“Uluslararası Çatışmalar Gündemi – Krizler, Çözümler ve Stratejiler”

Dünya lideri!

Arada bir de olsa, Türkiye’ye dışarıdan ve dışarıdakilerin gözüyle bakmak yararlı olabiliyor. Tam da bu dönemde, kısa bir Paris seyahatinde, Türkiye’nin dışarıdan nasıl görüldüğünü izlemek fırsatı doğdu. DIŞ BASINDA ERDOĞAN Le Monde’da (23 Mayıs) gazetenin İstanbul muhabiri Nicolas Bourcier ’nin, “taraftarlarının ‘dünya lideri’ olarak tanımladıkları” Erdoğan ’ın dış ve iç politikası hakkında bir değerlendirmesi yayımlandı. Bourcier, Erdoğan’ın, “dünya lideri” yakıştırmasını hak etmek amacıyla Trump, Putin ve Zelenski ile aynı karede görünmek için İstanbul buluşmasını düzenlediğini; Rusya’yı kızdırmadan Ukrayna ile savunma sanayisinde işbirliği yaptığını; bir yandan AB ile yakınlaşmaya çalışırken bir yandan da BRICS’e, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olma girişimlerini anlatıyor. “Demek dışarısı da Erdoğan’ı, içerideki yandaşların gözüyle görüyor!” izlenimine kapılmak üzere iken yazıdaki, “Erdoğan Türkiye’nin çıkarlarını bir santim ilerletmedi” cümlesi beni şaşırtıyor. Hemen arkasından gelen, “Batı, Erdoğan’ın tek rakibini ancak hapse atarak etkisizleştirebileceğine inanıyor” sözcükleri ve nihayet, “Batı İmamoğlu’nun hapse atılmasına ve Erdoğan’ın bu tutumuna bugüne kadar oldukça sessiz kaldı ama daha nereye kadar?” cümlesi doğrusu gerçeği ortaya koyuyor. ERDOĞAN”I NEDEN ÖVÜYORLAR? Halbuki yakın geçmişte yine Le Monde’da, arkasından da ABD’nin önde gelen basın yayın organlarında, Erdoğan’ın ekibinin desteği ile yayımlanan ve Erdoğan’a övgüler düzen yazılar çıkmıştı. O yazıların farklı bir amacı vardı. Uluslararası ilişkilerin salt çıkarlar üzerine kurulu olduğunu bilenler abartılı övgüden kuşku duyarlar. Erdoğan hakkındaki bu yüceltici tavrın nedenini ise uzun boylu aramaya gerek yoktur. Avrupa’da ve Ortadoğu’da, beklenmeyen gelişmeler oluyor. Ukrayna savaşının sarstığı, Avrupa-Atlantik bağlantısı (NATO); AB’nin ve daha geniş Avrupa’nın, Rusya karşısında güvenlik endişesine kapılması; henüz tam olarak ne olduğu, nasıl gelişeceği bilinemeyen Trump-Putin (ABD-Rusya) yakınlaşması ve nihayet Suriye odaklı gelişmeler, bu bölgelerin başat aktörlerinin, gelişmelere ve stratejilerine göre yeniden konumlanmaya başladıklarına işaret ediyor. TÜRKİYE”NİN GELECEĞİ Bu aktörler açısından Türkiye Cumhuriyeti ve onun geleceği önem taşıyor. Yeni düzende Türkiye’ye nasıl bir yer ve rol verileceğini gösteren işaretler oldukça belirgin. Tek cümleye sığdırmak gerekirse; Türkiye Cumhuriyeti’nin, Mustafa Kemal Atatürk tarafından düşünüldüğü ve kurulduğu biçimde sürmesinin arzu edildiği söylenemez. Aksine, ülke topraklarının; siyaseten ve ekonomik açıdan Türkiye’nin, emperyalizmin amaçlarına hizmet edecek şekilde küçültülmesinin, (AB tanımı ile hazmedilebilecek ölçülere indirgenmesi) etkisizleştirilmesinin ve Batı emperyalizmine tehdit oluşturacak konuma gelmemesinin istendiğini söylemek abartı olmaz. Koşullar da uygundur. TÜRKİYE”NİN KONUMU Türkiye’nin ekonomisi çökertilmiş, tüm varlıkları satılmıştır. Türkiye yeni bir Düyunu Umumiye döneminin eşiğindedir. Türkiye bir süredir, kendi çıkarlarına zarar veren emperyalist projelerin destekleyicisi konumundadır. Suriye politikası bunun en çarpıcı örneğidir. Türkiye içeride de her yönüyle çağdaş uygarlıktan hızla uzaklaşan dolayısıyla her türlü olumsuz etkiye açık bir görüntü vermektedir. Türkiye Cumhuriyeti, bu duruma, son 23 yıldır AKP-Erdoğan; 2017 yılından bu yana da tek kişilik Erdoğan iktidarı tarafından getirilmiştir. Görünen odur ki Erdoğan iktidarı, emperyalizmin çıkarlarını, emperyalizmin bile beklemediği bir hızla ve genişlikte gerçekleştirmiştir. Böyle olunca da emperyalizmin çıkarı, bugünkü durumun en azından devam etmesidir. İşte Erdoğan’a beklenmeyen, gerçekliği tartışmalı övgülerin altında yatan temel neden budur. Batı emperyalizmi, amaçlarına ulaşabilmek için Erdoğan’ı iktidarda tutmak istemektedir. Le Monde İstanbul muhabiri, gerçek durumu belirterek Batı’nın, kendi çıkarına da aykırı bu gelişmeye daha ne kadar seyirci kalabileceğini, Erdoğan’ı daha ne kadar destekleyebileceğini sorgulamaktadır. 26 Mayıs’ta, The New York Times’da yayımlanan bir makale de benzer bir özet yapıyor. İstanbul’da toplanan Sosyalist Enternasyonal, İmamoğlu’nun serbest bırakılmasını istiyor. Acaba bütün bunlar bir şeylerin değişmeye başladığına mı işaret?

Source: Ahmet Süha Umar


Lozan ve Kürtler

“Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk birliğinden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk’ün mukadderatıyla eştir. (…) TBMM Hükümeti dâhilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz ederiz.” (Bazı Kürt aşiretlerinin TBMM’de okunan telgrafı, 17 Mart 1921) PKK terör örgütünün “fesih kararını” açıklarken 1923 Lozan Antlaşması’nı hedef alması üzerine “Lozan’da, Türkiye’deki Kürtlerin isteklerinin dikkate alınmadığı, dışlandıkları, hukuki olarak eşit kabul edilmedikleri…” şeklinde değerlendirmeler yapılarak Lozan’ın eleştirildiğini görüyoruz. Peki ama Lozan’da Kürtler ne istedi? Lozan’da reddedilen neydi? Lozan’da Kürtler dışlandı mı? SEVR KÜRDİSTAN”I Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ayrılıkçı Kürtçüler, Kürdistan Teali Cemiyeti ’ni kurmuş; Seyit Abdülkadir ve Kürt Şerif Paşa gibi bazı Kürtçüler , İngilizlere başvurarak Güneydoğu Anadolu’da “bağımsız” veya İngiliz mandasında bir “Kürdistan” kurulmasını istemişlerdi. (Sinan Meydan, Lozan: Onurlu Barış, İstanbul, 2024, s. 213) Uzun görüşmelerin sonunda 1920 Sevr Antlaşması’nda , Doğu Anadolu’da bir “Ermenistan” , onun hemen güneyinde de bir “Kürdistan” kurulmasına karar verilmişti. (Sevr Antlaşması, madde 62,63,64) Ayrıca Sevr Antlaşması’nın 145-148.maddelerinde “ırk ve dil azınlıkları” kavramı kabul edilerek gayrimüslimlerin yanında Kürtlerin de “azınlık haklarına sahip olmaları” amaçlanmıştı. Türkiye, Lozan Antlaşması’nda , Anadolu’nun toprak bütünlüğünün parçalanması ve TürklerleKürtlerin bölünmesi anlamına gelen “Kürdistan” projesinin gündeme getirilmesine izin vermedi. Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle bu konu Lozan’da “elbette söz konusu ettirilmemiştir.” Ayrıca Lozan’da, “Müslüman azınlık” ile “ırk ve dil azınlıkları” kavramları da kabul edilmemiş, sadece Müslüman olmayanlar “azınlık” kabul edilmişti. Böylece Türkiye’deki Kürtlerin “azınlık” olarak adlandırılması söz konusu edilmemişti. Türkiye Lozan’da, Kürtlerin “azınlık” değil, “yurttaş” olduklarını belirtmişti. O günlerde Türklerle birlikte Kurtuluş Savaşı’na katılmış, TBMM’de temsil edilmiş, kaderini Türklerle birleştirmiş Kürtler değil; emperyalizmle işbirliği halinde Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmış, Kürdistan Teali Cemiyeti ’ni kurmuş, 1921 yılı başlarındaki “Koçgiri İsyanı” nı örgütlemiş ayrılıkçı Kürtçüler “Bağımsız Kürdistan” istemişti. Dönemin “ayrılıkçı Kürtçülerinin” bu isteğini, tüm Kürtlerin isteğiymiş gibi yansıtmak, tarihi gerçeği çarpıtmaktır. TÜRK-KÜRT BİRLİKTELİĞİNİ GÜÇLENDİRMEK Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya çıkıp ulusal direnişi örgütlerken, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi ayrılıkçı gruplara ve Koçgiri İsyanı gibi ayrılıkçı hareketlere karşı Anadolu’daki Türk-Kürt dayanışmasına ve Türk-Kürt birlikteliğine büyük önem vermişti. Bu bağlamda Kürt aşiretleriyle diyalog kurmuş, aşiret liderlerine mektuplar yazarak ve heyetler göndererek vatanının işgaline karşı birlikte hareket etmek gerektiğini belirtmişti. Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk-Kürt dayanışmasını güçlendirmeye çalışırken, son derece akılcı biçimde, ortak tarihsel hafızayı hatırlatmış, emperyalist işgali ve Ermeni tehlikesini gerekçe göstererek “anasır-ı İslam” (Müslüman unsurlar) vurgusu yapmıştı. Birinci TBMM’de Kürtlerin de temsil edilmesi, Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Kürt dayanışması ve birlikteliğinin sağlanması bakımından çok önemliydi. 1921 yılı başlarındaki Koçgiri İsyanı’nın Nurettin Paşa tarafından aşırı güç kullanılarak bastırması Mecliste tartışma konusu olmuş, bunun üzerine TBMM’de “Koçgiri hadisesinin amilleri hakkında 176 sayılı karar” alınmış; “Tekâlifi Milliye Ambarlarındaki zahirenin halka dağıtılması” hakkında hükümet kararnamesi yayınlanmış ve TBMM, isyanı incelemek için bölge illerine bir heyet göndermişti. Ayrıca 28 Şubat 1922 tarihli, “Koçgiri hadisesinde duçarı sefalet olanlara verilecek tohumluk ve yemeklik hakkında 196 sayılı kanun” çıkarılmıştı. (Rıdvan Akın, “Birinci Mecliste Kürtlerin Temsili Meselesi, (1920-1923) https://12punto.com.tr/ 2 Şubat 2025) Bu kararlar, o günlerde TBMM’nin, Türk-Kürt birlikteliğinin bozulmaması için çok çaba harcadığını göstermektedir. KÜRT AŞİRETLERİNİN TBMM”YE BAĞLILIK TELGRAFLARI 23 Şubat-12 Mart 1921 tarihleri arasında Londra Konferansı toplandı. Bu konferansta, İngiliz Lord Curzon, Kürtlerin yoğun olduğu illerin özerkliğini savundu. Lord Curzon’un, “Türkiye’de Kürtlere siyasi özerklik verilip verilmeyeceğini” sorması üzerine Bekir Sami Bey, “Kürtlerin istedikleri şey, asırlardan beri olduğu gibi Türklerle kardeş gibi yaşamaktan başka bir şey değildir” demişti. Evet, Kürtler Türklerden ayrılmak istemiyordu. Londra Konferansı sürecinde 1, 19, 24 Mart 1921 tarihlerinde TBMM’de yapılan gizli ve açık oturumlarda, Meclis Başkanı, Kürt aşiretlerinden gelen telgrafları okutmuştu. Bu telgraflarda, “Kürdistan meselesi olmadığı” , Kürtlerin TBMM’den başka kurtarıcı beklemedikleri ve Türk birliğinden ayrılmak istemedikleri belirtilmişti. TBMM Zabıt Ceridesi, C.9, 17 Mart 1337 (1921) s.132-133 Örneğin, Kürt aşiretleri, 17 Mart 1921’de TBMM’de okunan bir telgrafta şöyle demişlerdi: “Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk birliğinden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk’ün mukadderatıyla tevemdir. Biz Kürtler TBMM Hükümetinden başka halaskar beklemediğimiz gibi Düveli İtilafiyeden merhamet dilenmeye tenezzül etmiyoruz. Misakı Milli dâhilinde sulh akdedilmesini teminen bütün varlığımızla hükümetimize müzaheret edeceğimizi TBMM Hükümeti dâhilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz (…) ederiz.” (TBMM Zabıt Ceridesi, C.9, 17 Mart 1337 (1921), s.132- 133) LOZAN KONFERANSI ÖNCESİ TÜRK-KÜRT BİRLİKTELİĞİ Lozan Konferansı önc esind e İngiliz emperyalizmi ve bazı ayrılıkçı Kürtçüler, Türklerle Kürtleri ayırma girişimlerini sürdürürken, TBMM’de, aralarında Kürt kökenlilerin de olduğu çok sayıda milletvekili, Türklerle Kürtleri ayırma çabalarına açıkça karşı çıktılar. Örneğin, Erzurum Milletvekili Süleyman Necati (Güneri) Bey, kendisini seçenlerin büyük bölümünün Kürt olduğunu belirterek “vatan kardeşi” olduklarını belirtti; Türklerin ve Kürtlerin tarih boyunca bir olduklarını, Türkiye’de “ırk azınlıkları” olmadığını söyledi. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey ise şunları söyledi: “Avrupalılar diyorlar ki, ‘Türkiye’de yaşayan azınlıkların en büyüğü, en yoğunu Kürtlerdir.’ Bendeniz Kürdoğlu Kürt’üm. Binaenaleyh bir Kürt mebus olmak suretiyle sizleri temin ederim ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametlerini istiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire cephesinde çarpıştık, nasıl ki Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz. (…) Delege heyetimizden rica ederim ki (Lozan’da) azınlıklar söz konusu edildiği zaman Kürtlerin hiçbir talebi olmadığını ve Kürtlerin kanaatine tercüman olarak burada söylediklerimi (Lozan’da) söylesinler…” Dersim Miletvekili Diyab Ağa da şunları söyledi: “Efendiler kusura bakmayınız, ben ihtiyarım. Hepimiz biliyoruz ve söylüyoruz ki, dinimiz, diyanetimiz, aslımız, neslimiz hep birdir. Bizim içimizde ayrılık, gayrılık yoktur; ismimiz de dinimiz de Allah’ımız da birdir. (…) Hepimiz biriz. Ne Türklük ne Kürtlük davası vardır. Hep biriz, kardeşiz. (…) Ama düşmanlar bizi birbirimize sardırmak için tuzaklar kuruyorlar…” (Alkışlar, bravo sesleri) TBMM’de daha birçok milletvekili benzer şeyler söyleyerek, Türk-Kürt birlikteliğine, kardeşliğine vurgu yaptılar. (Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, C.23, 3 Kasım 1921) LOZAN”DA LORD CURZON”A TEPKİ Lozan’da İsmet (İnönü ) , bir taraftan Türklerle Kürtlerin kardeş olduklarını, birbirinden ayrılmayacaklarını savunarak Musul’u isterken, diğer taraftan özellikle Türkiye’deki Kürtleri “azınlık” yapmak amacıyla ileri sürülen “Müslüman azınlık” ile “Irk (soy) ve dil azınlıkları” kavramını reddetti. İsmet (İnönü) , Türklerle Kürtlerin soy, din ve kültür bakımından bir olduklarını, TBMM Hükümetinin, Türklerin olduğu gibi Kürtlerin de hükümeti olduğunu, TBMM’de birçok Kürt milletvekili bulunduğunu ve Kürtlerin Türkiye’de yurttaşlık haklarından yararlandıklarını söyleyerek, Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemediklerini belirtti. İsmet (İnönü) , Musul’daki Kürtlerin de Türkiye’ye bağlanmak istediklerini belirtip Musul’da halk oylaması yapılmasını istedi. Lord Curzon ise bu iddialara karşı çıkarak Kürtlerin soy, dil ve kültür bakımından Türklerden farklı olduklarını söyledi; “Kürtler seçim yapmayı bilmezler” diyerek Musul da halk oylamasına da karşı çıktı. “Güney Kürdistan” dediği Musul vilayetinde Kürtler için bir “mahalli özerklik sistemi kurmak istediklerini” belirtip “Bu mahalli özerklik sisteminin kendi yönetimi ve yazılı bir Kürt dilini öğretmeye çalışacak kendi okulları olacaktır…” dedi. (23 Ocak 1923) İşte o günlerde, 16 Ocak 1923’te, Mustafa Kemal Paşa İzmit Basın Toplantısında, kendisine sorulan bir soru üzerine “Kürtlük” konusuna değinerek, “Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. (…) Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” diyerek doğal olarak “Kürtlerin de bulundukları vilayetlerde kendilerini yöneteceklerini” söyledi. Mustafa Kemal Paşa, bu sözleriyle 1921 Anayasası’nda bazı konularda illere tanınan yerel yetkileri kastediyordu. Mustafa Kemal Paşa bu sözleriyle -genelde iddia edildiği gibi- Kürtlere “siyasi özerklik” vaat etmemiş, 1921 Anayasası’ndaki güçlü yerel yönetimlere vurgu yaparak İngiltere’nin “Özerk Kürdistan” tezini zayıflatmak istemişti. Lozan’da Lord Curzon’un Türklerle-Kürtleri bölme çabasına, sadece Lozan’daki Türk heyeti değil, TBMM’deki Kürt kökenli milletvekilleri ve bazı Kürt aşiretleri de karşı çıktı. TBMM’de 25 Ocak 1923 tarihli oturumda söz alan Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, “Lord Cuzon’un iğrenç isteklerine kulaklarımızı tıkıyoruz” diyerek şunları söyledi: “Arkadaşlar Kürtler, bütün kanaatlerini bir ilkede topladılar. O gaye Türklerle kader birliğidir. Çünkü mevcudiyet, çünkü varlık, çünkü esaretten kurtulmak bu ilkeye bağlıdır.” Yusuf Ziya Bey’in ardından Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, Kırşehir Milletvekili Müfid Efendi, Hakkâri Milletvekili Mazhar Müfid Bey, Muş Milletvekili Hacı Sami Efendi de Lord Curzon’u kınayan konuşmalar yaptılar. Dersim, Muş, Mardin, Urfa ve Kars milletvekillerinin Lord Curzon’u kınayan önergesi TBMM’de kabul edildi. Türklerle Kürtleri ayırmaya çalışan Lord Curzon’un bu girişimini kınayan Rişvan, Zorkun, Merdis, Kazru, İzoli aşiret reislerinin telgrafları da TBMM Genel Kurulunda okutuldu. (5 Şubat 1923) *** Sonuç olarak Türkiye Lozan’da, Türk-Kürt özkardeşliğini, birliğini, bütünlüğünü savundu; Kürtlerin “azınlık” değil, “eşit haklara sahip yurttaş” olduklarını bildirdi. Lord Curzon, Kürtleri Türkiye’den ayırmak isterken TBMM’deki Kürt kökenli milletvekilleri ve birçok Kürt aşireti de Lord Curzon’a tepki göstererek Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak istemediklerini belirttiler. Lozan Antlaşması ’nın 39. maddesinde “ Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır” denildi. Lozan’da Türkiye’deki Kürt varlığı değil, Türklerle Kürtleri bölen, Türkiye’yi parçalayan Sevr reddedildi.

Source: Sinan Meydan


Bu terorist şart koştu: Apo özgür kalmadan PKK silah bırakmaz!

Terör örgütü PKK’nin çatı örgütlenmesi olan KCK’nin Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat, Türkiye ile yürütülen süreci değerlendirdi. Hozat, PKK’nin 12. kongresinde alınan fesh ve silah bırakma kararının uygulanabilmesi için Abdullah Öcalan’ın özgür olması gerektiğini söyledi ve ekledi: “Savaşçıların elinden silahı ancak önder Apo alır.”

Source: Haber Merkezi


PKK’lı Öcalan ve ABD Büyükelçisi Barrack’ın Sykes-Picot açıklaması Ortadoğu’da yeni bölme hazırlığı mı

Aynı heyette bulunan Avukat Faik Özgür Erol da nisan ayında İtalya’daki bir toplantıda, Öcalan’ın, Suriye’nin çözülmesi üzerinden yaptığı değerlendirmede “Öcalan Ortadoğu’da daha önce kurulan statünün ortadan kalktığını düşünüyor. Sykes-Picot statüsünün çözüldüğünü söylüyor” diyerek Önder’in açıklamasını teyit etti. Bölücü PKK’lılar açısından Sykes-Picot anlaşmasının ne anlama geldiğini ise PKK/HDP’li Selahattin Demirtaş, 2024 yılı ocak ayında mahkeme savunmasında şöyle tarif etmişti: “Kürdistan coğrafyası 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması ile dörde bölünür. Kürdistan’ın bölünmesi emperyalistlerin bize armağanıdır ki daha sonra kendi hatalarımızla bu sorunu büyüttük.”ÖCALAN’DAN 4 AY SONRA BARRACK PKK elebaşı Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı ve terör örgütünün silahlı mücadeleye son verdiklerini açıklamasından sonra bölücülük peşinde olanlar, aynı amaç için diploması ve siyaset yöntemini kullanacağa benziyor. İşte tam bu aşamada ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, kendilerinin taraf olmadığı, gerçekte de uygulanmamış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı sonrası, hakimiyeti altındaki Ortadoğu topraklarının İngiliz, Fransız ve Ruslar arasında paylaşılmasını öngören 1916 tarihli Sykes-Picot planı ile ilgili şu ilginç açıklamayı yaptı: “Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız. Batı müdahalesi dönemi sona ermiştir. Gelecek, bölgesel çözümlere, ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasiye aittir.Suriye’nin trajedisi bölünmüşlük içinde doğdu. Suriye’nin yeniden doğuşu saygınlık, birlik ve halkına yatırımla gerçekleşmelidir.Türkiye, Körfez ülkeleri ve Avrupa ile beraberiz- bu kez askerler, nutuklar ya da hayali sınırlarla değil, Suriye halkının kendisiyle omuz omuza duruyoruz.”Bu sözler, Türkiye’nin çok hassas olduğu Suriye’nin toprak bütünlüğüne ne kadar hizmet eder emin değilim. Ama şurası kesin; Ortadoğu’da yeni bir bölme planı peşinde olan ABD kendisiyle birlikte bölgede hala emperyal amaçları olan İngiltere, Fransa ve az da olsa Rusya gibi rakiplerine mesaj vermiştir.TÜRKİYE ÜZERİNE BÖLME PLANLARIABD Büyükelçisi Barrack’ın, sadece hazırlık aşamasında kalmış ve asla imza altına alınmamış İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bakan, diplomat ve bürokratları arasında yazışmalardan ibaret olan; adını İngiliz diplomat Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot’tan alan Sykes-Picot anlaşmasına atıf yapması hiç de hayra alamet değil. Zira Rusya’da 1917 yılı ekim ayında Bolşevik devrimi sonrası, uluslararası konjonktür bir anda değişmiş plan uygulanmamıştı. Hatta Avrupa’nın korkulu rüyası haline gelen Bolşevikler, aralarında Çarlık Rusya’sının da olduğu İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’yu paylaşmayı düşündükleri “Sykes-Picot planı” metnini 24 Kasım 1917 tarihli İzvestiya gazetesinde yayınlayarak dünyaya duyurdu.Batılı emperyalistler, Almanya’nın yanında yer alarak 1918’de Birinci Dünya Savaşı’ndan sınırları daralarak yenilgiyle çıkan ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile teslimiyetini ilan eden Osmanlı topraklarını bölüşmek için 1920 yılında İtalya’nın San Remo şehrinde bir araya geldiler. 19 Ocak 1919’da İngiltere, Fransa ve İtalya yanında ABD’nin damga vurduğu Paris Barış Anlaşması’ndan dışlanan mağlup Almanya ile yenilmiş sayılan Osmanlı topraklarının paylaşımı ise 1920 yılına bırakılmıştı.HEDEF: ERMENİSTAN, KÜRDİSTAN İşte Suriye ve Irak ve Arap coğrafyasında bugün tartışılan statü; esas olarak 18-26 Nisan 1920’de, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının paylaşılmasının temeli, Sevr Antlaşması’nın da şartlarını hazırlamak için İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan uluslararası konferansta atılmıştır. Irak’ı İngiliz, Suriye ve Lübnan’ı Fransız manda yönetimine bırakan San Remo anlaşmasında, Anadolu topraklarını kapsayan bağımsız bir Ermenistan ve özerk bir Kürdistan kurulması kararı alındı. Hatta İzmir ve Trakya Yunanistan’a kalacak, Adana ile Antalya gerisindeki bölgeler de İtalyan ve Fransızların sömürge bölgeleri olacaktı.Nitekim, tüm bu talepler ve daha fazlası 10 Ağustos 1920’de Fransa’nın başkenti Paris’in 9 km batısındaki Sevr semtinde imzalanan anlaşmayla Osmanlı yönetiminin önüne kondu. Anlaşmayla İstanbul ve civarından oluşan küçük bir bölge ile Orta Anadolu’nun küçük bir kısmı Kastamonu kıyılarına kadar Türklere bırakılıyordu. Doğu Anadolu’da ise Kürdistan ve Ermenistan devleti kuruluyordu. Bu devletlerin sınırlarını ABD çizecek ve Ermenistan 20 yıl ABD mandası altında bulunacaktı. Arabistan Osmanlı Devleti’nden ayrılacak ve müttefiklerin isteklerine terk edilecekti.TARİHİN ÇÖP SEPETİNİ KARIŞTIRANLAR Elbette tüm bu emperyalist planlar Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Türk milletinin mücadelesiyle püskürtüldü. 23 Nisan 1920’da açılan TBMM’de Sevr reddedildi. Kurtuluş Savaşı sonrası Sevr’i imzalayan devletler 24 Temmuz 1923 tarihinde bugünkü milli sınırlarımızı da belirleyen Lozan Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Sevr’i imzalayan devletlerin Lozan Anlaşması’na attıkları imza ile Sevr de tarihin çöp sepetine gitti. Anlaşılan birileri çöp sepetini karıştırmak niyetinde. PKK açıklaması sonrası Lozan ve 1924 Anayasası öncesine dönüş tartışmaları bunu gösteriyor. Bu yüzden ABD Büyükelçisi’nin şu son paylaşımı sanki Ortadoğu’da yıllardır destekledikleri PKK’lı teröristlerin de umut bağladığı Irak, Suriye ve sonrasında İran ve Türkiye’ye yönelik yeni bir “diplomatik bölme planını” tarif ediyor gibi geldi bana; “ORTADOĞU BİR ZİYAFET GİBİDİR; YA MİSAFİR LİSTESİNDESİNİZDİR YA DA MENÜDE. MİSAFİR LİSTESİNDEN DÜŞMEK KOLAYDIR, ANCAK MENÜDEN ÇIKMAK ZORDUR.”Umarım kuşkularımda yanılırım…

Source: Nedim Şener


Erdoğan’ın uyarısı ne oldu

O uyarıyı aktaracağım. Ama önce sizi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Macaristan gezisinden dönerken uçakta yaptığı bir değerlendirmeye götürmek istiyorum. Erdoğan, “Terörsüz Türkiye” sürecine ilişkin olarak yöneltilen soruya oldukça kapsamlı bir yanıt verdi. Neredeyse her cümlenin üzerinde durarak konuştu. Konuşmasının bir yerinde durdu ve “Evlatlarımıza bırakacağımız en önemli miras ‘Terörsüz Türkiye’ olacak” dedi.BEŞİNCİ YILDIZErdoğan, 23 yıllık iktidarı boyunca çok büyük işlere imza attı. Başörtüsü yasağını kaldırdı, Ayasofya’yı açtı, 15 Temmuz’da darbe girişimini önledi, askeri vesayeti kaldırıp darbecileri yargılattı. Bunların hepsi göğsüne birer yıldız gibi takılacak olan başarılar. Bu Galatasaray’ın şampiyon olduğunda taktığı beşinci yıldız gibi olacak.Erdoğan’ın yeni hedefi, PKK’nın silah bırakmasını gerçekleştirip, terör örgütünün tasfiyesini sağlayan lider olarak da tarihe geçmek. Bunu gelecek nesillere bırakacağı en önemli miras olarak görüyor.AK Parti İl Başkanları toplantısında, “En büyük müjdeyi ‘Terörsüz Türkiye’yi hayata geçirince vereceğiz” dedi.Cumhurbaşkanının AK Parti MYK toplantısında yaptığı uyarıya gelince, Erdoğan, “Bu süreçte dikkatli bir dil kullanmalıyız” diyor.AVRUPA KANADITarihi bir eşik aşıldı. PKK’nın silah bırakma ve tasfiye süreci başladı. Hafta sonu Avrupa kanadı 2 gün süren bir toplantı yaptı. Orada da Kandil’in aldığı silah bırakma ve fesih kararı kabul edildi. Bizim gündemimizde yer almadı ama önemli bir gelişmeydi. Bunlar sürecin başarısı açısından önemli aşamalar. Çünkü PKK’nın Avrupa kanadı, batılı ülkelerin etkisine açık ve örgütün para hareketlerini yöneten bir yapılanma. PKK’nın yönettiği 10 milyar dolarlık finansal bir yapı var. Uyuşturucu, kaçakçılık, silah ticareti, yabancı ülkelerden alınan mali destekler, bazı ülkelerdeki ticari işletmeler bunun içinde yer alıyor.Finansal yapının bir ayağında Avrupa kanadı yer alıyor. O nedenle hafta sonu alınan kararların önemli olduğunu söylüyorum.50 yıllık bir sorunu tasfiye ederken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce kendi partisini dikkatli bir dil kullanmaları yönünde uyarması önemli.TUNCER BAKIRHAN’A ALKIŞDEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ı korucularla ilgili bir sözünden dolayı eleştirmiştim. PKK’nın silah bırakma sürecinde herkesin sorumlu bir dil kullanması gerektiğini savunmuştum. Doğruya doğru yanlışa yanlış demek lazım. Tuncer Bakırhan dün partisinin grup toplantısında, “Bu ülkenin başkenti, dili ve bayrağı ile ilgili hiçbir sorunumuz olmadı. Hiçbir zaman da tartışma konumuz olmadı” dedi. Çok sorumlu bir dil kullandı. Onun için Tuncer Bakırhan’ı yürekten tebrik ediyorum.VEFASIZLAR, AHLAKSIZLARCHP Genel Başkanı olduğu dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nu en çok eleştiren gazetecilerden biriydim. Ama Kılıçdaroğlu’na yapılan hakaretler kanıma dokundu.Bir ara Kılıçdaroğlu’na linç kampanyası başlatmışlardı. CHP genel başkan yardımcılarından “Yüzüne tükürürler” diyenler çıkmıştı. Kılıçdaroğlu, “Çalanların yüzüne tükürürler. Ben çalmadım” diye okkalı bir cevap verdi. Kılıçdaroğlu’nu eleştirebilirsiniz ama çalmadı, çırpmadı. Dürüst adamdı.CHP’nin şaibeli kurultayı hakkında yargı süreci devam ederken Nevşin Mengü, Kılıçdaroğlu’nun mahkemeye gidip ‘kayyum gibi atanmam, kurultay dosyası kapanmıştır’ demesinin beklediği yönünde bir çağrı yaptı.Bunun üzerine Kılıçdaroğlu düşmanları yeniden harekete geçti.Emrah Gülsunar ahlaksızca ikinci yüzüne tükürürler taarruzu başlattı Ayıptır, günahtır.Kılıçdaroğlu, CHP’nin 13 yıl genel başkanlığını yaptı. İnsanda biraz İNSANLIK olur.KÖPRÜYE ÇIKMAYACAKMIŞ15 Temmuz Köprüsüne Ekrem İmamoğlu’yla ilgili pankart asan Mahmut Tanal’da, takıntılı aşıklar gibi köprüye çıkıp, “Ekrem’i bırakmazsanız kendimi köprüden atarım” diye eylem yapacak potansiyeli gördüğümüz yazmıştım.Mücadeleci kişiliğini takdir ederim ama Mahmut Tanal bu kez beni hayal kırıklığına uğrattı. “Ben köprüye çıkmam” dedi.Mahmut Tanal, FETÖ’nün Zaman gazetesine destek ziyaretinde bulunup, gözyaşı dökmüş, FETÖ’nün bankasına el konulunca, “Bank Asya’ya yapılan siyasi gaspa karşılık TBMM Başkanlığı’na dilekçe verip maaşımın Bank Asya’ya yatırılması için talimat vereceğim. Hodri meydan” diye tweet atmıştı. Akbelen’deki eylem sırasında marjinal örgütlere yaranmak için devletin jandarmasını kovalayacak kadar cevval olan Mahmut Tanal’ın Ekrem İmamoğlu için köprüye çıkmak ne demek, kendimi zincirlere vururum demesini beklerdim.TÜRK POLİSİNİ SUÇLAMIŞTIO Mahmut Tanal ki, 1 Mayıs’ta polisin eylemcilere karşı gerçek mermi kullandığını iddia etmiş, “Bunlar gerçek mermi farkındasınız değil mi? Halka gerçek mermi kullanmak büyük suçtur! Derhal gereken yapılmalı” diye tweet atmıştı. Mahmut Tanal’ın Twitter hesabından yayınladığı fotoğraftaki mermilerin boş kovan olmadığı, ateşlenmeyen mermiler olduğunun ortaya çıkması üzerine sorumsuzlukla suçlanmıştı.FETÖ’cüler için çırpınan, 1 Mayıs’ta Türk polisini eylemcilere karşı silah kullanmakla suçlayıp, marjinal örgütlere yaranmak için devletin jandarmasını kovalayan Mahmut Tanal, Ekrem İmamoğlu için köprüye çıkmayacağını açıklamak suretiyle büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştır.

Source: Abdulkadir Selvi̇


Türkiye”den “nükleer denizaltı” hamlesi! Dev projenin adı ortaya çıktı…

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu”nun Warships dergisine verdiği röportajda nükleer denizaltı hedefinden bahsetmesi sonrası bu projenin ismi de belli oldu. İstanbul Deniz Müzesi”nde düzenlenen Deniz Sistemleri Semineri”nde (DSS) millî nükleer denizaltı projesine ilişkin yapılan sunumda bu platformun “NÜKDEN” olarak adlandırıldığı görüldü. Savunma sanayiine ilişkin gelişmeleri okuyucularına İngilizce olarak duyuran Türkiye merkezli TurDef, bu yıl 12.”si düzenlenen Deniz Sistemleri Semineri”nden çarpıcı bir bilgiyi duyurdu.Seminere katılan denizaltı filo komutanı Tümamiral Timur Yılmaz, nükleer güçle çalışan denizaltı programının “Nükleer Tahrikli Denizaltı” tabirinin kısaltması olan “NÜKDEN” olacağı bilgisini doğruladı. Tümamiral Yılmaz, seminerde yer verilen sunuya şu notu düştü:”Ülkemizin güvenliği, caydırıcılığı, yetki ve ilgi sahaları ile bu sahalarda icra edilmesi gereken faaliyetler, millî uçak gemimizin bulunacağı görev gruplarına verilmesi gereken destek dikkate alındığında nükleer denizaltıya sahip olmak bir zorunluluktur. Tüm nükleer denizaltı teknolojilerine ve geleceğin güç nakil sistemlerine yönelik kurumsal farkındalığımızı yüksek tutmak maksadıyla çalışmalara devam edilmekte, planlamalar yapılmaktadır. MİLDEN sonrası, kısa vadede NÜKDEN projemizin hayata geçirilmesi maksadıyla, bugünden itibaren konuya ilgiyi tüm millî güç unsurlarımızla birlikte odaklanılmasının önem arz ettiği değerlendirilmektedir.” KÜRESEL ETKİYE SAHİP ORTA ÖLÇEKLİ BİR GÜÇ…Nükleer tahrik sistemli millî denizaltıları işletme hedefi, Türk donanma envanterinde stratejik bir sıçramayı temsil ediyor. Menzil sınırlaması olmaksızın sürekli olarak suyun altında kalabilen nükleer denizaltılar, Tümamiral Timur Yılmaz”a göre millî uçak gemisi MUGEM ve ona bağlı görev grubunun uzak denizlerde suyun altından korunabilmesi için kritik görev üstlenecek. Deniz Kuvvetleri Komutanı Tatlıoğlu, geçtiğimiz ay verdiği röportajda nükleer denizaltıdan şöyle bahsetmişti:”Tasarım ve inşa süreci tamamen kendi kontrolümüzde olan, dışa bağımlılıktan uzak, tüm operasyonel ihtiyaçlarımızı karşılayan bir denizaltı inşa etmek 139 yıldır milli arzumuzdur.MİLDEN projesinden beklentimiz, denizaltı bağımlılığını en aza indirmek ve yerli-millî sistemleri geliştirmektir. Yaklaşık 50 yıldır denizaltı inşa eden Gölcük Tersanesi Komutanlığı”nda bu faaliyet kesintisiz olarak devam edecek. Bu nedenle, REİS sınıfı denizaltılardan sonra gelecek nesiller için denizaltı üssümüzü koruyor, geliştiriyoruz.Bununla birlikte, uzun vadeli denizaltı caydırıcılık kabiliyetimiz ve küresel etkiye sahip orta ölçekli bir güç olma vizyonumuz için gerekli olan NÜKLEER ENERJİLİ DENİZALTILARIN İNŞASINA doğru önemli bir adım atacağız.Operasyonel seviyeye gelmesinin ardından MİLDEN”i ulusal çıkarlara dayalı olarak dost ve müttefik ülkelere ihraç etmeyi hedefliyoruz.”

Source: Bahadır Alemdar


Bahçeli, DEM heyetini ağırladı

Terörsüz Türkiye hedefi yeni adımlarla devam ediyor. Terör örgütü PKK”nın kendisini feshettiğini ve silah bıraktığını açıklamasının ardından DEM Parti, siyasi parti turuna bir kez daha başladı. DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları, Tuncer Bakırhan, Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ile Sezai Temelli dün Meclis”te MHP grubunu ziyaret etti. MHP heyetinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Meclis Başkanvekili Celal Adan ve Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız yer aldı. Bahçeli, DEM Parti heyetini kapıda karşıladı. “YAPICI ATMOSFERDEYDİ” 40 dakika süren görüşme sonrası DEM Parti”den yapılan yazılı açıklamada, ziyaretin son derece yapıcı bir atmosferde gerçekleştiği, Türkiye ve bölgede yaşanan gelişmelere ilişkin kapsamlı fikir alışverişinde bulunulduğu kaydedildi. Bahçeli”nin “Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi” adı altında, TBMM bünyesinde Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu kurulmasını öneren teklifinin ele alındığı, siyasi partilerin bu sürece aktif şekilde dahil olmasını sağlayacak bir yöntem benimsenmesinin kritik öneme sahip olduğu belirtildi. Ayrıca DEM Parti İmralı heyetinin teröristbaşı Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşme, PKK”nın 12 Mayıs”ta açıkladığı kongre kararları konuşuldu. BAKIRHAN: BAHÇELİ İLE VERİMLİ BİR GÖRÜŞME GERÇEKLEŞTİRDİK DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan, partisinin grup toplantısında “MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli ve heyetiyle görüştük. Verimli bir görüşme gerçekleştirdik. İstişarelerimize devam ediyoruz” dedi. Kendilerine, “MHP ve AK Parti”yle mi işbirliği yapacaksınız?” türünden sorular yöneltildiğini söyleyen Bakırhan, “Barış ve demokrasi, bizden de Cumhur İttifakı”ndan da büyüktür. Akıldan yoksun barış karşıtları var. Utanmasalar, “Çatışmalar sürsün, gençlerimizin cenazeleri gelsin” diyecekler” görüşünü dile getirdi. Bakırhan, yeni anayasa çalışmaları konusunda da “Anayasa tartışması bir tabu değil; demokrasi, özgürlük ve adalet ekseninde yürütülecek samimi bir müzakere alanı olmalıdır” dedi. AK PARTİ ZİYARETİ BUGÜN DEM Parti heyeti bugün de AK Parti heyetiyle saat 15.00″te TBMM”de bir araya gelecek. Öte yandan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli”yi, partisinin TBMM Grubu”ndaki makamında 13.00″te ziyaret edecek.

Source: Burcu Şen


BM: Bu bir soykırım

Terör devleti İsrail, dünyanın gözü önünde bütün insan haklarını ve hukuku hiçe sayarak 20 aydır Gazze Şeridi”nde soykırıma devam ediyor. İsrail”in 7 Ekim 2023″ten beri Gazze Şeridi”ne düzenlediği saldırılarda ve aç bırakma politikası nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 79 artarak, 54 bin 56″ya yükseldi. Birleşmiş Milletler”in (BM) Gıda Hakkı Özel Raportörü Michael Fakhri, İsrail ablukası altındaki Gazze”de aç bırakma kampanyasının en korkunç aşamasının yaşandığını belirterek “Herkes bunun bir soykırım olduğunu, açlık olduğunu, insanlığa karşı suç olduğunu, savaş suçu olduğunu ve insan haklarının ağır ihlalleri olduğunu biliyor” dedi. “AMAÇ TAMAMEN İŞGAL VE İLHAK” Son 19 ayda tanık olduklarının İsrail”in planının açık olduğuna işaret ettiğini söyleyen Fakhri, “İsrail”in planı her zaman maksimum hasar, zarar ve ölüm oranına neden olmak oldu. Onların asıl amacı, Gazze”yi tamamen işgal ve ilhak etmek. İsrail, niyetini en başından bu yana az çok ilan etti. Durumun sürekli kötüleştiğini ve İsrail tarafından somut ve sürekli bir şiddet artışı gördük” diye konuştu. İsrail”in açlığı bir silah olarak kullanma niyetini duyurduğunu hatırlamanın önemine işaret eden Fakhri, bu niyetin 9 Ekim 2023″te duyurulduğunu hatırlattı. AİLELERİ YOK EDİP HAYALLERİ YIKTILAR gazzeli 6 yaşındaki kız çocuğu Hanin el-Vadiye, İsrai”in önceki gün Fehmi el-Cercavi Okulu”na düzenlediği saldırıda ailesini kaybetti. 36 kişinin öldüğü saldırıda aileden sadece Hanin yaralı olarak kurtulabildi. Yanmış yüzüyle hastanede tedavi gören Hanin “Ateş çok büyüktü. Battaniyenin altından çıktım ve annem ile babamı aramaya başladım ama bulamadım. Sonra annemin sesini duydum. Anne anne diye bağırarak dışarı koştum” diyerek yaşadığı dehşeti anlattı. Hanin, yapayalnız kalmış olmanın ağırlığıyla baş başa kaldı. İsrail ordusu, binlerce “yuvayı” dağıtırken, yeni “yuvaların” kurulmasına da izin vermiyor. Gazzeli Melek Muhammed Ebu el-Amreyn, İsrail”in düzenlediği saldırıda, “bir gün sonra” dünyaevine gireceği nişanlısını kaybetmenin acısını yaşıyor. “YARDIM VAKFI” MASKESİYLE GÖÇE ZORLUYOR Mart ayının başından bu yana Gazze Şeridi”ne insani yardımları engelleyen İsrail”in, “Gazze”ye İnsani Yardım Vakfı” adlı kuruluş yoluyla Filistinlileri bölgeden göçe zorlamayı planladığı belirtiliyor. Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümetinin yanı sıra ABD ve İsrail basınından kaynaklar, söz konusu vakfın, Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor. HAMAS”TAN “KÜRESEL EYLEM” ÇAĞRISI Hamas, Gazze”ye yönelik 600 gündür devam eden soykırımın durdurulması amacıyla İsrail”e baskı için, 30 Mayıs – 1 Haziran tarihleri arasında “küresel eylem” yapılması çağrısında bulundu.

Source: Sabah


İsrail”in yardım merkezine düzenlediği saldırıda 3 Filistinli öldü, 46 kişi yaralandı

Hükümetin medya ofisinden yapılan yazılı açıklamada, İsrail ordusunun, Refah”taki yardım dağıtım merkezine sivillerin toplandığı sırada saldırı düzenlediği belirtildi.

Saldırıda 3 Filistinlinin öldüğü, 46 kişinin yaralandığı aktarılan açıklamada, 7 kişinin ise halen kayıp olduğu kaydedildi.

Yardım dağıtımı yapılan bölgeler ve çevresinde konuşlanmış İsrail işgal güçlerinin, yardım almaya davet edilen ve acil yiyecek ihtiyacı nedeniyle bu bölgelere giden aç sivillere gerçek mermilerle ateş açtığı ifade edilen açıklamada, İsrail”in bu suçu tekrarlayarak daha fazla kişinin “şehit olması, yaralanması ve kayıp olmasından” endişe edildiği aktarıldı.

Refah”ta yaşananların, “kuşatma ve açlıktan bitkin düşen sivillere karşı soğukkanlılıkla işlenmiş bir katliam ve savaş suçu” olarak nitelendirildiği dile getirilen açıklamada, bunun Netanyahu ve bazı bakanlarının da kabul ettiği açık bir soykırım ve zorla yerinden etme planının parçası olduğuna işaret edildi.

Açıklamada, İsrail”in yardım dağıtma planının, saha raporları, İsrail tanıklıkları ve onlarca uluslararası uzmanın belirttiği gibi başarısız olduğu kaydedilen açıklamada, binlerce aç insanın ölümcül açlığın baskısı altında buralara akın etmesiyle bu merkezlerin çökmesi üzerine trajik sahnelerin ortaya çıktığı daha sonra İsrail güçlerinin ateşle müdahalesinin vahşi katliamla sonuçlandığı bildirildi.

Yaşananların, İsrail”in sistematik bir kuşatma, aç bırakma, bombalama ve yıkım politikasıyla kasıtlı olarak yarattığı insani durumu yönetmedeki başarısızlığının kesin kanıtı olduğu vurgulanan açıklamada, bunun uluslararası hukuka göre tam teşekküllü bir soykırım suçunun devamı niteliğinde olduğunun altı çizildi.

Refah”ta açlıktan ölen sivillere yönelik katliamdan ve Gazze”deki gıda çöküşünden yasal ve insani açıdan tamamen İsrail”in sorumlu tutulduğu belirtilen açıklamada, İsrail”in yardımları bir savaş silahı ve siyasi şantaj aracı olarak kullanması, yardım malzemelerinin resmi sınır kapılarından ve tarafsız uluslararası ve BM örgütleri aracılığıyla geçişini sistematik olarak engellemesi kınandı.

BM ve BM Güvenlik Konseyi”ne sorumluluklarını üstlenerek katliamları durdurmak, sınır kapılarını kısıtlama olmaksızın derhal açmak ve insani yardım kuruluşlarının İsrail”in müdahalesi olmadan tam özgür bir şekilde faaliyet gösterebilmelerini sağlamak için acil ve etkili adımlar atmaları çağrısı yapılan açıklamada, açlık ve soykırım suçlarını belgelemek ve İsrailli yöneticileri savaş suçları ve insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle uluslararası adalete teslim etmek için bağımsız uluslararası soruşturma komitelerinin gönderilmesi talep edildi.

Ofisin açıklamasında, Arap ve İslam ülkeleri ile dünyadaki özgür uluslardan derhal müdahale etmeleri ve kuşatmayı kırmak, İsrail”in kanlı savaşında yiyeceği silah olarak kullanmasını önlemek için bağımsız ve güvenli yardım yollarını harekete geçirmeleri istendi.

İsrail gözetiminde “tampon bölgeler” veya “insani koridorlar” oluşturulmasını öngören her türlü projenin tamamen reddedildiği belirtilen açıklamada, bunların “tecrit ve imhayı amaçlayan apartheid gettolarının güncellenmiş bir versiyonu olduğu, yardım veya koruma amaçlı olmadığı” dile getirildi.

İsrailli yedek subaylar, Gazze”deki soykırım savaşının derhal durdurulması çağrısı yaptı

Haaretz gazetesinin haberine göre, İsrailli yedek subaylar, Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir”e mektup gönderdi.

Mektupta, “Biz, İsrail ordusundaki subaylar, eski komutanlar ve yedek subaylar, hükümetin ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir”in Gazze”deki siyasi savaşı derhal sonlandırmasını ve kaçırılanların (esirlerin) gecikmeden geri dönmesi için çalışmasını talep ediyoruz.” ifadesine yer verildi.

Savaşın İsrail”in güvenliğine hizmet etmediği bu nedenle artık ahlaki bir savaş olmadığı vurgulanan mektupta, savaşın devam etmesinin İsrail halkının ezici çoğunluğunun iradesine aykırı olduğu ve esirlerin, İsrail askerlerinin, masum sivillerin öldürülmesine ve savaş suçlarının işlenmesine yol açabileceği belirtildi.

Yedek subayların mektubunda, “Bu, Gazze”yi işgal etmeye hazırlanan ve İsrail toplumu içindeki küçük bir azınlığın mesihçi vizyonunu hayata geçirmeyi amaçlayan bir savaştır.” değerlendirmesinde bulunuldu.

İsrail muhalefeti ve esir aileleri, Netanyahu”yu, hükümetin içindeki aşırı sağcı kesimin istekleri doğrultusunda hareket ederek, özellikle iktidardaki konumu başta olmak üzere kişisel siyasi çıkarlarını korumak amacıyla savaşı sürdürmekle suçluyor.

Netanyahu, aç bıraktıkları Filistinliler”e yönelik insanlık dışı görüntüleri geçiştirmeye çalıştı

Yedioth Ahronoth gazetesinin haberine göre, Netanyahu, İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından Batı Kudüs”te düzenlenen Uluslararası Antisemitizmle Mücadele Konferansı”nda konuştu.

Başbakan Netanyahu, konferansta, BM ve uluslararası yardım kuruluşlarının fotoğraf, video görüntüleri ve raporlarını görmezden gelerek Gazze”de açlık politikası uygulamadıklarını iddia etti.

Yardım dağıtımı sırasında yaşananları “geçici bir kontrol kaybı” olarak nitelendiren Netanyahu, aç bıraktıkları Filistinliler”e yönelik dün basına yansıyan insanlık dışı görüntüleri geçiştirmeye çalıştı.

Netanyahu, Hamas”ın yardım paketlerini çalmaya çalıştığını da iddia etti.

Muhalefetteki İsrail Evimiz (Yisrael Beiteinu) Partisi”nin lideri Avigdor Lieberman ise sosyal paylaşım platformu X”e yaptığı açıklamada, Gazze”deki insani yardım dağıtım merkezinde yaşanan kaosun, “başarısız hükümetin doğrudan sonucu” olduğunu dile getirdi.

Gazze İnsani Yardım Vakfı, dün yaptığı açıklamada, Gazze sakinlerinin yardım dağıtım noktasına ulaşmada saatlerce gecikmelerle karşılaştığını iddia ederek, bunun Hamas”ın kurduğu engeller nedeniyle yaşandığını ve ekibin düzenli ve planlı bir şekilde geri çekilerek, küçük bir grubun yardım almasına olanak sağladığını ileri sürmüştü.

Ancak Gazze”deki hükümetin medya ofisinin Telegram üzerinden yaptığı açıklamada, “Vakfın açıklamalarında yer alan asılsız iddialar karşısında derin şaşkınlığımızı ifade ediyoruz.” denildi.

İddiaların, “Filistinli direniş gruplarının sözde güvenli dağıtım alanlarına erişimi engellediği suçlamasıyla ilgili” olduğu aktarılan açıklamada, “Direnişin engeller oluşturarak vatandaşların yardıma erişimini engellediği iddiası, gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan tamamen uydurmadır ve insani tarafsızlık iddiasında bulunan bir kurumun söyleminde tehlikeli bir sapma teşkil etmektedir.” ifadesine yer verildi.

Medya ofisinin açıklamasında, saha raporları ve bizzat İsrail medyasının da belgelediği gerçeğin yardım dağıtım sürecinde yaşanan gecikme ve çöküşün gerçek nedeninin trajik kaos olduğu vurgulandı.

Kaosun, İsrail yönetimine bağlı aynı şirketin tampon bölgeleri kötü yönetmesi ve bunun sonucunda kuşatma ve açlık baskısı altında hayatta kalma mücadelesi veren binlerce aç insanın akınına uğraması nedeniyle yaşandığı kaydedilen açıklamada, devam eden soykırımı örtbas etmekten, ahlaki ve yasal olarak Gazze İnsani Yardım Vakfı ve İsrail sorumlu tutuldu.

Eleştirilerin hedefinde

Bu yılın şubat ayında İsviçre”nin Cenevre kentinde “kar amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü” olarak kurulduğu söylenen “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın arkasında ABD ve İsrail basınında yer alan haberlere göre Tel Aviv ve Washington yönetimleri bulunuyor.

Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümeti bu vakfın Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor.

Uluslararası basında çıkan haberlere göre, bu vakıf sayesinde Gazze”ye yardımlar konusunda BM ve diğer bağımsız yardım kuruluşlarının saf dışı edilmesi amaçlanıyor.

İsviçre”nin Cenevre şehrinde kurulan vakıf, ABD tarafından “bağımsız” olarak değerlendirilmesine rağmen, kuruluşun İcra Direktörü Jake Wood, açılış töreninden bir gün önce istifa ettiğini duyurmuştu.

Wood, yardım planını hayata geçirmenin “insani ilkelerle bağdaşmadığını” ve “tarafsızlık, insanlık ve bağımsızlık gibi temel prensiplerden taviz verilemeyeceğini” ifade etmişti.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Dünyanın konuştuğu görüntü! Yardım için geldiler, canlarından oldular! Fotoğraflar Nazi kamplarına benzetildi…

Gazze”deki hükümet, İsrail ordusunun Gazze Şeridi”nin güneyindeki Refah kentinde yer alan bir yardım dağıtım merkezine düzenlediği saldırıda 3 Filistinlinin hayatını kaybettiğini, 46 kişinin ise yaralandığını bildirdi.
Hükümetin medya ofisinden yapılan yazılı açıklamada, İsrail ordusunun, Refah”taki yardım dağıtım merkezine sivillerin toplandığı sırada saldırı düzenlediği belirtildi.
Saldırıda 3 Filistinlinin öldüğü, 46 kişinin yaralandığı aktarılan açıklamada, 7 kişinin ise halen kayıp olduğu kaydedildi.
Yardım dağıtımı yapılan bölgeler ve çevresinde konuşlanmış İsrail işgal güçlerinin, yardım almaya davet edilen ve acil yiyecek ihtiyacı nedeniyle bu bölgelere giden aç sivillere gerçek mermilerle ateş açtığı ifade edilen açıklamada, İsrail”in bu suçu tekrarlayarak daha fazla kişinin “şehit olması, yaralanması ve kayıp olmasından” endişe edildiği aktarıldı.

Refah”ta yaşananların, “kuşatma ve açlıktan bitkin düşen sivillere karşı soğukkanlılıkla işlenmiş bir katliam ve savaş suçu” olarak nitelendirildiği dile getirilen açıklamada, bunun Netanyahu ve bazı bakanlarının da kabul ettiği açık bir soykırım ve zorla yerinden etme planının parçası olduğuna işaret edildi.
Açıklamada, İsrail”in yardım dağıtma planının, saha raporları, İsrail tanıklıkları ve onlarca uluslararası uzmanın belirttiği gibi başarısız olduğu kaydedilen açıklamada, binlerce aç insanın ölümcül açlığın baskısı altında buralara akın etmesiyle bu merkezlerin çökmesi üzerine trajik sahnelerin ortaya çıktığı daha sonra İsrail güçlerinin ateşle müdahalesinin vahşi katliamla sonuçlandığı bildirildi.

Yaşananların, İsrail”in sistematik bir kuşatma, aç bırakma, bombalama ve yıkım politikasıyla kasıtlı olarak yarattığı insani durumu yönetmedeki başarısızlığının kesin kanıtı olduğu vurgulanan açıklamada, bunun uluslararası hukuka göre tam teşekküllü bir soykırım suçunun devamı niteliğinde olduğunun altı çizildi.
Refah”ta açlıktan ölen sivillere yönelik katliamdan ve Gazze”deki gıda çöküşünden yasal ve insani açıdan tamamen İsrail”in sorumlu tutulduğu belirtilen açıklamada, İsrail”in yardımları bir savaş silahı ve siyasi şantaj aracı olarak kullanması, yardım malzemelerinin resmi sınır kapılarından ve tarafsız uluslararası ve BM örgütleri aracılığıyla geçişini sistematik olarak engellemesi kınandı.

BM ve BM Güvenlik Konseyi”ne sorumluluklarını üstlenerek katliamları durdurmak, sınır kapılarını kısıtlama olmaksızın derhal açmak ve insani yardım kuruluşlarının İsrail”in müdahalesi olmadan tam özgür bir şekilde faaliyet gösterebilmelerini sağlamak için acil ve etkili adımlar atmaları çağrısı yapılan açıklamada, açlık ve soykırım suçlarını belgelemek ve İsrailli yöneticileri savaş suçları ve insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle uluslararası adalete teslim etmek için bağımsız uluslararası soruşturma komitelerinin gönderilmesi talep edildi.
Ofisin açıklamasında, Arap ve İslam ülkeleri ile dünyadaki özgür uluslardan derhal müdahale etmeleri ve kuşatmayı kırmak, İsrail”in kanlı savaşında yiyeceği silah olarak kullanmasını önlemek için bağımsız ve güvenli yardım yollarını harekete geçirmeleri istendi.

İsrail gözetiminde “tampon bölgeler” veya “insani koridorlar” oluşturulmasını öngören her türlü projenin tamamen reddedildiği belirtilen açıklamada, bunların “tecrit ve imhayı amaçlayan apartheid gettolarının güncellenmiş bir versiyonu olduğu, yardım veya koruma amaçlı olmadığı” dile getirildi.
İsrail yönetiminin desteklediği ve dün faaliyetlerine başladığı duyurulan Gazze Şeridi”nin güneyindeki “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın kontrolündeki dağıtım noktasında ABD”li görevlilerin, yardım almak için alana giren binlerce Filistinliyi dağıtmak için havaya ateş açtığı bildirilmişti.

Yerel basında yer alan haberde, binlerce Filistinlinin yardım almak için Gazze”nin güneyindeki Refah”ta kurulan dağıtım merkezine akın ettiği belirtilmişti.
İsrail”in yardım girişlerini engellemesi nedeniyle açlıkla mücadele eden binlerce Filistinlinin engelleri aşarak topluca dağıtım noktasına girdiği ifade edilmişti.
Binlerce Filistinlinin alana girmesi sonrası ABD”li çalışanların yardım dağıtım noktasında kontrolü kaybettiği aktarılmıştı.
ABD”li görevlilerin bir koli yardım almak için kilometrelerce yol yürüyen Filistinlileri dağıtmak amacıyla havaya ateş açtığı kaydedilmişti.

İsrail ordusu gözetiminde olan ve ABD”li özel şirketlerin yürüttüğü “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın dün bölgede 2 noktada faaliyetlerine başladığı duyurulmuştu.
ELEŞTİRİLERİN HEDEFİNDE
Bu yılın şubat ayında İsviçre”nin Cenevre kentinde “kar amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü” olarak kurulduğu söylenen “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın arkasında ABD ve İsrail basınında yer alan haberlere göre Tel Aviv ve Washington yönetimleri bulunuyor.
Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümeti bu vakfın Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor.

Uluslararası basında çıkan haberlere göre, bu vakıf sayesinde Gazze”ye yardımlar konusunda BM ve diğer bağımsız yardım kuruluşlarının saf dışı edilmesi amaçlanıyor.
İsviçre”nin Cenevre şehrinde kurulan vakıf, ABD tarafından “bağımsız” olarak değerlendirilmesine rağmen, kuruluşun İcra Direktörü Jake Wood, açılış töreninden bir gün önce istifa ettiğini duyurmuştu.
Wood, yardım planını hayata geçirmenin “insani ilkelerle bağdaşmadığını” ve “tarafsızlık, insanlık ve bağımsızlık gibi temel prensiplerden taviz verilemeyeceğini” ifade etmişti. (AA)Bu içerik Taner Şahin tarafından yayına alınmıştır

Source: Taner Şahin


ABD Başkanı Trump: Kanada 51. eyalet olursa Altın Kubbe ücretsiz

ABD Başkanı Donald Trump, Kanada”nın 175 milyar dolar değerindeki Altın Kubbe füze savunma programı ile ilgilendiğini ve yönetiminin bu konuyu Ottawa ile görüşmeyi planladığını belirtmesinin ardından yeni açıklamalarda bulundu. Truth Social”da yaptığı paylaşımda Trump, Kanada”nın “51. eyalet olmayı” kabul etmesi halinde Altın Kubbe sistemine dahil olmalarının ücretsiz olacağını, aksi halde 61 milyar dolara mal olacağını söyledi. Açıklamasında Trump, şu ifadeleri kullandı: “Muhteşem Altın Kubbe Sistemimizin bir parçası olmak isteyen Kanada”ya, ayrı ama eşit olmayan bir ülke olarak kalmaları halinde bunun 61 milyar dolara mal olacağını, ancak bizim değerli 51. eyaletimiz olmaları halinde bunun SIFIR DOLAR”a mal olacağını söyledim. Teklifi değerlendiriyorlar” Trump, Kanada”nın savunma için yeterli bütçeyi ayırmadığını ve güvenlik konusunda Washington”a bel bağladığını öne sürerek, ülkenin ABD”ye katılması gerektiğini defalarca savunmuştu. Ayrıca Trump, Kanada”nın ABD’nin 51. eyaleti olması durumunda, Washington’un ticaret tarifelerinden muaf tutulabileceğini ve askeri korumadan faydalanabileceğini söylemişti.

Source: Internet Haber


Dünya bu görüntüyü konuşuyor! Gazze”de çekilen fotoğraf Nazi kampına benzetildi

Gazze Şeridi”nin güneyindeki Refah”ta, Filistinlilere yardım ulaştırmak için dağıtım merkezi kuruldu. Yardımların başlamasıyla binlerce Gazzeli bölgeye akın etti.Ancak kalabalık karşısında kontrolü kaybeden silahlı ekipler önce yardım operasyonunu bir süreliğine durdurma kararı aldı. Gazze İnsani Yardım Vakfı, yaptığı açıklamada insan seli nedeniyle görevlilerin geri çekildiğini belirtti.Ancak çekilme sırasında silahların ateşlendiği duyuldu. Gazze”deki yönetim, açılan ateşte bazı sivillerin yaralandığını açıkladı.İsrail ordusu ise uyarı atışı yapıldığını ve sivillerin hedef alınmadığını öne sürdü. BAŞKA BİR YARDIM NOKTASINDA ÖLENLER OLDU Benzer bir olay Gazze Şeridi”nin kuzeyinde de yaşandı. İsrail askerleri yardımların dağıtıldığı bir mahallede ateş açtı. Saldırıda 3 Filistinli hayatını kaybederken, yaralananlar ise hastaneye kaldırıldı. İSRAİL ZAFİYETİ KABUL ETTİ İsrail Başbakanlık ofisi”nden de olaya ilişkin açıklama geldi. Yardımların başındaki İsrail silahlı güçlerinin kontrolü bir an için kaybettiği itiraf edildi. FİLİSTİN HÜKÜMETİ: YARDIM NOKTASINDA AÇILAN ATEŞTE SİVİLLER YARALANDI Gazze”deki hükümet tarafından yapılan, İsrail”in yürüttüğünü iddia ettiği insani yardım sürecinin tamamen çöktüğünü gözler önüne serdiği vurgulanan açıklamada, şunlar kaydedildi:”Sınırlı yardımlar için kurulan bu merkezler, İsrail”in sistematik bir aç bırakma ve toplumu parçalama politikasının bir parçasıdır. Yardım dağıtım süreci, kasıtlı olarak oluşturulan insani krizi kötüleştirmiştir ve soykırım suçunun bir uzantısıdır.” BM: GÖRÜNTÜLER YÜREK PARÇALAYICI Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric, “Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından kurulan dağıtım noktalarından birinin etrafından gelen videoyu izliyoruz ve açıkçası bu görüntüler en hafif tabirle yürek parçalayıcı.” ifadesine yer verdi. NAZİ KAMPLARI BENZETMESİ İsrail”in desteklediği yardım vakfının kontrolündeki dağıtım noktasından gelen görüntüler tepki çekti.Çok sayıda Filistinlinin kafes şeklindeki tel örgülerle ayrılmış bölümlerde bekletildiğinin görüldüğü kareler, Nazi Almanyası”nın Auschwitz Toplama Kampı”nda 1945″te çekilen sembolik bir fotoğrafa benzetildi. ELEŞTİRİLERİN HEDEFİNDEKİ YARDIM KURULUŞU Bu yılın şubat ayında İsviçre”nin Cenevre kentinde “kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü” olarak kurulduğu söylenen “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın arkasında ABD ve İsrail basınında yer alan haberlere göre Tel Aviv ve Washington yönetimleri bulunuyor.Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümeti bu vakfın Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor.Uluslararası basında çıkan haberlere göre, bu vakıf sayesinde Gazze”ye yardımlar konusunda BM ve diğer bağımsız yardım kuruluşlarının saf dışı edilmesi amaçlanıyor.İsviçre”nin Cenevre şehrinde kurulan vakıf, ABD tarafından “bağımsız” olarak değerlendirilmesine rağmen, kuruluşun İcra Direktörü Jake Wood, açılış töreninden bir gün önce istifa ettiğini duyurmuştu.Wood, yardım planını hayata geçirmenin “insani ilkelerle bağdaşmadığını” ve “tarafsızlık, insanlık ve bağımsızlık gibi temel prensiplerden taviz verilemeyeceğini” ifade etmişti. İSRAİL, YARDIM VAKFI MASKESİYLE FİLİSTİNLİLERİ GÖÇE Mİ ZORLUYOR? Mart ayının başından bu yana Gazze Şeridi”ne insani yardımları engelleyen İsrail”in, “Gazze İnsani Yardım Vakfı” adlı kuruluş yoluyla Filistinlileri bölgeden göçe zorlamayı planladığı belirtiliyor.İsrail, 2 Mart”tan bu yana Gazze”ye yönelik yardım geçişlerini kısıtlayarak, yaklaşık 2,4 milyonluk nüfusu açlığa sürüklüyor.Tel Aviv hükümetinin verilerine göre, bu tarihten itibaren yalnızca 87 yardım tırının Gazze”ye girişine izin verildi. Oysa Gazze”nin, günlük en az 500 yardım ve tıbbi malzeme tırına, ayrıca 50 tır hayat kurtarıcı yakıta ihtiyaç duyduğu belirtiliyor.

Source: Haberler


ABD basını saat verdi! İsrail, İran”ı vurmaya hazırlanıyor

New York Times”ın haberine göre ABD”li yetkililer, İsrail”in İran”ın nükleer programına fazla uyarıda bulunmadan saldırı düzenlemeye karar verebileceğinden endişe ediyor. SALDIRI HAZIRLIĞI 7 SAATTE TAMAMLANABİLİR Haberde, ABD istihbaratının İsrail”in saldırı hazırlıklarını 7 saat gibi kısa bir sürede tamamlayabileceğine inandığı, bu durumda Başbakan Binyamin Netanyahu”ya fikrini değiştirmesi için baskı yapmaya çalışmak için çok az zaman kalacağı belirtiliyor. Amerikalı istihbarat yetkililerinin İsrail”in tek taraflı bir saldırısının etkili olacağından şüphe ettikleri, İsrailli yetkililerin ise Tahran”ın karşılık vermesi halinde ABD”nin yardım etmekten başka seçeneği olmayacağına inandıkları da söyleniyor. #r-1118041# ABD-İRAN ANLAŞSA BİLE SALDIRI DÜZENLENEBİLİR İsrailli yetkililerin Washington”a, ABD ile İran arasında nükleer anlaşmaya varılması halinde bile saldırı düzenlenebileceğini söylediği belirtiliyor. Bu gelişmenin ABD Başkanı Donald Trump ile Netanyahu arasında İran”ın nükleer programı konusunda hararetli anlaşmazlıklar yaşandığına dair haberlerin ardından gelmesi dikkat çekti.

Source: Mahmut Ekinci


Sibel Eraslan yazdı: Ortadoğu hakkında üç özeleştiri ve bir dua

ABD”nin Türkiye Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye özel temsilcisi olan Thomas Barrack, evvelki gün ciddi bir özeleştiride bulundu. Batı adına:”Batı bir yüzyıl önce – Ortadoğu”da – haritalar, mandalar, cetvellerle çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot anlaşması Suriye”yi ve bölgeyi imparatorluk çıkarları uğruna -barış için değil- böldü. Bu hata, nesillerin bedel ödemesine yol açtı. Aynı yanlışı bir daha yapmayacağız” dedi…1916 yılında imzalanan Sykes Picot antlaşmasıyla, hemen güneyimizde, sınırları cetvellerle çizilmiş irili ufaklı haritalar ortaya çıkmıştı. Bu harita, Osmanlı Devleti”nin eski gücünü kaybetmesi, hatta yıkılışı anlamındaydı. Çöküşün ardındansa, o büyük anafor asla dinmedi. Halen din, mezhep, ırk, kapital ayrımları üzerinden sert çatışmalara sahne olan, tansiyonu hiç düşmeyen bir coğrafyadır burası…Bu bağlamda Amerikan elçinin sözleri, Batı”nın Doğu nazarında en büyük günah çıkartmalarından birisi olarak kayda geçecektir. Bizim geleneğimizde ise günah çıkartma değil de tevbe vardır. Günah çıkartma, günahını başkasıyla paylaşarak yapılan bir özaktarım iken, tevbe, ancak Allah”a yapılır ve bundan dolayı samimiyetle üzülen, pişman olan kişinin tevbekar olduğu, o suçu bir daha işlememesiyle vücut bulur, bununla da bitmez, incinen kişiden helallik almak, gönlünü almak ve hakkını tazmin etmek de gerekir. Dolayısıyla umarız ki; Sayın büyükelçi Barrack”ın bu özeleştirel günah çıkartması, bir an evvel samimi bir pişmanlığa ve tevbeye dönerek, coğrafyaya döşenecek barış zeminine de atılmış bir harç olur.Gençler bilmezler, ama bizim gibi 40-50 yaş bandındaki pek çok kişi; öyle diplomatlar, öyle elçiler görmüşüzdür ki, bir sömürge valisi edasıyla devlet yöneticilerimizi hizaya çekerler, sorgu sual ederler, toplumsal dönüşüm-değişim taleplerini hep en üst perdeden en yüksek sesle, hem de pervasızca dikte ederler… İşte o karanlık, sisli, puslu, vesayetçi günlerin de geride kaldığının bir göstergesidir bu özeleştiri… Diplomaside vesayet dönemi bitti!Diplomaside kimse kimseye durup dururken iyilik yapmaz. Karşılıklı menfaatlerin konuştuğu, çarpıştığı bir alandır diplomasi… ABD”nin yeni Ortadoğu şekillenirken dillendirdiği eski günler geride kaldı, evet, ama bu durum durup dururken ABD”nin iyilikseverliğinden kaynaklanmadı. Niçin Ortadoğu deyince, herkesin gözlerini çevirdiği ülke Türkiye”dir, hiç düşündünüz mü?Türkiye”nin daha güçlü bir muhatap olması, ülkemizdeki demokratikleşmeye paralel özellikle savunma sanayiinde yaşadığımız devrim niteliğinde ilerlemelerin, Cumhurbaşkanımızın yönettiği başarılı dış politikasının, terörsüz Türkiye bağlamında kat ettiğimiz yolun, yükselen özgüvenimizin de bir yansıması…Bu durum İsrail için de böyle olacaktır. ABD bebek katili İsrail için koşulsuz desteğine daha ne kadar devam edecek? Bu soru, Ortadoğu”nun geleceği hakkında da kilit bir soru. Çünkü Ortadoğu”daki barış, Filistin”in selametinden geçiyor.İsrail kendi içinden de yaralanmış durumda.İsrail Demokrat Parti lideri Yair Golan bir radyoya mülakat vermiş, Netanyahu hükümetini aklı başında olmamakla suçlamış. “Aklı başında bir yönetim, sivillere karşı savaş açmaz, hobi olarak bebek öldürmez, Filistinlileri yerlerinden ederek küçücük bir alanda oradan oraya sürgün etmez” demiş…Eski Başbakanlardan Ehud Olmert ise Haaretz Gazetesi”nde açmış ağzını yummuş gözünü… Olmert; Netanyahu ve ekibinin Gazze”dekileri toplu olarak Hamas şeklinde gördüğünü, bu yüzden 2 milyon insanı hiç acımadan yok edeceğini söylüyor ilgili yazısında. Şimdiye kadar tepkileri “antisemitizm” olarak cevaplayıp bir kenara atıyorduk, ama, İsrail hükümetine yönelik tepkiler artık küresel, diyor makalesinde… Netanyahu”nun kendi yalanlarının sonuna geldiğini söyleyen Olmert, İsrail hükümetinin bu gidişle şayet durmazsa, uluslararası ceza mahkemesinde cezalandırılacağını da zikretmiş…Üç adam, üç özeleştiri!Yeni bir zamanın yeni emareleri gibi…Yeni kırılmaların, coğrafyamızın hayrına olması duasıyla…NOT: Yazımı kaleme alırken İsrail”in Gazze”de bombaladığı okulda feci şekilde yanarak can veren çocukların fotoğraflarını gördüm. Kalbim sızladı. Allah, İsrail”in zulmünü hak ile yeksan eylesin! Gazze”ye ve tüm masumlara kurtuluş ihsan eylesin. Ümmete yeniden insan olma şerefini hatırlatsın, bizleri aciz durumdan kurtarsın, bizlere Müslüman bilinci versin…

Source: Sibel Eraslan


İran”da “Mossad adına casusluk yapan” şüpheli idam edildi

İran yargısına ait Mizan Haber Ajansına göre, İsrail adına casusluk yapmakla suçlanan Pedram Medeni, “Mossad adına casusluk yapmak”, “gizli bilgileri güvenli bir iletişim sistemi aracılığıyla bir Mossad görevlisine iletmek”, “Brüksel”deki İsrail büyükelçiliğini ziyaret etmek” ve “casusluk faaliyetleri doğrultusunda İsrail”e seyahat etmekle” suçlandı.Yargılandığı mahkeme tarafından idama mahkum edilen Medeni hakkında verilen kararın Yargıtay tarafından onanmasının ardından cezası infaz edildi.Pedram Medeni, yaklaşık 6 yıl önce İsrail için casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanmıştı. Devrim Mahkemesi tarafından “yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak” suçlamasıyla idama mahkum edilmişti.

Source: Www.star.com.tr