“Toplumsal Sorunlar Gündemi – Kadın Hakları, Eğitim ve Adalet”

Yasemin’in suçu neydi?

Diyarbakır’da kaybolduktan sonra yan apartmanın merdiven boşluğunda bıçaklanarak öldürülmüş olarak bulunan 9 yaşındaki Yasemin Yıldırım’ı katleden kuzeni cinayeti itiraf etti. 17 yaşındaki M.Ç. adlı genç kız, annesinin kanser hastalığına yakalandığını ve 10 ay önce hayatını kaybetmesiyle ruh sağlığının bozulduğunu söyledi.

Evinde, Yasemin’in kanına bulanmış bıçak ve ayakkabı bulunan genç kız, ifadesinde şunları söyledi:

KUZENİNE SÖYLEMİŞ

“Babam ve dayım annemin hastalığını benden gizlediler. Annemin ani ölümü beni derinden etkiledi. Dayıma ve çevreme kin ve öfke duymaya başladım. Sonra da dayımın kızı olan Yasemin’i öldürmeye karar verdim. Yasemin’i olay günü bize çağırdım. Kendisini yanımda taşıdığım kelebek bıçakla defalarca bıçaklayarak öldürdüm. Sonra da kendi sosyal medya hesabımdan teyzemin kızına mesaj atıp Yasemin’i öldürdüğümü söyledim. Ardından da sosyal medya hesabımı sildim. Sonra polisler ayakkabımdaki Yasemin’e ait kan izinden bana ulaşınca ben de her şeyi itiraf etmek zorunda kaldım. Çok pişmanım” dedi.

TASARLAYARAK CİNAYET

Soruşturmayı yürüten Ergani Başsavcılığı’nca ifadesi tamamlanan M.Ç tutuklanma talebiyle nöbetçi sulh ceza sorgu hakimliğine sevk edildi. Burada da ifadesi alınan katil zanlısı “Bedenen ve ruhen kendini savunamayacak durumda olan çocuğu tasarlayarak öldürme” suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Cinayeti haber verdiği kuzeni ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Source: Özgür Cebe


AİHM krizi, Türkiye ve Avrupalı milliyetçilerin yeni hedefi – Emre Çam

Avrupa Konseyi’nin insan hakları ve hukukun üstünlüğü vizyonu, uzun yıllar boyunca Avrupa’nın demokratik pusulası olarak kabul edildi. Ancak 2025 itibarıyla Avrupa’da rüzgâr açıkça yön değiştirdi. Göç, güvenlik, toplumsal kutuplaşma ve siyasal istikrarsızlıklar; yalnızca Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi organları değil, genel olarak uluslarüstü (supranational) mekanizmaları da zayıflattı. Ulusal egemenlik kavramı yeniden yükselişe geçti. Demokrasi söylemi bugün artık Avrupa’nın bizzat kendisine bir beden büyük gelen bir elbise haline dönüşmüş durumda. İtalya ve Danimarka öncülüğünde hazırlanan ve şimdilik 10 ülkenin imzasını taşıyan ortak mektup, AİHM’nin göçmen hakları ve sınır dışı kararları konularında verdiği bazı kararlara karşı bir itiraz metni niteliği taşıyor. Bu ülkeler, AİHM’nin kararlarının ulusal egemenlik haklarını kısıtladığını ileri sürüyor. Bu girişim, yalnızca AİHM’ye dönük bir isyan değil, Avrupa Konseyi’nin normatif liderliğine açık bir meydan okuma olarak da yorumlanıyor. Bu ülkeler, AİHM’nin özellikle göçmenlerin sınır dışı edilmesini engelleyen kararlarını, ulusal egemenliğe bir müdahale olarak değerlendiriyor. Bu çıkışın arkasında halk desteği var. Avrupa sokaklarında güvenlik, düzen, sınır hâkimiyeti gibi kavramlar; ifade özgürlüğü ya da adil yargılanma hakkından çok daha öncelikli hale gelmiş durumda. Bu nedenle, bu girişimin başarısız olacağına ilişkin iyimser beklentiler hızla anlamını yitiriyor. Avrupa Konseyi bu baskıya uzun vadede direnemeyebilir. AİHM’nin de bu siyasal atmosfer karşısında kurumsal olarak zayıflaması muhtemel. “Kurumsal kapasite”, “siyasal irade” ve “toplumsal meşruiyet” üçlüsünün hiçbirinde üstünlüğe sahip değiller. Bu tablo, Avrupa’nın kurumsal vicdanı olarak görülen konseyin tarihin pasif tanığına dönüşmesi riskini doğuruyor. TÜRKİYE AÇISINDAN YENİ BİR SAYFA MI? Avrupa’daki diplomatik çevrelerde ve Avrupa Konseyi kulislerinde yapılan değerlendirmelere göre, Türkiye bu krizi fırsata çevirebilir. Ankara’nın AİHM kararlarını uygulaması durumunda, Avrupa nezdinde farklı ve olumlu bir konum elde edebileceği yönünde beklentiler dile getiriliyor. Oysa mevcut siyasal atmosfer bunun tam tersini işaret ediyor. Türkiye’deki iktidar bu gelişmeleri dikkatle izliyor, bıyık altından gülümsüyor. Zira Avrupa’da demokratik refleksler zayıfladıkça Türkiye’deki antidemokratik uygulamaların uluslararası meşruiyet baskısı da hafifliyor. Ankara’da hiç kimse bu yeni dönemde Kavala ya da Demirtaş dosyalarının yeniden açılmasını beklemiyor. Tam aksine, bu tür çağrılar dile getirilirse Türkiye’nin Avrupa Konseyi nezdindeki temsilcileri alaycı bir sessizlikle karşılık verebilir. İktidar bu tabloyu yalnızca bir dış politika rahatlaması değil, aynı zamanda içerideki otoriterleşmenin uluslararası düzeyde sorgulanmaması açısından da değerli görüyor. Konsey içindeki yeni güç dengeleri, Türkiye’nin sorumluluklarını değil, kozlarını çoğaltıyor. YENİ BİR ENTERNASYONAL: AVRUPA”NIN SAĞ DALGASI Bu dönüşüm, yalnızca teknik bir hukuk tartışması değil. İstanbul’da toplanan Sosyalist Enternasyonal gibi, Avrupa’da artık giderek kurumsallaşan bir “milliyetçimuhafazakâr enternasyonal” var. Göçmen ve sığınmacı karşıtı söylemler, geleneksel aile yapısına dönüş, yargı denetiminin sınırlandırılması gibi başlıklarda birleşen bu yeni blok, hem Brüksel’i hem Strazburg’u sıkıştırıyor. Bu cephede Macaristan dikkat çekici bir örnek. Viktor Orban’ın yıllardır sürdürdüğü hukuk devleti karşıtı politikalar, Avrupa Birliği tarafından sıkça eleştirilse de, bu eleştiriler yaptırıma dönüşemiyor. 2025 Mayıs ayında, AB içinde Macaristan’a karşı hukukun üstünlüğü ihlalleri nedeniyle yaptırım uygulanması için gereken çoğunluk sağlanamadı. Bu da gösteriyor ki yalnızlaşması beklenen liderler artık sistemin içinde, hatta merkezinde konumlanıyor. Orban gücünü yalnızca kendi seçmeninden değil, Avrupa genelindeki yeni siyasi iklimden alıyor. Bu durum, diğer ülkeler için de caydırıcı değil, aksine cesaretlendirici bir emsal teşkil ediyor. Avrupa’daki sol ve sosyal demokrat partiler ise yıllardır sürdürdüğü kurumsallaşma, teknokratikleşme ve merkezleşme süreçleri içinde halktan kopmuş durumda. Solun boşalttığı sosyal ve kültürel alanı şimdi sağ hareketler hızla dolduruyor. AİHM krizini bu bağlamdan bağımsız okumak, Avrupa’daki büyük ideolojik dönüşümü ıskalamak olur. ZAMANIN RUHU DEĞİŞTİ Avrupa Konseyi artık yalnızca siyasi değil, tarihsel olarak da bir dönüm noktasında. Konseyi 1949’larda doğuran “bir daha asla” fikri yerini “önce biz” refleksine bırakıyor. AİHM’nin kaderi bu değişimin simgesine dönüşmüş durumda. Türkiye gibi ülkeler için bu değişim, evrensel değerler açısından bir alarm; reel siyaset açısından ise bir fırsat olarak görülebilir. Ancak unutulmamalı: Avrupa demokrasisi zayıflarken kimsenin kazanacağı bir denklem kurulamaz. Zamanın ruhu otoriterliğe göz kırpsa da tarihin yönünü belirleyecek olan yine hukukun üstünlüğü olacaktır, eğer savunulabilirse. EMRE ÇAM ESKİ CHP PARTİ MECLİSİ ÜYESİ

Source: Olaylar Ve Görüşler


Miras paylaşımı değişikliğine kadınlardan ‘eşitsizlik paylaştırılıyor’ tepkisi: Derhal geri çekilmeli

Miras paylaşımında yapılan değişiklikler yürürlüğe girdi. Yeni düzenleme ile birlikte mirasın eşit şekilde bölüştürülmesi zorunluluğu kaldırıldı. Artık mirasçılar, taşınmaz malların devrini karşılıklı uzlaşma yoluyla kendi aralarında gerçekleştirebilecek. Uygulamayla birlikte noter onayı şartının da kaldırıldığı belirtildi. Yapılan değişikliklere kadınlar tepki gösterirken bu yönetmeliğin çekilmesi konusunda çağrı yaptı. MİRASTAN FERAGAT Cumhuriyet’e konuşan Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, Medeni Kanun’a vurgu yaparak “Cumhuriyetin temel taşlarından biri olan 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu, kadınlara tanınan eşit miras hakkıyla yalnızca bir hukuk devrimi değil, aynı zamanda patriyarkal düzene karşı atılmış büyük bir adım olarak tarihe geçti. Aradan geçen 100 yılın ardından, bu kazanım sessiz sedasız bir şekilde, adeta bir kalem darbesiyle fiilen geçersiz kılınıyor. Bu düzenleme, yüzeyde bir kolaylık olarak sunulsa da pratikte kadınların, özellikle de kırsal kesimdeki kız çocuklarının mirastan feragat etmeye zorlanmasının kapısını ardına kadar açmaktadır” dedi. Güllü, “Devletin görevi, kadınları aile içindeki baskılardan korumak ve onların mülkiyet haklarını güvence altına almaktır. Oysa bu düzenleme ile devlet, kadını yalnız bırakmakta; baba, abi, amca gibi figürlerin gölgesinde zorla imzalatılan belgeleri yasal geçerlilik kazandırarak meşrulaştırmaktadır. Biz kadınlar, kız çocuklarının mülkiyet hakkını yok sayan bu düzenlemeyi kabul etmiyoruz. Kadının mal üzerindeki tasarruf hakkı, yaşam hakkı kadar kutsaldır. Eşit miras hakkı, sadece hukuki bir düzenleme değil, aynı zamanda bir varoluş hakkıdır. Bu yönetmelik derhal geri çekilmelidir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında kadınların haklarını budayan değil, onları güçlendiren düzenlemelere ihtiyaç vardır” ifadelerini kullandı. Küresel Eşitlik ve Kapsayıcılık Ağı Başkanı Ayşe Kaşıkırık ise, “Yeni miras düzenlemesi aile içinde ‘güçlü olanın’ mala çökmesinin önünü açıyor. Miras değil, eşitsizlik paylaştırılıyor. Kadınların hakkı, yine sessizce elinden alınıyor. Özellikle kırsal bölgelerde kadınlar zaten haklarını almakta zorlanıyor, bu düzenleme sonrası ise hak aramanın neredeyse imkânsız hale gelebileceğini düşünüyorum. Kadınlar bu ülkede hem mülksüz hem sözsüz. Tarlada var, tapuda yok. Evde var, kararda yok. Bu düzenleme değişiklik değil; eşitsizliğin yasallaşmasıdır” dedi.

Source: Rengin Temoçin


‘Üniversiteler gençlerin oyalanma yeri haline getirildi’

Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) başlıyor. 2.5 milyondan fazla öğrencinin başvurduğu sınavın ilk ayağı olan Temel Yeterlilik Testi (TYT) bugün yapılacak. Adaylar yarın ise Alan Yeterlilik Testi’ne (AYT) ve Yabancı Dil Testi”ne (YDT) girecek. Sınav öncesi Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, yükseköğretimdeki nitelik kaybına ilişkin gazetemize değerlendirmelerde bulundu. ‘TEMEL EĞİTİMDEKİ SORUNLAR YÜKSEKÖĞRETİMDE DE VAR’ Siyasi iktidarın üniversitelerin içini boşalttığını belirten Özbay, “AKP, eğitimdeki temel politikalarını yükseköğretime de yansıttı. Gençler, kazandıkları ve kayıt yaptırdıkları halde üniversite eğitimine devam edemiyor. Üniversiteler gençlere istihdam vaat edemiyor. Temel eğitimde yaşanan sorunların iz düşümlerini yükseköğretim sisteminde de görmek mümkün” dedi. ‘GELECEĞİN İŞSİZLERİNİ OYALAMA YERİ HALİNE GETİRİLDİ’ Öğrencilerin okula gitmek istemediği bir sistem yaratıldığının altını çizen Özbay, “Cumhuriyet dikey hareketliliği eğitim ile sağlamıştı, biz bunu kaybettik. Gençler, üniversite mezunu olduğunda hak ettiği yere gelebileceğine dair olan inancını yitirdi. Üniversiteler geleceğin işsizleri için oyalanma yeri haline getirildi” diye konuştu. DİPLOMA DA PASAPORT GİBİ OLDU Yükseköğretimdeki güncel politikaların sürmesi halinde yurt dışındaki üniversitelerin Türkiye’deki üniversitelere denklik vermeyebileceğini söyleyen Özbay, “Üniversite kampüsleri bir pasaport geçiş noktası, üniversiteler ise pasaporta mühür basan yerler haline geldi ama bu gidişle o pasaportun da aynı Türk pasaportunda olduğu gibi çok bir geçerliliği olmayacak ifadelerini kullandı. ‘DİPLOMA-İSTİHDAM İLİŞKİSİ KOPTU’ Liyakat- ehliyet ve diploma-istihdam ilişkisinin koptuğunu vurgulayan Özbay, Bazı rektörlerin doğru düzgün bilimsel makalesi yok, bazı akademisyenlerin bölümle alakası yok, bazı bölümlerin öğrencisi yok. İnsanlar ilgisi, yeteneği olmayan alanlara “Belki burada iş bulurum”diyerek yöneliyor” dedi. ‘SAYI DEĞİL NİTELİK ARTMALI’ Yükseköğretimde planlama eksikliği olduğunu kaydeden Özbay sözlerine şöyle devam etti: “5 yıl sonra Türkiye, kaç tane bilgisayar mühendisine ihtiyaç duyacak? Böyle bir planlama var mı? Atanmayan 68 bin öğretmeni, 1 milyona taşıdınız. Planlama yapsaydınız böyle olmazdı. Su ile ilgili bir bölüm açılıyor, şehrin içinde nehir bile yok. Raylı sistemler bölümü açılıyor ama tren istasyonu uzakta… Önemli olan üniversite sayısındaki değil nitelikteki artış…”

Source: Taylan Gülkanat


Ne Yıkıldı da Yenisini Kuruyorsunuz?

Devlet Bahçeli , “Bir kurucu anayasa anlayışı içerisinde yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu kabullenilmelidir” diyor. İktidar ortakları, neyi yıkmışlar da yenisini kuracaklarını sanıyorlar? Bu sorunun yanıtı, Saray’ın propaganda bakanlığının Cumhuriyetin 100. yılını kutlamamak için uydurduğu “Türkiye Yüzyılı” tekerlemesinde gizli. Biliriz ki masallar tekerlemeyle başlar. Saray ve ortaklarının padişah masalı da öyle bir şey. Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet Devrimi’ni karalayarak yok saymak için yaslandıkları masalın kurguları belli: Saray’ın eski ortağı, casusluk örgütü FETÖ’nün yaptığı darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması, topluma adeta bir “kurtuluş savaşı” gibi anlatılıyor. Oysa o darbe ortamına gelinmesinin baş sorumlusu yine Saray’ın kendisi. Casusluk örgütünün devletin hemen hemen her alanına sızmasına, Cumhuriyetin değer ve kurumlarının aynı örgüt eliyle kemirilmesine çıkarı adına göz yuman da kendisi. Ne zaman FETÖ ile kurdukları çıkar ortaklığı bozuldu, casusluk cemaati terör örgütünün darbe girişiminin önlenmesi de o zaman “kurtuluş savaşı” oldu. Benzer süreç, şu anda diğer cemaatlerle sürdürülüyor. Okullarda tarikat örgütleri, üfürükçüler, cinciler, örümcek kafalılar ders vermeye devam ediyor. Devlet dairelerinde tarikatlar, yandaş vakıflar cirit atıyor. İktidar, öbür yanda da üniter yapıyı, ulusal birliği yıkmaya yönelmiş, tıpkı FETÖ gibi dünya egemenlerinin bölgedeki çıkarları için kullanılan bölücü örgüt PKK’nin başı ile kol kola giriyor. Ülkeyi yönettiklerini söyleyenler, eşkıya başını “kurucu önder” olarak tanımlıyorlar. Yaratılan bu ortam içinde, Cumhuriyet ile sorunu olan tüm kindar kadrolar, Cumhuriyetin sonunu getirdiklerine inanıyorlar. Cumhuriyeti kuran parti CHP’ye yönelen operasyonlar da bu yüzden gerçekleşiyor. Demokrasinin askıya alındığı, özgürlüklerin baskılandığı, bölgede egemenlerin her dediklerine evet diyen, yurdun yeraltı, yerüstü değerlerinin pazarlandığı, ulusun parçalanarak etnik ve dinsel kökenlerin öne çıkarıldığı bir yapıya kumanda eden sultanlığın oluşturulması tek düşleri… Bahçeli’nin “kurucu anayasa” dan kastı bu. Bahçeli’nin “kurucu önder”den saydığı eşkıya başının gündeme taşıdığı “konfederalizm” den kastı da bu. Türkiye bu oyuna gelir mi? Gelmeyeceği yapılan anketlerden belli. Gidici olduklarını biliyorlar, o yüzden de hırçınlaşıyorlar. PİS İŞ! Trump ’ın kurduğu iki tümce, dünyanın yeni düzeninin ne olduğunu kanıtlıyor: “İran dini lideri Hamaney ’in nerede olduğunu biliyoruz. Şimdilik öldürmeyeceğiz ancak sabrımız tükenmek üzere.” Bir devlet başkanı, bir başka devletin sorumlusunu öldüreceğini açık açık söylüyor. Ve bu cinayete azmetmiş adamın ülkesi, sözüm ona dünyanın barış ve güvenliğinden sorumlu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi! Çevremizde yaşanan savaşın perde gerisi, tüm dünya halklarının gözleri önünde oynanan çok kirli ve kanlı bir oyundur. Almanya Başbakanı Merz , yüzü kızarmadan, bölgedeki savaşı “İsrail’in hepimiz için yaptığı pis iştir” diyerek tanımlıyor. Yaşananlar, dünya egemenlerinin kendi topraklarını ve halklarını yıkıma uğratmadan, yerel dinci ve gerici iktidarlarlar üzerinden gerçekleştirdikleri bir dünya paylaşım savaşıdır. Olan; köklü ve onurlu Fars, Yahudi ve Arap halklarına olmaktadır

Source: Işık Kansu


“Soykırım” öyle mi?..

18 Haziran 2025…

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) Milletvekili George Aslan, TBMM’de yaptığı konuşmada özetle, “Türkiye, Ermenilere soykırım yapmıştır…” dedi.

DEM’den önceki parti, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Garo Paylan da, 14 Ocak 2017’de Meclis’te yine “soykırım” demişti.

Son dönemde, Türkiye’ye iftira atmak moda oldu.

Dışarıdan çok, içeriden…

“Çeyrek eğitimli” olmanın dayanılmaz hafifliği…

Ermeniler, 19’uncu yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı yönetiminde adeta altın çağlarını yaşadılar.

Askerlik yapmazlardı, kısmen vergi ayrıcalığı da tanınırdı.

Devlette, önemli görevlere yükseldiler.

İkinci Abdülhamit’in Dışişleri Bakanı Dadyan, Ticaret Bakanı Ohanhes, Maliye Bakanları Sakızyan ve Portakalyan Ermeni’dir.

Osmanlı Devleti zayıflamaya başladığında iş değişir.

Ermeni komitelerinin ve Ermeni kiliselerinin kışkırtıcı faaliyetleri yoğunlaşır.

Birinci Dünya Savaşı’nda, Ermeniler Ruslarla işbirliği yaparlar.

Türk ordusunun gerisinde, eylemler ve baskınlar düzenlerler.

Kadın, çocuk, yaşlısı dâhil Van’ın Zeve köyünün tümü Ermeniler tarafından öldürülür.

İngiliz belgesine göre, Van ve Bitlis yöresinde Ermenilerin öldürdükleri Türklerin sayısı üç yüz bin ile dört yüz bin arasındadır.

Ermeni saldırılarının artması üzerine, ordunun cephe emniyeti tehlikeye düşer.

İşte bu nedenle, 24 Nisan 1915’te Ermeni komiteleri kapatılır.

Yöneticilerinden 235 kişi tutuklanır.

Her yıl, “sözde soykırımı anma günü” olarak adlandırılan 24 Nisan, aslında tehcirle (göç ettirme) ilgili değildir.

“Tehcir Kanunu”, olayların şiddetlenmesi üzerine 27 Mayıs 1915’te çıkarılır.

Padişah Vahdettin’in Başbakanı Damat Ferit, Türklere karşı Ermenileri destekler.

İsmet İnönü, Hatıralar adlı kitabında şöyle der:

“Avrupa’da ve dünyada Ermeni sorunundan dolayı Türkiye aleyhine yöneltilen düşmanlıklar, Damat Ferit hükümetleri tarafından daima desteklenerek doğrulanıyordu… Ermenilerin, Türkler tarafından zulüm gördüklerinin şahitliğini Damat Ferit Hükümetleri yapıyordu.”

Osmanlı Devleti’nin Başbakanı, Osmanlı’ya, Türklere atılan iftirayı destekler.

Ermenilerin tehcirinde suçlu olduğu yalanıyla, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey sırf İngilizlere yaranmak için tutuklanır ve idama mahkûm edilir.

Vahdettin, İngilizlere şirin görünmek için Boğazlıyan Kaymakamı’nın idamını onaylar.

Bu coğrafyanın değişmeyen yazgısıdır…

Hain yetiştirmekte, çok verimli ve bereketli toprağa sahiptir bu vatan!..

Şeyh Sait İsyanı mimarlarından Kürt İslamcılar, Ermeni terörist çetelerle ittifak içindedirler.

Ortak bir örgüt de kurarlar, adı Taşnak-Hoybun.

1980’lerde PKK/ASALA ittifakı, bu örgütün devamıdır.

PKK terör örgütü ile Ermenistan arasında da, hep yakın iş birliği olmuştur.

2020’de, Ermenistan işgalindeki Karabağ’ı kurtarma savaşında, PKK teröristleri Azerbaycan’a karşı kullanıldı.

26 Şubat 1921’de Mustafa Kemal Paşa, “Public Ledger” (Philadelphia) muhabirine şunları söyler:

“Rus Ordusu, 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı sırada o zaman çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni halkını isyan ettirmişti…

İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu…”

Meşhur ABD’li Profesör Bernard Lewis, 1993 yılında “Le Monde” gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle yazar:

“Osmanlı Hükümetinin, Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin tehcire başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı.”

ABD’li Ermeni Profesör Hovannisan da, 1982’de Münih’te yapılan “Dünya Ermenilerinin Problemleri Kongresi”nde “Ermeni Soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir…” gerçeğini dile getirir.

Tarihi belgelere rağmen…

“Soykırım” sözcüğünde ısrarın amacı, sihirli üç “T”dir.

“Tanınma”, “tazminat” ve “toprak”.

Ermenileri “tehcir” olayının “soykırım” olarak tüm dünyada tanınması, bu yolla Türkiye’den tazminat ve ardından toprak talebinde bulunulması…

Başta ABD olmak üzere, 30’dan fazla ülke tarihi gerçekleri yok sayan soykırım iftirasını meclislerinde kabul ettiler.

Türkiye, özellikle son dönemde sadece kınama açıklamalarıyla yetindi.

12 Mayıs 2025’te, PKK terör örgütünün silah bırakma açıklamasında da, Türkiye “soykırım”la suçlandı.

Ve, Türkiye’yi yönetenler bu açıklamayı yırtarak çöpe atmadılar.

“Yetmez ama evet”çiler, “eski sol yeni liberaller”, Şeyh Sait işbirlikçileri de koro halinde bu iftirayı desteklerler.

Türkiye’ye karşı olmanın, dayanılmaz hafifliği…

Ve insan merak ediyor haliyle…

Bu vatanın, daha kötü bir yazgısı olur mu diye…

Source: Naim Babüroğlu


Cemal Enginyurt”un CHP”yle ilgili sözleri sosyal medyada gündem oldu

CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt, Bursa’daki Karamürsel Belediyesi Güreş Eğitim Merkezi açılışına katıldı.

Törende konuşan, Enginyurt, hem CHP’deki hem de Demokrat Parti’deki siyasi geçmişine dair dikkat çeken bir değerlendirmede bulundu.

Enginyurt, şunları söyledi:

*Demokrat Parti”deyken en büyük siyasi faaliyetim yaşlı bir amcanın cenazesine gitmekti. CHP”ye geldik geleli Allah”ım şaştı.

*CHP”ye geldim geleli Vatan Emniyet, Çağlayan Adliyesi, Silivri cezaevi, Saraçhane nöbeti, Beşiktaş Belediyesi nöbeti, biber gazı, barikat, cop uğraşıyoruz.

*Niye çünkü adamın tek derdi CHP. Ve öylesine yüksek “Ekrem ağrısı” var ki bu Recep abinin uyku uyuyamıyor Ekrem ağrılarından. Geçecek mi? Geçecek. Sabretsin.

*Ekrem ağrısını bitireceğiz. Sandığın geldiği ilk gün Recep Tayyip Erdoğan”ı sandığa gömeceğiz.

Source: Mahir Ağar


Eski Başbakan”dan Türkiye itirafı: Hata yaptık

Eski İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından İspanya”nın başkenti Madrid”de “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” başlıklı panelin açılış konuşmasını yaptı.Türkiye”nin Avrupa Birliği”ne (AB) en yakın ve heyecanının en üst seviyede olduğu dönemde, 2005, 2006″larda AB”ye alınması gerektiğini, bunun gerçekleşmemesinin hata olduğunu vurgulayan Zapatero, “Türkiye, AB üyesi olsaydı günümüzde yaşanan savaşlar olmazdı. Rusya, Ukrayna”ya savaş açamaz, İsrail Gazze”ye saldıramazdı. Türkiye”nin AB üyeliği geçmişte anahtar bir öneme sahipti, şimdi de anahtar ve gelecekte de anahtar olacak.” şeklinde konuştu.”Rusya”nın işgali karşısında Ukrayna”nın umudu ve en büyük garantisi AB”dir.” diyen Zapatero, “AB bir barış siyasi topluluğudur. Ve askeri güç kullanmadan kendini genişleten, yayılan tek kurumdur. Türkiye”nin katılımı ile AB daha önemli olacak, tarihi bir vizyona ve siyasi akla sahip olacaktır.” görüşünü savundu.- “GAZZE”DE YAŞANANLAR DÜNYA TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEKTİR”Konuşmasında, İsrail”in Gazze”deki soykırımının kabul edilemez olduğuna da vurgu yapan eski İspanya Başbakanı, “Yahudi soykırımı dünya tarihini değiştirdi. Gazze”de yaşananlar da dünya tarihini değiştirecektir. Bu sadece zaman meselesi.” dedi.”Gazze”deki barbarlığın durdurulmasını gerektiğini” ifade eden Zapatero, “İspanya hükümetinin Filistin Devleti”ni resmi olarak tanıyarak, İsrail”in Gazze”de yaptıklarına karşı çıkarak ve BM Genel Kurulu”nda kabul edilen Gazze için ateşkes kararına öncülük ederek doğru bir pozisyon aldığını” söyledi.Zapatero, “Gazze”deki barbarlık durdurulmalı.” ifadesini kullandı.- NATO SAVUNMA HARCAMALARINI NEDEN ARTIRMAK İSTİYOR?Diğer yandan NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ve ABD Başkanı Donald Trump”ın NATO üyesi ülkelerden talep ettiği savunma harcamalarının Gayri Safi Yurt İçi Hasıla”nın (GSYİH) yüzde 5″ine çıkarılması önerisini sert bir dilde eleştiren Zapatero, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez”in de savunma harcamalarının artırılmasına karşı açıklamalarına destek verdiğini kaydetti.Savunma harcamalarının GSYİH”nın yüzde 5″ine çıkarılmasına açık şekilde karşı olduğunun altını çizen Zapatero, gelişmekte olan ülkelere yapılan kalkınma ve işbirliği yardımlarının yüzde 0,5″i bile bulmadığı bir dönemde askeri harcamaların artırılmasının eşitsizlikleri büyütmekten başka bir işe yaramayacağını ifade etti.”Silahsız barış olabilir. Er ya da geç bu hareket başlayacaktır.” diyen Zapatero, şu açıklamalarda bulundu:”Savunma paraları nereye harcanacak? Alınan füzeler nereye atılacak? Dünya nüfusunun yüzde 14-15″ine denk gelen NATO ülkelerinin savunma harcamaları neden bu kadar fazla. Birileri bize açıklayabilir mi? Gelecek nesillere bırakılmak istenen barış, demokrasi, birlikte yaşam kültürü bu mu? Benim cevabım hayır.”- “İSLAM KORKUSU GÖRÜNMEZ DÜŞMAN YARATTI”Zapatero, dünyada barış için somut girişimlerin artırılmasını, sessiz kalınmaması gerektiğini vurgulayarak, ayrıca “İslam korkusu görünmez düşman yarattı. Hata yapıldı. Orta Doğu bakın ne durumda? Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya, yarısı sivil 1 milyondan fazla kişi öldü. Neden? İsrail”in şu anda Gazze”yi ortadan kaldırması için mi? Maalesef bilanço bu.” görüşünü savundu.Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail”in İran”a saldırılarıyla başlayan çatışmalar ile İsrail”in Filistin”deki soykırımı örneklerini vererek dünyanın şu anda kritik bir dönemden geçtiğini aktaran Zapatero, şöyle konuştu:”Belki de bu kritik dönemin sonunu yaşıyoruz. Umarım dibe vurmuşuzdur. Çünkü bu durum uzun sürmeyecek ya da daha ileriye gitmeyecektir. Barış, işbirliği ruhu üstün gelecektir. Tarihte hep böyle oldu. Kritik dönemler değişimi getirir.”Zapatero, “tarihte büyük bir demokrasi olarak yerini alan ve dünyanın bir numaralı gücü olan ABD”nin şu anda çok derin bir kriz yaşadığını” öne sürerek, “inkarcı, demokrasi, insan hakları ve Avrupa karşıtı” olarak tanımladığı yeni sağcı ideolojiye karşı her zaman umudunu koruduğunu kaydetti.Avrupa”nın tarihine bakarak önündeki tehditlere karşı her zaman uyanık olması gerektiğini, “barışın başlangıç, adil olmanın ise inşa edilmesi gereken bir süreç olduğunu” dile getiren Zapatero, “Avrupa özeleştiri yapmalıdır. Nazizim ve Stalinizm Avrupa”da doğdu. Bu küçük bir detay değil. Her zaman aklımızda tutmalıyız.” dedi.- TÜRK BÜYÜKELÇİ KÜÇÜKEL, BM”DE REFORMUN ZORUNLU OLDUĞUNU SAVUNDUPanelin açılışında konuşan Türkiye”nin Madrid Büyükelçisi Nüket Küçükel Ezberci de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”ın “Dünya beşten büyüktür.” sözüne atıfta bulunarak, “küresel değişimlerin çok hızlı ve karışık olduğu bir dönemde yaşadığımızı, mevcut ihtiyaçlara karşılık verebilmesi için Birleşmiş Milletlerin (BM) reform yapmasının zorunluluk olduğunu” vurguladı.Büyükelçi Ezberci ayrıca, Filistin”e destek başta olmak üzere bir çok konuda Türkiye ve İspanya”nın sıkı işbirliğinde ve aktif şekilde çalıştığını söyledi.- PANELDE CUMHURBAŞKANI İLETİŞİM BAŞKANI ALTUN”UN MESAJI YAYIMLANDIPanelde görüntü bir mesajı yayımlanan Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da BM”nin barış ve güvenlik sağlama konusundaki temel misyonundan uzaklaştığını, kapsayıcılık eksikliği sorunu yaşadığını ifade etti.Altun, BM”nin adalet ve eşitlik temelinde reform edilerek, daha kapsayıcı, şeffaf ve hesap verebilir olması gerektiğinin altını çizdi.Daha adil, kapsayıcı ve destekleyici bir uluslararası düzen inşa etmenin zorlukları ve fırsatları üzerine düşünmek amacıyla akademisyen, diplomat, siyasetçi ve ekonomistleri bir araya getiren panelde, İspanyol ve Türk aydınlar, çok taraflılık, insan hakları, BM”de reformun gerekliliği, Rusya-Ukrayna savaşı ve Gazze”deki soykırım başta olmak üzere uluslararası sorunlarda BM”nin çözüm üretememesi konularını tartıştı.

Source: Www.star.com.tr


Kadının miras hakkı büyük tehlike altında

Tapu ve miras işlemlerine ilişkin yapılan “anlaşmalı paylaşım” düzenlemesine büyük tepki var. ‘Eşit miras’ hakkında yasal bir değişiklik olmamasına rağmen, mal paylaşımı usulü, düzenleme yoluyla değiştirildi.

“Anlaşmalı paylaşım” denilen düzenlemeye göre, daha önce yasal olarak zorunlu olan ‘eşit miras paylaşımı’ ilkesi artık uygulanmayabilecek.

Yeni sistemde mirasçılar, aralarında yazılı bir anlaşma yaparak payları kendi aralarında belirleyebilecek. Resmi kurumlar bu paylaşımın içeriğine müdahale etmeyecek. Bu durumun kadınlar için dezavantaj olacağını kaydeden kadın hakları savunucuları, karara tepki göstererek toplumsal adaletsizliğin artacağını kaydettiler.

NOTER OLMAYACAK

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, “Anlaşmalı paylaşım adı altında yürütülen bu uygulama, kadınların ekonomik ve sosyal olarak baskı altında olduğu koşullarda eşit müzakere şansı tanımıyor.” dedi.

Güllü şu ifadeleri kullandı:

Noter yerine doğrudan tapuda yapılan işlemlerde, rızanın gerçek olup olmadığını tespit edecek bir denetim mekanizması yok. Bu durum, özellikle şiddet görmüş ya da tehdit altındaki kadınlar için büyük bir güvenlik açığı doğurur. Bu durum mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelir” dedi.

Birçok hukukçu ve kadın örgütleri temsilcileri de korunmasız kadınların miras paylaşımında uğrayacağı şiddet olaylarının artacağını kaydetti.

Source: Haber Merkezi


Yaşam savaşını kaybeden Nihal Candan'ın son sözleri yürek burktu

Yeme bozukluğu hastalığı nedeniyle 23 kiloya kadar düşen ve yoğun bakımda tedavi altına alınan Nihal Candan”ın önceki gün kalbi durmuş, müdahale sonrası hayata döndürülmüştü. Ancak 24 saatlik kritik sürecin sonunda kalbi ikinci kez duran genç fenomen, kurtarılamadı.Sosyal medya fenomeni kardeşler Nihal Candan ve Bahar Candan, Kasım 2023″te “dolandırıcılık” ve “kara para aklama” suçlamalarıyla tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Tutukluluğu sürecinde ciddi sağlık sorunları yaşayan Nihal Candan”a, yeme bozukluğu olarak bilinen Anoreksiya Nervoza teşhisi konmuştu.Sağlık durumu her geçen gün kötüleşen 27 yaşındaki Candan, hastalığının ilerlemesi ve yaşadığı psikolojik çöküntü nedeniyle geçtiğimiz aylarda tahliye edilerek hastaneye kaldırılmıştı. Ancak tedaviye direnç gösterdiği ve yemek yemeyi reddettiği öğrenildi.Kardeşi Bahar Candan, geçtiğimiz günlerde yaptığı çarpıcı bir paylaşımda, “Ablamın organları iflas etmiş. Tedaviyi reddediyor. Ölmek istiyor” diyerek Nihal”in sağlık durumunun ciddiyetini gözler önüne sermişti. HAYATINI KAYBETTİ Yoğun bakımda tedavi altına alınan Nihal Candan”ın kalbi, 19 Haziran”da durmuş ancak doktorların müdahalesiyle yeniden çalıştırılmıştı. Dün gece ise ikinci kez kalbinin durduğu ve bu kez tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı açıklandı. Genç fenomen, yaşam mücadelesini kaybetti. SON SÖZLERİ YÜREK BURKTU Güzellik uzmanı Sevim Alan, ölüm haberinin ardından sosyal medya hesabından dikkat çeken bir paylaşım yaptı. Alan, “Yaşayamadı… “Yaşayamıyorum” da demiş. Annesi dün “Son zamanlarda Allah”a yöneldi, çok dua ediyor yaşamamak için” dedi. Nihal cezaevinden çıktığında hastalığı zaten ölümcüldü ama sapasağlamdı. İnsanı yaşadıkları değil, haksız yere yaşamak zorunda kaldıkları öldürür. Çok üzüldüm…” ifadeleriyle duygularını dile getirdi.

Source: Haberler


Nihal Candan”ın ölümüne neden olan “anoreksiya nervoza” nedir?

Sosyal medya fenomeni Nihal Candan”ın anoreksiya nervoza nedeniyle yaşamını yitirmesi, gözleri bu ciddi hastalığa yeniden çevirdi. Görünüm baskısı, sosyal medyadaki yargılar ve travmatik yaşam olaylarının Candan”da anoreksiyayı tetiklediği belirtiliyor. MedipolBahçelievler Hastanesi”nden Klinik Psikolog Gözde Göktaş, yeme bozukluklarının sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin bir ruhsal çöküşün yansıması olduğunu ifade etti. Göktaş, ailelerin ve yakın çevrenin bu süreçte suçlayıcı değil, tamamen destekleyici bir tutum sergilemeleri gerektiğinin altını önemle çizdi. “TRAVMATİK SÜREÇLER VE BEDEN ALGISI BU HASTALIĞI TETİKLİYOR” Anoreksiya nervozanın çoğu zaman sadece bir diyet takıntısı ya da kilo verme isteği gibi algılandığını ancak bunun gerisinde çok daha derin psikolojik faktörlerin olduğunu belirten Klinik Psikolog Göktaş, “Anoreksiya nervoza bir yeme bozukluğudur. Sadece davranışsal bir süreç değildir. Travma temelli, erken çocukluk dönemi ve ailesel aktarımlarla da ilişkilendirilebilir. Kontrol ihtiyacı, özgüven eksikliği, mükemmeliyetçilik zorlayıcı yaşam olayları ve düşük benlik saygısında bu durumda belirleyici bir faktördür. Travmalar, ailevi yükler, mükemmeliyetçilik, obsesif düşünceler ve sosyal medyanın dayattığı beden algısı bu tabloyu körüklüyor. Kişi kendini aynada hâlâ şişman görebiliyor ve bu da bozulmuş beden algısının en çarpıcı göstergesidir” dedi. GÖRÜNMEYEN SAVAŞ: RUHSAL ÇÖKÜŞ Anoreksiya nervozada kilo kaybı sadece fiziksel bir belirti değil, aynı zamanda ruhsal bir gerilemenin işareti. Klinik Psikolog Göktaş, bu durumun özellikle ergenlerde ve genç kadınlarda sık görülse de son yıllarda erkeklerde de artış gösterdiğini belirtti. Klinik Psikolog Göktaş, “Son zamanlarda hızlı kilo kayıpları yaşanıyorsa, psikolojik dalgalanmalar gözlemleniyorsa, bu sadece bir diyet meselesi değildir. Kişi kendini ifade etmekte zorlanabilir, sosyal ilişkilerden uzaklaşabilir. Bu noktada hem psikoterapi desteği hem de hekim takibi şarttır.” TEDAVİ BİR EKİP İŞİDİR Anoreksiyadan kurtulmak, bireyin iradesiyle tek başına başarabileceği bir süreç değildir. Klinik Psikolog Göktaş, multidisipliner bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu vurgulayarak şu uyarıda bulundu: “Psikolojik destek, beslenme danışmanlığı ve gerekiyorsa medikal tedavi bir arada yürütülmelidir. Kişiyle birlikte aile de bu sürece dahil edilmeli; eleştirmek yerine destek olunmalıdır. Anoreksiya, hem fiziksel hem duygusal yönleriyle ele alınması gereken bütüncül bir sağlık sorunudur.” “İYİYİM” DEMESİ, HASTA OLMADIĞI ANLAMINA GELMEZ Özellikle hastalığın başlarında kişinin yaşadığı durumu fark edemediğine dikkat çekerek, aile ve yakın çevrenin gözlemlerinin büyük önem taşıdığını dile getiren Klinik Psikolog Göktaş sözlerini şöyle tamamladı: “Hasta genellikle durumunu reddeder. ‘Kendimi iyi hissediyorum’ diyebilir ama fiziksel belirtiler farklı bir tabloyu gösterir. Bu nedenle yakın çevre, hızlı kilo kaybı, yeme alışkanlıklarında değişiklik ve sosyal izolasyon gibi işaretleri ciddiye almalı ve zamanında profesyonel yardım alınmalıdır.”

Source: Internet Haber


Asgari ücret son durum: Asgari ücrete ara zam gelecek mi? Temmuzda maaşlar artacak mı?

En son 2023 yılında ara zam yapılan asgari ücret için bu yıl beklentiler bir hayli fazla… Temmuz ayı yaklaşıyor ve haziran enflasyon rakamları sonrası emekli ve memur maaşlarına zam alacak. Asgari ücretliler de gelecek ay zam yapılmasını bekliyor. Konu şu sıralar bir hayli gündemde ve sıklıkla “Asgari ücrete ara zam gelecek mi” diye soruluyor. Asgari ücrete ara zam gelecek mi?21 Haziran 2025 Cumartesi günü asgari ücret ile ilgili hükümetten ve Cumhurbaşkanı Erdoğan”dan yeni bir açıklama yok. Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisine yöneltilen soruya kısa bir cevap verdi ve “Söyledim ya” ifadelerini kullandı.Özgür Özel”den asgari ücret açıklaması (19 Haziran 2025 Perşembe)CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Biz, yanında 5 kişiye kadar asgari ücretli çalıştıran esnafın sosyal güvenlik primine yapılacak doğrudan destekle bu artıştan hem korunacağını hem de asgari ücretin zamlanmasıyla esnafın da yüzünün biraz olsun gülebileceğini değerlendiriyoruz.” dedi.Özel, beraberindeki partililerle Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken”i ziyaret etti.Ziyaretin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Özel, asgari ücretin, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre dahi 3 bin liranın üzerinde eridiğini ve temmuzda asgari ücrete yapılan zammın neredeyse ortadan kalkacağını söyledi.Asgari ücrette artış yapılması durumunda, bunun esnafa olumlu yansıyacağını belirten Özel, şu ifadeleri kullandı:”İşçide, memurda para yoksa, emeklinin cebinde para yoksa, çiftçi ürününe iyi fiyat alamıyorsa, esnafta da para yok. Esnafın en büyük sıkıntısı bu. Diğer yandan küçük esnaf, asgari ücretli çalıştıran bir işveren. Biz, asgari ücretin artırılmasını ancak küçük esnafın bu artıştan korunmasını öneriyoruz. Asgari ücret artırıldığında, Sosyal Güvenlik Kurumunun prim tahsilatları da inanılmaz şekilde artıyor. Bu tahsilatların sadece dörtte birinden bile vazgeçilip, esnafa ve işverene destek olarak sunulduğunda, sorun neredeyse hallolmuş oluyor. Biz, yanında 5 kişiye kadar asgari ücretli çalıştıran esnafın sosyal güvenlik primine yapılacak doğrudan destekle bu artıştan hem korunacağını hem de asgari ücretin zamlanmasıyla esnafın da yüzünün biraz olsun gülebileceğini değerlendiriyoruz.””Verilmiş söz tutulmalıdır”Asgari ücretin haricinde, esnafın emeklilik şartlarını da konuştuklarını aktaran Özel, “Esnafın yanında çalıştırdığı işçi 7 bin 200 günde emekli olurken, esnaf 9 bin gün çalışmak zorunda. Her esnaf, 6 yıl daha en az 8 bin lira cebinden ödemek ve en düşük emekli maaşı bile alacak olsa, 14 bin 500 liradan yoksun kalıyor. Bu noktada bir adım atılmalıdır, verilmiş söz tutulmalıdır. Meclis”in dibindeyiz. “Mum dibine ışık vermez” derler, Meclis de dibine ışık vermiyor gibi görünüyor.” diye konuştu.Özel, esnafın krediye ulaşımında da sorun bulunduğunu belirterek şöyle devam etti:”Esnafın çok düşük faizli ve çok uzun vadeli kredilerle destekleniyor olması gerekir. Faizlerdeki artış, esnafları da ciddi şekilde sıkıntıya sokmuş durumda. Önümüzdeki dönemde, hem perakende yasasının çıkması için hem 9 bin günün 7 bin 200 güne inmesi açısından hem de asgari ücret düzenlemesi ve bununla eş zamanlı yapılacak esnafın, küçük işletmelerin desteklenmesi noktasında bir dizi çalışmamızı Meclis gündemine getireceğiz. Hükümete, “Gelin, esnafın elinden tutalım, esnafın elini havada bırakmayalım” diyoruz.”Bendevi Palandöken de, ziyaretlerinden ötürü Özel”e teşekkür ederek, esnaf ve sanatkarların sorunlarını konuştuklarını bildirdi.

Source: Dünya Gazetesi


Hasat bu kez lüks gökdelenlerin ortasında başladı: “Sadece çiftçilik değil, bir mücadele”

Yaklaşık 5 dönümlük buğday tarlasının çevresinde yükselen binalar ve ünlü markaların kafe ve restoranlarıyla 23 Nisan Mahallesi, Bursa”nın en gözde yerleşim alanlarından biri. Lüks gökdelenlerin tam ortasında kalan ve imarlı dönümü 25-30 milyon lira olan alanda halen tarımsal üretime devam eden üreticiler, 5 dönümde ekili alandan yaklaşık 3 ton buğday elde edip, kilosunu 13 liradan satarak 39 bin lira gelir sağlamayı hedefliyor. YOĞUN GÖÇ ALIYOR TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Dr. Fevzi Çakmak, Bursa”nın yoğun göç alan bir kent olduğunu vurgulayarak, hızlı sanayileşme, iş imkanları gibi etkenlerin göçü artırdığını anlattı. En fazla göçün, sanayileşme ve konut baskısının Nilüfer”de olduğuna dikkat çeken Çakmak, Nilüfer”in en gözde yerlerinden birindeyiz. Burada gökdelenler, lüks konutlar arasında kalmış 5 dönüm alanda buğday üretmeye, tüm baskılara direnmeye çalışan bir çiftçinin çabasına şahit oluyoruz. Bu bölgede arazi fiyatları çok yüksek. İstese bu araziden daha büyük paralar kazanabilir. dedi. Pandeminin tarımın önemini ortaya çıkardığını belirten Çakmak, Hepimiz yaşayarak gördük. Ukrayna”dan gelecek ayçiçeği yağı gemilerini, tahıl gemilerinin yolunu gözledik. Pandemi geçti hepsini unuttuk. Tarım alanlarını ve çiftçimizi yok saymaya başladık. İmarlı ve kaçak yapılarla tarım arazilerimiz yok oluyor. Bunu en çok Nilüfer”de görüyoruz. Son 17 yılda önemli bölümü Nilüfer”de olmak üzere Bursa”da toplam tarım alanlarının yüzde 12″si, yani 51 bin hektar üzerinde bir alanı kaybettik. Bu yaklaşık 72 bin futbol sahasına denk geliyor. ŞEFTALİ BAHÇELERİNE AVM YAPILDI Son bir yılda ise 3 bin 300 hektara denk gelen 4 bin 620 futbol sahası büyüklüğünde bir alanın tarım dışına çıkarıldığına dikkati çeken Çakmak, Bu alanlar imara, sanayileşmeye konuta açılmış. Özellikle Nilüfer”in büyük kısmı ovada yer alıyor. Tarımın yapıldığı alanlarda konutlar dikiliyor. Bu tarım alanlarının talanına yerel yönetimler de seyirci kalıyor ifadesini kullandı. Çakmak, kırsalda ortalama bir çiftçi yaşının 59″a geldiğini belirterek, bir nesil sonra, bu 59 yaşındakiler de gittiğinde kırsalda tarım yapacak kişi bulunamayacağını aktardı. Genç nüfusun tarıma yönlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Çakmak, 1982 yılında geldim Bursa”ya o dönemlerdeki şeftali bahçelerinin üzerinde şimdi AVM”ler, lüks konutlar var. Planlı OSB”lerle, kaçak sanayi yapılarıyla tarım alanlarımız sürekli azalıyor. Bunu durdurmamız gerekiyor. Nilüfer”de halen yeni imara açılan yerlerin önemli kısmı tarım alanı. Hükümetin de yerel yönetimlerin de önlem alması çiftçiye gereken değeri vermesi gerekiyor. diye konuştu.

Source:


Anket: Gençlerin başarılı bulduğu milletvekilleri belli oldu

ORC Araştırma, 15-18 Haziran tarihlerinde 17-29 yaş aralığında 2 bin 160 katılımcı ile gerçekleştirdiği anketini kamuoyu ile paylaştı. Ankette genç katılımcılara, başarılı buldukları milletvekili soruldu. Sonuçlara göre; CHP”den 6 milletvekili, İYİ Parti”den 2 milletvekili ve AKP”den de 2 milletvekili ilk 10 sıralamasına girdi. Gençlerin en beğendiği milletvekili yüzde 21,5 ile CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır oldu. Başarır”ı yüzde 20,8 ile CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt ve yüzde 17,4 ile İYİ Parti Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez takip etti. İmamoğlu”na yönelik operasyona tepki protestolarında kamuoyunda sıkça gündem olan ve gençlerin yanında kimliği ile öne çıkan CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal da yüzde 15,1 ile dördüncü sırada yer aldı. İşte sonuçlar

Source: Haber Merkezi


AHaber dünyaya Kudüs dersi verdi: Ata Gündüz Kurşun”dan canlı yayında tarihe geçen o sözler!

Orta Doğu”da bir kez daha savaş sesleri yükseldi. İsrail”in 13 Haziran”da İran”a yaptığı saldırı sonrası iki ülke resmen savaş ilan etti. Dünya, yaşanan gelişmelere kilitlenirken A Haber ise sıcak bölgeden bilgileri anbean takip etti. AHaber muhabiri Ata Gündüz Kurşun, önceki akşam gerçekleştirdiği canlı yayında, tarihe geçti. Kudüs”ten canlı yayın gerçekleştiren Ata Gündüz Kurşun”un sözleri, dünyaya adeta “Kudüs dersi” verdi. İŞTE CANLI YAYINDA TARİHE GEÇEN O SÖZLER: BİZLER FİLİSTİN”İN BAŞKENTİ KUDÜS”TEYİZ! Hem A Haber”in KJ”si hem de muhabirimizin sözleri sosyal medyada büyük destek geldi. İşte Ata Gündüz Kurşun”un tarihi yayınında takdir toplayan o sözleri: Bizler şu anda Filistin”in başkenti Kudüs”teyiz. Söylediğim gibi tekrar ediyorum, Filistin”in başkenti Kudüs”teyiz. Hemen arkamda da kutsal mabedimiz, ilk kıblemiz Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra var. Bizler orayı kuşbakışı gören Zeytin Dağı”ndayız. Oldukça anlamlı bir nokta burası. Filistin”in başkentine kadar ulaştı ama dediğim gibi ağırlıklı olarak Tel Aviv ve Hayfa kentleri hedef alınsa da tabii Kudüs”te de zaman zaman sirenler çalıyor ve halk korku ve panik içerisinde kalıyor. AHaber”in dünyaya Kudüs mesajı ve AHaber muhabiri Ata Gündüz Kurşun”un sözlerine sosyal medyadan destek yağdı. İşte o mesajlar…

Source: Sabah