Lozanmış Sevrmiş hiç takma kafana!
Sen mesela, hacı emmi… Cuma namazı çıkışında cami avlusundaki çınarın gölgesinde muhitten komşularınla sohbet ederken, sakalını sıvazlaya sıvazlaya akıl öğretiyordun, memleket sanki daha önce müslüman değilmiş gibi “bunlar dinini imanını bilen çocuklar, vatana millete hayırlı olurlar” diyordun. Nasıl gidiyor sence şimdi vatan millet işleri?
Veya sen, Şükran yengeciğim… Ramazanda iftar çadırında, senin paranla sana avanta çorba ısmarladılar diye, nerdeyse bi hatim indirmediğin kalıyordu, yan masadaki badem bıyıklı belediye başkanın duysun diye yüksek sesle dualar ediyordun, “Allah devletimize zeval vermesin” filan diyordun… Hamdolsun, devletimiz gayet iyi durumda şu anda değil mi? Sevap senin desteğinle oluyorsa, günah ortaklığı da senin, değil mi?
Ya da sen, emekli Ethem ağabey… Kahvede başının etini yiyordun herkesin, eczaneden nasıl bedavaya ilaç aldığını anlata anlata ballandıra ballandıra bitiremiyordun, yüz elli tane oy’un olsa, yüz ellisini de bunlara vereceğini söylüyordun… Nasıl şimdi sağlığın, sıhhatin, afiyetin? Maazallah, memleketi bir kutu aspirine satmış gibi hissetmiyorsun değil mi kendini?
Ya da ne bileyim, sen mesela üniversiteli Tarık… Akıl, bilim, kültür sanat, tarih şuuru, demokrasi, çağdaş yaşam mücadelesi veren profesörlerimizi yatağından kaldırıp terörist diye pijamalarıyla tutukladılar, o günlerde bile neme lazım dedin, daha geçenlerde hak hukuk adalet için haykıran fakülteden arkadaşlarını gözaltına aldılar, tutukladılar, gene tavşan boku gibi davrandın, kantindeki protestoya bile katılmaya korktun, normalde şen şakrak bülbül gibi şakıdığın sosyal medyada bile ölü balık taklidi yaparak sessiz kaldın… Şu anda eminim geleceğine dair endişelenmeni gerektirecek herhangi bir durum yoktur ama, sen yine de Gençliğe Hitabeymiş filan sakın o işlere bulaşma ha, kenardan kenardan araziye uymaya devam et kardeşim, noolur noolmaz, sana ne.
Sen, fırıldak tüccar Samet… Valla senin hayranınım, fırsat bu fırsat diye düşünerek kutsal toprakları özelleştirme idaresine çevirdin birader, iktidara şirin görünüp ihale kapmak için her yıl beş altı defa umreye gidiyorsun, zemzemle banyo bile yapıyorsun, süzme din bezirganları senin yanında amatör kalır, ben cebime bakarım abicim diyerek maaşallah pervane gibi dönüyorsun, Demlileri tutukladıklarında alkışlıyordun, şimdi Pkklılara af getiriyorlar, eminim gene alkışlıyorsundur, hayat felsefesi dediğin seninki gibi olur, hayranınım, aman diyeyim çıkıp yanlışlıkla rabia işareti yapma, rabiadan çark edildi, bir çuval inciri berbat edersin.
Veya sen, tikitoş Betül… “Ayy bakamıyorum şekerim, hep cenaze, hep ağlayan insanlar, perişan çocuklar, dayanamıyorum, fena oluyorum, kapatıyorum televizyonu, haberleri seyretmiyorum artık” diyordun, onca yıl boyunca lay lay lom yaşarken canlı bombalardan bile haberin olmadı ayol, çok şükür ki hepsi geride kaldı, “biji” izlemeye devam edebilirsin artık, Lozanmış Sevrmiş filan, bu tür nostaljik destinasyonlar arasındaki turizm rekabetini duyarsan hiç yorma o güzel kafanı, neticede ikisine de Schengen’le gidebiliyorsun, golden visa’nla haydi haydi gidersin zaten.
Demokrasi dediğin, sadece layık olduğun şekilde yönetilmek değildir.
Papağan gibi “her millet layık olduğu şekilde yönetilir” derler ama, devamını söylemezler, halbuki o lafın devamını dünya demokrasi tarihinde sadece Mustafa Kemal söylemiştir, “her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortaktır” der.
“Her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortaktır.”
Çıkarırsan Atatürk’ü…
Geriye işte anca bu gördüğün kalır.
Source: Yılmaz Özdil