköğretim Şube Başkanı Elbey Kale, “Sendikamızın yapmak istediği Mobbing ve Mobbingle Mücadele, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü gibi söyleşileri uygun görmeyip, yer vermeyen İKÇÜ Rektörlüğü, Türkiye Cumhuriyeti bayrağı ve Mustafa Kemal Atatürk posterinin asılı olduğu bir sahnede HÜDAPAR bayrağının açılmasına göz yummuştur. Bayrağın açıldığı sırada sahneye Halisdemir Meclis Simülasyonu yansıtıldığı görünmektedir. Tam da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ndan hemen önce bir tarihte bir yükseköğretim kurumunda, çocuklarımızın katıldığı, Meclis’in konu edildiği bir etkinlikte HÜDAPAR’ın bayrağının açılması kabul edilemez” ifadelerini kullandı. ‘SORUŞTURMA BAŞLATILMALI’Kale, “Sorumlular hakkında derhal soruşturma başlatılmalıdır. Eğitim-İş, domuz bağlarıyla insanlarımızı katleden Hizbullah terör örgütü uzantılı HÜDAPAR gibi partilerin eğitim kurumlarımızda faaliyet yürütmesine izin vermeyecektir” dedi.

Source: Taylan Gülkanat


En çok garson aranıyor: Mavi yakalı istihdamı düşüşte

Bu sonuç beni pek de şaşırtmadı aslında. Ki eminim siz de yakın bir zaman önce, lüks bir restoran ya da esnaf lokantasının kapısında, “Garson aranıyor” ilanı görmüşsünüzdür. Peki neden sürekli garsona ihtiyaç var sizce?Listede garsonluğu, dikiş makineci, kaynakçı, satış danışmanı takip ediyor. Fark ettiniz mi? En çok personel açığı bulunan meslekler listesinde ilk sıralarda, “mavi yaka” ya da “geleneksel” diyebileceğimiz meslekler var. Bu bir tesadüf olabilir mi? Her iki soruya da cevap aradım.KISA ZAMANDA ÇOK PARA KAZANACAKLARI İŞLER PEŞİNDELER2 kişi ve üzerinde istihdam sağlayan 86 bin iş yeriyle görüşülerek hazırlanan rapora göre işverenlerin yüzde 12,5’i eleman temininde güçlük çekiyor. Personel temini en zor ilk 10 meslek ise şöyle: Garson, Makineci (dikiş), Ahşap mobilya imalat ustası, Gazaltı kaynakçısı, İnşaat işçisi, Satış danışmanı, Tır-çekici şoförü, Yük taşıma şoförü, Akaryakıt satış elemanı Çelik kaynakçısı.İYİ BİR GARSON MAAŞI 80 BİN TL“Oysa” diyor, Tüm Restoranlar ve Turizmciler Derneği (TÜRES) Genel Başkanı Ramazan Bingöl, “Bugün deneyimli, mesleğini iyi icra eden bir garson en az 80 bin lira maaş alıyor.” Ekliyor: “Üniversite mezunu, yüksek lisansını yapmış, masa başında, bankada çalışan bir mühendis bugün, bu şartlarda o kadar kazanmayabiliyor.” Haklı. Daha çok zihinsel gücünü kullanan, yönetsel ve idari işler yapan; beyaz yakalılar ile el emeği ile çalışan, vasıflı/ vasıfsız diye ikiye ayrılan; mavi yakalılar, arasındaki gelir eşitsizliği son 5 yıldır tersine, mavi yakalılar lehine dönmüş durumda. Ancak mavi yakalı bir işçinin beyaz yakalı işçiye göre daha çok kazanma ihtimaline rağmen, orta vasıflı mavi yakalı mesleklerdeki ‘açık iş’ payı işsiz payından yüksek. “İş var ama çalışmak isteyen yok” söylemi tam da buraya düşüyor. Peki, neden?‘HERKES’ ÜNİVERSİTE MEZUNUBingöl’ün yanıtı şu: “Bundan 60-70 yıl önce beyaz yakalı arzı, mavi yakalıya göre düşüktü. Dolayısıyla iyi kazanıyor, yanı sıra itibar görüyorlardı. Aileler de çocukları okusun, iyi bir meslek sahibi olsun, ‘Hayatları kurtulsun’ istiyordu. Bugün, ailelerin o hayallerini gerçekleştirecek yüzlerce özel üniversite var artık. Ve gençlerimizin çoğu bu üniversitelerden mezun, masa başı iş istiyorlar. ‘O kadar üniversite okudum, bu saatten sonra garsonluk mu yapacağım?’ diye düşünüyorlar. Ancak herkese masa başı iş yok! Dolayısıyla ara eleman sıkıntısını giderecek eğitim programlarına ve meslek yüksek okullarına da en az üniversiteler kadar ihtiyaç var.”SOSYAL MEDYA ETKİSİ“Şunu da kabul edelim, bugün artık sosyal medya ve popüler kültürün de etkisiyle, herkes ‘havalı’ bir işi olsun, o işten de çok büyük paralar kazanıp, güzel bir hayat sürsün istiyor. Önlerinde örnekler de var. Ancak bu, ekonomik ve sosyal gerçekliğimize uymuyor. Bu noktada da bir zihniyet dönüşümü şart.”BEDENEN YORULMAK İSTEMİYORLAR“Bir de şu var; bugün artık teknoloji ve dijital dönüşümün etkisiyle sanırım, yeni nesil fiziki anlamda ‘tembel.’ Bedenen yorulmak istemiyorlar. Sabit saatlerde çalışmak istemiyorlar. Oysa 50-60 yıl önce okuyan da okumayan da illa bir işe girer, ailesine ekonomik anlamda yardım ederdi. Bugün çevremdeki çoğu genç, ‘okuyorum’ bahanesiyle ne okul sonrası ne de hafta sonları hiçbir iş yapmıyor, yerine ebeveyninden istiyor. Dolayısıyla gençleri maddi ve manevi anlamda çalışmaya özendirecek, meslekleri özellikle de geleneksel olanları tanıtacak, akademik ve kurumsal alanlarda geliştirecek, iş verenin de elini taşın altına koyduğu kapsamlı bir yol haritasına ihtiyaç var.”ÜNİVERSİTE SAYISINDAKİ ARTIŞ ‘ARA’ SEKTÖRÜ VURDUEkonomist, öğretim üyesi Doç. Dr. Oğuz Demir de mavi yakalı, “ara” eleman ihtiyacının yüksek olduğu işlere ve zanaata ilginin yüksek olmamasının nedeninin, üniversite sayılarındaki hızlı artışa bağlı olduğunu söylüyor: “Gençlerin eğitimleri de sosyal becerileri de kendilerini görmek istedikleri yer de ‘açık iş’ pozisyonlarına uygun değil. Üniversite yapma hızımıza ekonomimizin dönüşümü yetişemediği için böyle bir uyumsuzlukla karşı karşıyayız. Doğru, belki ‘eski’ mesleklerde ya da hizmet sektöründe gençler çok daha iyi para kazanacak çok daha iyi yan haklara sahip olacak. Ancak sorun şu ki; bu işlere göre bir eğitim ya da donanımları yok! Yani iş beğenmemekle alakalı bir durum değil bu. Dolayısıyla eğitimi eğer bu şekilde dizayn ettiysek, bu gençlere de uygun iş kolları yaratmalıyız. Çünkü ücret, artık tek başına belirleyici kriter değil” yorumunu yapıyor.PARA ALGISI DEĞİŞTİDoç. Dr. Demir’e göre, Türkiye’de gençler arasında “para” algısı da değişti. Şöyle açıklıyor: “Dünyanın herhangi bir ülkesinde garson olmak kimsenin canını sıkmıyor. Ancak bizde bu, can sıkabilecek bir statü göstergesi. Son yıllarda, sosyal medya ve popüler kültürün de etkisiyle farklı bir zenginlik algısı oluşmuş durumda. Çoğu insan kısa yoldan, çok zengin olmak istiyor. Meslek bilgisi, eğitimi ve itibarı rafa kalktı.”TÜRKİYE’DE 131 DEVLET ÜNİVERSİTESİ VARYüksek Öğretim Kurumu (YÖK) 2023 verilerine göre, Türkiye’de 131’i devlet, 77’si vakıf olmak üzere toplam 208 üniversite var. 2002 yılında devlet üniversitesi sayısı 68, vakıf üniversitesi sayısı 25’miş. 21 senede devlet üniversitesi sayısı yüzde 92, vakıf üniversitesi sayısı da yüzde 212 arttı.

Source: Fulya Soybaş


İrfan özür diledi

Gaziantep FK maçının ardından yaptığı açıklamalarla tepki çeken İrfan Can Eğribayat, tüm Antep halkından özür diledi. İrfan, “Açıklamamda kast ettiğim depremde yaşadığımız birlikteliğin altını çizmekti. Bütün depremzedelerden yanlış anlaşıldığım için özür dilerim” ifadelerini kullandı.

Source: Fotomaç


Ayrımcı sokak röportajına suç duyurusu! RTÜK harekete geçti

Şahin, sosyal medya hesabındaki paylaşımında, çeşitli mecralarda “sokak röportajları” adı altındaki içeriklerin toplumda ayrışmaya, manipülasyona ve yanlış bilgilendirmeye yol açtığını belirttiklerini ve bu tür yayınların takipçisi olacaklarını ifade ettiklerini anımsattı.Bazı çevrelerin, toplumun hassasiyetlerini hiçe sayan, insan onurunu ayaklar altına alan, belirli kesimleri hedef gösteren ve nefret söylemini körükleyen yayınlarına ısrarla devam etmekte olduğunu üzülerek gördüklerini vurgulayan Şahin, şu ifadeleri kullandı:”Son olarak, bir vatandaşımıza yönelik gerçekleştirilen, ahlaki ve hukuki sınırları aşan, ağır hakaret ve saygısızlık içeren sokak röportajı, basın meslek ilkeleri ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında kalan açık bir hak ihlali niteliği taşımaktadır. Sokak röportajı adı altında vatandaşımızın eğitimini, kültürünü, kişiliğini bilmeden, tahkir ve aşağılamalarda bulunarak hakaret eden bu kişi hakkında gerekli hukuki süreç başlatılmış olup, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulacaktır.Ayrıca, toplumu kin ve düşmanlığa sevk eden, ayrımcılığı körükleyen bu tür içeriklere asla müsamaha gösterilmeyecek, sokak röportajlarına yönelik denetimlerimiz daha da sıkılaştırılarak kararlılıkla sürdürülecektir. RTÜK olarak, vatandaşlarımızın onuruna, itibarına ve kişilik haklarına yönelik her türlü ihlale karşı hassasiyetle yaklaşmaya ve görsel-işitsel medya alanında hukukun ve etik ilkelerin korunması için gereken adımları atmaya devam edeceğiz.”

Source: Www.star.com.tr


Türkiye ve 38 ülke sunum yapacak… Adalet Divanı’nda Gazze’ye yardım savaşı

ULUSLARARASI Adalet Divanı (UAD), İsrail’in, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’nın (UNRWA) faaliyetlerini yasaklayan yasasıyla ilgili danışma görüşmelerine bugün başlıyor. Hollanda’nın idari başkenti Lahey’deki Barış Sarayı’nda halka açık yapılacak duruşmalarda 39 ülkenin yanı sıra Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı, Afrika Birliği ve BM de sunum yapacak. İsrail yönetimi, Ekim 2024’te Hamas’la işbirliği yapmakla suçladığı UNRWA’nın topraklarında faaliyet göstermesini yasaklamış; bu yasak Ocak 2025’te yürürlüğe girmişti. UNRWA, 18 aydır süren savaş nedeniyle yerlerinden olan ve açlıkla savaşan yüz binlerce Filistinli için can simidi konumunda.TÜRKİYE İHLALLERE VURGUTürkiye Dışişleri Bakanlığı, UAD’deki duruşma sürecinde 30 Nisan’da yapacağı sunumla İsrail’in de taraf olduğu 1946 tarihli BM Ayrıcalıkları ve Dokunulmazlıkları Sözleşmesi’ne dikkati çekerek, İsrail’in UNRWA’yı yasaklama kararının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu anlatacak. Tüm ülkelerin ve kuruluşların sunumların ardından Divan yargıçları 4 veya 6 aylık bir süre içerisinde görüşlerini açıklayacak. UAD’nin verdiği danışma görüşleri bağlayıcı olmamakla birlikte, 1946 tarihli BM Ayrıcalık ve Muafiyetlerine Dair Sözleşme, “bir üye devletle BM arasında uyuşmazlık çıkması halinde, UAD’den danışma görüşü isteneceğini ve bu görüşün taraflarca kesin olarak kabul edileceği” ifadesini içeriyor. Danışma görüşü, İsrail’in UNRWA’ya yönelik kısıtlamalarının kaldırılmasını ve Filistinlilere yönelik insani yardımın yeniden sağlanmasını zorunlu kılabilir. İsrail ordusunun dün Gazze Şeridi’nin çeşitli bölgelerine düzenlediği saldırılarda, 35 Filistinli yaşamını yitirdi.ABD’DEN DESTEK ALIYORUNRWA’nın Gazze’deki 13 bin çalışanından birkaçının Hamas’ın saldırılarına katıldığını savunan ve Hamas karargâhı olduğu iddiasıyla UNRWA’ya bağlı tesisleri hedef alan İsrail’in politikası, ABD’de Donald Trump yönetiminden destek görüyor. Joe Biden döneminde Hamas’ın 7 Ekim saldırıları kurbanlarının aileleri UNRWA’ya karşı 1 milyar dolarlık tazminat davası talebinde bulunmuştu. Ancak başvuru BM’nin ABD mahkemelerindeki dokunulmazlığı gerekçe gösterilerek reddedilmişti. Trump yönetimindeki ABD Adalet Bakanlığı ise UNRWA’nın BM’nin kendisi değil ona bağlı bir kuruluş olduğu gerekçesiyle kararı bozarak, BM ajansının ABD’de yargılanmasının önünü açtı. Toplamda 6 milyon Filistinli mülteciye destek sağlayan UNRWA, İsrail bombardımanı altındaki Gazze’deki başlıca insani yardım sağlayıcısı konumunda.GOOGLE ÜZERİNDEN KARALAMA PEŞİNDEUNRWA’ya yönelik savaşını meşru göstermeye çalışan İsrail hükümeti, arama motoru Google’a verdiği reklamlar aracılığıyla yardım kuruluşunu karalıyor. Google’da “UNRWA” araması yapıldığında kullanıcılar ilk sırada çıkan sponsorlu içeriklerle BM kuruluşunun “yalanları ve terörle bağlantılarının ifşa edildiği” bir siteye yönlendiriliyor. İsrail Ulusal Dijital Ajansı’na bağlı olan sitede yalnızca UNRWA değil, Gazze Şeridi’ndeki insani krize dikkat çeken raporlar yayınlayan Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi diğer uluslararası yardım kuruluşları da “İsrail düşmanı olmak ve Hamas’a yardım etmekle” suçlanıyor.

Source: Hurriyet.com.tr


Japon otelinden İsrail ve Rus tarifesi: Savaş suçu işlediniz mi

Otel müdürü uygulamanın yerinde olduğunu belirterek “Bizim için savaş uzak bir şey. Kadınları ve çocukları öldüren, okulları bombalayan insanlarla hiç karşılaşmadık” açıklamasında bulundu.DONANMA GÖREVLİSİYMİŞİsrail’in Yedioth Ahronoth gazetesinin haberine göre, Kyoto kentindeki otel, İsrailli müşterinin “kadın ve çocuklara saldırı, esirleri öldürme ve işkence dahil olmak üzere hiçbir zaman savaş suçu işlemediğine” ilişkin formu imzalamadan rezervasyon yapmasını kabul etmedi. İsrali donanmasında görev yaptığı belirtilen turist, başlangıçta formu imzalamayı kabul etmedi, ancak otel görevlisinin İsrailli ve Rus turistler için bu prosedürün zorunlu olduğunu belirtmesi üzerine imzaladı. İsrail medyası, olayın ardından İsrail’in Japonya Büyükelçisi Gilad Cohen’in, Kyoto Valisi Takatoshi Nishiwaki’ye sert ifadelerle bir mektup göndererek, “konaklama sektöründe İsrailli turistlere yönelik potansiyel ayrımcı uygulamalar” konusunda endişelerini dile getirdiğini bildirdi.

Source: Hurriyet.com.tr


Gönülden gönüle cüzdandan cüzdana

BURSA’da yaşayan ve 5 yıl önce eşinden ayrılan 2 çocuk babası Uğur T. (38), iddiaya göre 2021-2024 yılları arasında, kendisini iç mimar ve emlakçı olarak tanıtıp sosyal medya hesapları üzerinden mesaj yazdığı güzellik uzmanı B.Ç. (33), finans uzmanı Ş.C.S. (43), eğitimci A.T. (50) ve muhasebeci G.T.’nin (33) de aralarında olduğu 6 kadınla tanışıp gönül ilişkisi kurdu.GÜVENLERİNİ KAZANIP BORÇ PARA İSTEDİ Yine iddiaya göre, tüm kadınlarla ilişkisini aynı anda yürüten Uğur T., güvenlerini kazandığı kadınlardan, pandemi döneminde işlerinin kötü gittiğini söyleyerek borç para istemeye başladı. 6 kadından yaklaşık 12 milyon lira alan Uğur T., elden cüzi bir miktar para ödedikten sonra ise ilişkilerini sonlandırdı. Uğur T., aynı anda birlikte olduğu kadınlara, birbirlerinden de ‘manevi ablam’, ‘dostum’, ‘en yakın arkadaşım’ olarak bahsetti. Mağdurlar, verdikleri borçları ödemeyen ve telefonlarını açmayan Uğur T. hakkında suç duyurusunda bulunup birbirlerine de sosyal medya üzerinden buldu.‘2.5 YIL İÇİNDE 8 KEZ KREDİ ÇEKTİM’2.5 yıl birlikte olduğu ve evlilik hazırlığı yaptığı Uğur T.’ye 200 bin lira verdiğini söyleyen güzellik uzmanı B.Ç., “Kendisiyle ilişki içerisinde bulunduğum süre boyunca tam 8 kez kredi çektim. Bu kişi tüm gününü bir mekânda geçirip orada birilerini gözüne kestirip daha sonrasında mekânı takip eden hanımefendiler arasından süzerek kendi kurbanını seçiyor” dedi.Uğur T. tarafından 1 milyon 200 bin lira dolandırıldığını söyleyen, eşinden 4 yıl önce ayrılan 2 çocuk annesi finans uzmanı Ş.C.S. ise “Instagram’da kızlarını gördüm. Baba olduğunu görünce güvenmeye başladım” diye konuştu.İddiaya göre, şüphelinin kurbanlarından biri de A.T. isimli eğitimci. 2024 Ağustos’ta bir flört programı üzerinden tanışıp görüşmeye başladıklarını söyleyen A.T., Uğur T.’nin kendisine Merkez Bankası ve MASAK’tan geldiğini iddia ettiği mesajları göstererek, borç istediğini belirtip “Kredi çektim kendisine birkaç kez. 1 milyon 200 bin göndermiş olduğum para var ona. 2 aylık bir süre içinde gerçekleşti bunlar” ifadelerini kullandı.2021 yılında tanışıp kızını gezmeye götürsün diye verdiği 200 lira ile dolandırılma sürecinin başladığını söyleyen muhasebeci G.T. de “Borç aldı, geri verdi, aldı, geri verdi. Artık geri vermez hale geldi. Tahminen 8.5 milyon TL. Artısı, eksisi vardır illaki” dedi.KRİPTO PARA BORSASINDA BATMIŞ‘Nitelikli dolandırıcılık’ suçlamasıyla gözaltına alınan ve Bursa 3’üncü Sulh Ceza Hâkimliği tarafından adli kontrol ve yurtdışına çıkış yasağı şartıyla serbest bırakılan Uğur T. ise sorgusunda suçlamaları kabul etmedi. Uğur T. ifadesinde, “Pandemi nedeniyle işsiz kalınca, borçlarını ödeyemedim ve borçlardan kurtulmak için kripto para borsasına girdim. Elimdeki para da bitince beş parasız kaldım ve eşimle ayrıldım. Değişik insanlardan eski hayatıma kavuşabilme umuduyla borç alarak kripto borsasına girdim. Kimseyi dolandırmadım, evlenme vaadinde bulunmadım” ifadelerini kullandı.‘KENDİ İRADELERİYLE BORÇ VERDİLER, VERMESELERDİ’Telefonla ulaşılan Uğur T., dolandırıcılık suçlamasını reddederek, “Kendileriyle arkadaşlık kurduğum zaman durumumun kötü olduğu biliyorlardı. Kendi istekleriyle borç verdiler. Ben kimseyi dolandırmadım. Kendi iradeleriyle borç vermeyi kabul ettiler. Vermeselerdi. Ben kimseden zorla para almadım, borcumu da inkar etmedim. 3 kadına borcum olduğu doğrudur. Taksit teklif ettim, kabul etmediler. Parça parça aldığım gibi, parça parça ödeyeceğim” diye konuştu.

Source: Hurriyet.com.tr


Özgür Özel’in şovuna, çiftçilerden tokat gibi yanıt! “Mitingdeki traktörler, devletin çiftçiye sağladığı desteklerin göstergesi”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel”in çiftçileri siyasi şov malzemesi olarak kullandığı Yozgat mitinginde, çiftçilerin zor durumda olduğuna yönelik iddialarına Yozgat”ın merkeze bağlı Baltasarılar ve Alemdar köyündeki çiftçilerden cevap geldi. Mitingde sıralanan traktörlerin devletin çiftçilere sağladığı imkanlar sayesinde alındığını ve tarımsal faaliyetten kazançlarından memnun olduklarını anlatan çiftçiler, devletin şimdiye kendilerine hep sahip çıktığını ve yanlarında olduğunu dile getirdi. İşte çiftçilerin anlattıkları: “DEVLETİN SAYESİNDE ALDIK” Baltasarılar Köyü Muhtarı Orhan Çağlayan: 2002″de inşaat işçiliğini bırakıp köye döndüm. Babamdan kalan traktörle başladım. Sonrasında devlet destekleriyle ikinci traktörümü aldım. Meydanlarda gösterilen traktörlerin hepsi devlet destekleriyle alınmış. Çiftçinin siyasete alet edilmesi yanlış. Alemdar Köyü Muhtarı Cevdet Ortak: 19 yıldır köyünde üretim yapıyorum. Üstelik köyümüz Yozgat”ın en kıraç ve arazisi kısıtlı köyü. Bin 500 dönüm ekilebilir alanımız var. Arazi parçaları küçük ama devletin verdiği desteklerle çalışıp kazanıyoruz. Yüz hayvanlık mandıram var. Çocuklarımı çiftçilikten kazandığım parayla evlendirdim. Para kazanamasak neden çalışalım? Şehirde memurdum istifa edip geldim, toprağımda kazanmıyorsam neden geldim. TKDK destekleriyle tarım aletlerimizi aldık. Traktörümüzü sıfır faizle yeniledik. Özgür Özel siyaset yapayım derken, bu işin reklamını yaptı. Öldük, bittik diyenleri canlı yayında tartışmaya davet ediyorum. Adem Çağlayan: 7 kardeşiz. Geçmişte bir traktörü güç bela almıştık. Şimdi ise devlet destekleriyle milyonluk traktörlere sahip olduk. CHP mitinginde gösterilen traktörler, aslında devletimizin çiftçiye sağladığı desteklerin göstergesi oldu. Allah devletimizden razı olsun. Ali Çelik: Geçmişte eşeği dahi alamayan insanlar, imdi devlet destekleriyle lüks traktörlere biniyor. O mitingde gösterilen traktörlerin çoğu da devlet desteğiyle alınmış. Hükümetimizden memnunuz. “ÇALIŞAN KAZANIYOR” Bekir Ortak: 15 yaşından bu yana çiftçilik yapıyorum ve alın terimin karşılığını alıyorum. Şu anda 120 büyükbaş hayvanım var. Devlet destekleriyle traktörlerimizi yeniliyoruz. Her sene bir daire alıyorum. Çaresizlik yok, çalışan kazanıyor. Musa Pekel: Antalya”da 20 yıl muhasebecilik yaptıktan sonra köyüme döndüm. Devletin verdiği destekler sayesinde yatırımlarımı gerçekleştirdim. Muhasebecilikte 20 yılda kazanamadığımı köyümde çiftçilikte 4 yılda kazandım. Tarım ve hayvancılıkla kazançlı bir hayat kurduk. Gençlere tavsiyem köylerine dönsünler. Çünkü köyde birkaç yıllık üretimle dairesini alabilir. Çiftçi kendi işi gücünde. Siyasette meydanlarda işi olmaz. Bilal Efe Çağlayan: 17 yaşındayım. Çiftçiliği seviyorum. Babadan miras kalan topraklarda, modern traktörlerle çalışıp üretim yapıyoruz. Köyde de bilgisayarımız ve her türlü teknolojik alet var. Arkadaşlarıma da topraklarına sahip çıkmalarını tavsiye ediyorum. Beytullah Pekel: Devletimiz sayesinde lüks traktörlere biniyoruz. Gençlerimize çağrım: Toprağınıza sahip çıkın, üretin. Yakup Çınar: Eskiden tohumu elle saçıyorduk. Şimdi devlet desteğiyle aldığımız makinelerle saçıyoruz. Her işimizi kolaylaştırdılar.

Source: Tarık Yilmaz


‘Çok enerjik bir çocuktum’

Oyuncu Alina Boz, Bir Dilek Tut Derneği”nin etkinliğinde çocuklarla buluştu. Boz, hep enerjik bir çocuk olduğunu ancak 12 yaşından itibaren setlerde yer aldığı için bazı şeyleri erken yaşta deneyimlediğini anlattı. Oyuncu, “Okulda tiyatro kurslarına katılır, etkinliklerin hepsinde bulunurdum. Ancak erken yaşta çalışmaya başlamam çocuklukla yetişkinlik arasındaki çizgiyi bulanıklaştırdı” dedi. Şiddetin eğitim kurumlarına kadar indiğine dikkat çeken Boz, Ahmet Minguzzi”nin uğradığı saldırıyı örnek verip “Eskiden zorbalık sözlü tacizle sınırlıydı, bugün tehlikeli boyutlara ulaştı” dedi.

Source: Sabah


Sınırsız barbarlık

Barbar İsrail ordusu, Gazze Şeridi”nde masum siviller, sağlıkçılar ve gazeteciler dâhil herkesi hedef alamaya devam ediyor. Yerinden edilmiş insanların sığındığı bölgelere düzenlenen saldırılar nedeniyle son 24 saatte hastanelere 51 ölü ve 115 yaralı getirildi. Böylece İsrail ordusunun 7 Ekim 2023″ten bu yana düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 52 bin 243″e çıktı. Filistinliler bir yandan bombalar bir yandan da abluka nedeniyle açlıkla mücadele ediyor. Gazze”de gelecek günlerin kritik olacağını belirten Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşler Koordinasyon Ofisi”nin (OCHA) işgal altındaki Filistin topraklarındaki kıdemli insani işler görevlisi Jonathan Whittall, “Bugün, Gazze”de insanlar hayatta kalamıyor. Bombalar ve mermilerle öldürülmeyenler yavaşça ölüyor. Gazze”de bugün hiçbir yer güvenli değil” dedi. ÖLÜMCÜL YOKSUNLUK DÖNGÜSÜ “Siviller gibi insani yardım personeli, ilk yardım ekipleri ve gazeteciler de korunmalı ancak sınır tanımayan bir savaşta öldürülüyoruz” diyen Whittall, Gazze”deki durumun savaşa dahi benzemediğini vurguladı. Whittall, insani yardımların önündeki engellerin kaldırılması çağrısında bulundu. Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), İsrail”in yaklaşık 2 aydır insani yardım ambargosu uyguladığı Gazze”de halkın ölümcül bir şiddet ve yoksunluk döngüsüne sürüklendiğini duyurdu. BOMBALAR ÇOCUKLARI PARÇALIYOR Birleşmiş Milletler (BM) Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese ise Gazze”deki katliama devam eden İsrail ve ona silah sağlayan ülkelerin durdurulmasını istedi. Albanese, “Artık ciddi anlamda kaç çocuğun, anne ile babaları ve büyükanne ile büyükbabalarıyla birlikte Batı yapımı bombalar onları parçaladıktan sonra aç bırakıldığını, diri diri yakıldığını veya plastik torbalara doldurulduğunu görmemiz gerekiyor?” ifadesini kullandı.

Source: Sabah


RTÜK Başkanı Şahin”den sokak röportajlarına ilişkin açıklama: Denetimlerimiz daha da sıkılaştırılacak

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin, farklı mecralarda yayımlanan sokak röportajlarına yönelik denetimlerinin daha da sıkılaştırılarak kararlılıkla sürdürüleceğini bildirdi. Şahin, sosyal medya hesabındaki paylaşımında, çeşitli mecralarda “sokak röportajları” adı altındaki içeriklerin toplumda ayrışmaya, manipülasyona ve yanlış bilgilendirmeye yol açtığını belirttiklerini ve bu tür yayınların takipçisi olacaklarını ifade ettiklerini anımsattı. Bazı çevrelerin, toplumun hassasiyetlerini hiçe sayan, insan onurunu ayaklar altına alan, belirli kesimleri hedef gösteren ve nefret söylemini körükleyen yayınlarına ısrarla devam etmekte olduğunu üzülerek gördüklerini vurgulayan Şahin, şu ifadeleri kullandı: “Son olarak, bir vatandaşımıza yönelik gerçekleştirilen, ahlaki ve hukuki sınırları aşan, ağır hakaret ve saygısızlık içeren sokak röportajı, basın meslek ilkeleri ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında kalan açık bir hak ihlali niteliği taşımaktadır. Sokak röportajı adı altında vatandaşımızın eğitimini, kültürünü, kişiliğini bilmeden, tahkir ve aşağılamalarda bulunarak hakaret eden bu kişi hakkında gerekli hukuki süreç başlatılmış olup, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulacaktır. Ayrıca, toplumu kin ve düşmanlığa sevk eden, ayrımcılığı körükleyen bu tür içeriklere asla müsamaha gösterilmeyecek, sokak röportajlarına yönelik denetimlerimiz daha da sıkılaştırılarak kararlılıkla sürdürülecektir. RTÜK olarak, vatandaşlarımızın onuruna, itibarına ve kişilik haklarına yönelik her türlü ihlale karşı hassasiyetle yaklaşmaya ve görsel-işitsel medya alanında hukukun ve etik ilkelerin korunması için gereken adımları atmaya devam edeceğiz.

Source: Sabah


RTÜK, “Sokak Kedisi” mahlaslı Ebru Uzun Oruç hakkında suç duyurusunda bulunacak

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, Sokak Kedisi Youtube kanalının söyleşisini hedef alan Haber 7 paylaşımını alıntılayarak Ebru Uzun Oruç hakkında suç duyurusunda bulunulacağını açıkladı. Toplumu kin ve düşmanlığa sevk eden, ayrımcılığı körükleyen bu tür içeriklere asla müsamaha gösterilmeyecek, sokak röportajlarına yönelik denetimlerimiz daha da sıkılaştırılarak kararlılıkla sürdürülecektir ifadelerini kullanan Şahin şöyle dedi: Daha önce yaptığımız açıklamalarda çeşitli mecralarda yayınlanan sokak röportajları adı altında yapılan içeriklerin toplumda ayrışmaya, manipülasyona ve yanlış bilgilendirmeye yol açtığını belirtmiş ve bu tür yayınların takipçisi olacağımızı ifade etmiştik. Ancak üzülerek görüyoruz ki, bazı çevreler toplumumuzun hassasiyetlerini hiçe saymakta, insan onurunu ayaklar altına alan, belirli kesimleri hedef gösteren ve nefret söylemini körükleyen yayınlarına ısrarla devam etmektedir. Son olarak, bir vatandaşımıza yönelik gerçekleştirilen, ahlaki ve hukuki sınırları aşan, ağır hakaret ve saygısızlık içeren sokak röportajı, basın meslek ilkeleri ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında kalan açık bir hak ihlali niteliği taşımaktadır. Sokak röportajı adı altında vatandaşımızın eğitimini, kültürünü, kişiliğini bilmeden, tahkir ve aşağılamalarda bulunarak hakaret eden bu kişi hakkında gerekli hukuki süreç başlatılmış olup, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulacaktır.GÖRSEL-İŞİTSEL MEDYA ALANINDA HUKUKUN VE ETİK İLKELERİN KORUNMASI İÇİN GEREKEN ADIMLARI ATMAYA DEVAM EDECEĞİZAyrıca, toplumu kin ve düşmanlığa sevk eden, ayrımcılığı körükleyen bu tür içeriklere asla müsamaha gösterilmeyecek, sokak röportajlarına yönelik denetimlerimiz daha da sıkılaştırılarak kararlılıkla sürdürülecektir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak, vatandaşlarımızın onuruna, itibarına ve kişilik haklarına yönelik her türlü ihlale karşı hassasiyetle yaklaşmaya ve görsel-işitsel medya alanında hukukun ve etik ilkelerin korunması için gereken adımları atmaya devam edeceğiz.

Source: Anka


Konak’ta “Göç” konuşuldu

Konak Belediyesi, Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi, Konak Kent Konseyi ve İzmir Kadın Kuruluşları Birliği iş birliğiyle bu yıl üçüncüsü düzenlenen Nermin Abadan Unat Göç Sempozyumu İzmir Barosu Nevzat Erdemir Salonu’nda gerçekleşti. “Göç ve Çalışma Yaşamı” temasıyla düzenlenen sempozyumun açılış konuşmalarını Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu’yla birlikte Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi yaptı.MUTLU: İZMİR’İN EN ÇOK GÖÇ ALAN İLÇESİAlanında uzman pek çok ismi bir araya getiren sempozyumda konuşan Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu, “Konak, İzmir’in en çok göç alan ilçesi. İzmir’e gelen herkes önce bir Konak’tan geçiyor. Yerel yönetimler için gerçekten sıkıntılı bir süreç. Bir yandan uyum çalışması yapmanız gerekiyor bir yandan artan nüfusun sizde yarattığı kent hizmetlerini kesintisiz vermeniz gerekiyor. Bunların hepsinde hocalarımızın da söylediği gibi aslında bir devlet politikası yok. Bir incelemede okumuştum. Herkes dönse bile yüzde 20’lik bir kesim Türkiye’de kalıyor. Bunu kabul ederek bir politika uygulamak gerekiyor. Bunu uygulayacak olanlar da yerel yönetimler değil. Göç olgusu çok geniş bir konu. Tekrar hocalarıma çok teşekkür ediyorum. Tüm paydaşlarımızla birlikte bu tür sempozyumları yapmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.HÜSÜNBEYİ: ÜRETKEN EMEĞİN ÖNEMLİ UNSURLARIKonak Kent Konseyi Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi ise şunları söyledi: “Nermin Abadan Unat Hocamızın da altını çizdiği gibi Türkiye, dünyada sayısal olarak en çok mülteci bulundurmasına karşın, mültecilerin nüfusa oranı açısından Ürdün ve Lübnan’da daha fazla mülteci bulunmaktadır. İç savaştan bu yana 14 yıl geçti, mültecilerin önemli kısmı bugün üretimin içinde yer almaktadır. Ayakkabı, tekstil, mobilya gibi birçok sektörde nitelikli işgücü açığını kapatmaktadırlar. Mülteciler işsizliğin nedeni olmadığı gibi, üretken emeğin önemli unsurlarıdır. Sempozyumda göç ve çalışma yaşamını çok boyutlu olarak ele almak istedik. Her biri alanlarında yetkin olan çok değerli konuşmacılarımızın katılımları bizleri heyecanlandırdı. Her birine davetimize olumlu yanıt verip katıldıkları için ayrı ayrı teşekkür ediyorum.”GÖÇ OLGUSU MASAYA YATIRILDIAçılış konuşmalarıyla başlayan sempozyum oturumlarla devam etti. Konak Mülteci Derneği Başkanı Hamit Yakın ve İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Dinçer Dikmen’in moderatörlüğünde yapılan panellerde Prof. Dr. Murat Erdoğan, Av. Eda Bekçi, Prof. Dr. Deniz Yükseker, Araştırma Görevlisi Çağla Ekin Güner, Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası Başkanı Mehmet Türkmen, İnsan Hakları Aktivisti Taha Elgazi, Dr. Lülüfer Körükmez ve Dr. Erkin Başer konuşmacı olarak yer aldı.

Source: İzmi̇r / Cumhuriyet


AKP”li üst düzey isimden “gündüz kuşağı programlarına” sert çıkış: “Gerekirse kanun teklifi vereceğim!”

Türkiye’de gündüz kuşağında yayın yapan programlarda yaşananlar ve yer alan konular toplumsal düzeni zedelediği gerekçesiyle tepkilere neden oluyor.Toplumda tepki çeken gündüz programlarıyla ilgili AKP Kültür ve Sanat Politikaları Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman önemli açıklamalarda bulundu. ANADOLU’YU DOLAŞTIĞIMIZDA İNSANLAR ŞİKAYETLERİNİ DİLE GETİRİYORLAR Genel Başkan Yardımcısı Yayman, Anadolu’da sürdürdüğü temasları esnasında televizyon kanallarında yayınlanan gündüz kuşağı programlarıyla ilgili ciddi şikayetler aldığını belirterek, şöyle konuştu:Kültür ve Sanat Politikalar Başkanlığı olarak yeni kurulan bir birimiz. Cumhurbaşkanımıza şükranlarımızı sunuyoruz ve yoğun bir çalışma temposu içerisindeyiz. Toplantılarımızı yaptık, önümüzdeki dönemde de Anadolu’da toplantılar yapacağız.Anadolu’yu dolaştığımızda insanlar bizlere gündüz kuşaklarıyla ilgili çok ciddi şikayetlerini dile getiriyorlar. Özellikle gündüz canlı yayınlanan programlarda Türk toplumunun örfüne, ahlakına ve aile yapısına uymayan pek çok yayının ve içeriğin olduğunu ve bunların da bilerek ve ısrarla tekrar edildiğini görüyoruz. Bunu kabul etmek mümkün değil.SANKİ BİLEREK VE İSTEYEREK ÖZENDİRME SÖZ KONUSU AKP Kültür ve Sanat Politikaları Başkanlığı olarak toplumsal düzeni zedeleyen televizyon programlarının düzenlenmesine yönelik çalışmalar yapmaya hazır olduklarını belirten Yayman, gündüz kuşağı programlarının ulusal güvenlik meselesi olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu:Bu konuda Kültür ve Sanat Politikaları Başkanlığı olarak biz ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Gerekirse bu konuda TBMM’ye kanun teklifi vermeye de hazırım. Şu anda gündüz kuşağı programları bir ulusal güvenlik meselesi haline gelmiş durumda. Burada çocuklarımızın ruh sağlığı, ailelerimizin birliği ve beraberliği, toplumumuzun düzeni, ahlakımız ve manevi değerlerimiz maalesef ayaklar altında.Bu televizyon programlarında sanki bir özendirme söz konusu, bilerek ve isteyerek özendirme söz konusu, biz bunu doğru bulmuyoruz. Bir kez daha sizin aracılığınızla çağrıda bulunuyorum. Çağrım, sabah kuşağında yayın yapan kişilere, yayıncılara ve herkese ‘lütfen ama lütfen titreyin ve kendinize gelin’ böyle bir yayıncılık politikası kabul edilemez. Sizin amacınız nedir, siz ne yapmak istiyorsunuz. Çarpık ilişkileri topluma anlatmak suretiyle maksadınız nedir, hedefiniz nedir, Türk ailesinden ne istiyorsunuz? Kadınlarımızın bu kadar istismar edilmesi, acıların bu kadar istismar edilmesi asla kabul edilemez.GEREKİRSE BİR KANUN TEKLİFİ VERECEĞİM Gündüz kuşağı programlarının düzenlenmesi için TBMM’ye kanun teklifi vermeye hazırlandığını ifade eden Yayman, Anadolu’da her yerde bu programlar ile ilgili çok ciddi şikayetler var. Biliyorsunuz daha önce evlenme programları vardı. Buradan çok ciddi şikayetler vardı, bunlar sona erdi. Bu defa da başka türevli programlarla ilgili çok ciddi şikayetler var. Biz bunları asla kabul etmiyoruz. Gerekirse ben de TBMM’de bu programların bir çerçeveye alınması, gerekiyorsa kaldırılması, gerekiyorsa yeniden düzenlenmesi, gerekiyorsa yeniden tanımlanması konusunda ben de bir kanun teklifi vereceğim. Bu yapılanları asla kabul etmiyoruz. Bizim kırmızı çizgimiz; ailedir, çocuklarımızdır, kadınlarımızdır ve Türkiye’nin toplumsal düzeninin sağlanmasıdır. 2025 aile yılında bu canlı yayınlarda aileye karşı sanki savaş açılmış durumda biz bunu asla kabul etmiyoruz. Bu bir milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. En kısa zamanda bu konuyla ilgili bir düzenleme yapacağız, Anadolu’da sokaktan feryat yükselmekte şeklinde konuştu.

Source:


Bir ay sonra randevu verilen yaşlı teyze feryat etti: Ben nasıl dayanacağım!

Vatandaşların devlet hastanesinde randevu çilesi devam ediyor. İstanbul Numune Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi”ne giden ve kendisine bir ay sonra randevu verilmesine feryat etti.

Tek başına güçlükle hastaneye gelen yaşlı bir kadın, muayene için ancak bir ay sonrasına randevu verildiğini öğrenince kendini yere bıraktı.

Yaşlı kadın, feryat ederek kendini hastane koridorunun zeminine bıraktı. O anlar çevredeki vatandaşlar tarafından kaydedildi.

Yaşlı teyze, “Ben nasıl dayanacağım. Ben ister miyim böyle olmayı” dedi.

Source: Haber Merkezi


“Titreyin ve kendinize gelin” diyerek uyardı: Gündüz kuşağı milli güvenlik sorunu!

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yayman, toplumda tepki çeken gündüz kuşağı programları hakkında açıklama yaptı. Gündüz kuşağı programlarının ulusal güvenlik meselesi olduğuna dikkat çeken Yayman, yayıncılara çağrıda bulundu. “BİLEREK VE ISRARLA TEKRAR EDİLİYOR” Anadolu’da sürdürdüğü temasları esnasında televizyon kanallarında yayınlanan gündüz kuşağı programlarıyla ilgili ciddi şikayetler aldığını belirten Hüseyin Yayman, “Kültür ve Sanat Politikalar Başkanlığı olarak yeni kurulan bir birimiz. Cumhurbaşkanımıza şükranlarımızı sunuyoruz ve yoğun bir çalışma temposu içerisindeyiz. Toplantılarımızı yaptık, önümüzdeki dönemde de Anadolu’da toplantılar yapacağız. Anadolu’yu dolaştığımızda insanlar bizlere gündüz kuşaklarıyla ilgili çok ciddi şikayetlerini dile getiriyorlar. Özellikle gündüz canlı yayınlanan programlarda Türk toplumunun örfüne, ahlakına ve aile yapısına uymayan pek çok yayının ve içeriğin olduğunu ve bunların da bilerek ve ısrarla tekrar edildiğini görüyoruz. Bunu kabul etmek mümkün değil” şeklinde konuştu. AK Parti Kültür ve Sanat Politikaları Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman #r-1083647# “NE YAPMAK İSTİYORSUNUZ?” AK Parti Kültür ve Sanat Politikaları Başkanlığı olarak toplumsal düzeni zedeleyen televizyon programlarının düzenlenmesine yönelik çalışmalar yapmaya hazır olduklarını belirten Yayman, şu ifadeleri kullandı: “Bu konuda Kültür ve Sanat Politikaları Başkanlığı olarak biz ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Gerekirse bu konuda TBMM’ye kanun teklifi vermeye de hazırım. Şu anda gündüz kuşağı programları bir ulusal güvenlik meselesi haline gelmiş durumda. Burada çocuklarımızın ruh sağlığı, ailelerimizin birliği ve beraberliği, toplumumuzun düzeni, ahlakımız ve manevi değerlerimiz maalesef ayaklar altında. Bu televizyon programlarında sanki bir özendirme söz konusu, bilerek ve isteyerek özendirme söz konusu, biz bunu doğru bulmuyoruz. Bir kez daha sizin aracılığınızla çağrıda bulunuyorum. Çağrım, sabah kuşağında yayın yapan kişilere, yayıncılara ve herkese; ‘lütfen ama lütfen titreyin ve kendinize gelin’. Böyle bir yayıncılık politikası kabul edilemez. Sizin amacınız nedir, siz ne yapmak istiyorsunuz. Çarpık ilişkileri topluma anlatmak suretiyle maksadınız nedir, hedefiniz nedir, Türk ailesinden ne istiyorsunuz? Kadınlarımızın bu kadar istismar edilmesi, acıların bu kadar istismar edilmesi asla kabul edilemez.” “ASLA KABUL ETMİYORUZ” Gündüz kuşağı programlarının düzenlenmesi için TBMM’ye kanun teklifi vermeye hazırlandığını ifade eden Yayman, “Anadolu’da her yerde bu programlarla ilgili çok ciddi şikayetler var. Biliyorsunuz daha önce evlenme programları vardı. Buradan çok ciddi şikayetler vardı, bunlar sona erdi. Bu defa da başka türevli programlarla ilgili çok ciddi şikayetler var. Biz bunları asla kabul etmiyoruz. Gerekirse ben de TBMM’de bu programların bir çerçeveye alınması, gerekiyorsa kaldırılması, gerekiyorsa yeniden düzenlenmesi, gerekiyorsa yeniden tanımlanması konusunda ben de bir kanun teklifi vereceğim. Bu yapılanları asla kabul etmiyoruz. Bizim kırmızı çizgimiz; ailedir, çocuklarımızdır, kadınlarımızdır ve Türkiye’nin toplumsal düzeninin sağlanmasıdır. 2025 aile yılında bu canlı yayınlarda aileye karşı sanki savaş açılmış durumda biz bunu asla kabul etmiyoruz. Bu bir milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. En kısa zamanda bu konuyla ilgili bir düzenleme yapacağız, Anadolu’da sokaktan feryat yükselmekte” sözlerini sarf etti.

Source: Gökhan Karataş


İçinden çıkana bakın! Reçeli kaseye döken vatandaş neye uğradığını şaşırdı

Balıkesir”in Edremit ilçesindeki Metro market şubesinde satılan Aro marka gül reçelinin içerisinden bütün halde bir arı çıkması, görenleri şaşkına çevirdi. HİJYEN TARTIŞMALARI GÜNDEMDE Olayın ortaya çıkmasıyla birlikte gıda güvenliği ve hijyen standartları bir kez daha tartışmaya açıldı. Uzmanlar, özellikle gıda üretim süreçlerinde gerekli sterilizasyon ve kalite kontrol önlemlerinin eksik olması durumunda, ciddi sağlık risklerinin ortaya çıkabileceğini vurguladı. TÜKETİCİ DERNEKLERİ DENETİMLER ARTSIN İSTİYOR Öte yandan tüketici dernekleri, benzer vakaların önüne geçilebilmesi için denetimlerin sıklaştırılması ve ihlallerin daha ağır yaptırımlarla cezalandırılması gerektiğini savunuyor. Uzmanlar ayrıca, özellikle ambalajlı gıda ürünlerinin tüketilmeden önce mutlaka kontrol edilmesi gerektiği uyarısında bulundu.İşte Denetle”de yayınlanan o görüntüler

Source: Haberler