78. Cannes Film Festivali ardından: ‘Her eylemin bir bedeli vardır, ödemeye hazırım’

78. Cannes Film Festivali ardından: ‘Her eylemin bir bedeli vardır, ödemeye hazırım’

Cannes Film Festivali, dünyanın her yerinden gelen 4 bin dolayında gazetecinin izlediği küresel bir etkinlik olması nedeniyle, farklı türden eylemler için de devasa bir yankı bulma hücresi oluşturur. Yüksek gerilim hatlarını ve bir trafo merkezini sabote ederek festivalin son günü Cannes’ı ve yöresini beş saat boyunca elektriksiz bırakan aktivistlerden özgürlük ve barış isteyen sanatçılara dek, herkes için seslerini yüksek perdeden duyurma yeridir Cannes. Rus sinemasının resmi seçkilerde boykot edildiği, Ukrayna ve Gazze savaşı gerçeklerinin perdelere yansıtıldığı, tartışıldığı bu ortamda, verilen ödüllerin siyasi yankıları da kuşkusuz önemliydi. “UMUT DALGA GEÇİYORDU BENİMLE”… Belirli Bir Bakış bölümü ödül töreninde, “Gazze’de Bir Zamanlar…” adlı filmleriyle en iyi mizansen ödülü kazanan Gazze’de doğmuş Arab ve Tarzan Nasser kardeşlerin sahnede dile getirdikleri, “Soykırımı durdurun” çağrısı, salonun dörtte üçü tarafından ayakta uzun uzun alkışlanırken geriye kalan çeyreği, yoğun huzursuzluğunu gizlemekte zorlanıyordu. Kaldı ki sahne adları Tarzan olan genç yönetmen kardeşlerin filmi, hiç de Hamas yanlısı falan değildi. Tam tersine, savaşı fitilleyen Hamas örgütünü de sertçe eleştiriyorlardı. Belirli Bir Bakış bölümünün büyük ödülünü kazanan Şili’li yönetmen Diego Céspedes’in (1995) ilk filmi olan “Pembe Flamingonun Bakışı” da polemik bir konuya, başta Donald Trump destekçileri olmak üzere, dünyanın her yerinde seslerini yükselten tutucu yapılanmaların, küresel düzeyde savaş açtıkları LGBT+ gerçeğine odaklanan bir filmdi. Kapanış gecesinin tartışmasız simgesi, gerçek kahramanı olan Jafar Panahi’nin, Fransız devlet radyosu Franceİnter’e verdiği, pazartesi sabahı yayımlanan son söyleşisinden alınmış önemli birkaç cümleyle noktalayalım: “Filmin Cannes’da gösterilebilmiş olması bile, İranlı yönetmenler, özellikle de gençler arasında büyük bir umut dalgası yaratmıştı. Bu dalganın, hapiste olanlara, işkence görenlere dek ulaştığını, yayıldığını sanıyorum. Altın Palmiye açıklandığında, uzun bir süre kollarım havada, öylece hareketsiz kaldım. O an gözlerimin önünden, hapishanelerde çürüyen, işkence gören İranlılar, birer birer geçiyorlardı; birbirleriyle kucaklaşıp öpüşüyorlardı. Bazıları, üç, beş hatta on yıldır hapisteydiler. Onlara karşı olan borcumu sonunda ödeyebildiğim duygusuyla rahatlamış olarak yerimden kalkabildim ancak. Özellikle siyasi bir tutukluysanız, tek kişilik bir hücreye tıkılyorsunuz. Hücreden her çıkışınızda gözleriniz bağlanıyor. Başka bir yerde, duvara yarım metre uzakta gözleriniz açılıyor ve sesi arkanızdan gelen, yüzünü görmediğiniz kişinin sorduğu soruları, önünüze konan kâğıda yazarak yanıtlamanız isteniyor. O ses beyninizde yuvalanıyor bir kere; filmde de olduğu gibi belleğinizden silinmiyor. Hapisten çıkıp evime döndükten sonra bile o sesi duyduğumu sandığım anlar oldu. Kalkıp etrafı dolaştığımda çevremde kimsenin olmadığını fark ediyordum. (…) “İÇİ BOŞ KABUK” Ülkeme geri döndüğümde gizlice çektiğim bu filmin, ödemem bir bedeli olacak kuşkusuz. Ancak hazırım. Ne tür bir bedel ödetecekler, bilemiyorum. Belki yeniden hapse atılırım ama pek önemli değil. Biraz dinlenir, yeni filmler için malzeme toplar, hazırlık yaparım. Yurtdışında başka bir ortama uyum sağlayabileceğimi, ve film çekebileceğimi sanmıyorum. Aslında, İran’daki rejim artık çökmüş durumda. İçi boş bir kabuk kaldı ortada. Silahları ve paraları olmasa ayakta duramazlar. O kabuk da çatlayacak günün birinde. Yarın da olabilir bu, bir ay ya da daha uzun bir süre sonra da. Önemli olan o güne hazırlıklı olmak, öç alma duygularını denetim altında tutarak adaleti ve barışı sağlamak…

Source: Mehmet Basutçu