Vahşi bir dünya
Vazgeçilmez dört elementten biri olan havayı yine paramparça ediyor bombalar, füzeler… Doğal yerinden koparılıp insanın elinde oyuncak olmuş ateş, gecenin karanlığını kızıla boyuyor. Artık dizginlenemez bir hal almış İsrail devletinin İran’a saldırısıyla başlayan korkunç savaş ekranlardan felaket görüntüleri halinde akıyor evlerin içine. Ama yaşandığı yerlerde görüntüler değil, söz konusu olan, yıkılmış binalar, göğe yükselen alevler, ölen insanlar… Ne kadar vahşi bir dünyada yaşıyoruz ve ne zaman artık bundan daha beteri olmaz desek, vahşetin dozu biraz daha artıyor. YURTTA SULH, CİHANDA SULH Dünyanın savaşları değil, barışı önemseyen devlet adamlarına çok ihtiyacı var. “Yurtta sulh, cihanda sulh” asla boşuna söylenmiş bir söz değil, ömrü kanlı savaş meydanlarında geçmiş bir askeri dehanın “savaşın aslında bir cinayet olduğunu” ta içinden bilmesinden, ekranlarda göre göre bir süre sonra kanıksamaya başlanan trajediyi bizzat yaşamış olmasından, yüreğinde hissetmesinden kaynaklanan, son derece içten, son derece hakiki bir parola. Savaşın korkunçluğunu gördükçe daha iyi anlıyor bunu insan. Bu sözün sahibi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü ve boğazların statüsünü değiştiren Montrö Antlaşması Türkiye’nin kanlı II. Dünya Savaşı’nın dışında kalabilmesinde önemli bir etken olmuştu. Ortadoğu’da etrafımızdaki kanlı ateş çemberi giderek daralırken aynı öngörü gösterilebilecek mi, bilmiyorum. Bunun başarılabilmesi için, ufku giderek belirsizleşen bu fırtınalı denizde önce gemisini düşünecek, önce onu sağlama alacak kaptanlara ihtiyaç var. Oysa bizim gemimizde hiç huzur yok, bütünleşme yok, gemi içinden parçalanmış gibi. Etrafımızda çepeçevre savaş tamtamları gümbürderken akla yatkın olan davranış ülke içinde yumuşamayı ve normalleşmeyi sağlamak değil midir? Maalesef bizde böyle olmuyor. İçeride de bir savaş yaşanıyor sanki. Seçilmiş belediye başkanları tutuklanıyor, tutuklama dalgaları birbirini izliyor, bütünleşmeye çalışmak yerine giderek parçalanıyoruz. OYA TEKİN Bugün size söz konusu dalgalardan birinde, tutuklanan bir kadın belediye başkanından söz edeceğim. Bu erkek egemen gri dünyada kadınlar genellikle geride kalır, geride bırakılır. Ne ilginç, tutuklandıklarında bile eşitlik sağlanmıyor. Onlardan daha az söz ediliyor. Oysa Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin birikimiyle, mücadelesiyle, bir kadın hukukçu olarak onurlu ve dik duruşuyla mutlaka konuşulması gereken bir isim. Ben Oya Tekin ve onunla birlikte tutuklanan hukukçu eşi Celal Tekin ile 2022’de Adana Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda Yılmaz Güney’in “Boynu Bükük Öldüler” adlı oyununu sahneye koyarken tanıştım. O sırada CHP’nin Adana kadın kolları başkanıydı. Provaların yürüdüğü ama prodüksiyon sürecinin tıkandığı, benim de çokça bunaldığım, deyim yerindeyse içimin karardığı bir gün, sevgili dostum Fırat Demirağ ile birlikte Oya Tekin’in evine davet edildim ve içim aydınlandı. Çünkü sevgili Oya Tekin ve kendisi gibi serbest avukatlık yapan eşi Celal Tekin sayesinde kendimi sanatçıya dost, kültüre dost, aydınlık insanların içinde buldum. Sonra da elimden geldiğince izlemeye çalıştım Oya Tekin’i. Çünkü kendi deneyimimden de yola çıkarak, bu ülkede üretken kadınların hangi zorluklardan geçe geçe, nasıl tırnaklarıyla kazıya kazıya ilerlediklerini biliyorum. Daha sonra milletvekili aday adayı oldu, çok istedim onun gibi bir kadın milletvekilinin Meclis’e girmesini ama olmadı. 1991’den beri serbest avukatlık yapan, Adana’da özellikle kadın hakları ve çevre sorunları konusundaki hemen her örgütlenmenin ilk saat işçisi olmuş Oya Tekin daha sonra Seyhan Belediye başkanı seçildi. Seyhan ve Adana adına çok sevindim bunu duyunca. Çünkü çevreye dost, sanata dost, kültüre dost, insan ve kadın hakları konusunda son derece birikimli bir hukukçu kadın başkanla her kentimizin çok şey kazanacağını biliyorum. Giderek uygarlıktan uzaklaşan bir dünyada, “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesine bir an önce dönmesi gereken Türkiye’nin Oya Tekin gibi kadın siyasetçilere hapishanede değil, görevlerinin başında ihtiyacı var. Oya ve Celal Tekin çiftinin tüm diğer tutuklu belediye başkanları, bürokratlar ve iş insanlarıyla birlikte bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum. Tutuklama bir cezalandırma aracı değildir, olmamalıdır.
Source: Ayşe Emel Mesci