Çalsın davullar, yensin timballo’lar
İtalyan mutfağını sadece tabaklara değil, geçmişe yayılan bir miras olarak düşünüyorum. Bazı yemekler vardır ki yalnızca damağımızı değil, yüzyıllar boyunca şekillenmiş gelenekleri de taşır bize. İşte bunlardan biri timballo abruzzese. Pek çoğunun adını ilk kez duyduğu bu nefes kesici yemek, İtalya’nın merkezindeki Abruzzo bölgesinden gelen ve içinde bir toplumun ruhunu taşıyan lezzet abidesidir.Bu yemek, adını Arapça kökenli ‘tunbal’ yani davul kelimesinden alır. Zira görünümü büyükçe bir kalıpta pişirilmiş kocaman bir davulu andırır. Ancak bu yemeğin kalbindeki şey sadece şekli değil, katmanlara gizlenmiş kültürüdür. Napolyon döneminden beri varlığı belgelenmiş bu tarif, özellikle büyük bayram sofralarının, düğünlerin ve dini kutlamaların baş tacı olmuştur.Abruzzo’da yapılan timballo, bölgeye göre değişen malzemelerle çeşitlenir: Bazen taze yapılmış krep tabakalarıyla, bazen lazanya yapraklarıyla hazırlanır. İçinde köfteler, haşlanmış yumurtalar, domates sosu, mozzarella, bazen enginar, mantar olabilir. Her katman, ailenin kuşaktan kuşağa aktardığı sırları ve gelenekleri simgeler. Kimi evlerde sadece Paskalya’da, kimi yerlerdeyse birinin askerden dönüşü gibi özel anlarda çıkar ortaya.Yanına bir roka salatasıBu yemek İtalya’nın ‘belleği’ sayılabilecek bir tabaktır. Zira her bir dilimi yoksulluktan doğan yaratıcılığı, bayram sofralarının birlik duygusunu ve köy fırınlarının tüten dumanını anlatır. Sadece beslenmek değil, geçmişle bir köprü kurmaktır bu güzel yemeği yemek.Bugün timballo abruzzese gastronomik trendlerin ötesinde, İtalya’nın özüne dair bir şey söylemek isteyen herkesin keşfetmesi gereken bir başyapıttır. Ve bir tabak timballo bize şunu hatırlatır: Gelenek, sadece tarifte değil; onu hazırlayan ellerde, bekleyen sofralarda ve paylaşan yüreklerdedir. Size verdiğim tarifi deneyin; sonuç, dışı hafif çıtır, içi yumuşacık ve kat kat lezzetle dolu bir İtalyan klasiğidir. Yanına sadece basit bir roka salatası yeterli. Çünkü bu leziz yemeğin başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.Timballo abruzzese (4 kişilik)NE LAZIM?Krep için ◊ 2 yumurta◊ 1 su bardağı un◊ 1 su bardağı süt◊ 1 tutam tuzHarç için◊ 200 gram kıyma◊ 1 diş sarımsak◊ 3 yemek kaşığı zeytinyağı◊ 200 ml domates sosu◊ Yeterince tuz, karabiber◊ 2-3 yaprak taze fesleğen◊ 2 haşlanmış yumurta◊ 150 gram rendelenmiş mozzarella◊ 2 yemek kaşığı rendelenmiş parmesanNASIL YAPARIM?◊ Öncelikle 6 adet taze krep ya da lazanya yaprağı hazırlanır. Eğer krep tercih edilecekse listedeki krep malzemeleri çırpılarak klasik krep hamuru hazırlanıp ince tabakalar halinde pişirilir. Hazır lazanya kullanacaksanız, paketteki talimata göre haşlayıp kenarda bekletmek yeterli.◊ İç harç için 200 gram kıyma, 1 diş sarımsak ve zeytinyağıyla kavrulur.◊ Ardından içine 200 ml domates sosu, tuz, karabiber ve birkaç yaprak taze fesleğen eklenir. Sos iyice çekene kadar pişirilir.◊ Ayrı bir kapta 2 haşlanmış yumurta doğranır, 150 gram rendelenmiş mozzarella ve 2 yemek kaşığı rendelenmiş parmesanla karıştırılır.◊ Küçük bir fırın kabı zeytinyağıyla yağlanır. Tabanına bir krep ya da lazanya yaprağı serilir. Üzerine sırasıyla etli domates sosu, peynirli karışım ve yeniden yaprak gelecek şekilde kat kat yerleştirilir. Katmanlar tamamlandığında en üste bir miktar parmesan serpilir.◊ Önceden ısıtılmış 180 derece fırında, üzeri altın rengi alana kadar yaklaşık 25-30 dakika pişirilir. Fırından çıktıktan sonra 10 dakika dinlendirilip dilimlenerek servis edilir.Bitkilerle iyi bir ilişki kurmak için…Evimizde bitkilere yer açarak doğayla sade ve huzurlu bir bağ kuruyoruz. Fakat sağlıklı kalabilmeleri için doğru bilgi gerekiyor. Doğanın ritmini hissetmek ve yaşam alanımızdaki çiçeklerle gerçek bir uyum yakalamak için bitki bakımı konusunda ufkumuzu açacak kitapları uzman jüri üyelerimize sorduk. mPınar TAHİRLERİhtiyaçlarını öğreninLabofem: Bitkilerle İyi Geçinme Rehberi, Fem Güçlütürk (Mundi)Yazarın kendi deneyimlerine dayanan bu kitap bitki bakımına dair pratik ve gündelik bilgiler veriyor. Bitkilerin ihtiyaçları, hastalıkları, bakım ipuçları ve sık sorulan sorular başlıklar halinde ele alınıyor. Aslı Hızar Derici, Selen Okan, Ece Fontana ve Dilek Yalçın’ın önerisi.İç mekân bitkileriSaksı Bitkileri El Kitabı, Stephanie Donaldson&Peter McHoy (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)Saksı bitkilerinin bakımı ve çoğaltılması üzerine temel bilgiler sunuyor. İç mekân bitkileri, askı sepetler ve çiçekliklerle ilgilenenler için pratik bir başvuru kaynağı. Nihan Sevinç Muşdal, Aslı Hızar Derici ve Fem Güçlütürk’ün tavsiyeleri arasında.Sebze ve çiçek yetiştiriciliğiBahçıvanın El Kitabı, Peter McHoy (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)Bahçeciliğe yeni başlayanlar için ideal. Sebze ve çiçek yetiştiriciliğinden kapalı balkon ve seralara uzanan konularda bitki bakımı sürecine eşlik ediyor. Bahçe planlaması ve saksı seçimi gibi başlıkları var. Nihan Sevinç Muşdal ve Selen Okan’ın listesinde.Özel araştırmalarDekoratif Türkiye Bitkileri, Prof. Dr. Ertan Tuzlacı (Alfa Yayıncılık)Bitkilerin botanik özelliklerine yer veriyor. Ece Fontana “Prof. Dr. Ertan Tuzlacı Türkiye’de yetişen bitkileri fotoğraflamış ve araştırmalarında elde ettiği bilgileri paylaşmış. İçinde bitkilerle oluşturulabilecek dekoratifürünler de var” diyor.Teknik bilgiler…Az Su İsteyen Bahçeler, Gülnar Onay (İnkılâp Kitabevi)Su tasarrufu odaklı bahçecilik için bir rehber olan kitap için Fem Güçlütürk “Bahçe planlaması yaparken başvurulacak önemli bir kaynak. Bitkilerin nereye, nasıl dikileceği bilgilerine yer veriyor” diyor.Bir kılavuz gibiTürkiye’nin Bahçe Bitkileri ve Kent Çiçekleri, Ertan Tuzlacı (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)Naz Irmak Saf: “611 tür bitkiyle bazı cins ve türlere ait birçok kültür çeşidi, toplam 1.111 fotoğrafla sunuluyor. Bitki bakımı adına kapsamlı bir kılavuz.”Sade ve anlaşılırBitkilerin Bildikleri: Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak, Daniel Chamovitz (Metis Yayınları)Bitkilerin duyu sistemlerini sade ve anlaşılır bir dille anlatıyor. Aslı Hızar Derici kitabın bitkileri daha bilinçli gözlemlemek için etkili bir kaynak olduğunu söylüyor.Amatörler içinBahçem ve Ben: Amatör Bahçıvanın Elkitabı-Gülnar Önay (Remzi Kitabevi)Amatör bahçıvanlar için bir elkitabı niteliğinde. Selen Okan: “Bahçenizde kolaylıkla yetiştirebileceğiniz bitkilerin özelliklerini öğrenebilir, bakım sırlarını keşfedebilirsiniz.”Her yaşa uygunÇocuklar için Kolay Bahçecilik, Charles Dowding (Doğan Çocuk)Dilek Yalçın: “Her ne kadar çocuk kitabı gibi görünse de içinde çok faydalı bilgiler var ve her yaşa hitap ediyor. Evinizde olması gereken güzel bir kaynak. Temel sorularınıza yanıt verebilir.”Doğanın gücüKozmik Bilim Işığında, Ahmet Maranki-Elmas Maranki (Nesil Yayınları)Evde yetiştirilebilecek şifalı bitkilere odaklanan kitap için Bergen Sert “İlaç kullanmak istemeyenler için bir hazine. Doğanın ne denli güçlü bir doktor olduğunu hatırlatıyor” yorumunu yapıyor.
Source: Danilo Zanna
Bahçeli ile Erdoğan arasındaki sarsılmaz kader birliği
“Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok.”*Bu açıklamaya ilk tepki MHP Lideri Devlet Bahçeli’den geldi.“Bu milletin Erdoğan’a ihtiyacı var” diyen Bahçeli’nin cümleleri şunlar:*“Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘Benim tekrar aday olma derdim yok’ ifadesi, bizim nazarımızda adil ve hakkaniyetli bir hal beyanı değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin, yeni yüzyılın yol haritasını çizen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a çok ihtiyacı olduğu tartışmasız bir tarih ve hayat gerçeğidir.”*Bu açıklama da göstermiştir ki:Bahçeli ile Erdoğan ayrışması bekleyenler, daha çok bekleyecekler.*Bu açıklama da göstermiştir ki:Erdoğan ile Bahçeli arasındaki bağ, sarsılmaz bir bağ haline gelmiştir.*Bu açıklama da göstermiştir ki:Erdoğan ile Bahçeli’nin arasının açılacağını üfüren Mümtazer’e kulak verenleri bekleyen, tarihsel yanılgıdır.BODRUM’UN 2 BİN 500 LİRALIK LAHMACUNUYAZIN yaklaşmakta olduğunu nereden anlarız?*Şu 7 şeyden:- BİR: Fedon’un denize girmesinden.- İKİ: Etrafta “diyet yapıyorum” diyenlerin çoğalmasından.- ÜÇ: Evlerde semiz otunun pişmeye başlamasından.- DÖRT: İnceden klimatize ortam arayışlarına girişmekten.- BEŞ: Çorapların gitgide daha çok fazlalık muamelesi görmesinden.- ALTI: “Şort giymeye başlasam mı acaba” tarzı tereddütlerden.- YEDİ: Ve tabii ki Bodrum’un lahmacun fiyatlarının gündem olmasından.*Fedon deniz sezonunu açtı mı bilmiyorum ama Bodrum’un lahmacun fiyatlarıyla ilgili tartışma sezonu çoktan açıldı.*Bu kez rakam şöyle:Bir lahmacun eşittir 2 bin 500 lira.*Bodrum Belediye Başkanı Tamer Mandalinci, bu konuda Hürriyet’e şöyle bir açıklama yaptı:*“2 bin 500 liraya lahmacun, bir-iki yerdedir. O bir-iki yere gitmek de sizin tercihiniz. Siz orada lahmacun satın almıyorsunuz, orada o kişilerle oturma hürriyetini, o çatal bıçağı kullanma hürriyetini, o manzarada o lüks yaşamı satın alıyorsunuz.”*Benim bu konudaki yaklaşımım çok net ve tartışmaya kapalı:*Eğer gerçekten bazı kişiler…Lüks yaşam havası atacağım diyerek, cicili bicili çatal bıçak kullanacağım diyerek, bazı önemli kişilerle bir arada olacağım diyerek… Bir lahmacuna 2 bin 500 lira veriyorlarsa…Ben böyle kişilerle…Aynı ortamda bulunmamak için elimden geleni yaparım. Aynı çatal bıçağa elimi bile sürmek istemem. Aynı lüks hayatı yaşamamak için kendimi dünyanın en salaş yerlerine fırlatırım.4 ALBAY 8 YARBAY 12 BİNBAŞIFETÖ operasyonu yapıldı.İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan operasyonda yakalanması istenen şüphelilere şöyle bir bakalım:*- 4 albay.- 8 yarbay.- 12 binbaşı.- 15 yüzbaşı.- 24 astsubay.Şüphelilerin hepsi şu anda orduda görevde olan isimler.*Atasözünü şöyle değiştirebiliriz: Su uyur FETÖ uyumaz.EN ESASLI LAF SOKMALARIN SÖZ KONUSU OLDUĞU ORTAMLAR – Futbol tartışmalarının yapıldığı ortamlar.- “Falanca da itirafçı olmuş” bilgisinin tartışıldığı ortamlar.- Ekonominin esaslı gündem olduğu ortamlar.- Türk ateistlerinin bulunduğu ortamlar.- Elektrikli mi, benzinli mi meselesinin ele alındığı ortamlar.- Kadın / erkek ilişkilerinin masaya yatırıldığı ortamlar.İNAN KIRAÇ İBRETİİNAN Kıraç’la ilgili tartışmaları, gelişmeleri izledikçe…Hep şöyle dua ediyorum:*Akli melekelerimizi yitirmeden bir ölüm nasip eyle bize Allah’ım.
Source: Ahmet Hakan
Mehmet Şef’in yeni mekânı: Konargöçer bir mutfak hikâyesi
Mehmet Şef’i anlatmama gerek yok. Kariyerinin zirvesinde, tüm Türkiye onu tanıyor, restoranları gayet başarılı bir şekilde devam ediyor. Ama o, yerinde durmayı seven, birikiminin faiziyle yaşayan insanlardan değil. Sektörün emektarlarından, üretmeyi hayat felsefesi haline getirmiş bir şef benim gözümde. Şimdi yeni restoranı Alaz ile iddialı bir maceraya sıvamış kollarını. Evet, çıkış noktası kesinlikle iddialı zira geçmişle bugünü, göçle kökü, ateşle hafızayı birleştirmek hem birikim hem araştırma istiyor.Güzel bir noktadan başlamışlar ama bana göre, Alaz göç yolunun izini sürerken daha da gelişecek, zaman içinde karakterini daha sağlam biçimde şekillendirecek. E, kolay değil yapılmamışı yapmak, altına imzanı atmak. Sadece Mehmet değil, arkasındaki en büyük güçlerden biri olan erkek kardeşi Mithat Şef ve oğlu Emre’yi de unutmamak gerek. Onların da bu hikâyedeki katkısı çok büyük. Hikâye demişken, malum günümüz gastronomi dünyasında çokça konuşulan şeylerden biri ‘hikâyesi olan yemekler’. Ancak şef Mehmet Yalçınkaya’nın sunduğu şey bundan fazlası: Hikâyesi olan bir coğrafya, hafızası olan bir alev, kökü olan bir yolculuk. Yörük bir ailenin çocuğu olan Yalçınkaya, köklerinden hiç kopmamış bir şef.Restoranın adıyla başlayalım: Alaz. Yanan, korlanan, içten içe alevlenen ateş anlamına geliyor. Bu tam da Türklerin tarihsel kimliğine işaret eden bir kavram. Çünkü Orta Asya’nın bozkırlarında başlayan göç yolculuğundan Anadolu’ya uzanan serüven, çoğu zaman bir ocak etrafında, ateşin başında anlatılan hikâyelerle taşınmış günümüze. Alaz’daysa bu ateş bir metafor olmaktan çıkarılarak restoranın merkezine konmuş. Dışarıdan da izleyebildiğiniz mutfakta göreceğiniz üzere mutfağın akışı yanan açık ateş etrafında dönüyor; bazen pişirme, bazen isleme bazen de kurutma yapılıyor.Alaz’da ateş sadece bir ısı kaynağı değil; zamanın, dayanıklılığın ve dönüşümün bir sembolü. Dumanla tatlanan etler, közle lezzetlenen sebzeler, tandır tekniğiyle pişmiş hamurişlerindeki çıtırtı… Bunların her biri yüzyıllardır varlığını sürdüren göçebe mutfağının ateşle ilişkisini yeniden gündeme getiriyor. Tabii ki modern mutfak tekniklerinden vazgeçmeden, bu kadim bilgiyi günümüzün estetik anlayışıyla buluşturuyor. Yani Alaz’da ne geçmiş nostaljiye hapsediliyor ne de bugün gelenekle sınırlanıyor. Ve baktığınızda asıl ustalık gerektiren şeylerden biri de geçmişten esinlendiğin noktayı doğru seçip onu günümüz mutfak diliyle birleştirmek.Mutfakta özen ve emekBen Alaz’a açılış günü verilen öğle yemeğinde gittim. Öncelikle dışarıdan görünüş inanılmaz Avrupai, o Bask bölgesindeki sessiz lüksü temsil eden restoranların zarifliğinde. İçeride tam ortadaki kocaman, yüksek mermer masa müthiş bir şıklık katmış mekâna. Duvarlardaki işlemeler, aydınlatmalar, belli ki hepsine ayrı ayrı özenilmiş. Ama en çok özen ve emek elbette mutfakta. İlk servis günü olmasına ve o kadar kalabalığa rağmen servisi hiç aksatmamaları dikkat çekiciydi.Gelelim yemeklere…Göçebe yaşamın olmazsa olmazı saklama tekniklerinden biri olan salamurayla hazırlanmış bir etle başladı tadım. Karışık baharat çeşitleriyle 5 gün salamura edilen nuar, 45 dakika fırında pişirildikten sonra tütsülü-hardallı güzel bir sosla sunuluyor. Eti şu anda alışık olduğumuzdan farklı bir işleme yöntemi olsa da ilk dilimden sonra alışıp ikinci dilimden sonra etin liflerine işleyen lezzeti daha çok hissediyorsunuz. Ara sıcaklar arasında ve aslında tüm menüdeki yemekler içinde en parıldayanlardan biri Göbeklitepe isimli tabak. Adını insanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olan Göbeklitepe’den alan bu tabakta kuzugöbeği mantarının içi incecik çekilmiş bulgurla doldurulup tabağın altına konan manda yoğurtlu sosla tatlandırılmış.Ördek siritGöbeklitepeHumuslu işkembe tiridiDana pulideyse dananın ‘puli’ denen, inciğin de üst tarafındaki ve 400 kiloluk bir danadan sadece 800-900 gr kadar çıkan özel bir bölüm kullanılmış. Uzun pişirilen pulide aradaki kolajenin erimesiyle daha jelatinimsi kıvamı da bu lif lif etin arasında hissediyorsunuz. Menüye göz attığımda dikkatimi çeken ve tekrar gidip denemek istediğim yemekler şunlar: Dananın göğüs kısmından elde edilen brisket etinin 14 çeşit baharatla uzun süre odun ateşinde pişirilmesiyle hazırlanan ve yapımı toplam 8 gün süren dana pastrami. Cızlama. Obalarda en hızlı yapılan katıklardan biri olan bazlamaya, pek de tadı olmayan Bolu’nun kara kabağını pırasa ve soğanla hazırlayıp, kabağa boyut atlatıp cızlama adını vermişler. Tütsülenmiş alabalık, ördek sirit, serçedili erişte de listemde. Bunlar sayabildiklerimden birkaçı.Mehmet Şef’in simidine (haberlere konu olan) değinmeden geçmeyelim. Ortaya paylaşımlık olarak gelen simit, mahalle fırınından aldığınıza göre elbette yüksek rakamda. Zira sadece şekli ismiyle müsemma, içindeki deniz mahsullerinden başlı başına bir tabak bile olur. O yüzden sosyal medyada fiyatıyla yaygara yapmadan önce biraz daha neyin ne olduğuna bakmak gerek diye notumu da düşmüş olayım…
Source: Ebru Erke
Kızılay içecek’ten sofralara lezzet, aşevlerine de destek geliyor
Kızılay İçecek”in sağlık odaklı yaklaşımının bir yansıması olarak geliştirilen yeni sofra içecekleri Kızılay Şalgam, Limonata ve Soğuk Çay, postbiyotik içeriğiyle hem bağışıklık sistemini destekliyor hem de sindirim sistemine katkı sağlıyor. Bu içeceklerde yer alan postbiyotikler, vücuttaki yararlı bakterilerin (probiyotiklerin) çalışırken ürettiği faydalı maddelerden oluşuyor. Bu sayede zararlı bakterilerin çoğalması önleniyor ve bağırsak dengesi korunuyor. Ayrıca, koruyucu içermeden aseptik teknolojiyle üretilen bu yeni ürünler hem sağlıklı hem de güvenilir bir tüketim alternatifi sunuyor. SAĞLIKLA ÜRETİYOR, İYİLİKLE PAYLAŞIYOR Kızılay İçecek, yalnızca sağlıklı ve lezzetli içecekler sunmakla kalmayıp, toplumsal faydayı da öncelikleri arasında tutuyor. Sofra ürünlerinden elde edilen gelir fazlası, Kızılay aşevlerine aktarılıyor ve ihtiyaç sahiplerine sıcak yemek desteği de sağlanıyor. Bu anlayışla üretilen Kızılay Sofra İçecekleri, her yudumda hem kaliteyi hem de iyiliği sofralara taşıyor. TÜKETİCİ TERCİHLERİ YENİDEN ŞEKİLLENİYOR: DOĞAL VE FONKSİYONEL ÜRÜNLERE TALEP ARTIYOR Son yıllarda artan sağlık bilinciyle birlikte, tüketiciler doğal içeriklere daha fazla yöneliyor. Şeker oranı düşük ya da şeker ilavesiz ürünlere olan ilgi hızla artarken, bağışıklığı destekleyen, enerji veren ve sindirimi düzenleyen fonksiyonel içecekler de tercih sıralamasında üst sıralarda yer alıyor. Bu değişim, geleneksel içeceklerin değerini de yeniden artırıyor. Türk kültürünün köklü lezzetlerinden biri olan şalgam gibi içecekler, modern yaşamın ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirilerek daha geniş bir kitleye ulaşıyor. Yerel üretimin önem kazanmasıyla birlikte, otantik tatlar doğal içeriklerle buluşturuluyor ve sağlıklı yaşam trendleri doğrultusunda yeniden yorumlanıyor. Kızılay İçecek ise bu beklentileri yakından takip ederek geleneksel tatları çağdaş üretim teknikleriyle buluşturuyor. Koruyucu içermeyen, doğal pancar şekeriyle tatlandırılan ve postbiyotik içeriğiyle sindirim sistemine katkı sunan yeni Kızılay Limonata ve Soğuk Çay, sağlıklı yaşam arayışında olan tüketiciler için ideal bir alternatif oluşturuyor. Doğal formülü ve fonksiyonel faydalarının yanı sıra koruyucu içermeyen bu yeni ürün ailesi hem lezzet hem de sağlık arayanlara hitap ediyor. KIZILAY İÇECEK HAKKINDA: Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk”ün bizzat sermayesini vererek Afyonkarahisar”ın Gazlıgöl beldesinde kurdurduğu maden suyu fabrikasını Türk Kızılay”a bağışladığı 1926″dan bu yana Atatürk”ten aldığı emaneti her geçen gün geliştirerek büyüten Kızılay İçecek, Türkiye”nin değerli maden suyu kaynaklarını halkımıza ve dünyaya ulaştırmak için çalışmaktadır. Kızılay Yatırım Grubu”nun diğer iştirakleri için de örnek teşkil eden bu model ile elde edilen gelirlerin tamamı ise Türk Kızılay”a aktarılmakta ve insani yardım faaliyetlerinde kullanılmaktadır. Kızılay İçecek, üretim kalitesinden ve doğallığından ödün vermeden Afyonkarahisar ve Erzincan kaynaklarından elde ettiği değerli mineral kaynağından farklı tatları da tüketicilerin beğenisine sunarken, Adana”daki fabrikasında ürettiği sofra içecekleri serisiyle şalgam, limonata ve soğuk çayı da lezzetseverlerle buluşturuyor. Kızılay İçecek, zenginleştirdiği ürün portföyü, AR-GE ve inovasyon yatırımlarıyla; sağlıklı içecekler sektöründe lider içecek şirketi olma vizyonu ile yerel ve global ölçekte faaliyetlerine devam etmektedir.
Source: Sabah
O bir zanaatkâr…
Russo, İtalya’da yeme-içme söz konusu olduğunda peynirleri, etleri ve şaraplarıyla en sevdiğim bölge olan Piemonte’de doğup büyümüş.Çocukken ne olmak istiyorsun dediklerinde cevabı marangoz, terzi ya da aşçı olmakmış.Kendisi farkında mıydı o yaşlarda üçünün de emek, el becerisi ve zaman içinde ustalığa dönüşen birer zanaat olduğunu bilmiyorum. Ama 13 yaşında bulaşıkçı olarak mutfağa adım atmış. Yanında çalıştığı şeflerin tutkusu onu büyüleyince bir daha da çıkmamış.Ve 1990 yılında henüz 22 yaşındayken eşi Stefania ile birlikte Torino’nun dışında Reggia di Venaria’da’da ilk restoranı ‘Dolce Stil Novo’yu açmış. Birkaç yıl içinde ünü bölgenin sınırlarını aşınca adıyla bir marka yaratmış. The Franklin By Alfredo Russo ile Londra’da başlayan yurtdışı serüveninin yeni durakları Kemer, Belek ve Bodrum olmuş.Yerelliğe ve mevsimselliğe önem veren şef Alfredo Russo, ORA’da ise modern dokunuşlu İtalyan mutfağı diyeceğimiz, kendi tarzının özünü bozmadan Bodrum ve çevresinin ürünlerini kullanarak yeniden yorumladığı bir menü yaratmış.ELLE YENEN YEMEĞİN TADI Şefin bu sezona özel hazırladığı tadım menüsünü ilk tadanlardan olmak çok özel bir deneyimdi. Yemeğimiz yerli manda sütü ile yapılmış stracciatella peynirli domates salatasıyla başladı.Ardından portakal turşusu, Antep fıstığı ve ricotta eşliğinde kırmızı karides geldi. Onu yanında patates, zeytin ve kapariyle buharda pişmiş kalkan balığı takip etti. Salata da soğuk ve sıcak başlangıçlar da taze malzemelerinin özünü bozmayacak biçimde tam anlamıyla sade ve yalın hazırlanmıştı.Sonra sıra peçete üzerinde servis edilen şefin elle yememizi söylediği kuşbaşılı tortelliniye geldi. Gelenekseli yorumladığı bu İtalyan mantısı gecenin yıldızıydı. Elle yemek yemeği severim ama ilk kez bir mantıyı özel hazırlanmış peynir emülsiyona batırarak yemek unutulmaz bir deneyim oldu.Ana yemeğimiz 24 saat ağır ateşte pişmiş, şarap sosu ve konfi patatesle servis edilen dana yanak da mükemmeldi. Üç gün pişmiş limonun içinde sunulan tatlı derseniz tam bir mide rahatlatıcı olarak tasarlanmıştı.Yemeklere İtalyan ve Türk şaraplarının birlikte eşlik etmesi de çok yerinde olmuş. Şef Alfredo Russo, Oro’nun mutfağını yanında yetişen genç ve yetenekli şef-soyadı sadece benzerlik- Andrea Russo’ya teslim etmiş. Zanaatını sanata çeviren şefle Torino’daki ilk göz ağrısı Dolce Stil Nova’da buluşmak üzere sözleştik…Mevzu Çok…İstanbul’un hatta Türkiye’nin yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan farklı din ve etnik gruplarının mutfak geleneğini tekrar yaşatmak, hatırlatmak üzere birbirinden değerli projeleri gerçekleştiren turizm kökenli Tamar Taşçıoğlu bu kez de yazar Muteber Yılmazcan ile birlikte ‘Mevzu Çok’ başlıklı bir söyleşi serisi yapıyor.Her ay alanında isim yapmış bir konuğu davet ettikleri söyleşilerin odağında bu tanımı sevmesem de kendilerinin söylediği şekliyle ‘azınlıkların’ sofra kültürleri, yaşam şekilleri, aile bağları ve ritüelleri anlatılıyor.Takuhi Tovmasyan Zaman ile ‘Çorlu’dan’ İstanbul’a Yolculuk’ la başlayan, Seza Sinanlar Uslu ile ‘İstanbul Karnavalları’, Maria Ekmekçioğlu ile ‘Paskalya Sofraları’yla devam eden söyleşilerin 2 Haziran’daki konuğu Silva Özyerli ile de “Diyarbakır’dan İstanbul’a ‘Aile Sofraları” konuşuluyor.Her etkinliğe gizli kalmış farklı bir tarihi mekânın ev sahipliği yaptığı buluşmaların sürprizi ise söyleşiye konu olan kültürün özel yemeklerinin açık büfe servis edilmesi.Geçmişten bugüne gastronomik bir yolculuğa çıkaran, farklı kültürlerin birbirini anlamasını sağlayan bu sohbetlerden haberdar olmak için ‘Mevzu Çok’ konseptinin yaratıcıları @muteber.yilmazcan & @tamartascioglu’nun sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz…Sevilma’dan yine bir ilk Agroecology Avrupa platformu ve Slow Food Çiftlikleri ağının Türkiye’deki ilk ve tek temsilcisi, Seferihisar’da zeytinyağı üreticisi olan Sevilma bu kez de Dünya Agroekoloji Birliği’ne üye olma hakkını kazanmış.Gıda sistemlerinin dönüşümünde doğayla uyumun temel bir çözüm olduğunu savunan bu küresel bir iş birliği platformu politika yapıcıları, çiftçileri, araştırma kurumlarını, sivil toplum kuruluşlarını ve özel sektörü bir araya getirerek adil ve sürdürülebilir gıda sistemlerinin yaygınlaştırılmasını amaçlıyor.Sevilma’nın kurucusu Güven Eken “Yaşadığımız çağda hastalıkların en temel nedenlerinden biri zehirli ve sağlıksız gıdalar. Bu korkunç üretim biçimi insan sağlığı kadar doğanın da sağlığını bozuyor. Doğanın sağlığının bozulduğu bir dünyada sağlıklı insanlara yer yoktur” diyor.Ve devam ediyor: “Biz, bir annenin evladına yedirmek istediği ürünlerin üretilmesi için çaba harcıyoruz. Amacımız Türkiye tarımının geleceğine dair güçlü bir alternatif politika önerisinde bulunmak. Bizim gibi örnekler, başka bir tarımın mümkün olduğunu gösteriyor”.
Source: Müge Akgün