“Wellness Insights – Brain Nourishment & Healthy Living Tips”

Beyninizi iyi besleyin

Bilim insanları, hafızayı güçlü tutmanın en önemli yollarından birinin sağlıklı beslenme olduğunu belirtiyor.

Kitap okumak, bulmaca-SUDOKU çözmek, sosyalleşmek, yeni şeyler öğrenmek, zaman zaman işe ve eve farklı yollardan gitmek ya da bazı eşyaların yerlerini değiştirmek beyni çalıştırır. Ancak bilim insanları, beslenmenin beyin sağlığında öne çıkan güçlü bir faktör olduğunu vurguluyor.

YEDİKLERİMİZ DOĞRUDAN ETKİLER

Beynimizin, yediklerimizle doğrudan etkilendiğini belirten Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Derya Uludüz, ‘’Hele bir de ‘nöroplastisite’ diye bir şey var ki, işin rengi iyice değişiyor. Bu kavram, beynin kendini yeniden şekillendirme, yeni bağlantılar kurma ve öğrenmeye açık kalma yeteneğidir. Bu süreç de doğru besinlerle ciddi anlamda desteklenebiliyor’’ dedi. Peki hangi yiyecekler bu sürecin dostu, hangileri düşmanı? İşte Prof. Dr. Uludüz’ün yanıtı:

Prof. Dr. Derya Uludüz

GÜNDE 1 YUMURTA YİYİN

Kolin bakımından zengin olan yumurta, nörotransmitterin üretiminde kullanılarak kişinin hafıza ve öğrenme becerilerinin gelişmesine katkıda bulunur.

B6, B12 ve folik asit gibi B vitaminleri yumurtanın içerisinde yer alarak yaşlanmaya bağlı olarak görülen bilişsel gerilemeyi önler. Aynı zamanda lutein ve zeaksantin gibi antioksidan barındırdığından vücuttaki oksidatif stresin azalmasına katkıda bulunur. Beyne olan bir diğer faydası ise serotonin (mutluluk) hormonunu artırarak, depresyon ve anksiyete riskini azaltır. Dolayısıyla günde bir yumurta (haşlanmışını tercih edin) tüketilmek beyin için de çok önemlidir.

Çayınıza, çorbanıza, salatanıza mutlaka limon ekleyin

Limon, portakal ve greyfurt gibi turunçgiller, zengin vitamin ve antioksidan içerikleri sayesinde beyin sağlığına katkıda bulunur. C vitamini açısından zengin olan bu besinler beyni serbest radikallere karşı koruyarak hücrelerin zarar görmesini engeller. Beyinde oluşan iltihaplanma bilişsel fonksiyonların bozulmasına neden olabileceğinden anti-inflamatuar (iltihap önleyici) etkiye sahip olan turunçgiller düzenli tüketilmelidir.

SU İÇMEYİ UNUTMAYIN

Su belki de en önemlisi… Yeterince su içmediğinizde beyniniz resmen yavaşlama moduna geçer. Dikkatiniz azalır, baş ağrısı kapıda bekler. Gün içinde su içmeyi unutmamak, en kolay ama en etkili alışkanlıklardan biri. Her gün mutlaka 2-2,5 litre su için. Eğer suyla aranız yoksa limon, salatalık ya da naneyle aromalandırıp, tüketin.

İYİ YAĞLARI TERCİH EDİN

Beynimizin yaklaşık yüzde 60’ı yağdan oluşur. Yani kaliteli yağlarla arası oldukça iyidir… Omega-3 yağ asitleri bu noktada başrolü alır. Hafızayı güçlendirir, nöronlar arası iletişimi destekler. Somon, ceviz, avokado, zeytinyağı sadece kalbe değil beyne de iyi gelir.

ANTİOKSİDAN DEPOSU SEBZELERDEN ŞAŞMAYIN

Renkli sebzelerden oluşan bir tabak, aslında beyne yapılmış bir iyilik paketi gibidir. Kara lahana, brokoli, ıspanak, marul, roka gibi antioksidan bombaları beynimizi yaşlanmaya karşı savunuyor. Bilimsel çalışmalar, bu besinlerin öğrenme hızını artırdığını bile söylüyor.

PROBİYOTİKLERİ SOFRANIZDAN EKSİK ETMEYİN

Fermente gıdalar yani yoğurt, kefir, ev turşusu gibi probiyotik dostlarımız, bağırsak florasını iyileştirerek “bağırsak-beyin hattını” destekler. Bu hat sayesinde serotonin gibi mutluluk hormonlarının üretimi artar. Yani ruh haliniz iyileşir.

ARALIKLI ORUCU DENEYİN

son zamanların popüler yaklaşımı ‘aralıklı oruç’ da beyne iyi gelir. Aralıklı oruç, günde iki öğün beslenmeyi esas alan ve ortalama 14-16 saati sadece sıvı tüketip sıfır kalori kazanımını hedefleyerek geçirmeyi prensip haline getiren bir beslenme modelidir. Bu beslenme modeli, beyinde BDNF adı verilen özel bir proteini artırır. Bu protein de beyin hücrelerinin sağlıklı kalmasını ve yeni bağlantılar kurmasını sağlar. Yani aç kaldığınızda beyniniz aslında temizlik yapar, tazelenir.

YAĞLI TOHUMLAR OLMAZSA OLMAZ

Kuruyemişleri de unutmayalım. Özellikle ceviz ve badem, E vitamini ve polifenoller sayesinde beyin hücrelerini korur. Günde bir avuç çiğ kuruyemiş tüketmek beyin sağlığına güç katar.

BİTTER ÇİKOLATAYI TERCİH EDİN

Bitter yani yüzde 70 ve üzeri kakao içeren çikolataları ölçülü tüketmek, beyne hem minik bir mutluluk molası sağlar hem de flavonoid ve kafein içeriğiyle odaklanmaya ve iyi bir ruh haline katkıda bulunur. Ayrıca hafıza ve öğrenme fonksiyonlarını geliştirir.

ŞEKERDEN KAÇININ

Günlük hayatta sıkça karşımıza çıkan, ama beynimize zarar veren alışkanlıklar da var maalesef. İlk sırada: Şeker… Fazla şeker tüketimi özellikle de mısır şurubu, beyin hücrelerinde iltihaplanmaya neden oluyor. Bu da unutkanlık, dikkat dağınıklığı, öğrenme zorluğu gibi problemleri beraberinde getiriyor. Mısır şurubundan uzak durmak, rafine şekerleri mümkün olduğunca azaltmak, zihinsel berraklık için harika bir adım.

Source: Nazan Doğaner Halici


Alışveriş bağımlılığı ile başa çıkmanın 5 yolu!

Tüketim çağında yaşadığımız için alışveriş yapmak artık bir ihtiyaçtan çok, bir alışkanlığa hatta bağımlılığa dönüşebiliyor. Alışveriş bağımlılığı; kişinin ihtiyacı olmasa bile alışveriş yapma dürtüsünü engelleyememesiyle ortaya çıkar. Özellikle online alışverişin sunduğu kolaylık, sepete ekle butonunu tıklamakla başlayan bu süreç, kredi kartı ekstresinde büyük bir pişmanlığa dönüşebiliyor.NEDEN SÜREKLİ BİR ŞEYLER SATIN ALMAK İSTİYORUZ? Birçok kişi için alışveriş yapmak, stresle başa çıkmanın bir yolu haline gelmiş durumda. Dopamin salınımını artırdığı için alışveriş, kısa süreli bir mutluluk sağlıyor. Ancak bu mutluluk geçici; yerini çoğu zaman suçluluk, kaygı ve maddi zorluklara bırakıyor. Sosyal medya etkisi, kampanyalar, sınırlı stok uyarıları da bu dürtüyü tetikliyor.SEPETİ DOLDURMADAN ÖNCE KENDİNİZE SORMANIZ GEREKEN SORULAR Her sepete ekle hamlesinden önce durup kendinize şu soruları sormayı deneyin: Bu ürüne gerçekten ihtiyacım var mı? Hayatım bu ürün olmadan da devam edebilir mi? Bu ürünü neden almak istiyorum? Bu sorular alışveriş davranışınızı sorgulamanıza ve dürtüsel hareket etmekten kaçınmanıza yardımcı olabilir. Bu alışverişin ardından nasıl hissedeceğim?ALIŞVERİŞ BAĞIMLILIĞIYLA BAŞA ÇIKMANIN 5 ETKİLİ YOLU 1. HARCAMA TAKİBİ YAPIN Neye, ne kadar harcadığınızı düzenli olarak not alın. Mobil harcama takip uygulamaları bu konuda oldukça yardımcıdır. Harcamalarınızı görünce bazı gereksiz alışverişlerin farkına varmak kolaylaşır.2. LİSTE İLE ALIŞVERİŞ YAPIN Alışverişe çıkmadan ya da bir siteye girmeden önce ihtiyaç listenizi oluşturun. Liste dışındaki ürünlere yönelmemek için kararlı olun. Liste, sizi duygusal kararlar yerine planlı adımlar atmaya yönlendirir.3. KENDİNİZE BEKLEME SÜRESİ KOYUN Bir ürünü almak istediğinizde hemen satın almak yerine, 24 saat beklemeyi deneyin. Bu süre sonunda o ürüne olan isteğiniz azalmış olabilir.4. SOSYAL MEDYA VE REKLAMLARDAN UZAKLAŞIN Sosyal medya algoritmaları sürekli olarak sizi tüketime yönlendirir. Sponsorlu içerikler, influencer önerileri ve kaçırılmayacak fırsatlar psikolojik baskı oluşturur. Bu içeriklere daha az maruz kalmak, harcama isteğini azaltabilir.5. DUYGUSAL İHTİYAÇLARINIZI FARK EDİN Bir şey satın almak istemenizin altında genellikle başka duygular yatar. Can sıkıntısı, yalnızlık, mutsuzluk gibi duygularınızın farkına varın. Bu duygularla alışveriş dışı yollarla başa çıkmayı öğrenin: yürüyüş, meditasyon, bir arkadaşla konuşmak gibi.DESTEK ALMAKTAN ÇEKİNMEYİN Eğer alışveriş bağımlılığı hayatınızı kontrol ediyorsa, profesyonel destek almaktan çekinmeyin. Davranış terapileri bu konuda oldukça etkili olabilir. Alışveriş bir keyif aracı olmaktan çıkıp bir yük haline geldiyse, bu sinyalleri ciddiye almak gerekir.FARKINDALIKLA TÜKET, HUZURLA YAŞA Minimalist yaşam anlayışı son yıllarda daha fazla insanı etkisi altına alıyor. Az ama öz eşya, daha çok huzur anlamına gelebilir. Gerçekten ihtiyacınız olanlarla yaşamak, zihinsel ferahlık da sağlar. Tüketim yerine üretim odaklı bir yaşam tarzı, sizi maddi ve manevi olarak daha güçlü hissettirebilir.

Source: Habertürk


Harvardlı Türk doktor obezitenin tedavisini buldu

Hürriyet”ten Fulya Soybaş”ın Röportajında yer verdiği soru ve cevaplar şöyle:OBEZİTE İRADE EKSİKLİĞİ DEĞİL BİR HASTALIKTIR- Obezite için hastalık demek mümkün mü?Evet, diyebilirsiniz çünkü tam olarak öyle. Enerji metabolizmasını düzenleyen yüzlerce mekanizmanın bir kısmında oluşan bir bozukluğa bağlı gelişen ve iltihaplı aşırı yağlanma ile karakterize bir hastalıktır. Yaygın görüşün aksine bir irade eksikliği ise değildir. Zira beyin, kilo almaya her zaman adapte olurken vermeye hiçbir zaman uyum sağlayamaz. Bunu, varoluşuna bir tehdit olarak algılar ve ne yapar eder verdiği kiloları geri aldırır. Bu, hastalığın doğal seyridir. Peki buna ne sebep olur derseniz de… Genetik yatkınlık, yanlış beslenme, ultra işlenmiş gıdalar, endokrin bozucu kimyasallar, antidepresan, antipsikotik, antiaritmik, kortizon benzeri ilaçlar, hareketsizliğe bağlı enerji denge bozukluğu, hipotiroidi ve hiperkortizolizm gibi hormonal bozukluklar, psikiyatrik yeme bozuklukları, genetik mutasyonlar, kronik stres, devamlı yüksek stres hormonları, insülin direnci, uyku bozukluğu… Üstüne günlerce konuşabiliriz. Yani obezite kalori fazlası ve hareketsizlikten çok daha fazlasıdır. Obezite, sağlıklı beslenme, egzersiz gibi hayat tarzı değişikliklerinin yanı sıra sebeplerine odaklanılarak, kişiselleştirilmiş, tıbbi tedaviyi de gözden kaçırmadan adres edilmesi gereken bir problem.DAMGALANMAK MÜCADELEYİ ENGELLİYOR- Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 2023 yılında Türkiye, fazla kiloda yüzde 66.8 ile Avrupa’da ilk sıradaydı. Bu veriler bize ne anlatıyor? Geçen yıl Dünya Endokrinoloji Derneği ‘Endocrine Society’nin obezite grubu kurucu başkanı seçildiniz. Obeziteyle global mücadele de umutlu musunuz?ABD’de bu oran yüzde 70 civarında. Neredeyse aynıyız. En tehlikelisi çocukluk çağı obezite oranlarının yüzde 20’yi geçmiş olması. Günümüzde fazla kilolu olmak ‘yeni normal’ haline geldi adeta. Bireyler, toplum tarafından ‘iradesi düşük’, ‘boğazını tutamıyor’ gibi bir algıyla damgalandıkları için obezite ile mücadele edememekte, daha kötüsü de kısır döngü içinde hastalığın komplikasyonlarına yakalanmakta. Örneğin; bugün, ‘yağlı karaciğer hastalığı’ karaciğer naklinin en sık sebebi haline gelmiş durumda. Ayrıca hastalar kalp yetmezliği, diyabet, uyku apnesi gibi birçok ek hastalığa yakalanarak her gün toplumdan daha da izole olmakta ve toplumdaki ‘sorunlu’ vücut algısı sebebiyle ciddi ruhsal problemler yaşamaktadır. Ve bu durum maalesef hastaların hayat kalitesi ve beklenen yaşam süresini de 5-10 yıl kısaltmaktadır. Global olarak mücadele etmek zorunda olduğumuz bir problem. Meslek örgütleri ve hükümetler bazında büyük bir farkındalık var fakat henüz yeterli değil. Türkiye değerli akademisi ile bölgede liderlik yapabilir.YAĞLI AKCİĞER HASTALIĞINA DİKKAT- Yakın zamanda yaptığınız bir çalışmayla ‘Yağlı Akciğer Hastalığı’ adı verilen yeni bir hastalığı literatüre kazandırdınız. Nasıl bir hastalık bu?Obezite maalesef hiçbir organı sağlıklı bırakmaz. Fazla kalori ve enerji, güvenli depo olan yağ dokusuna sığmamaya başladığında karaciğer, kas, kalp ve diğer organlarda birikmeye başlar ve bu da hastalıklara yol açar. Araştırdıkça gördük ki obeziteye bağlı gelişen hastalıklar farklı mekanizmalarla oluşuyor ve mevcut ilaçlarla da tedavi edilemiyor. Bütün organlarda aktive olmuş bir stres cevabı var. Şöyle düşünün; vücudunuz, bütün organlarda sanki bir mikrop varmış gibi savaş başlatıyor, cepheler açıp sağı solu bombalıyor. Ancak gelin görün ki ortada bir düşman yok, olan organlara oluyor. Haliyle zaman içinde organ hasarı ya da ilişkili hastalıklar gelişiyor. Biz, yeni araştırmamızda, akciğerlerin bu durumdan kendini koruyamadığını hem göğüs kafesi hem akciğer içinde hem de solunum yolları etrafında hastalıklı bir yağ birikimi olduğunu gözlemledik. Bu sadece mekanik bir sorun yaratmıyordu, yağ dokusundan salınan bazı hormonlar kan-hava bariyerini aşarak solunum yollarında astım benzeri nefes darlıklarına yol açıyordu. Yanı sıra akciğerin uzak bölgeleri eşit oranda havalanamıyor, sığ soluk alma da uzun dönem problemler oluyordu. Bu da bağışıklığı herhangi bir enfeksiyona daha yatkın hale getiriyor ve sonuçları da daha yıkıcı olabiliyordu. Bu durum, soluyabilmek için beyinden gelen sinyallerdeki bozukluklardan tutun da göğüs kafesinin yeteri kadar genişleyememesine bağlı oluşan kısıtlayıcı akciğer hastalığına kadar çok geniş bir yelpazede bir solunum sıkıntısı yaratabiliyor ve adres edilmeden, mevcut yöntemlerle de tedavi edilemiyordu maalesef.TEDAVİDE TAM BİR BİYOLOJİK DEVRİM- Vücudun DNA’sını çözebilmek obezite başta diyabet ve diğer hastalıklarla mücadelede etkili olur ve dahası ‘uzun yaşamanın sırrını bize verebilir mi sizce?Obezite tedavisinde yaşanan devrim, tam olarak bir biyolojik devrim aslında. Yani biz, enerji metabolizmasının moleküler biyolojisini keşfettik. Beynin iştahtan tutun da yeme davranışlarını, enerji harcama ya da depolama gibi fonksiyonlarını hangi mekanizmalarla yönettiğini öğrendik. Daha da önemlisi doğal iştah yanıtlarının neden bozulduğu ve bunların tamirinin nasıl olacağını da bulduk. Şimdi hastalık ile gelişen eksiklikleri yerine koyup, fazlalıkları da normale çekerek deyim yerindeyse, moleküler metabolizmayı ‘fabrika ayarı’na döndürerek obeziteyi uzun süreli ve güvenli olarak, diyabet ve kalp hastalıkları gibi komplikasyonlarıyla tedavi edebiliyoruz. Bu tedavi yöntemleri ise kalp, damar hastalıklarından ölümleri azaltarak, obezite dolayısıyla kaybettiğimiz en az 10 yılı bize geri vermekle kalmıyor, obezitenin önlenmesiyle de uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarını da veriyor.İŞTE UZMANINDAN 3 ÖNERİHayatını diyabet ve obezite ile mücadeleye adamış genç bir hekim olarak; zayıflarken/ iyi bir yaşam kalitesi için, ‘Şunu muhakkak yapın’ dediğiniz 3 şey nedir?1- Ekranı bırakın, aktif, hareketli ve sosyal olun.2- Erken uyuyun, geçmişe takılı kalmayın, kendinizden başlayarak affetmeyi bilin.3- Kilo koruma için kas sağlığınıza odaklanın, yüksek proteinden beslenirken ağırlık ve direnç egzersizleri yapmayı da ihmal etmeyin.‘MUCİZE’ İLAÇ YOLDA- Daha önce bir röportajda ilaç formuna getirdiğinizi duyurduğunuz palmitoleik yağ asidinin sağlıklı kilo vermeye yardımcı olacağını duyurdunuz. Nedir bu yağ asidi? Bu, az önce bahsettiğiniz tedavi yöntemlerinden biri mi?Biz sağlıklı, normal kiloda olan bir bireyin kilo alırken vücudunda neler değişiyor, hangi aşamada kişi, hangi moleküler mekanizmalar vasıtasıyla sağlıklı kiloda olmaktan çıkıp obez hasta konumuna geçiyor bunu araştırırken, hamsi ve benzer balıklar, tam yağlı süt ürünleri, macadamia fındığı ile iğdede bulunan ve palmitoleik adı verilen bir yağ asidinin, vücudumuzun enerji fazlasıyla mücadele ettiğini ve adeta bir ‘yangın söndürücü’ gibi kullandığını keşfettik. Ki altını çizmeliyim, 17 yıl önce Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil Hocamızın laboratuvarında keşfedilmiş bir mekanizma bu. Şöyle işliyor; vücut yakamadığı ekstra enerjiyi yağ formunda güvenli bir şekilde depolarken, palmitoleik asidi de bir ‘haberci’ olarak diğer organlara gönderiyor ve diyor ki: ‘Bu ekstra enerji tehlikeli. Bunu ben depoluyorum sen depolama!’ Şu an insanlı klinik deneylerini yaptığımız molekül işte bu palmitoleik asit; karaciğer yağlanmasını, insülin direncini, kalpte yağ birikimini önlüyor, bağışıklık hücrelerini sakinleştiriyor, obezite komplikasyonlarına karşı sınırlı bir cevap oluşturuyor. Vücut bu yağ asidini aslında kendisi üretiyor ancak sınırlı üretiyor. İşte biz, ‘daha doğal bir tedavi olamaz’ diyerek, içindeki zararlı palmitik asidi çıkarıp, palmitoleik asidi saflaştırıp, gıdalardan, yemekle alamayacağımız yüksek doz ve saflıkta bir ilaç formuna getirdik. İhtiyaca ve doza bağlı olarak obezite tedavisinde yardımcı bir ilaç, obezitenin önlenmesinde önemli bir gıda takviyesi olacak.- Geliştirdiğiniz bu ilaca Türkiye’de ulaşmak mümkün olabilecek mi peki?Evet, şu an klinik deneylerde kullandığımız saf formun, Türkiye’de de ulaşılabilir olması hatta Türkiye’de üretimi ve araştırmalarının yapılabilmesi için önemli bir çaba sarf ediyorum.YARIN:- Hayatımı kurtaran doktor sayesinde doktor oldum…- Dünya çapında başarılı bir bilim insanı olmak isteyen gençlere öğütler…- Kilo yönetimi ve metabolik sağlık merkezi kuruluyor.

Source: Gazetevatan.com


Bu hastalık kadınlarda daha sık görülüyor ve 20-40 yaş arasın teşhis ediliyor!

Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Meltem Can İke, yaptığı açıklamada, MS hastalarına tavsiyelerde bulundu.

Multiple Skleroz’un (MS) beyin ve omurilikteki mesajların taşınmasından sorumlu sinir hücreleri etrafındaki koruyucu kılıfın (myelin) hastalığı olduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “MS’teki ‘multiple’ kelimesi birden fazla bölgenin tutulumu ve ‘skleroz’ kelimesi de hasarlı bölgedeki sertleşmeyi ifade etmektedir. Bu sertleşmiş alanlara plak denilmektedir” diye konuştu.

‘MS’TE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN ŞAŞKINLIĞI SÖZ KONUSU’

MS hastalığının nedenine değinen Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “Vücudu savunmakla görevli hücrelerin bir şekilde myelin kılıfını, vücuda yabancı bir madde gibi algılaması ve onu yok etmeye çalışması, hastalığın sebebi olarak kabul edilmektedir. Burada bağışıklık sisteminin yetmezliği değil, şaşkınlığı söz konusudur. MS’li hastalarda bağışıklık sistemi normal çalışmaktadır ancak yanlış yönlenme ile kendine zarar vermektedir.

Bir süre sonra vücut bunun farkına varıp düzeltmeye çalışmaktadır. Bu şaşkınlığın nedeni, günümüzde halen bilinmemekle birlikte bazı geçirilmiş viral enfeksiyonların, çevresel faktörlerin genetik olarak yatkınlığı olan bireylerde hastalık gelişimine neden olduğu görüşü kabul görmektedir” dedi.

MS’TE RİSK FAKTÖRLERİ

MS’te iki ayrı risk faktörü olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “Bunlardan ilki yaşam biçimi ve çevresel etmenler olarak değerlendirilmektedir. Bunları D vitamini düzeyi düşüklüğü, aktif ya da pasif tütünle etkileşim, Epstein–Barr Virüs (EBV) infeksiyonu, obezite, aşırı alkol ve kafein kullanımı  olarak sıralayabiliriz.

Diğer risk faktörü olarak değerlendirilen genetik etmenlerden ilki aile öyküsüdür. Multipl Skleroz’da kalıtım poligeniktir ve her biri hastalık riskinde küçük bir artışa sebep olan çok sayıda gende polimorfizmleri kapsar. Bunlar arasında, HLA sınıf I ve HLA sınıf II genlerinde polimorfizmler MS için en yüksek riski yaratır” dedi.

‘BELİRTİSİ, ŞİDDETİ VE SEYRİ HASTALARDA FARKLILIK GÖSTERİYOR’

MS’in belirtisi, şiddeti ve seyri yönünden hastadan hastaya farklılık gösterdiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “Beyin ve omuriliğin herhangi bir yerini tutabilen MS’te o bölgeye ait belirtiler ortaya çıkar. Görme bulanıklığı, konuşmada bozulma, çift görme, uyuşma, güçsüzlük, halsizlik, yürümede dengesizlik, ellerde titreme, idrar yapmada problemler ve cinsel güçte azalma gibi yakınmalar MS’te ortaya çıkan belirtilerdendir. Bu belirtilerin bir ya da birkaçı eş zamanlı görülebilmektedir. Belirtiler birkaç gün içinde ortaya çıkar, artar ve düzelmeler ile seyredebilir. Az sayıda hastada belirtilerde düzelme olmadan kötüleşme söz konusu olabilir” uyarısında bulundu.

“KADINLARDA ERKEKLERE ORANLA YAKLAŞIK 1-1,5 KAT DAHA FAZLA GÖRÜLÜYOR’

Dünyada yaklaşık 3 milyon, ülkemizde ise 50 bin MS hastası olduğu tahmin edildiğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “MS, kadınlarda erkeklere oranla yaklaşık 1-1,5 kat daha fazla görülmekte ve tanı genellikle 20 – 40 yaş arasında konmaktadır. Ancak hastalık başlangıcının, belirtiler başlamadan daha önce olduğu kabul edilmektedir. 12 yaş altında ve 55 yaş üzerinde başlayan vakalar da vardır” diye konuştu.

‘MS, MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN HASTALIĞIDIR’

MS’in bir sinir sistemi hastalığı olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “MS, ölümcül bir hastalık değildir. MS’te bulaşıcılık söz konusu değildir. Multipl Skleroz (MS) genç insanlarda nörolojik nedenli engelliliklerde birinci sırayı almaktadır. MS, bir akıl ya da ruh hastalığı olmayıp tamamen bir sinir sistemi hastalığıdır.

MS, merkez sinir sisteminin (MSS) kronik inflamatuar, demiyelinizan ve nörodejeneratif bir hastalığıdır. Beyin ve m. spinalisin ak ve gri maddesinde demiyelinizan lezyonların birikmesi sonucu oluşur. Genç erişkinlerde travmaya bağlı olmayan engelliliğin birinci nedenidir” dedi.

‘4 FARKLI TÜRÜ VAR’

MS’in dört farklı türü olduğunu ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Can İke, bu türleri şöyle açıkladı:

Klinik izole sendrom: Bu formda radyoljik olarak tespit edilen semptomatik ya da asemptomatik (sessiz) lezyonların gözlendiği, santral sinir sisteminin enflamatuvar- demiyelinizan doğada etkilendiği ilk nörolojik tablodur.

Tekrarlayan ve düzelen MS (Relapsing-remitting): En sık görülen formdur. Atak ve iyileşme dönemleri ile giden olguları kapsar. Hastalığın ilk 5 yılında olguların yüzde 80‘i ataklar ve iyileşme dönemleriyle seyreder. Bu form atak-iyileşme-atak-iyileşme şeklinde ilerler ve bu iyileşmeler tama yakındır.

İkincil ilerleyici MS (Sekonder Progressif: Bu formda atak-iyileşme-atak-iyileşme şeklinde ilerler ancak burada iyileşme oldukça azdır. RRMS olgularının büyük bir çoğunluğunun, 10 yıl sonra yaklaşık yüzde 20’sinin geçiş gösterdiği bu fazda, bulgularda sürekli ilerleme gözlenir.

Birincil ilerleyici MS (Primer Progressif): MS’lilerde  yüzde 15-20‘sinde görülür. Bu formda iyileşme olmadan ataklar geçirme söz konusudur. Oldukça nadirdir.

MS tanısında temel prensibin MSS içindeki lezyonların ve neden olduğu klinik tablonun zamanda ve alanda yayılımının gösterilmesi ve benzer özelliklere sahip alternatif hastalıkların dışlanması olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Can İke, tanının klinik muayene, laboratuar (kan ve beyin omurilik sıvısı incelemesi) ve görüntüleme teknikleri ile konulduğunu söyledi.

‘MS TEDAVİSİNDE BİRÇOK HEDEF BULUNUYOR’

Dr. Öğr. Üyesi Can İke, Multipl Skleroz tedavisindeki ana hedefin atakları (inflamasyon, ödem, demiyelinizasyon), atak sıklığının ve engellilik (aksonal dejenerasyon, demiyelinizasyon) durumlarının önlenmesi olarak sıraladı. Dr. Öğr. Üyesi Can İke, tedavi süreçleriyle ilgili ise şu bilgileri verdi:

“Multipl skleroz patogenezine yönelmiş özgül tedaviler, atak tedavisi, hastalık sürecini kontrol eden tedaviler, belirtilere yönelik tedaviler, disfonksiyonel kalmış MSS yapılarının, beyin plastisitesini kullanarak yeniden düzenlenmesine yönelik fizik tedavi ve rehabilitasyon çalışmaları, bilişsel işlevler ve psikolojik/psikiyatrik sorunlara yönelik bilişsel terapi ve psikoterapi şeklinde sıralanabilir.”

MS tedavisinin hastalığın türü, atak, hastalığın seyrine göre farklılık gösterdiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “Her yakınma atak olmayabilir ve kendi içinde değerlendirilmelidir. Atak tedavisinde yüksek doz kortizon serum içinde 5-7 gün süre ile verilir. Bazen çok ağır ataklarda plazma değişimi ve intravenöz immunglobulin (IVIG) gibi ileri tedaviler gerekebilir.

Atakların sıklık ve şiddetini azaltmaya, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaya yönelik ataksız dönemlerde kullanıdığımız immunmodülar tedaviler kullanmaktayız. Bu tedaviler hastalığın seyrine şiddetine göre tercih edilen günlük-haftalık ya da aylık olabilen, enjeksiyon ya da oral yol ile alınan tabletler şeklindedir. Kök hücre tedavisi halen araştırma safhasında devam etmektedir” dedi.

‘MS’LE YAŞARKEN BU TAVSİYELERE KULAK VERİN’

MS ile yaşarken alınacak bazı önlemlerle yaşam kalitesinin yükseltilebileceğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Can İke, “Yaşam şeklinde yapılacak bazı olumlu değişikliklerle MS bulgularınızı azaltabilir, sağlığınızı ve moralinizi yüksek tutabilirsiniz” diyerek MS’li bireylere tavsiyelerini şöyle sıraladı:

Fizyoterapi desteği: Fizyoterapiden destek alabilir, böylece denge problemleri ve kuvvetsizlik gibi MS bulgularınızın bir kısmını azaltabilirsiniz. Fizyoterapistiniz bazı hareket teknikleri veya ekipmanlarla günlük aktivitelerinizi daha kolay yapmanızı sağlayabilir.

Sıcaktan sakınma: Sıcak su, sıcak banyo, sıcak hava veya ateş çoğu hastanın şikayetlerinde artışa neden olur. Öğle sıcağından, sıcak banyodan uzak durun ve soğutucu pedler, ılık banyo ve soğuk içecekler tercih edin.

Sağlıklı ve dengeli beslenme: Bol miktarda sebze ve meyve, yüksek lifli gıdalar, bol tahıl tüketin. Yağ, şeker ve tuz oranını azaltın.

Sigara kullanımına dikkat: Eğer sigara içiyorsanız hemen bırakmalısınız çünkü yeni çalışmalar sigaranın MS’in seyrini olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir.

Egzersiz: Egzersiz genel olarak sağlığa katkıda bulunmaktadır. Aynı zamanda uykunuzu, duygu durumunuzu ve işlevselliğinizi düzenler. Egzersiz programına başlamadan önce nöroloğunuzla mutlaka görüşün.”

Source: