Yerelden merkezi iktidara yürümek ve Manisa örneği
Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 31 Mart 2024 yerel seçimlerini kazanıp ülkenin birinci partisi olunca, yerel yönetimlerde başarılı hizmetlerle halkın güvenini kazanıp buradan merkezi iktidara yürümeyi, temel siyasal yönseme olarak belirledi. Bu bağlamda, son olarak, Balıkesir Bandırma’da nüfusu 100 bini aşan CHP’li 101 belediye başkanı bir araya geldi. Ortak hedeflerini ve sorunlarını görüştüler. Muhalefetin merkezi iktidara yürüme hedefinin ayırdında olan iktidar bloku da; CHP’li belediyeleri ve başkanları çalıştırmayıp, başarılı olmamaları için elinden gelen engellemeleri yapıyor. CHP’li yerel yönetimleri olabildiğince itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bu engellemeleri ve saldırıları göğüslemenin yolu, hizmeti çok yönlü güçlendirmekten ve halkla bütünleşmekten geçiyor. CHP’Lİ BELEDİYELERDE DURUM CHP’li başkanların ve belediyelerin bunu nasıl başarabileceği, son olarak Manisa örneğinde çarpıcı biçimde görüldü. Talihsiz bir olayla erken yaşta aramızdan ayrılan Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek, çalışma anlayışıyla ve hizmetleriyle kentini kucaklamıştı. Tüm Manisalılar başkanlarına sahip çıktılar. Onun cenaze töreni sevgi seline dönüştü. Manisa’da 78 yıl sonra kazanılan seçim başarısı da, halkın güveninin ve desteğinin nasıl kazanılabileceğine çarpıcı bir örnek olmuştu. Biz, seçim sonrası, Başkan Zeyrek ve CHP İl Başkanı İlksen Özalper ile yaptığımız söyleşiyi; “Manisa başarısı tüm yönleriyle irdelenmeli ve siyaset yeniden yapılanırken ‘örnek bir siyaset ve seçim modeli’ olarak değerlendirilmeli” diye vurgulamıştık. Geniş kitlelerin Manisa örneğinin ayırdına varması, ne yazık ki acı bir olayla oldu. PİRİŞTİNA – ZEYREK BENZERLİĞİ Biz aslında yıllar önce İzmir’de kaybettiğimiz rahmetli başkanımız Ahmet Piriştina ile geçtiğimiz günlerde Manisa’da kaybettiğimiz Ferdi Zeyrek başkanımızın hikâyeleri arasında önemli bir benzerlik görüyoruz. Erken yaşlarda ve en verimli dönemlerinde hayata veda eden başkanlar; yerel yönetimlerde önemli başarılar elde ettiler. Siyaset ve çalışma anlayışlarıyla, kentlerinde hemşehrilerinin güvenini ve desteğini kazandılar. Aslında bir bakıma onlar yerel yönetimlerde rol model oldular, isimlerini unutulmayacaklar arasına yazdırdılar. Bunun en önemli nedeni, toplumcu anlayışları ve tüm halkı kucaklamalarıydı. Biz, yerel yönetimlerdeki sosyal politikaları çok önemsiyoruz. Başarının yolunun halkla bütünleşmekten geçtiğini düşünüyoruz. ‘FERDİ ZEYREK YEREL YÖNETİM AKADEMİSİ’ Türkiye’de sol ve sosyal demokrat siyasetin yerel yönetimlerde önemli bilgi ve deneyim birikimi vardır. Günümüzün yerel yöneticileri de böylesi güçlü bir geleneğin sürdürücüsü ve günümüzdeki temsilcileri olduklarını unutmamalıdır. Bu durum, günümüzün muhalif belediye başkanlarına bir yandan güç verirken, diğer yandan önemli sorumluluk yüklemektedir. Biz, günümüzün ana muhalefet partisi olan, ama aynı zamanda yakın bir gelecekte ülkeyi yönetmeye hazırlanan CHP’de; yerel yönetimlerdeki sürece destek verecek bir akademi oluşturulmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. Aslında 31 Mart sonrasında, Eskişehir’in efsane başkanı Yılmaz Büyükerşen hocanın koordinesinde böyle oluşum gündeme gelmişti. O oluşumun bu dönem daha ciddi ve kalıcı bir yapıya ulaştırılmasını bekliyoruz. Hem günümüzün yerel yöneticilerine destek olacak, hem de geleceğin yerel yöneticilerini yetiştirecek ‘Ferdi Zeyrek Yerel Yönetim Akademisi’nin oluşturulmasını öneriyoruz. Unutulmamalıdır ki ülkemizde sol ve sosyal demokrat siyaset, yerel yönetimlerin başarısı üzerinde yükselecek ve yerelden merkezi iktidara yürüyecektir. *** Attilâ İlhan 100 yaşında İçinde bulunduğumuz günler, İzmir’den yetişen ülkemizin önemli düşün ve yazın insanı Attilâ İlhan’ın 100. yaş dönümüdür. Onu 100. yaşında, saygıyla ve sevgiyle anıyoruz. Yazın dünyamızın unutulmaz ‘Kaptan’ı, edebiyatımıza kazandırdığı pek çok eserle, aslında günümüzde de yaşıyor. Bizce Attilâ İlhan’ın en önemli özelliği, onun çok yönlülüğüdür. İlhan; usta bir şair, yazar, gazeteci, senarist, eleştirmen ve düşün insanıdır. Kısacası, o bütün yönleriyle ve edebi zenginlikleriyle, tam anlamıyla bir ekol ve okuldur. ATTİLÂ İLHAN VE İZMİR 15 Haziran 1925 tarihinde İzmir’in Menemen ilçesinde dünyaya gelen Attilâ İlhan, ilk ve orta öğrenimini Karşıyaka’da yapmıştır. O aynı zamanda eski bir Atatürk Liselidir. Lise eğitimi sırasında mektuplaştığı bir kıza gönderdiği Nâzım Hikmet şiirleri nedeniyle, komünizm propagandası nedeniyle tutuklanmıştır. Görüldüğü gibi; İzmir’in, Attilâ İlhan’ın yetişmesinde, düşün ve yazın hayatının oluşmasında, önemli etkileri vardır. O da her daim bu etkileşimi önemsemiş ve yurtdışında geçen eğitim yıllarından sonra farklı dönemlerde İzmir’e gelerek çalışmalarını sürdürmüştür. ‘DEMOKRAT İZMİR’ YILLARI Attilâ İlhan’ın İzmir’le etkileşiminin en yoğun olduğu ve kentle bütünleştiği yıllar, dönemin önemli bölgesel yayını ve mücadele gazetesi olan Demokrat İzmir’deki yayın yönetmenliği dönemidir. Demokrat İzmir, güçlü ve etkili muhalif bir gazeteydi. Biz de o yıllarda pek çok İzmirli ve Egeli muhalif yurttaş gibi, ailecek Demokrat İzmir’in sürekli ve düzenli okuruyduk. Attilâ İlhan’la hiç tanışamadık. Ancak Milli Kütüphane caddesinde bulunan Demokrat İzmir’in günümüzde artık olmayan binasının tahta merdivenlerinden çıkmışlığımız vardır. Eski bir Demokrat İzmir yazarı olan rahmetli kayınpederimiz Burhan Esen’den, Attilâ İlhan ve Demokrat İzmir üzerine pek çok anı da dinledik. İLHAN’LARI SAHİPLENMEK İlhan kardeşler, başta Attilâ İlhan olmak üzere, hukukçu-yazar Av. Cengiz İlhan ve sinema-tiyatro oyuncusu Çolpan İlhan; Karşıyaka’nın, İzmir’in yetiştirdiği önemli değerlerdir. Biz, geçmişte yakın dostlarımız olan İzmir Barosu’nun eski başkanlarından Güney Dinç ve İskender Özturanlı gibi Cengiz İlhan’ı da yakından tanırdık. Cengiz bey de İzmir Barosu’nun kültürel yönü güçlü yazar başkanlarındandı. Özellikle İzmir tarihi üzerine önemli çalışmaları vardı. İzmir’in, başta bugünlerde 100. yaşını kutladığımız Attilâ İlhan olmak üzere, bu değerli isimlere daha güçlü biçimde sahip çıkması gerektiğini düşünüyoruz. Onların anılarını yaşatmak, günümüze ve geleceğe taşımak, İzmirliler olarak ortak sorumluluğumuzdur. *** Manisa CHP’nin acı günleri CHP Manisa İl Örgütü, son günlerde ardı ardına yaşanan kayıplarla acı günler yaşıyor. Önce, Tariş yıllarımızdan tanıdığımız CHP’nin eski il başkanlarından Mustafa Temiz’in oğlu Güney Temiz, kalp krizi sonucu vefat etti. Manisa Büyükşehir’de görevli olan sevgili Güney kardeşimiz, hem Manisa’da ve hem de İzmir’de siyaset – basın çevrelerinde çok seviliyordu. Onun ani kaybı CHP’lileri acıya boğdu. Sonra, 1970’lerde CHP Manisa il başkanlığı yapan, İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi eski başkanlarından Orhan Ayber dostumuz, Manisa’da toprağa verildi. Aynı günlerde CHP Manisa İl Başkan Yardımcısı Emine Dilek Öğren’in oğlu Cemre Öğren’in vefatı, CHP’lileri acı içinde bıraktı. Bir başka acı haber de Salihli’den geldi. Önceki dönem kadın kolu başkanı Av. Dilek Kuzulu Yüksel, Salihli’de toprağa verildi. Son büyük acı ise, talihsiz bir şekilde hayatını kaybeden büyükşehir başkanı Ferdi Zeyrek’in vefatıydı. Ferdi başkan, yalnızca CHP’lileri ve Manisalıları değil tüm Türkiye’yi acıya boğdu. Cenazesi her görüşten insanın katıldığı bir sevgi seline dönüştü. Çok yakın bir dostunu ve mücadele arkadaşını kaybeden CHP lideri Özgür Özel’in gösterdiği vefa, dayanışma, sahiplenme; ülke ölçeğinde takdirle karşılandı. Zeyrek’i kendi elleriyle toprağa yerleştiren Özel, tüm siyasetçilere örnek oldu.
Source: Mehmet Şakir Örs
Türk rapinin başkaldıran ismi, “cephanesi satırları olan” Çağrı Sinci, Cumhuriyet”e konuştu: ‘Devrimci rapçi’
Teşkilatsız eşkıya ve sivil itaatsiz; cephanesi satırları olan namı diğer Çağrı Sinci. İsyan şart diyor, İndigo ile birlikte söylediği Sivil İtaatsiz şarkısında, artık sebeplerle ilgilen, tek sonuçla değil/ majör medyayla bilgilenme, senin bir beynin var/ baş kaldır, isyan et, yolumdan çekil! Türkçe rap müziğin en özgün, en isyancı, en protest ama bir o kadar da romantik ismi: Bu sabah da sebep buldum ölmemek için ve/ bu sabahki bahanem de sensin yine/ neden bilmem sonbaharda daha güzelsin her zaman olduğundan/ yazdan bile. Sinci, bu çağın ozanlarından. Aşkı da, sevdayı da, isyanı da, dayanışmayı da, kavgayı da satırlarından eksik etmiyor. Son albümü Başkası da, her duyguyu içinde barındıran albümlerinden. Solo konserleriyle birlikte Sinci, Zülfü Livaneli”nin 60″ıncı sanat yılına özel hazırlanan Gökyüzü Herkesindir: 60 Yıllık Livaneli Efsanesi konserlerinde, Grup Mengene (Barış Atay ve Nihat Mugil) ve An Vokal ile Livaneli şarkılarını, o konsere özel yazdığı sözlerle sahnede söylüyor. Sinci, 28 Haziran”da saat 21.00″de, hip hop orkestrası Yeraltı Sakinleri ile birlikte sevenleriyle buluşacak. Sinci ile, son albümü Başkası, Gökyüzü Herkesindir projesi ve yeni projeleri üzerine konuştuk. “MÜZİĞİMİ İRDELEYEBİLİYORUM” – Başkası albümünden başlayalım. Önceki tekli ve albümlere göre hakikaten “başka” bir albüm. Biçim ve form olarak de, tercih edilen üslup olarak de öyle. Bu rap yolculuğundaki bir başkalaşımın ilk adımı mı? Aslında son adımı diyebiliriz. Çünkü o artık sürecin, o başkalaşım sürecinin nihayete erdiği durak burası. Çünkü artık müziğe bakışım da, müziğe yaklaşımım da, yazım üslubum da artık ilk başladığımdan bambaşka bir yerde ve bu albümde onun nişanı gibi oldu. – Belirli bir kitleniz var. Sevenleriniz geleneksel halinizi çok tutuyor. Farklı şeyler denemeye başlandığında homurtular başlar. Bu seni korkutuyor mu? O kadar homurtu yapılacak kadar bir tutarsız bir değişim olduğunu söyleyemem. Sadece belli detayları biraz daha öne çıkarttığım bir albüm oldu. O yüzden kendi stilimin en baskın yerlerini sunduğum için aksine daha bile çok sevildi. Yani hiç eski Ç.S. nerede diyen olmadı. Her albümden sonra ya da her şarkıdan sonra şöyle deniliyor: Artık daha iyisini yapamazsın. En iyisi bu. Benim en iyi albümüm hep beş sene önceden gelir. Şimdi 2018″de herkes, en iyi albüm Modern Zamanlar, Çığlık. Çığlık üstünden çok zaman geçti, Karanlıkı yaptım. Onun üstünden çok zaman geçti, şimdi de en iyi albümün Karanlık diyorlar. Biliyorum ki beş yıl sonra en iyisi Başkası olacak. Ama ben onu mukayese edebilecek kadar kendi müziğimi irdeleyebiliyorum. Bazı insanlar kendi içine bakamazlar. Bir başkasının işi gibi dinleyebiliyorum kendi işlerimi. “UMURSAMIYORUM” – Dinleyicilerinizin ne dedikleri sizin için önemli mi? Ne dediklerini hiç umursamıyorum. – Öyle mi? Evet evet. Müziğimle ilgili söylediklerini hiç umursamıyorum. Hiç kimsenin. Onu da bir kenara bıraktım. Önceden dikkate alıyordum. Halimle, hareketimle ilgili bir şey söylerlerse zoruma gidebiliyordu. Hani bu şarkı olmuş, bu şarkı olmamış hiç umursamıyorum. Ya da böyle şarkı yap dediklerinde falan. Dinleyiciye bırakırsan çok tekrara düşersin. – Başkası’nda diğer eserlerine göre, ne başka? Yaratan olarak senden dinlemek isteriz. Topyekûn her şey aslında. Albümün temel şarkıları benim yıllar boyunca yapıp Çok güzel oldu, dursun dediğim şarkılar. Bir anda bir albüm haline getirdim. Sonra baktım o yolculuğa, o yolculuktaki şarkılara, hep temel konu aslında hep bir yabancılaşma üzerine. Daha içime döndüğümü fark ettim. Çünkü oturayım da şunu yazayım diye yazmıyorum artık. Oturuyorum ve yazıyorum yani. Ne yazdığıma sonra bakıyorum. Ama teknik olarak benim sesimi kullanma şeklim biraz daha oturdu. Ve bence en baskın fark, müzikal fark. Çünkü çok fazla enstrüman yerleştirdim albümün içine. Benim normalde şarkılarım başlar, söz girer, bitene kadar söz vardır. Söz bitince şarkı biter şeklindeydi. İlk olarak Savaş Ceyhan”la çalışırken bunu birazcık aşmaya çalıştık. Çığlık ve Çağrı albümlerinde. Sonra Yeraltı Sakinleri orkestrasıyla müzik yaptıktan sonra aslında şarkının tamamında söz olmaması gerektiğini de anladım. O yüzden biraz da enstrümanlara yer bıraktım. Biraz beatlere yer bıraktım. – Peki bundan sonrası bu çizgide mi ilerleyecek? Bilemiyorum. Bilemiyorsunuz. Hiç. Bundan sonra böyle yapacağım diyemiyorum. MODERN ÇAĞIN OZANI – Senin için modern çağın ozanı desek, katılır mısın? Hem de “lirikal kaliteye” önem verişinin altında yatan nedeni sorayım… Çünkü Başkası da bir nevi, bu etkinin en yoğun görüldüğü albümlerden biri. Ben söze çok önem veriyorum. Daha önce de başka bir röportajda söyledim. Eğer müziksiz okunduğunda anlam ifade etmiyorsa ben o sözleri kullanmıyorum. Herkesin en iyi yaptığı şey var. Ben de kendi adıma hep sözlerimle öne çıkmak istedim. Çünkü bu, rap müziği sevmemdeki en temel etken sebeplerden biriydi, sözdü. İşi nedebiyatla olan ilişkisi beni çok bu müziğe bağladı ve ben de o ilişkiyi hep korumaya ve dozunu arttırmaya çalışıyorum. – Edebiyattan da çok besleniyorsun… Evet, Başkası albümünde bir çok şairden alıntılar var. Ahmet Haşim”den tut Atillâ İlhan”a, Hasan Hüseyin Korkmazgil”e kadar. Bunlar beni besliyor. Sıkıştığım noktada birazcık onların arkasına sığınarak devam ediyorum. Bu metinlerarasılığı da biraz kaliteli yapmaya çalışıyorum. Yani, bir ağacı aşılarlar gibi, yeni bir dalı aşılarlar gibi. – İngilizce öğretmeniydin… Rap yolculuğundaki katkısı ne oldu? Katkısından çok zararı oldu. Çok zamanımı çaldı. Tabii bu sadece öğretmenlik özelinde değil. Bu hayatta kalma kaygıları, ekonomik kaygılar… Dolayısıyla öğretmenlik yapmak zorunda olmam. Ama katkısı da oldu evet. Çok fazla hikâye biriktirdim. Çok fazla insan gördüm. Ve onlar beni besleyen hikâyeler oldu. – Hikâyesi olan şarkılar var mı bu anlamda? Bir hikâyedeki bir detay senin bambaşka bir şey anlatmana sebep oluyor. Bebek şarkısında olduğu gibi, o bebek tamamen gerçek. Ya da Çakmak Gazı şarkısı. Tamamen yaşanmış şeyler. “BAŞKALDIRI HİSSİYATI KARŞILIKLI” – Senin bir duruşun var. Politiksin, protestsin, işçinin ve emekçinin hep yanındasın. Sana proleter rapçi demek istiyorum… Bizim adalet arzumuz o kapıya çıkıyor. Proleter rapçi demek olmaz gibi, çünkü emekçi değilim. Taş taşımışlığım yoktur hayatımda. Ama devrimci rapçi daha iyi olur. Devrimci. O daha çok hoşuma gider. – 19 Mart sürecinde (Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının gözaltı-tutuklanma süreci) sen ve birçok rapçi sokaklardaydınız. Nasıl etkileri oldu, değerlendirebilir misin? Hem olumlu etki etti hem olumsuz etki etti. – Olumlu anlamda nasıl etki etti? Bizi besledi. Yani bize anlatacak şeyler kaldı. Yaptığımız işi yapmaya devam etmek için bir motivasyon, bir direniş alanı yaratmak gibi ama tabii olumsuz olarak çok etkiledi. Umudumu kaybedemem. Umudumu kaybedersem zaten hiçbir şeyi başaramam. O yüzden daha iyiye de gitse, daha kötüye de, biz bir yerde durup bir şeyler anlatmaya çalışacağız. Aslında bu direnişi başlatan çocuklar, gençler. Bizleri dinleyerek yetişmiş çocuklar. Onlarla biz iyi anlaştık. Başkaldırı hissiyatı karşılıklı oldu. O yüzden de biz yerimizi aldık. En azından onlara moral olsun diye. Yoksa ben oraya gitsem de olur, gitmesem de olur. Ama benim orada olmam o çocuklara moral oldu. Ben de zaten o yüzden gittim. Yani birkaç kişi beni görür de a bak bu da gelmiş der diye. – Dönüşler nasıl oldu? Güzel oldu. Yüzlerce şarkımın pankartı vardı. Yüzlerce. Artık kitap yapsam her sayfası benim bir sözümden bir pankart çıkacak. – Açık ve net soru: Ne olacak bu Türk rapinin hali? Vallahi kestiremiyorum. Ben kendime bakıyorum abi. Kimseye bakmıyorum artık. Bıraktım. Yani o rap”in savunucusu modundan sıkıldım biraz. Ne halleri varsa görsünler. Ben olduğum sürece zaten Türkçe rap de iyi bir rap hep olacak. Kendileri düşünsün. Öyle olmuş böyle olmuş, rap bozulmuş. Olacağı varsa oluyor, engelleyemem. Doğru bir yerde duracaksın. Seni görüp örnek alacaklar. Ne kadar anlatırsan anlat sen yaptığınla örnek olursun. Biz de doğrusunu yapmaya çalışıyoruz. LİVANELİ İLE RAP – Bir proje ile Zülfü Livaneli ile aynı sahneyi paylaştın. Onun eserlerine hem onun sözleriyle hem de kendi sözlerinle eşlik etmek nasıl bir duyguydu? İnanılmaz bir duyguydu. İlk teklif geldiği andan itibaren havalara uçtum ve çok kafa yordum. Çok da kafa yormama da gerek kalmadı çünkü zaten her şarkımda Livaneli”nin bir şarkısına atıf var. Sahnede şöyle bir şey yaşandı: Livaneli bana dönerek rap söyledi. Sahnede birlikte rapçilere özgü el hareketimizi yaptı. Çok onore etti. Çok mutluyum. – Yeni bir albüm, belki ep, belki tekli… Bir çalışma olacak mı? Enstrümantal albüm çıkartacağım. Kendi yaptığım beatleri toplayacağım. Bir ay içinde çıkar. Ve ilk enstrümantal albüm olacak. Çok sevilen şarkılarımın beatleri olacak. Farazi”den ilham aldım bu albüm için.
Source: Mehmet S. Aman
İlhan Selçuk (1)
Yarın Sevgili İlhan Selçuk’un ölümünün 15. yıldönümü. Bu vesile ile 15 yıl önce aramızdan ayrılan İlhan Selçuk için birkaç yazı yayımlamayı planlıyorum. Önce, küçük bir ilaveyle, ölümünden iki yıl sonra düşündüklerim. *** Kimdi İlhan Selçuk? Bir gazeteci… Bir yazar… Bir düşünür… Bir Atatürkçü… Bir Sosyalist… Bir Devrimci… Bir Yurtsever… Ama her şeyden önce ve her şeyin üstünde bir “İnsan” ! Çok iyi bir gazeteciydi: Türkiye’yi dünyayı iyi bilir, iyi izler, iyi yorumlardı… Haberin kokusunu alırdı… Çelişkileri iyi yakalardı… Gazeteyi iyi düzenlerdi. Çok iyi bir yazardı: Türkçeyi çok iyi kullanırdı… Anlaşılır, akıcı, berrak bir biçemi vardı… Esprili, sorgulayıcı, düşündürücüydü… Bir düşünürdü: Her yazısı yeni düşünce ufukları açardı… Ülkesini ve dünyayı yorumlarken tarihsel ve düşünsel birikimden yararlanır, geleceği kestirmeye çalışır, yeni sentezler oluştururdu. Bir Atatürkçüydü: Dönemin koşulları içinde olanaksız görülen Kurtuluş Savaşı’nın başarısını, başka ülkelerde örneği pek görülmeyen Atatürk Devrimlerinin evrensel önemini iyi kavramış, özümlemiş, bunların günümüz Türkiye’sinin temellerini oluşturduğunu görmüştü… Atatürkçülüğü çağdaşlık, insanlık, bilimsellik, demokratlık, laiklik ve devrimcilik olarak algılardı… Ve bu konularda ödünsüzdü. Bir sosyalistti: Marx ’ı, Marxizmi özümlemişti… Sosyalist ve komünist uygulamaları iyi izler, doğru çözümlerdi… Türkiye’nin kurtuluşunun, üretim ve siyasette, adalet ve eşitlik ilkelerine göre işleyen katılımcı ve toplumcu bir anlayışta olduğuna inanırdı. Bir devrimciydi: Her türlü sömürüye karşıydı… Mevcut düzenin çağ gerisi, adaletsiz ve haksız olduğunu düşünür, bunun toptan değişmesi gerektiğine inanırdı… Bir yurtseverdi: Bağımsızlığa inanırdı… Yurdunu, yurdunun insanlarını severdi… Hiçbir ayrımcılık yapmadan, bu topraklarda yaşayan herkesin mutluluğu için çalışırdı. Atatürkçülük ile sosyalizmi, devrimcilik ve yurtseverlik çizgisinde sentezlemişti. Ama bütün bunlardan önce ve bütün bunların ötesinde bir “İnsandı”: Nazikti, terbiyeliydi… Karşısındakini önemserdi… Empati gücü yüksekti… Sesini yükseltmeden konuşurdu… Tam bir “İstanbul Çelebisiydi” … Sevecendi, hoşgörülüydü… Sabırlıydı… Kimse hakkında doğrudan kötü konuşmazdı… Küfür ettiğini hiç duymadım… Çevresindeki insanları kırmamaya özel bir özen gösterirdi… Karşılaştığı yönetim sorunlarını, insanları koruyarak, kollayarak, üzmeden çözmeye çalışır, onlardan çok kendisi üzülürdü. Vefalıydı, eski dostluklarını unutmaz, eski dostlarını hiç ihmal etmezdi… Ailesini çok severdi; Ülfet Ertel ve Turhan Selçuk onun yaşamına anlam katardı… Her şeyden önce ve her şeyin üstünde iyi bir “İnsandı”! *** İlhan Bey’den sonra çok yalnız kaldık. Cumhuriyet Gazetesi, hem içeriden hem de dışarıdan kaynaklı, çok şiddetli sarsıntılar geçirdi. Nihayet bütün güçlüklere rağmen, onun yakın arkadaşı Alev Coşkun’la birlikte Atatürkçü çizgide istikrara kavuşmuş görünüyor. Ama hâlâ son derece ciddi sorunlarla karşı karşıya. Okurların maddi ve manevi desteğine büyük gereksinme var. Zaten Cumhuriyet’in asıl sahibi onlar değil mi!
Source: Emre Kongar
Geleceği kurmak için: Kütüphane
Şunu hemen söyleyeyim ki kütüphanem ile oldukça özel belgeler barındıran arşivimin bazı “açgözlü sahaflar” ın eline düşebileceği düşüncesinden dolayı endişeliyim! Düşünsenize 35 bin kitaplık bir kütüphanenin, Türk edebiyatının hafızası diyebileceğiniz genişçe bir arşivin, sizden sonra tufan olduğunu… Ailenizde koruma bilinci ve sahip çıkma düşüncesi ne denli olsa da böylesi bir kütüphaneyi koruyabilmek, aynı zamanda işlevsel kılabilmek zordur. Bundan bir süre önce “Okuma Merkezi Kurmak” yazımı, biraz da o kaygılarla yazmıştım. (*) Yayımlanır yayımlanmaz da geniş bir okur kesiminden, her türlü destek için iletiler almıştım. Kurumsal olarak da ilgilenenler olmuştu. Hatta Ayvalık Hagia Triada Kültür Merkezi özelinde Şerif Kaynar ’la konuşmuştuk. Sonradan İBB’den Mahir Polat ’la bu konu için yan yana geldik. Beykoz Belediyesi de konuyla ilgilendi. Ama sonuç olarak bu tekliflerin her biri öylece kaldı. Önerim “kitap bağışı” yaparak kendi adıma bir kütüphane kurmak değildi. Özellikle bunun altını çiziyordum. Ben, okumanın tarihini içeren bir okuma merkezi kurmak istiyordum. Bu konuda Alberto Manguel ’in bana esin verdiğini de söyleyebilirim. Manguel, 40 bin kitaplık kütüphanesini oradan oraya taşırken sonuçta Lizbon Belediyesi kitaplara sahip çıkar ve 2022 yılında tarihi bir binada bu merkezi kurmak için o kütüphaneye ev sahipliği yapar. Benim kütüphanemin Manguel’inkinden farkı ise zengin bir fotoğraf, film ve müzik arşivinin, son derece değerli mektupların ve özel bir kalem koleksiyonun da olması… Ülkemin geleceğine inandığım için böylesi bir okuma merkezi kurmak için öncül olmak istedim. Bunun ileride, tematik bir edebiyat müzesine, bir edebiyat belgeliğine dönüşebileceğini de hayal ettim. Aslında böylesi bir girişimi, yıllar önce Mustafa Bozbey ’in Nilüfer Belediye başkanlığı döneminde Bursa Misi Köy’de başlattığımızı söylemeliyim. “Başlattığımız” diyorum çünkü önerilerim ve “karşılıksız” katkılarımla destek vermiştim. Bu, mekân darlığı nedeniyle bir sunum, küçük bir belgelik ile sınırlı kaldı. Bana göre Türkiye Yazarlar Sendikası’nın bugün Kadıköy’e taşıdığı belgelik de sınırlı ve yeterli bir “edebiyat müzesi’’ kimliği taşımıyor! İyi niyetle kurulan Haldun Taner Müzesi de öyle. Burgazada’daki Saik Faik Müzesi ise yalnızca yazarın mirasını korumayı başarabilmiş durumda. Bu örneklere bakınca ve adlarını burada saymak istemediğim birçok yazarımızın kütüphanesinin ve arşivinin nasıl tarumar olduğunu hatırlayınca, Mahir Polat’ın İstanbul için dört bin metrekarelik bir mekânda, bir edebiyat müzesi hayal ettiğinden söz etmesi beni heyecanlandırmıştı. Bir kez daha belirtmek isterim ki önerdiğim Okuma Merkezi ile Edebiyat Müzesi’ni bir arada düşünmek gerektiğine ve bu yönde gerçekçi ve somut adımlar atılması gerektiğine inanıyorum. Bu amacımızı gönül rahatlığıyla teslim edebileceğimiz bir kurumun gerekliliği de ortadadır. İstanbul Modern, böylesi bir adım için özgün bir örnektir bence. “Hayal etmek, gerçekleştirmenin yarısıdır” sözüne inanarak yola çıkan Oya ve Bülent Eczacıbaşı öncülüğünde bu adım atılmasaydı, ihtimal bugün öylesi bir müzeye henüz sahip olamamış olacaktık. Sürekli yazan, kitap üreten biri olarak kendi kurduğum bu Babil Kulesi’ni okura açmak ve kültür yaşamımıza katmak benim bir yazar olarak sorumluluğum. Ve ben, her şeyden önce bir okurum. İnsanlığa neden iyi bir okur olmak gerektiğini anlatan bir “Okuma Merkezi” nin gerekliliğini göstermek ve daha da önemlisi bunu var etmek kaçınılmaz gibi geliyor bana. Aynı zamanda bu girişim hem diğer yazarların hem de okurların desteğiyle zenginleşerek gelişebilecek bir “model” e de dönüşebilir diye düşünüyorum sevgili okurum. Özcesi; yaşarken böylesi bir adımı atmanın kaçınılmaz gerekliliği, sürekli vurgulanmakla kalmamalıdır. Çünkü bu konuda bir an önce harekete geçmek; yalnızca geçmişin edebi mirasını korumak için değil, aynı zamanda geleceğin düşünce ve kültür dünyasını inşa etmek açısından hayati önem taşımaktadır. Kütüphanelerin, kitaba ve okumaya dair bir tarihi yaşatan canlı organizmalar olduğu düşünülürse, bireylerin ve toplumların bilinçlerini dönüştürmek ve geliştirmek açısından böyle bir okuma merkezinin işlevselliği ve ne denli büyük bir rol oynayacağı tartışmasız bir netlikte görülür. Türk edebiyatının büyük hafızasını bir edebiyat müzesiyle birleştirebilecek olan bu vizyon, geleceğimizin inşasında en büyük sözü söyleyecek genç nesilleri nitelikli bir okur kimliğine dönüştürmede önemli bir zemin hazırlayacak, onları edebiyatla buluşturarak yaratıcı ve eleştirel düşünceyi besleyecek ve böylelikle ülkemizin kültürel geleceğine kalıcı bir miras bırakacaktır. — (*) “Okuma Merkezi Kurmak” , Feridun Andaç , Cumhuriyet, 23.04.2024
Source: Feridun Andaç