CHP boyun eğmez – Av. M. Ziya Yergök
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın örgütü, Cumhuriyetin kurucu partisi, devrimlerin ve dönüşümlerin sesi, çok partili demokratik yaşamın öncüsü Cumhuriyet Halk Partisi, genç ve yetenekli genel başkanı Özgür Özel liderliğinde yeniden birinci parti olup, büyükşehirler başta olmak üzere belediyelerin çoğunu kazanarak iktidar yürüyüşünü hızlandırınca korku dağları sardı. Önce, halkın katılımına açık demokratik bir yöntemle yapılan önseçimde, 15.5 milyon oyla cumhurbaşkanı adayı olarak seçilen başarılı ve karizmatik İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 31 yıl önce aldığı üniversite diploması hukuksuz biçimde iptal edildi, ardından kendisi ve pek çok çalışma arkadaşı haksız biçimde tutuklandı. RAKİPLER YARGI ELİYLE TASFİYE EDİLİYOR Bugün İmamoğlu dışında CHP’li 10 ilçe belediye başkanı daha tutuklu bulunmaktadır. Burada asıl hedefin Cumhuriyet Halk Partisi olduğu açıktır. Zaten Cumhuriyet Halk Partisi’nin, demokratik şekilde sonuçlanan ve hukuka uygun biçimde kesinleşen 38. olağan kurultayı ile 21. olağanüstü kurultayının dava konusu yapılması da hedefin kurucu partinin kurumsal yapısı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İddiaların ve davaların, hukuken geçerli kanıtlara değil, duyum, varsayım ve temin edilmiş gizli tanık beyanlarına dayandırılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Biz bu filmi, Ergenokon ve Balyoz kumpas davalarında da görmüştük. Buralardan bir sonuca gidilemez. İstikrar kazanmış, yerleşik yargıtay içtihatlarında da altı çizildiği üzere, bir suçun işlendiğinin kabulü için, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı, somut-maddi delillerin bulunması gerekir. Söz konusu davalarda ve dosyalarda ise bunların olmadığı ve davaların hukuki olmaktan çok, siyasi olduğu açıktır. Bu da gösteriyor ki söz konusu davalar siyasetin hukuka müdahalesi ile gündeme gelmiş davalardır ve iktidarın siyasi rakiplerini yargı üzerinden tasfiye etme amaçlıdır. CHP’nin tüzel kişiliği aleyhine açılan ve 30 Haziran’da görülecek olan hukuk (iptal) davasının da CHP’li başkanlar ve çalışma arkadaşları aleyhine görülen ceza davalarının da hukuk açısından ve kanıt bakımından elle tutulur yanı olmadığı ortadadır. Boş iddialardan oluşan dosyaların içini doldurmak için itirafçılığın ve iftiracılığın özendirildiği görülmektedir. Bunlar, bir hukuk devletinde asla olmaması gereken işlerdir ancak ülkemiz uzun bir süredir demokratik hukuk devleti olmaktan uzaklaşmış, yargı yansızlığını ve bağımsızlığını yitirmiştir. Bunu hem uygulamalar hem de uluslarası güvenilir endeksler açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu durum üzücüdür, ağır mağduriyetlere neden olmaktadır ancak sürdürülemez bir durumdur. DEMOKRATİK, LAİK, HUKUKTAN YANA… CHP’ye yönelik baskıların bir nedeni de “başkanlık” sistemini tahkim ederek otoriter yönetimi kalıcılaştıracak “yeni anayasa”ya CHP’yi ikna etmek olabilir. Hukukun ve demokrasinin fiilen askıya alındığı, anayasaya ve AYM kararlarına uyulmadığı bu olağandışı koşullarda “yeni anayasa”dan, “anayasa değişikliği”nden ve “barış”tan söz edilmesi içtenlikten ve inandırıcılıktan yoksun bir adımdır. CHP yönetiminin, bu konudaki tutumu da doğrudur. CHP, kurumsal gücüyle, hukuka ve demokrasiye inanmış kadrolarıyla bu zorlukları aşacaktır. 12 Eylül cuntacıları ve darbecileri de CHP’yi kapattıklarını sanmışlardı ancak o ruhu hiçbir güç hiçbir zaman yok edemedi. SODEP ve SHP oluşumlarının ardından kısa bir süre sonra, CHP, demokrasi ve tarih sahnesindeki onurlu yerini yeniden aldı. CHP’yi kapattığını zanneden cuntacılar ise tarihin çöplüğüne atıldılar. CHP, demokrasiye inanan tüm güç ve kurumlarla birlikte, bugün de önüne çıkarılmak istenen hukuki ve siyasi tüm engelleri aşarak kararlılıkla yoluna devam edecek ve iktidar hedefine ulaşacaktır. Böylece ülkemiz yeniden “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olacaktır. Buna olan inancımız tamdır. Artık, tarihin akışı tersine çevrilemez. CHP’ye boyun eğdirilemez. Biz halkız ve Cumhuriyet Halk Partisi’yiz, yeniden doğarız ölümlerde. 22. dönem Adana Milletvekili, eski SODEP, SHP, CHP Adana İl Başkanı Avukat M. Ziya Yergök
Source: Olaylar Ve Görüşler
Ücret politikaları sınıfsal farkları eritti, artık herkes örgütsüz ve güvencesiz: Beyaz yaka çıkmazı
Türkiye’de 2021’den bu yana derinleşen ekonomik kriz, iş piyasasındaki sınıfsal ayrımları silikleştirirken, beyaz yakalı çalışanları da hızla proleterleştiriyor. Eğitim, işyükü, kıdem gibi kriterler maaşlara artık yansımıyor. İktidarın ve şirketlerin ücret politikaları, beyaz yakalıları da yoksullaşan ücretliler sınıfına dahil etti. Gerek iktidar, gerekse şirketlerin ücret politikalarında öncelik verdiği şey, çalışanların kaybını telafi etmek değil. Mavi yaka mücadele gücünü kullanarak, pazarlık yaparak hakkını almaya çalışırken beyaz yakalılar ise örgütsüz ve güvencesiz. Ücretleri yıldan yıla asgari ücrete yaklaşıyor. “Beyaz yakalı” olarak tabir edilen işçilerin yoğunlukta olduğu işkollarına bakıldığında, banka finans alanı hariç, ortalama örgütlenme oranı yüzde 10’un üzerine çıkmıyor. Geçen ay İzmir’de yaşanan grev sırasında kamuoyunda ilk kez iki kesim arasında ücret farklılığı tartışıldı. Çalışma ekonomisti Prof. Dr. Aziz Çelik, beyaz yakalıların örgütlenme bilincinin zayıflığının temelinde neoliberal fikirlerin olduğunu belirtti. Bireyciliğin esas meseleyi görmeyi engellediğini vurgulayan Çelik, “Anlaşılmayan şey şu: Düşük maaşların sebebi sendikalı ya da ücretleri daha yüksek olan işçiler değil. Mesele bölüşüm ilişkilerinin kötü olması. Bu tutumun asıl sebebi 12 Eylül sonrası yaratılan ve ANAP ve AKP döneminde güçlenen ‘gemisini kurtaran kaptan’ ideolojisidir” dedi. Mavi yakalı-beyaz yakalı ayrımının önemsiz olduğunu söyleyen Çelik, beyaz yakalılarda sendikalaşma oranının çok düşük olduğuna dikkat çekerek “Onlar da artık yeni proleterlerdir. Tek farkları giysileri ve diplomaları” yorumunu yaptı. HINÇ VE ÖFKE TOPLUMU İstanPol Araştırma Yönetim Kurulu Üyesi ve Sciences Po Paris’te siyaset bilimci Alphan Telek, ülke yöneticileri ve patronlar hariç herkesin büyük bir güvencesizleşmenin içinden geçtiğini belirtti. Yüksek öğrenimli kişilerin iş piyasası içerisindeki avantajlarını kaybettiğine dikkat çeken Telek, bunu Türkiye’nin teknolojiye yeterince yatırım yapmamasıyla; üniversitelilere ve yüksek yetenek işlere ihtiyacın azalmasıyla açıkladı. Telek, grev ve eylemler üzerinden yaşanan tartışmaya “Bir toplumsal ahlak aşınması var. Herkes birbirini suçluyor. Prekaryalaşma kaynaklı hınç ve öfke, toplumun her kademesinde var. Siyasetçiler ise bu öfkeyi sorunun kaynağına yönlendirmiyor” dedi. Beyaz yakalıların ücret üstünlüğünü kaybetmekle ilgili sosyal medyada gözlemlenen öfkesine ilişkin ise sosyolog Hakan Koçak, “İşçi sınıfının farklı kesimleri her dönem karşı karşıya getirilmiştir, bu temel bir stratejidir. Mücadelenin en önemli ve zor kısmı, sınıfın bütünlüğünü sağlamak. Ücretli kesimin avantaj sağlaması, kendi içindeki bölünmeyi aşmasıyla mümkün olabilir” dedi. ‘ESNEK ÖRGÜTLENME ARAÇLARI GELİŞTİRMELİ’ Çeşitli işkollarından beyaz yakalı işçiler bir dönem alternatif örgütlenme faaliyetlerinde bir araya gelmiş, bu platformaların ömrü uzun olmamıştı. Onlardan biri, 2012-2021 arasında beyaz yakalılarla sendikalar arasında köprü olma amacıyla kurulan “Kaç Bize Gel” idi. Kurucularından Av. Hikmet Topal, şunları anlattı: Beyaz yakalılar, kaybedecekleri ve riske ettikleri çok fazla olduğu için, ekonomik ve toplumsal kriz dönemlerinde sınıfın en zayıf halkasını teşkil etmekte. Böyle dönemlerde beyaz yakalılar kendi hayatlarına daha fazla yoğunlaşıyor. Sendikalar, beyaz yakalı işçilerin sosyolojik farklılıklarını gözeten, esnek örgütlenme araçları geliştirmeli. Eksiklerimiz kabul etmek, nelerin mümkün olabileceğini görmek açısından başlangıç noktası olabilir.
Source: Elif Özge Yalçın
Adalar sapığı nasıl yakalandı
Suçla, suçlu arayarak değil, suçun peşinden giderek hesaplaşılır. Konu siyasi olunca, ihale olunca, parti olunca günlerce televizyonlarda konuşuluyor. Tutuklama üstüne tutuklama yapılıyor. Gelgelelim, konu siyasallaştırılamayacaksa ancak üçüncü sayfada yer buluyor. Önümde kıyıda kalmış, çok ilginç bir dosya duruyor. Üstelik sayabildiğim kadarıyla, mağdur kadın sayısı şu ana kadar 47’ye ulaşmış durumda. Şöyle anlatayım… 1995 doğumlu N.C. , İstanbul’un Adalar Belediyesi’nde, veteriner hekim olarak 15 Mart 2024’ten beri görev yapıyordu. İşe girişinin birinci haftasında, 22 Mart günü, veterinerlik çalışanı Özkan Sönmez , işe başlaması nedeniyle kutlama yapacaklarını söyledi. Bulundukları rehabilitasyon merkezinde o sırada 6 kişilerdi. Sönmez, kutlama için şarap ikram etti. Alkol alışkanlığı olmayan N.C., ısrar üzerine kabul etti. Bir süre sonra kendisinden geçti. Uyandığında iç çamaşırında kan ve genital bölgesinde ağrı olduğunu fark etti. Anlattığına göre, babasından ve erkek arkadaşı ile arasının bozulacağından korktuğu için önce sustu. Ancak 14 Haziran 2024’te cesaretini toplayıp belediyenin avukatı ve belediye başkanı ile görüştü. Onların olayı polise aktarması önerisiyle yaşadığı cinsel saldırıdan şikâyetçi oldu. SAVCILIK GÖRÜNTÜ PEŞİNDE Ancak sadece cinsel saldırı şüphesi değil. N.C. kendisinin şantaja uğradığını da söylüyordu. Anlattığına göre Özkan Sönmez, “Eğer şikâyetçi olursan elimde görüntülerin var” demişti. Savcılık, bunun üzerine Özkan Sönmez ile birlikte o gün işyerinde bulunan diğer iki erkeğin evi hakkında da arama kararı aldırdı. 25 Haziran’da tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilen Özkan Sönmez kendini şöyle savund u: “Memuriyetini kutlamak için veteriner kliniğinde birlikte alkol aldık. Bu benim fikrimdi. (…) Ben N’yi elektrikli scooterla evine bıraktım. O gün hiçbir şey olmadı.” Adalar Belediyesi Veteriner Kliniği’nde çalışan Ö.A. , o günkü tanıklığını şöyle anlattı: “Bahsedilen gün kliniğe malzeme almaya girdiğim zaman Özkan Sönmez’in bardaklara şarap koyduğunu gördüm. İçeceği kabul etmedim. Arkasından N.C. Hanım’a uzattı ve ısrarla ‘Burada senin gelişini kutluyoruz, kimse hiçbir şey diyemez, diyen olursa ben varım’ diyerek bardağı almasını sağladı.” Mahkeme yurtdışına çıkış yasağı ve haftada bir imza şeklinde adli kontrol kararı ile Sönmez’i serbest bıraktı. 46 KADININ ARŞİVİ ÇIKTI Gelen bilirkişi inceleme raporu olayın seyrini değiştirdi. Özkan Sönmez’in bilgisayarında ve temizleyerek teslim ettiği telefonunda bir şey bulunamamıştı. Ancak Adalar Belediyesi Bilgi İşlem Personeli Cem Boztepe ’nin bilgisayarından çıkanlar şoke etti. Tam 46 kadının fotoğrafları, adlarına açılmış klasörler ile arşivlenmişti. Kimi sosyal medyalarından kopyalanmış, kimi bilgisayarlarından çalınmış, kimi işyerinde gizlice çekilmişti. Savcılık, 46 kadına ayrı ayrı ulaşıp fotoğraflarını gösterip ifadelerini aldı. Ö.A.: “Söz konusu fotoğraflar geçmişte Cem ile birlikte çalıştığımız dönemde bilgisayarımdan rızam dışında alınmış olabilir.” D.A. : “Cem Boztepe isimli şahsı tanımıyorum. Benim fotoğraflarım bu şahsın eline nasıl geçti bilmiyorum.” S.M.: “Bu fotoğrafın çekildiğinden haberim yoktu. Söz konusu fotoğrafım bilgim ve rızam olmaksızın çekilmiştir.” E.U.: “İşyerimdeki bilgisayarımı ve kişisel bilgisayarımı tamir etmişliği vardır. Tamir sırasında Cem’i yalnız bıraktığım için fotoğrafları o zaman kendi bilgisayarına almış olabilir.” M.K.: “İşyerimdeki bilgisayarımı kendisi kurcalamış olabilir. Benden gizli rızam olmaksızın alındığını düşünüyorum.” Dosya, biri cinsel saldırı mağduru 47 kadının öyküsüne dönüştü. Özkan Sönmez’in adli kontrolle serbest kaldığı dosyada Cem Boztepe tutuklandı. Bu fotoğrafları neden arşivliyordu? Bilirkişi raporundaki bazı fotoğraflar sorunun cevabı gibi. Fotoğraflarda, arşivlediği kadınların fotoğraflarına bakarak cinsel tatmin sağlayan bir erkeğin görüntüsü niyeti açıklıyor . Adalar Belediye başkanından Aile Bakanlığı’na kurumların savcılıkla işbirliği yapması Adalar sapığını ortaya çıkardı. Zaten olması gereken de buydu. (Dosyada, bazı belediye yöneticilerinin olayı örtbas etme girişimi şüphesi görülüyor. Umarım bunlar hakkında da idari soruşturma açılır.) Suçun peşinden gidilmeyen düzenlerin gölgesinde ancak suçlular saklanır.
Source: Barış Terkoğlu
Vahşi bir dünya
Vazgeçilmez dört elementten biri olan havayı yine paramparça ediyor bombalar, füzeler… Doğal yerinden koparılıp insanın elinde oyuncak olmuş ateş, gecenin karanlığını kızıla boyuyor. Artık dizginlenemez bir hal almış İsrail devletinin İran’a saldırısıyla başlayan korkunç savaş ekranlardan felaket görüntüleri halinde akıyor evlerin içine. Ama yaşandığı yerlerde görüntüler değil, söz konusu olan, yıkılmış binalar, göğe yükselen alevler, ölen insanlar… Ne kadar vahşi bir dünyada yaşıyoruz ve ne zaman artık bundan daha beteri olmaz desek, vahşetin dozu biraz daha artıyor. YURTTA SULH, CİHANDA SULH Dünyanın savaşları değil, barışı önemseyen devlet adamlarına çok ihtiyacı var. “Yurtta sulh, cihanda sulh” asla boşuna söylenmiş bir söz değil, ömrü kanlı savaş meydanlarında geçmiş bir askeri dehanın “savaşın aslında bir cinayet olduğunu” ta içinden bilmesinden, ekranlarda göre göre bir süre sonra kanıksamaya başlanan trajediyi bizzat yaşamış olmasından, yüreğinde hissetmesinden kaynaklanan, son derece içten, son derece hakiki bir parola. Savaşın korkunçluğunu gördükçe daha iyi anlıyor bunu insan. Bu sözün sahibi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü ve boğazların statüsünü değiştiren Montrö Antlaşması Türkiye’nin kanlı II. Dünya Savaşı’nın dışında kalabilmesinde önemli bir etken olmuştu. Ortadoğu’da etrafımızdaki kanlı ateş çemberi giderek daralırken aynı öngörü gösterilebilecek mi, bilmiyorum. Bunun başarılabilmesi için, ufku giderek belirsizleşen bu fırtınalı denizde önce gemisini düşünecek, önce onu sağlama alacak kaptanlara ihtiyaç var. Oysa bizim gemimizde hiç huzur yok, bütünleşme yok, gemi içinden parçalanmış gibi. Etrafımızda çepeçevre savaş tamtamları gümbürderken akla yatkın olan davranış ülke içinde yumuşamayı ve normalleşmeyi sağlamak değil midir? Maalesef bizde böyle olmuyor. İçeride de bir savaş yaşanıyor sanki. Seçilmiş belediye başkanları tutuklanıyor, tutuklama dalgaları birbirini izliyor, bütünleşmeye çalışmak yerine giderek parçalanıyoruz. OYA TEKİN Bugün size söz konusu dalgalardan birinde, tutuklanan bir kadın belediye başkanından söz edeceğim. Bu erkek egemen gri dünyada kadınlar genellikle geride kalır, geride bırakılır. Ne ilginç, tutuklandıklarında bile eşitlik sağlanmıyor. Onlardan daha az söz ediliyor. Oysa Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin birikimiyle, mücadelesiyle, bir kadın hukukçu olarak onurlu ve dik duruşuyla mutlaka konuşulması gereken bir isim. Ben Oya Tekin ve onunla birlikte tutuklanan hukukçu eşi Celal Tekin ile 2022’de Adana Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda Yılmaz Güney’in “Boynu Bükük Öldüler” adlı oyununu sahneye koyarken tanıştım. O sırada CHP’nin Adana kadın kolları başkanıydı. Provaların yürüdüğü ama prodüksiyon sürecinin tıkandığı, benim de çokça bunaldığım, deyim yerindeyse içimin karardığı bir gün, sevgili dostum Fırat Demirağ ile birlikte Oya Tekin’in evine davet edildim ve içim aydınlandı. Çünkü sevgili Oya Tekin ve kendisi gibi serbest avukatlık yapan eşi Celal Tekin sayesinde kendimi sanatçıya dost, kültüre dost, aydınlık insanların içinde buldum. Sonra da elimden geldiğince izlemeye çalıştım Oya Tekin’i. Çünkü kendi deneyimimden de yola çıkarak, bu ülkede üretken kadınların hangi zorluklardan geçe geçe, nasıl tırnaklarıyla kazıya kazıya ilerlediklerini biliyorum. Daha sonra milletvekili aday adayı oldu, çok istedim onun gibi bir kadın milletvekilinin Meclis’e girmesini ama olmadı. 1991’den beri serbest avukatlık yapan, Adana’da özellikle kadın hakları ve çevre sorunları konusundaki hemen her örgütlenmenin ilk saat işçisi olmuş Oya Tekin daha sonra Seyhan Belediye başkanı seçildi. Seyhan ve Adana adına çok sevindim bunu duyunca. Çünkü çevreye dost, sanata dost, kültüre dost, insan ve kadın hakları konusunda son derece birikimli bir hukukçu kadın başkanla her kentimizin çok şey kazanacağını biliyorum. Giderek uygarlıktan uzaklaşan bir dünyada, “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesine bir an önce dönmesi gereken Türkiye’nin Oya Tekin gibi kadın siyasetçilere hapishanede değil, görevlerinin başında ihtiyacı var. Oya ve Celal Tekin çiftinin tüm diğer tutuklu belediye başkanları, bürokratlar ve iş insanlarıyla birlikte bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum. Tutuklama bir cezalandırma aracı değildir, olmamalıdır.
Source: Ayşe Emel Mesci
Bu sosyopatların Gazze’yle empati kurması imkânsız
Öldürmedik kadın, çocuk bırakmadılar. Başvurmadıkları alçaklık kalmadı. En sonunda açlığı, bir silah olarak kullanmaya başladılar.*O kadar ki…Tüm dünya halklarının gözünde “nefret objesi” haline geldiler.*Dünya halkları, bunları sürekli empatiye çağırdı.*- “Bu yaptığınızın Nazilerin yaptığından farkı yok” dendi.- “Sizde hiç vicdan kırıntısı kalmadı mı” dendi.- “Kadınlar ve çocuklar katledilirken nasıl rahat edebiliyorsunuz” dendi.*Hiçbir empati çağrısının zerre kadar etkisi olmadı bunların üzerinde.Vicdanlarında en küçük bir kıpırtı bile yaşanmadı.*Empatiden yoksun bu sosyopatlar, şimdi İran’ın saldırılarıyla Gazze’nin iki yıldır yaşadıklarının sadece binde birini yaşıyorlar.*Tabii ki bir “empati kıpırtısı” falan beklemiyorum ama yaşattıklarının minicik bir bölümünü yaşamalarını bile büyük bir memnuniyetle karşılıyorum.İran füzelerinin isabet ettiği Bat Yam’daki bir bina.İRAN DİN DEVLETİYSE İSRAİL DE DİN DEVLETİİran İslam Cumhuriyeti, bir din devleti ise…İsrail de bir din devletidir.Adının “İsrail Tevrat Cumhuriyeti” falan olması gerekmiyor.Bal gibi de, buz gibi de bir din devletidir İsrail.*Fakat bizdeki “din devleti” karşıtları, Yahudi din devletine sempatiyle bakarlar.Kalplerinden geçirdikleri cümle şudur:*“Varsın din devleti olsun, varsın şeriat devleti olsun yeter ki İslami din devleti olmasın, yeter ki İslami şeriat devleti olmasın.”*Yani bizdeki “din devleti” itirazcılarının asıl derdi, “din devleti” falan değildir İslam’dır.İSRAİL KENDİNİ SAVUNUYORMUŞ Avrupalı ya da Amerikalı herhangi bir yetkili konuşurken şöyle diyor:*“İsrail’in kendini savunma hakkı var.”*Bu şu demek:*İran’ın nükleer güce ulaşması, İsrail için varoluşsal bir tehdittir. Dolayısıyla İsrail’in İran’ı vurması kendini savunmadır.*İyi de bu mantıkla gidilirse Rusya da Ukrayna’da kendini savunuyor.*Çünkü Putin, Ukrayna’nın NATO’ya girmesini ülkesi açısından varoluşsal bir tehdit olarak görüyor.*Saldırıya uğrayanın değil de saldırganın yanında hizalanan Amerika ve Avrupa…Ahlakta, vicdanda, hakkaniyette, insanlıkta, erdemde yerin yedi kat dibinde.İSRAİL’İ ÖVERKEN ŞUNU UNUTMA – “Amma da vurdular” derken…- “Ne de süper bir istihbaratı var” derken…- “Nokta atışı yapıyorlar abi” derken…Şunu unutma:*İsrail dediğinin arkasında ABD var. Fransa var. İngiltere var. Avrupa var.Yedi düvel var yani.*Çek bunları İsrail’in arkasından…Bakalım yarım saat dayanabiliyor mu?İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu PEHLEVİ GELECEKMİŞ HAHAHAHA Devrik İran Şahı’nın bir oğlu var.Bilmem ne Pehlevi.*İran’da rejim yıkılacakmış.İsrail’in dostu olan bu Pehlevi iş başına gelecekmiş.Pehlevi dendiğinde İran’da kahkahalar atılır.O derece ciddiye alınmaz yani.İran toplumunda bu adamın karşılığı, Ali Babacan’ın bizdeki karşılığının bile bin iki yüz kilometre gerisindedir.*Zır cehaletin de bir ölçüsü olmalı.Ya da zır cehalet, bu kadar cüretkar olmamalı.Devrik Şah’ın oğlu Reza PehleviBİR ÖLÇÜ VERİYORUMİsrail ile İran savaşırken…Nasıl bir ruh haline girelim?*Ölçüyü veriyorum:*Gazze seviniyorsa… Sevinelim.Gazze üzülüyorsa… Üzülelim.BAŞLADI VAHVAHLAR Gazze’nin yakılıp yıkılması karşısında bir kez bile “vah” dememiş olan vicdan yoksunları, Telaviv’e “cıs” olduğunda başladılar vahlanmaya…*Savaşlar çok kötüymüş. Barış olmalıymış. Hiç kimse ölmemeliymiş.*Bu yaklaşım karşısında midesi bulanan sadece ben miyim?
Source: Ahmet Hakan
Asıl deprem ruhumuzda
Birbirlerine taban tabana zıt iki ayrı yapıyla karşı karşıyayız. Onlar, (ceddimiz) ne kadar birbirlerini sevdiyse, bizler o kadar birbirimizden nefret ediyoruz. Onlar, ne kadar vermekten (infak etmek, yardımda bulunmak) zevk aldıysa, bizler o kadar almaktan hoşlanıyoruz. Onlar, ne kadar maneviyatçı iseler, bizler o kadar maddeciyiz. Onlar, ahiretlerini (sonsuz hayatı) düşünüp, onun için hazırlık yaptıysa, bizler o kadar dünyamızı düşünüp, dünya için yaşıyoruz. Onlarda ne kadar birlik, beraberlik vardıysa, bizde o kadar ayrılık, bölünmüşlük mevcut. Onlar ne kadar kara gün dostu idiyseler, bizler o kadar iyi gün dostuyuz. Onlar, ne kadar birbirleri için yaşadıysa, bizler o kadar nefsimiz için yaşıyoruz. Onlar, ne kadar helale-harama dikkat ettiyse, bizler o kadar umursamıyoruz.Onlar, komşuları açken uyuyamıyorlardı, bizlerin kapı komşusu vefat ediyor, haberimiz bile olmuyor. Onlar, birbirleri için yaşarken, bizde altta kalanın canı çıksın! Onlar, hakka hukuka riayet ederken, bizde hak hukuk hak getire! Onlar, müşterisini siftahını yapmayan komşu esnafa yönlendirirken, bizler komşu esnafın adresini bile vermekten imtina ediyoruz. Onlar, hayvan hakkından korkup, karda-kışta yaban hayvanları için yiyecek hazırlayıp ormanlara götürürken, bizler, bize emanet edilen hayvanları arabamızın arkasına bağlayıp kilometrelerce sürüklüyor ve işkenceye tabi tutuyoruz.Ceddimiz olan esnaf, müşteri tatmininden doğan kârı hedeflerken, bizler, satış hacminden doğan kâr için birbirimizin gözünü oyuyoruz. Onlar, yaşlılarını pamuk dede, baş örtüsü cennet kokan nine diye tarif ederken, bizler, ‘moruk’ deyip geçiyoruz.Onlar, felaketlerde acıları paylaşıp aza indirmeye çalışırken, bizler, felaketten nasıl nemalanırız, onun derdindeyiz. Onlar, depremzedeye yıkılan binanın altından kurtarmak için, ölümü göze alıp canhıraş mücadele ederken, bizler, enkaz altında kalanın kolundaki bileziği, bileğini keserek alıyoruz.Onlar, fakire-muhtaca en değerli eşyasından verirken, bizler, kendi değerimizi ararcasına kuruşları vermeyi yeğleriz.Onlar, bir deprem felaketinde, felaketzedelere hanelerini açıp ekmeklerini paylaşırken, bizler, kira ve konut fiyatlarını artırma yarışına gireriz.Onlar olay ve hadiselere vicdan gözüyle bakarken, bizler cüzdan gözüyle bakıyoruz.Ünlü mütefekkirin ifade ettiği gibi; ‘O irtifa, o yükseliş çıkılmaz bir nokta mıydı bilmem; lakin bu inhitat, bu çöküş inilmez bir kuyu gibidir!’Biz ne ara böyle olduk? Hangi eğitim sistemi bize bu hale getirdi?Vicdansız, ahlaksız ve maneviyatsız eğitim modellerinin oluşturduğu ruhsuz bedenlerle nereye kadar?Kendimizden, kendi değerlerimizden soyutlanarak, körü körüne Batı’ya, Batı’nın yalnızca bataklığına angaje olduk; kimliksizleşerek bugünkü hale geldik.Şu halde; asıl depremi ruhumuzda yaşıyoruz. Bunun için ‘beşikten mezara kadar’ tevhidi bir eğitimden başkaca bir çare yoktur.
Source: Fuat Bol
Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ABD Kongresi’nde anlatıldı: Somut adımlar atılması istendi
Analiz / İsmail S. Gülümser
AKP, ülkede sâri bir hastalık haline gelen yolsuzluğu önleme, yoksulluğu ve düşüncenin önündeki engelleri kaldırıp, imkân ve kaynaklardan her görüşten insanın pay almasını sağlama iddiasıyla toplumdan oy istedi.
Tüm dünya gibi, Türk halkı da siyasal İslam geleneğinden gelen bir partiye önceleri hep kuşkuyla baktı. Demokrasiyi kullanıp iktidara geldikten sonra, İran gibi bir rejimi dayatacağından endişe edildi. Ancak Erdoğan, siyasi geçmişini inkâr etti, tüm eski yol arkadaşlarını sert dille eleştirdi. Herkese saygılı olacak, kimseye inancı, dünya görüşü, ya da partisinden dolayı ayrımcılık yapmayacaktı.
Reform vaadiyle başlayan yolculuk
İlk yıllarda bunu göstermek için, sağ-sol demeden her kesimden insana görev verdi. Yasakları hafifletti düşünce özgürlüğü önündeki bazı engelleri kaldırdı. Rahatlatıcı adımlarla, uzun süredir birbirinden kopmuş toplum parçaları birleşti, Özal’dan sonra ikinci kez halk ülkeye katkı heyecanıyla bir araya geldi.
Alınan tedbirlerle, devlet dairlerinde el altından verilen paylar kesildi. Perde arkasında ihale paylaşıldığını bilmeyen toplum rüşvet çarkının gerçekten durduğuna inandı. Yolsuzluğun önlenmesi, gelir dağılımı adaletsizliğinin kısmen azalmasıyla, refahın yayıldığı hissedildi. Yıllarca ayrımcılığa maruz kalan muhafazakârlar, ülke kaynaklarının herkese açıldığına inanarak arka arkaya yetki verdi.
Güç zehirlenmesi
Sözlerine sadık kaldıkları dönemde, ülkenin yıldızı parladı ve peş peşe başarı haberleri geldi. AB, demokrasiye saygılı bir Müslüman ülke olma yolunda ilerleyen Türkiye ‘yi rol model olarak gösterdi. Ancak Erdoğan, teveccühü kendi maharetinden aradı, şımarıp başarının dayandığı değerlere sırt döndü.
Halk üzerinde etkinin, güçlü görünmekten geçtiği gibi sapkın bir düşünceyle haksız kazanca dümen çevirdi. Zaten kıt imkana sahip ülkede, ihale paylaşmaktan kalıcı hizmeti unuttu. Eleştirdiği siyasilerin kat be kat fazlası (milyarlarca dolarlık) yolsuzluk yaptı. Yüksek faizli krediyle, inşa edilen yol, köprü ve konutların kazancına göz dikti. Kalkınma görüntüsü için yaptığı kalitesiz işlere, 30-40 yıllık ülke gelirini ipotek verip yandaşlarla bölüştü, onlar servet edinirken halk giderek fakirleşti.
İddialar aldatmadan ibaretmiş
Birçok ahlaki normu çiğnediği halde, topluma hamasi nutukla dilediği gibi yön vermeye kalktı. Arkasına sığındığı din büyükleri, hazineye ait yağın bile parmakla saça sürülmesine izin vermemişti. O, partilileri “halife payı” deyip kamu malını çalmaya alıştırdı, sıfırdan başladığı siyasette ülkenin en zengini haline geldi.
Hırsızlıktan yakalanınca, baştaki tüm vaatleri unuttu, karanlık emeli olanların önerdiği hukuksuzluğa dört elle sarıldı. Aklanmak için yolsuzluğu eğip büktü, cezaevini yanlışa itiraz eden binlerce muhalifle doldurdu.
Bu aşamadan sonra, dindarlık iddiasında birinin yönettiği ülke, yolsuzluk endeksinde en üst sıralara tırmandı. Kaynakları halk yararına kullanmadığı, üç beş müteahhitle bölüştüğünden yoksulluk ve gelir adaletsizliği zirveye çıktı. “Ayrımcılık bitecek, herkes eşit muamele görecekti”, ayrımcılık soykırım boyutuna ulaştı. Bütün vaatleri geçici bir göz boyamadan ibaret olduğu, havarisi kesildiği demokrasiye inanmadığı, yolsuzluğu meşrulaştırıp kendi önünü açarken, bununla başkasının yolunu kesme planı yaptığı ortaya çıktı.
Batı demokrasi havarisinin diktatörlüğe dönüşünü konuşuyor
Şimdi Birleşmiş Milletlerde, İslam alemine model olma yolunda ilerleyen bir ülkenin düştüğü yolsuzluk-yoksulluk ve yasak batağı konuşuluyor. ABD Kongresi İnsan Hakları Komisyonu’nda, farklı dünya görüşlerine yönelik sistematik baskı, kitlesel tutuklama ve yurt dışına kadar uzanan sansür sert sözle eleştiriliyor.
ABD temsilciler meclisi insan hakları komisyonunda, Türkiye’de giderek vahşete dönüşen insan hakkı ihlalleri gündeme taşındı. Doğu-batı arasında köprü olması umulan bir ülkedeki zulmü örneklerle anlattılar.
AEI uzmanı Dr. Michael Rubin: Canlı ekonomisi, yükselen eğitim düzeyi ve entelektüel kapasitesi, sorumluk üstlenmeye hazır sivil toplumu ile medeni dünyanın beğenisini kazanmış bir ülke, Erdoğan yönetiminde bu vizyonunu kaybetti, dini siyasi rant aracı gibi kullanıp rotasını diktatörlüğe kırdı.
Tüm aykırı sesleri kesmeye dayalı bu yapı, kurduğu baskıya direnenleri sistematik olarak taciz etti. Hala bağımsızlığını koruyan sınırlı sayıdaki medyanın sesini kesti, gözaltı tehdidi ve trol ordusuyla her karşı fikri yasakladı. AHİM kararına rağmen çok farklı kesimden muhalifin yasal hak ve hürriyetini elinden aldı. Sosyal medyada erişim engelleri getirdi, gerçekleri halktan kaçırıp, toplumu kurduğu sanal dünya ile uyuşturdu.
Muhalifler tehdit altında
Muhalif siyasi, belediye başkanı, devlet memuru, entelektüel hatta masum vatandaşları hapisle tehdit etti. İtirazı susturmak için işletmelere el koydu, iktidarını onaylamayan her kesime baskı uyguladı. Politika ve nefret söylemiyle herkesi karaladı her eleştiriyi terörle yaftalayıp toplumu kutuplaştırdı.
İktidarını sürdürmek için yapacağı Anayasa değişikliğinde, Kürt halkına ihtiyacı var. Bir yandan onlara zeytin dalı uzatarak yardım istiyor. Bir yandan da Selahattin Demirtaş dahil Kürt kökenli milletvekilleri ve büyük halk desteği olan belediye başkanlarını hapis şantajıyla tehdit edip arkasına dizmeyi umuyor. Kendine karşı muhtemel adaylardan biri E. İmamoğlu önce delilsiz tutuklandı, sonra itirafçılarla boş dosyaları doldurdu.
Medeni dünyanın desteğiyle kazandığı itibarla kendinde güç vehmetti, Hamas-İran-Rusya-Çin gibi ülkelerle flört edip demokratik ülkelerle kavgaya tutuştu ve bu değerlere karşı savaş açtı. Uluslararası yaptırımları deldi, suç örgütleriyle birleşip ülkeyi kara para cennetine dönüştürdü. Uluslararası hukuku yok sayıp bazı ülkelerde teröre destek verdi, Türkiye artık ABD’nin stratejik ortağı değil, yükü haline geldi.
Zulüm hikayeleri
Erdoğan rejiminin sınır ötesi baskısından kurtulan Enes Kanter Freedom: Fethullah Gülen, inisiyatif alarak kurduğu sivil toplum hareketiyle, birçok yerde birlikte yaşama kültürünü geliştirdi. Darlığa mahkûm bir ülkeden, açık fikirli olarak yetişip yurt dışına çıkanlar, toplumsal sorunlara barışçıl çözümler üretti. Herkesin bir diğeriyle kavgaya hazırlandığı günümüz dünyasında, hizmetin öğretileri dünyanın geleceği aydınlatacak kalıcı izler bıraktı. Nefret rüzgarının estiği 11 Eylül saldırısını ilk kınayan Hocaefendi oldu. Papa II Jean Paul ile görüştü ve kapanmak üzere olan diyalog kapıları yeniden açıldı. O, vefat etse de bağlıları dünyada sulh adacıkları kurmaya devam ediyor, ama bu en insani faaliyetler Türkiye’de hala soykırım bahanesi olarak kullanılıyor.
NBA yıldızı Kanter biat etmeyince, hakkında 12 tutuklama kararı çıkarıldı, 500 bin dolarlık ödülle aranıyor. Endonezya ve Romanya da kaçırılma tehlikesi atlattı, babası hapsedildi, göz altına alınan annesiyle tehdit edildi. Üstelik bu sadece onun hikâyesi değil, sesini duyuramayan on binlerce masum benzerini yaşadı. İnterpol suistimal edildi, baskı rejimi uluslararasına taşındı, birçoğu için tehdit ABD ye kadar ulaştı.
Bir taraftan afla gerçek suçlular toplum içine salınırken, bir yandan da hapishaneleri ağzına kadar muhalifle dolu. Hastalara zulmediyor, işkenceyle itirafçılığa zorluyor, iftiralarla delil uyduruyorlar.
-Ağır Alzheimer hastası sonda ile dolaşan kendi bakımını yapamayan bir yaşlı, yıldırmak için tutuklandı.
-Bir laborant yasal banka hesabı yüzünden, 7 aylık bebeği beşik-emzirme yeri olmayan hapiste büyütüyor.
-Kronik hastalıklı 5 aylık hamile bir kadın, durumu ağırlaştığı halde çok riskli bir dönemi içerde geçiriyor.
-8 yıldan beri hapiste böbrek yetmezliğine yakalanmış bir eğitimciye, verilen tahliye kararı uygulanmıyor.
Uluslararası yaptırım çağrıları
Alliance for Shared Values Direktörü Dr. Alp Aslandoğan: Türkiye’de muhaliflere dönük baskılar, sistematik bir devlet politikası. Bugüne kadar 2 milyon kişi ByLock kullanma, bankaya para yatırma, sosyal faaliyete katılma, zulme uğramışa yardım gibi barışçıl eylemiyle terörist muamelesi gördü. Nefret ve ayrımcılığa maruz kalanlara, boş dosya üzerinden pasaport iptali yurt dışı yasağı kondu, on binlerin en temel hakları engellendi. 2025’te, üniversite-lise hatta ortaokul öğrencisi “41 kız çocuğu” bile yaptığı sosyal etkinlik yüzünden sorgulanıp tehdit edildi, bu zulüm ortamından kaçarken yaşamını yitirenler hafızalardan silinmedi.
Tüm iç ve uluslararası hukuk kurallarını yok sayan yönetim, anti-terör yasasının muhaliflere karşı bir silah gibi kullandı. Ülkede yaygınlaşan kasıtlı yıldırma faaliyetlerinde, 705 bin 172 kişi hakkında terör soruşturması açıldı, bunların 125 bin 456’sı için mahkûmiyet kararı verildi, halen on bini aşkın masum insan hapiste çürüyor. Yüksek öğretim dahil 2000’den fazla eğitim amaçlı işletme, 500’den fazla STK kapatıldı.
Bu toplantı, Türkiye’deki hak ihlallerinin artık uluslararası bir mesele olduğunu ortaya koydu. Tanıkların ifadeleri tarihe kayıttan öte, ABD’nin demokratik sorumluluğuna ve zulmü durduracak adım atmaya açık bir çağrı idi. Komisyon Başkanı Cumhuriyetçi Chris Smith, binlerce hareket mensubu ya da Kürdün zulme uğradığı Türkiye gibi ülke yönetimleri için, sınır ötesi yaptırım ve mal varlıklarına el koyma tasarısını anlattı.
Source: emre_aktifhaber
Ayrımcılık yapana ağır ceza ve ifşa
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Başkanı Prof. Dr. Muharrem Kılıç, SABAH”a yaptığı özel açıklamada ayrımcılıkla mücadelede kararlılık vurgusu yaptı. Kılıç, “Kişinin cinsiyeti, inancı, siyasi görüşü ya da engelliliği nedeniyle ayrımcılığa uğradığını tespit edersek 205 bin TL”ye kadar para cezası uyguluyoruz. Üstelik bu kişiler ya da kurumlar kamuoyuna açıklanarak ifşa ediliyor” dedi. 130 KURUMDAN BİRİ Kılıç, TİHEK”in Gazze”deki insan hakları ihlallerini analiz edip tematik bir rapor hazırladığını, bu raporu hem Arapça hem İngilizce olarak yayımlayarak uluslararası kamuoyuna sunduklarını kaydetti. TİHEK Başkanı Prof. Dr. Muharrem Kılıç SABAH”a özel açıklamalarda bulundu. TİHEK”in aynı zamanda eşitlik kurumu olduğunu hatırlatan Kılıç, kanunda belirtilen 15 temelde ayrımcılık yasağının ihlali durumunda kuruma başvuru yapılabildiğini belirtti. İnsan hakları ihlallerinde mağdurun başvurusuna gerek olmadan da kurumun resen inceleme başlatabildiğini belirten Kılıç, “Mağdur sessiz kalsa dahi biz harekete geçiyoruz.” diyerek TİHEK”in cezaevleri ve göç merkezlerine yaptığı habersiz denetimlerle kötü muamelenin önüne geçmeyi hedeflediğini söyledi. TİHEK”in 2022″den bu yana Birleşmiş Milletler düzeyinde akredite edildiğini hatırlatan Kılıç, “BM toplantılarına görüş sunabilen ve bildirim yapabilen bir kurumuz. Bu, Cumhurbaşkanlığı İnsan Hakları Eylem Planı”nın hedeflerinden biriydi” dedi. Kişilerin cinsiyeti, dini inancı, siyasi görüşü, engelliliği, etnik kimliği gibi sebeplerle ayrımcılığa uğradığında kurumlarına başvurabildiğini kaydeden Kılıç, “Eğer ihlal tespit edilirse 205 bin TL”ye kadar idari para cezası uyguluyoruz. Yalnızca para cezası değil, kararların kamuoyuyla paylaşılması yoluyla da ihlal yapan kişi ya da kurumların ifşa ediyoruz. Belki cezanın miktarı bazıları için önemli olmayabilir ama kamuoyu nezdinde ifşa edilmek onlar için çok daha caydırıcı bir sonuç doğuruyor” ifadelerini kullandı. GAZZE RAPORU SUNULDU Küresel insan hakları sorunlarına da duyarsız kalmadıklarını vurgulayan Kılıç, “Gazze”de, İsrail”in gerçekleştirdiği soykırım ve savaş suçlarını başından beri takip ediyoruz. Ekim 2023″ten bu yana yoğun şekilde çalışıyoruz. Gazze”deki insan hakları ihlallerini analiz eden tematik bir rapor hazırladık. Bu raporu hem Arapça hem İngilizce olarak yayımladık ve uluslararası kamuoyuna sunduk” dedi. EN FAZLA İHLAL ENGELLİLERE KARŞI Kılıç, TİHEK”e gelen başvuruların önemli bir kısmının engellilik temelli ayrımcılık üzerine olduğunu belirterek “Anayasal güvenceye rağmen engelli bireyler halen ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyor. Bu konuda ses getiren kararlar aldık” dedi. İnsan hakları eğitimine büyük önem verdiklerini söyleyen Kılıç, 30″dan fazla üniversiteyle iş birliği yaptıklarını, yaz döneminde yeni eğitim programları başlatacaklarını ve sertifika verildiğini kaydetti.
Source: Kerim Cengi̇l
Cemil Tugay da seçim öncesi ulufe dağıtmış
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, geçtiğimiz günlerdeki grev krizinin ardından, Tunç Soyer”in yerel seçimlere beş gün kala sendika ile imzaladığı Toplu İş Sözleşmesinin e belediyeye ağır mali yük getirdiğini ve işçi çıkarmanın kaçınılmaz hale geldiğini ifade ederek, selefini sorumsuzlukla suçladı. Ancak Tugay”ın da Karşıyaka Belediye Başkanı olduğu geçen dönemde, seçime 9 gün kala benzer bir sözleşmeye imza attığı ortaya çıktı. Bu sözleşmeye göre Karşıyaka Belediyesi işçilerine uygulanan günlük yevmiye tutarı, 1 Mart 2024 itibarıyla bin 500 TL olarak belirlendi. Ayrıca, kamu kurumlarındaki ilk hizmet yılına göre her yıl için 2 TL kıdem zammı uygulanacağı kayda geçirildi. RAKAMLAR ARASINDA FARK YOK Yeni işe alınacak işçiler içinse asgari ücretle başlatılacağı, takip eden aydan itibaren meslek gruplarına göre taban yevmiyelerin yüzde 70″inin uygulanacağı belirtildi. Sosyal hakların ise eksiksiz uygulanacağı ifade edildi. Sözleşmede ayrıca, ikinci yıldaki ücret artışı da 01 Mart 2025 itibarıyla, 28 Şubat 2025″te alınan günlük ücrete, TÜFE + 3 puan, 01 Eylül 2025 itibarıyla, 6 aylık dönemde gerçekleşen TÜFE oranında bir artış daha uygulanacağına yer verildi. AK Parti Grup Sözcüsü Uğur İnan Atmaca, 13 Haziran 2025″teki İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi”nde söz alarak Başkan Tugay”a Karşıyaka döneminde imzalanan TİS”in detaylarını hatırlatıp, “Bu sözleşmedeki rakamlarla Büyükşehir”de gündem olan sözleşme arasında bir fark var mı?” sorusunu yöneltti. Tugay ise bu soruya, “Ne zaman imzaladığımız sözleşme? Hangi sözleşme?” yanıtını verdi.
Source: Ertan Gürcaner
İsrail ordusu Gazze Şeridi”ni vurdu: 59 Filistinli öldü
İsrail askerleri, Gazze Şeridi’nin orta kesimindeki Netzarim Koridoru çevresinde ve güneydeki Refah kentinin batısında kurulan sözde insani yardım dağıtım merkezlerinde yardım almak için bekleyen Filistinlilere ateş açtı. AA nın aktardığı habere göre; Gazze Şeridi’nin orta kesimindeki Deyr el-Belah ve Gazze kentinin kuzeydoğusundaki Tuffah Mahallesi’nde 2 evin vurulması sonucu 6 kişi öldü. İsrail ordusu ayrıca, Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Beyt Lahiya ve Sudaniye bölgelerinde yardım kamyonlarının giriş güzergahını hedef aldı. Yardım almak için bekleyenlere yönelik söz konusu saldırılarda 17 Filistinli hayatını kaybetti. Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus kenti ile Gazze Şeridi nin kuzeyindeki Tel ez-Zatar bölgesinde yardım dağıtım noktalarında bekleyen sivillere İsrail güçlerince ateş açılması sonucu pek çok kişi yaralandı. Gazze Şeridi nin orta kesimindeki Nusayrat Mülteci Kampı nda bir eve düzenlenen saldırıda 13, kuzeydeki Gazze kentine bağlı Et-Tuffah Mahallesi nde bir grup Filistinliyi hedef alan saldırıda ise 3 kişi yaşamını yitirdi. İsrail ordusunun, Gazze nin kuzeyi, güneyi ve orta kesiminde evlere, yerinden edilmiş kişilerin barındığı çadırlara ve sivillerin toplandığı yerlere düzenlediği diğer saldırılarda 20 kişi hayatını kaybetti. İsrail, 27 Mayıs’tan bu yana Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası yardım kuruluşlarının denetimi dışında, ABD-İsrail güdümlü Gazze İnsani Yardım Vakfı nı devreye sokarak sözde yardım dağıtımı gerçekleştiriyor. Ancak bu yapı, BM tarafından tanınmıyor ve Filistinli gruplarca reddediliyor. Hamas, bu sistemi ölüm tuzakları olarak nitelendiriyor. İsrail, 2 Mart’tan bu yana Gazze Şeridi’ne giriş sağlayan tüm kara sınır kapılarını kapalı tutuyor. Yardım taşıyan yüzlerce kamyonun geçişi engellenirken, yalnızca sınırlı sayıda aracın Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı’ndan geçmesine izin veriliyor. Oysa Gazze nin günlük en az 500 yardım kamyonuna ihtiyacı bulunuyor. İsrail ordusunun 7 Ekim 2023’ten bu yana saldırılarını sürdürdüğü Gazze de, yoğun bombardıman, aç bırakma, zorla yerinden etme ve altyapının yıkımı sonucu büyük bir insani felaket yaşanıyor. Uluslararası kamuoyunun ve Uluslararası Adalet Divanının ateşkes çağrılarına rağmen İsrail in soykırım boyutuna varan saldırıları aralıksız sürüyor.
Source: Habertürk
Dehşeti gizli kamera ortaya çıkardı! Böyle anne olmaz olsun!
İstanbul Ataşehir de kan donduran bir olay meydana geldi. İnönü Mahallesi nde yaşayan Bekir Kor, yaklaşık 7 ay önce 4 yaşındaki kızının vücudunda çizikler ve morluklar olduğunu fark etti. EVE GİZLİ KAMERA KOYDU DHA daki habere göre çocuğun sürekli, Annem beni dövüyor demesi üzerine eve gizli kamera yerleştiren Bekir Kor, Cezayir asıllı eşi Hafsa O. nun kızına şiddet uyguladığı anları kaydetti. EŞİNE BOŞANMA DAVASI AÇTI Görüntülerle birlikte savcılığa giderek suç duyurusunda bulunan baba Bekir Kor, eşine karşı boşanma davası da açtı. Bu süreçte evi terk eden Hafsa O., 5 ay boyunca iletişim kurmadıktan sonra çocuğunu görme bahanesiyle Bekir Kor u aradı. ÇOCUĞUM KAÇIRILDI İDDİASI Çocuk annesiyle vakit geçirirken su almaya gittiğini söyleyen Bekir Kor, 4 yaşındaki kızı alan anne Hafsa O. nun sokağa birlikte geldiği kişilerle birlikte lüks bir araca binerek kaçtığını iddia etti. Eşinin, cumhuriyet savcılığı tarafından gönderilen tebligatı gördükten sonra çocuğu kaçırdığını iddia eden Bekir Kor, tüm yasal haklarını kullanacağını söyledi. OYNARKEN DÜŞTÜ DİYORDU Kızına ve eşine ulaşamayan baba Bekir Kor, “Çocuğuma şiddet uyguluyormuş. Ben akşam eve geldiğimde çocuğumun suratı morarmıştı, yaralar vardı. Sorduğumda bana, Kendisi düştü. Oynarken düştü falan diyordu. Sonra sosyal medya hesaplarındaki yazışmalarında arkadaşlarına övünerek çocuğu nasıl dövdüğünü anlattığını gördüm. Yazışmalarında çocuğu evde yalnızken dövdüğünde ağlamadığını, sadece korktuğunu ama evde ben varken çocuğun ağlayarak benim yanıma geldiğini anlatmış. YANIMDA DA DÖVÜYORDU Ben de Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ne başvuru yaptım. Onlar geldiler, 2 dakika görüşüp, gittiler. Sonra da bir şey takmadı. Bunun üzerine ben de eve kamera taktım ve bu görüntüler ortaya çıktı. Benim önümde bile dövdüğü oluyordu. Çocukta darp izi vardı tabii ki, ama her sorduğumda, Düştü diyordu. Bu görüntüler ortaya çıkınca kendisinin çocuğa şiddet uyguladığı kesinleşti dedi. TEBLİGAT GELİNCE, ÇETELERİ ARKASINA ALIP GELDİ Eşinin çocuğunu kaçırdığını söyleyen Kor, Ben bu görüntüler üzerine suç duyurusunda bulundum ve boşanma davası açtım. O süreç devam ediyor. Benden ve çocuğumdan uzak olması için tedbir kararı çıktı. Ben suç duyurusunda bulunduktan sonra eşim evi terk etti ve 5 ay gelmedi. Sonra savcılık dava açtı. Tebligat gelince, ertesi gün, çeteleri de arkasına alıp geldi. Çocuğu görmek istediğini söyledi. Ben o çeteyi görmemiştim. Buradaki sokakta çeteyi gördüm, lüks bir ciple bekliyorlardı. Ben markete girip, su aldım. Çocuk eşimin yanındaydı. Marketten çıktığımda çocuğu o lüks cipe bindirmişler, kaçıyorlardı. Meğer çocuğu kaçırmak için gelmişler dedi. ÇOCUĞUMUN HAYATINDAN ENDİŞELİYİM Savcılığa tekrar müracaat edeceğini söyleyen Kor, Ben çocuğumdan 4-5 gündür haber alamıyorum. Eşim ortada yok. Sırra kadem bastı. Çocuğumun hayatından endişeliyim. Çünkü çocuğum onu yıllardır şiddete ve istismara maruz bırakan kişinin yanında. İkisinin de nerede olduğunu bilmiyorum. Yasal haklarımı sonuna kadar kullanacağım. Yarın, savcılığa tekrar müracaat ederek sokaktaki kamera kayıtlarını talep edeceğim. O kaçırma anı olurken tanık olanların dinlenmesini de talep edeceğim dedi.
Source: Habertürk
Polis ile iş insanı yumruk yumruğa kavga etti
Denizli”de iddiaya göre bir kadın sürücü çocuklarıyla beraber seyir halinde ilerlerken yayaya yol vermek için aracını yavaşlattı. Bu esnada arkadan gelen bir polis, takip mesafesini koruyamadığı için otomobile çarptı.
Kadının eşi olay yerine gelince polis ile aralarında tartışma çıktı. Tartışmanın büyümesi üzerine polis ile kadın sürücünün eşi yumruk yumruğa birbirine girdi.
Çevrede bulunan vatandaşlar ise hiçbir müdahalede bulunmadan olayı izledi.
“ÇOCUKLARININ ÖNÜNDE BÖYLE VURAMAZSIN”
Olayla ilgili sosyal medya üzerinden açıklama yapan Uzman Dr. Dağıstan Ayan ise polisle kavgaya karışan şahsın kız kardeşinin eşi olduğunu söyledi.
Ayan, olayı şöyle anlattı:
“Bu videoda polisle kavga eden kişi kız kardeşimin eşi. Denizli’de saygın bir iş insanı. Şu dünyada görüp görebileceğiniz en naif, en kibar insanlardan biridir belki. Kız kardeşim çocuklarıyla birlikte aracı sürerken yayaya yol vermek için yavaşlıyor ve bu polis memuru hızlı geldiği için ve takip mesafesini korumadığı için duramıyor ve arkadan vuruyor arabaya. Ardından eniştem olay yerine geliyor, tartışmalar vs derken malesef bu görüntüler ortaya çıkıyor. Olay ne olursa olsun, kalkıp çocuklarının, eşinin önünde bir insana vuramazsın. Sen devletin memurusun, ortada bir suç varsa gerekirse çağırırsın ek ekip, adli işlemini yaparsın. Vurmak ne demek ya?”
Source: Ümit Karadağ
Yıldız Teknik’te Gençliğe Hitabe’yi okumak suç oldu
Üniversitelilere gönderilen evrakta şu suçlama yer aldı: “Gençliğe Hitabe’yi okuyup ücretsiz yiyecek ve içecek ikramında bulunmuştur” denildi
‘BOYKOT KAFE’
Öğrenciler, kampüste bulunan ve İBB’ye yönelik operasyonlar sonrası Özgür Özel’in açıkladığı “boykot listesinde” yer alan EspressoLab önünde “Boykot Kafe” açarak ikram standı kurdu.
Soruşturma açılan Yıldız Teknik Üniversitesi Gemi Mühendisliği öğrencilerine gönderilen evrakta şöyle denildi: “Kendilerine yapılan ikaz ve uyarıları dikkate almayan öğrenci grubu Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okuyarak, müzik ve eğlence eşliğinde ücretsiz dağıtılan yiyecek ve içecek ikramında bulunmuştur.”
Source: Haber Merkezi
Yapay zekâ sorgusu
Senaryosunu Zafer Külünk’ün yazdığı, başrollerinde; Belçim Bilgin, Onur Tuna ve Ayça Varlıer’in yer aldığı Other Me adlı kısa filmin çekimleri tamamlandı. Yönetmenliğini Cankut Kaan Bolat’ın üstlendiği film, kadın kimliğini, toplumsal rolleri ve teknolojinin karanlık yüzünü sorgulayan yapısıyla dikkat çekiyor. “HAYALİM GERÇEK OLDU” Other Me nin yapımcılığını; Zafer Külünk ve Cankut Kaan Bolat birlikte üstlenen, ilk kez yapımcılık deneyimi yaşayan Belçim Bilgin filmi; ilk bebeğim olarak tanımlayarak şunları söyledi: Çok uzun zamandır hayalini kurduğumuz bir projenin gerçekleşmesinin büyük heyecanını ve mutluluğunu yaşıyoruz. Bu proje benim için çok özel; adeta ilk bebeğim gibi. Geliştirdiğimiz birçok proje vardı ama ilk hayata geçen bu oldu. Ezber bozan bir bilim – kurgu türünde olması, sürecin baştan sona bambaşka bir emekle ilerlemesini gerektirdi. İnanılmaz bir ekip bir araya geldi. Tüm departmanlar adeta all-star kadro gibiydi. Saç-makyajdan sanat ekibine, senaristimiz Zafer Külünk’ten yönetmenimize, projeye dâhil olan herkes işine duyduğu saygı ve verdiği emekle büyük fark yarattı. Bu süreç, benim için gerçekten bir doğum gibiydi. Hayatım boyunca iyi bir insan olma çabasında olduğumda, hep mucizelere tanıklık ettim. Bu set de bana gösterdi ki, doğru kurulmuş ekiplerle yeni anlatacağım hikâyelerde de bu mucizeler yeniden ortaya çıkabilir. Çok mutluyum. Bu artık benim için bir inanç hâline geldi; bilgimin, hissimin teyidini alıyorum. Her bir alanla ilgili bilgi sahibi olmak bana çok iyi geldi. Bundan sonra da bu tür hikâyeler anlatmaya devam edeceğim. 2037 DE YAŞANIYOR Other Me ; kadınların güvensiz bir dünyada kendilerinin yerine yapay zekâyla klonlanmış robotlarını toplum içine gönderdiği bir evrende geçiyor. Belçim Bilgin, filmde hem kendisini hem de insan görünümündeki robot versiyonunu canlandırıyor. Bizim evrenimizde robotlar çok insanlaşmış durumda. Aradaki fark neredeyse yok. Robotlar duygusal bağ kurmayan, her şeyi gözlemleyen ama yorumlamayan varlıklar. Bu da insanı insan yapan temel farkı gözler önüne seriyor diyen Belçim Bilgin, teknolojinin sunduğu kolaylıklarla birlikte getirdiği tehlikeye de dikkat çekiyor. “KENDİ YAPAY ZEKÂ AVATARIMLA HİKÂYELER ÜRETİYORUM” Belçim Bilgin ayrıca yapay zekâya olan ilgisini şu sözlerle dile getiriyor: Uzun zamandır kendi yapay zekâ avatarımla hikâyeler üzerine çalışıyorum. Bu süreçte yapay zekânın yaratım gücüne olan katkısını net biçimde gördüm. Geçirdiğim bir kaza sonrasında bu fikirler daha da olgunlaştı. Yakında bu çalışmaları da paylaşacağım. Daha önce Bağlantı Hatası filminde birlikte rol alan Belçim Bilgin ile Onur Tuna, bu kez 2037 de geçen distopik bir evrende geçen yeni projeleriyle izleyicilerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Belçim Bilgin, birlikte çalıştığı Onur Tuna için; Bu bağlantı hiçbir zaman kopmaz. Olağanüstü bir insan. ‘Bağlantı Hatası’nda hatayı konu almıştık, bu filmde ise bambaşka bir evrende, 2037 de bir aradayız. Onur işin içinde olarak büyük katkı sağladı. Evrenin erkek dünyası, kadının evrileceği yere ilerlerken onun soğukkanlı ama güçlü duruşu hikâyenin anlamını ortaya çıkardı. Ben hep Onur’la çalışmak isterim” ifadelerini kullandı. Filmin distopik dünyasını anlatan Onur Tuna ise projeyle ilgili şunları söyledi: Elimizde diskopatik bir dünya var. Ancak bu dünya aslında bugünün gelecek korkularını, kadın haklarının gidebileceği noktayı ve teknolojinin kadınların hayatına etkisini anlatıyor. Benim karakterim, kadınların ne kadar zorlandığını, erkeklerin ise bazen farkında olmadan bu dünyayı anlayamayan noktaya geldiğini gösteriyor. Erkekleri kötülemeden, eksik yanlarımızı nasıl tamamlayabileceğimizi sorgulayan bir karakteri canlandırıyorum ve bu rolü oynamaktan keyif alıyorum. TEKNOLOJİYLE MESAFELİ ONUR TUNA: GHAT CPT BİLE YÜKLEMEDİM Teknolojiye mesafeli biri olduğunu söyleyen Onur Tuna; Benim teknolojiyle aram yok denecek kadar az. Bir ‘Ghat CPT’ bile yüklemedim telefonuma. Yapay zekaya bugüne kadar hiç soru bile sormadım. Ama bu durumu iyi yönde kullanan çok arkadaşım var. Film de aslında bu dengenin altını çiziyor. Teknolojinin iyi yanları kadar, kötü yanları da var. Mesela bizim sektörde kareler yakalamak için kullanılan dronelar, bugün silahlı hale gelebiliyor. Bir robotum olsaydı, onun işini doğru yapıp yapmadığını sürekli kontrol ederdim. Michelangelo’nun Bacchus heykelini bir makine üç saatte yapabiliyor. Bu hızlı üretim, beraberinde hızlı tüketimi getiriyor. Bu noktada ‘Michelangelo’yu unutalım mı o zaman?’ diye sormak gerekiyor” dedi. İNSANSI ROBOTLAR EVDE TEMİZLİK YAPSA HARİKA OLUR Filmde, insan benzeri android robotların üretildiği bir fabrikanın görevlisin canlandıran Ayça Varlıer de projede yer almaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi. Varlıer, duygularını; Belçim Bilgin’in projesi olduğu için ayrıca heyecanlıyım. Kendisiyle 15 yıldır arkadaşız. Teklif geldiğinde çok mutlu oldum. Sürprizlerle dolu bir hikâye izleyicileri bekliyor” şeklinde dile getirdi. Teknolojiyle arasının mesafeli olduğunu söyleyen Ayça Varlıer, su konuda şunları söyledi; Teknolojiyle aramın aslında çok iyi olması gerekiyor ama yaşımdan dolayı bazen kafam karışıyor. Bu konuda erkek arkadaşım bana yardımcı oluyor. Akıllı telefon, akıllı televizyon ve iPad kullanabiliyorum ama daha karmaşık işlerde mutlaka destek alıyorum. Ev robotlarına henüz geçmedim ama bir robotum olsaydı, temizlik yapmasını çok isterdim. Yer silen robotlar var ama benim kadar iyi silemiyorlar. Yeri elle silip cillop gibi yapmayı severim. Bu filmdeki gibi insansı robotlar evde olsa ve bütün gün temizlik yapsa harika olurdu. Yapay zekânın sektöre etkisine de değinen Ayça Varlıer; Yapay zekâ bizden çok üstün bir zekâya ulaştığı günler geliyor. Asıl korkutucu olan, bilinç kazanan bir yapay zekâ. Hollywood da 8 ay süren grev de, yapay zekânın oyunculuğun ve yazarlığın önüne geçmesini engellemek için bazı düzenlemeleri gündeme getirdi. Yapay zekâ, her geçen gün daha da akıllanıyor. Evet, korkuyorum ama yine de yapay zekânın oyunculuğu tamamen ele geçireceğine inanmıyorum.” diye konuştu. GERÇEK KADIN MI TASARLANMIŞ KOPYA MI? Yakın gelecekte geçen Other Me , güvenlik amacıyla tasarlanmış kadın robot modelleriyle dolu bir dünyada, Kendi yedeği olarak hayatına eşlik eden bir robotun vahşice saldırıya uğraması sonrası travma yaşayan Melissa adlı bir kadının içsel ve dışsal dönüşüm hikâyesini anlatıyor.
Source: Habertürk
Haziran SED ödemeleri yatıyor!
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından çocukların sosyal açıdan desteklenmesi ve eğitim giderlerinin karşılanması için verilen Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) ödemelerinin hesaba yatırıldığı duyuruldu. Peki, SED ödemesinin yatıp yatmadığını nereden sorgulanır? İşte, 2025 Haziran SED ödemesi detayları ile sorgulama ekranı… SED ÖDEMELERİ HESAPLARA YATIRILDI Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Çocukların sosyal açıdan desteklenmesi ve eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması için haziran ayına ilişkin 1 milyar 227 milyon lira tutarındaki SED ödemesini hesaplara yatırdık dedi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, yaptığı açıklamada, çocuklara yönelik çalışmalara özel önem verdiklerini ve çocukların farklı ihtiyaçlarını gözeterek hizmetleri çeşitlendirdiklerini bildirdi. Çocukların aile ortamında büyümelerinin, toplumsal değerlerin korunmasında önemli bir rolü olduğunu hatırlatan Bakan Göktaş, Sosyal Ekonomik Destek hizmeti ile çocukları, ailelerinin yanında ve sosyal çevreleri içerisinde desteklediklerini ifade etti. Bakanlık olarak, çocukların eğitimli, sağlıklı ve kendine güvenen birer fert olarak yetişmeleri, güvenli ve sevgi dolu bir aile ortamında büyümeleri için gayretle çalıştıklarının altını çizen Bakan Göktaş, bu kapsamda, Çocukların sosyal açıdan desteklenmesi ve eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması için haziran ayına ilişkin 1 milyar 227 milyon lira tutarındaki Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) ödemesini hesaplara yatırdık dedi. SED ÖDEMELERİ SORGULAMA İÇİN TIKLAYINIZ
Source: Habertürk