‘Hiç duramıyorum!’

‘Hiç duramıyorum!’

Başak Gümülcinelioğlu çok tanınan, yer aldığı projelerde fark yaratan ve bir oyuncu olmasının yanında tiyatro oyunu çevirmenliği, müzik gibi farklı alanlarda üretim yapan bir isim. Şu sıralar Disney+’ta yayımlanan “Aşkı Hatırla” dizisinde Umay rolünde yer alan oyuncu aynı zamanda hamilelik heyecanını da yaşıyor. Gümülcinelioğlu ile hem merakla beklenen yapımdaki rolünü hem de yaşamın diğer alanındaki üretimlerini ve yaklaşımını konuştuk. – Yer alacağınız projeleri seçerken titiz davrandığınızı biliyoruz. Peki, Umay olmaya nasıl karar verdiniz? Bu proje bana doğum günümde geldi. Evet, ince eleyip sık dokuyorum gerçekten. Çok fazla okuma yapıyorum, senaryosundan başlayıp projedeki kişilerden yaratıcılarına kadar her detaya dikkat ediyorum. Eşimle evlilik yıldönümümüz ve doğum günlerimiz çok yakın tarihlerde. Hepsini kutlamak için Kapadokya’ya gitmiştik. Tam İstanbul’a dönmüştük ve doğum günümü kutluyorduk ki “Aşkı Hatırla” projesi geldi. O gün elime ulaşan sahneler Kapadokya’da geçiyordu. Hayatta bazı şeylerin tesadüften öte olduğuna inanıyorum. Bir anda karakteri çok sevdim, içim ısındı ve projeye dahil olmak istedim. – Sizce Umay, izleyicinin sevip sahipleneceği bir karakter mi yoksa dışlayıp mesafeli duracağı biri mi? Bu seyircinin kim olduğuna ve hayatının neresinde durduğuna bağlı olarak değişir. Eğer seyirci, hayatının bu döneminde masalsı bir aşk hikâyesinin hiç kimse tarafından bölünmemesini tercih ettiği daha romantize bir noktadaysa Umay’ı anlamaması normal ama hikâyenin gerçekleri de var. Umay, Deniz’in (Barış Arduç) sevgilisi ve Deniz’e defalarca ilişkisinin bitip bitmediğini soran, dürüst cevaplar arayan bir kadın. Olgun davranmaya çalışıyor ama ilk üç bölümde de görüyoruz ki Umay’ın damarına epey basılıyor. Masalsı bir romans değil bu, gerçek bir hayat kesitinin içinde geçen bir hikâye. Bu nedenle, empatik ve objektif bakabilen herkesin her karakteri anlayabileceğini düşünüyorum. Hayatta “doğru insanlar” yoktur bence. Doğru davranışlar, doğru seçimler, doğru anlar vardır. – Tiyatroda aktif olarak çeviri yapıyorsunuz. Bu alan, tiyatronun evrensel yönü göz önünde bulundurulduğunda, dil ve kültür arasında derin bir birikim gerektiriyor. Tiyatro çevirmenliğine nasıl başladınız? Ne güzel söylediniz, o kadar aynı düşünüyoruz ki bu konuda. O yüzden sırf çağdaş Amerikan ve İngiliz metinleri çeviriyorum. Bunun nedeni de çağdaş Türk, Amerikan ve İngiliz kültürlerine vakıf olmam; üç kültürde de yaşamış ve eğitim görmüş olmam. Çeviri yapmaya kariyerimin ilk yıllarında başladım. Sayısız deneme çekiminden sonra bir gün umutsuzluğa kapıldım ama kendime “Umutsuzluğu yakıştırmam” dedim, çalışmıyor olmayı kabul etmedim. İngiltere’de eğitim alırken topladığım, sevdiğim metinleri Türkiye’ye döndükten sonra çevirmeye başladım, sırf boş kalmamak ve “Neden olmuyor”u düşünmemek için. Bazen hayalini kurduğumuz şey, hayal ettiğimiz şekilde gerçekleşmez ama sonra daha da güzelleşerek gelebilir. İlk çevirim kabul edildikten sonra birçok oyun çevirmeye başladım. Geçen ay bir oyunum Devlet Tiyatroları repertuvarına girdi, geçen yıl ise Şehir Tiyatroları’nda oynanan bir oyunum olmuştu, yıllardır da özel tiyatrolarda sahneleniyor. Sanırım hayatta “durmayı” kabul etmediğim için başladım, iyi ki de başlamışım. Şimdi çok şükür hiç duramıyorum. – Peki tiyatro metinleri çevirmeniz sizi sahneye ya da söze başka bir yerden mi bağlıyor? Bir dilin ruhunu başka bir dile aktarmak sizce nasıl bir sorumluluk? Gerçekten uzun zamandır bu kadar çok sevdiğim soruları üst üste almamıştım. Metin çevirmek aslında bir metni başka bir dilde yeniden yazmaktır. Bunu ben demiyorum; bu, çeviri dünyasında çok bilinen bir bakış açısı. Bu yüzden sadece iyi bildiğim kültürlerin çağdaş metinlerinin çevirisini üstleniyorum. Çünkü jenerasyon bilgisi, sokak kültürü, çağdaş tarih ve edebiyat bilgisi gibi unsurlar bana çeviri sürecinde eşlik ediyor. Özünde oyuncu olduğum için her metni oynayarak çeviriyorum. En büyük meselem, izleyenine ve okuyanına metnin kendisini doğru anlatması. Bazen bir deyimin birebir karşılığı olmuyor ama anlamını yakalayıp metni başkalaştırarak çevirmeye çalışıyorum. Bence metnin sizinle konuşması ve bir oyuncuya söz söylemesi en önemli mesele. – Sanatın farklı alanlarında üretim yapan, çok-disiplinli bir sanatçı olarak çalışma yöntemlerinizi ve kendinizi geliştirme biçiminizi nasıl tanımlarsınız? Burada devreye giren bir durum var: Hem süper gücüm hem zaman zaman kalbimi yoran gerçek. Belki birilerine faydası olur diye paylaşmak isterim. Bende geç teşhis edilmiş DEHB (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) var. Artık bunu bir hastalık olarak görmüyorlar. Hatta nöroplastisiteyle bağlantılı şekilde bir tür süper güç olarak tanımlayan araştırmalar da var. Tabii ben bunu her zaman böyle deneyimlemedim. (Gülüyor) Çok hareketli ve uyumayı sevmeyen bir çocuk olarak “Yorun bu çocuğu” diyerek başlayan çocukluk serüvenim sporla şekillendi: Artistik jimnastik, bale, buz pateni… Hepsi beni bir şekilde konservatuvarla iç içe olmaya yönlendirdi. Müzik, dikkatimi toplamama çok yardımcı oldu. Küçük yaşta enstrümanlara ve şarkı söylemeye ilgi duydum. Annem bu konuda bana çok destek oldu, üstelik kendisi bu durumu bilmemesine karşın, sezgisel olarak çok doğru bir yol izlemiş. Sonuçta çok az uyuyan ve sürekli çalışan biri hâline geldim ama bu çalışma sadece ilgi duyduğum alanlara yönelmiş bir çalışmaydı. Bu yüzden belki de bir süper güç deniyor buna. Sevdiğim şeyler üzerine -müzik, oyunculuk, sahne sanatları, resim ve mimari gibi- sürekli üretim halindeyim. Kendimi kurtarma, anlatma ve bulma biçimim bu oldu. Herkesin hikâyesi farklı tabii ama ben zamanla şunu fark ettim: Bizi yoran şeyler, aynı zamanda bizi dönüştüren ve bereketlendiren şeyler olabiliyor. – Maddi beklenti ve çıkarların oldukça yüksek olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir ortamda tamamen mantıkla hareket etmek kaçınılmaz gibi görünüyor. Ancak sizin sezgilerinize ve duygularınıza güvenerek yaşadığınızı biliyoruz. Bu güvenin kaynağı nedir? Başka türlüsünü yapamayışım galiba… Elbette kanıtları, matematiği, planlamayı ve programlamayı severim ama günün sonunda, sevdiğim bir şeyin tam tersini matematik söylese de ondan vazgeçemem. Sevmediğim bir şeye odaklanamam, yapamam. O yüzden en büyük kerterizim: Kalbim atmıyorsa oradan hemen koşarak uzaklaşmak. – Sezginizi güçlendirmek, kendinizi yenilemek ya da sadece iyi hissetmek için uyguladığınız özel bir pratiğiniz var mı? Meditasyon yapmaya çalışıyorum, olabildiğince. Suyla temas etmeye çalışıyorum. Hayvanlarla ve çocuklarla vakit geçiriyorum. Durmaya çalışıyorum. Nefes almaya… Başka insanlarla ilgili herhangi bir şey konuşmamaya gayret ediyorum. Çünkü başkalarının hikâyeleriyle ilgilenirken insanların enerjisini çok yitirdiğini ve bazen kendi hayatlarını da bu uğurda kaybettiklerini gözlemliyorum. O yüzden en büyük pratiğim, kendi hayatıma, huzuruma, mutluluğuma ve dürüstlüğe inanmak. NUMEROLOJİ İLGİSİ – Bir röportajınızda numerolojiye olan ilginizden söz etmiştiniz. Günümüzde mimarlık da sayıların taşıdığı anlamlarla ilişkilendirilen bir bilgi alanı. Mimarlık eğitimi almış biri olarak bu ilginiz nasıl ortaya çıktı? Aslında mimarlık fakültesindeyken renklerle ve tasarımla çok ilgiliydim. Ama hayatım boyunca sayılar benim için hep önemli oldu. En sevdiğim ders her zaman matematikti. Resim, müzik ve beden eğitimi derslerini saymazsak. (Gülüyor) Sonra hayatımın çok ilginç bir döneminde, bir arkadaşım bana numeroloji diye bir şeyin varlığından söz etti. Sayıların, renklerin ve frekansların anlam taşıdığına; bunun okunabilir, araştırılabilir ve bazı yönleriyle kanıtlanabilir olduğuna inandığını anlattı. Yıllar içinde ben de bu alanda çok okumaya başladım. Elbette bilim insanı değiliz ve bunu yüzde 100 ispatlamak mümkün değil. Bu yüzden yüzde 100 ikna olmak da kolay değil. Ben işin daha çok pozitif düşünce, olumlama ve hayatı kolaylaştırma kısmına odaklanıyorum. En çok da renklerin içinde, kendi rengimle huzurlu olma haline. KUTU OĞLUNA DİNLEME LİSTESİ HAZIRLIYOR – Spotify dinleme listenizde son zamanlarda en çok dinlediğiniz müzisyenler ve şarkılar hangileri? Hemen bakıyorum… Oğluma bir liste hazırlıyorum, doğduğunda dinletebilmek için: Lindsay Munroe, Raffi – “I Am Kind” Johnny Nash – “I Can See Clearly Now” No Blues – “Black Cadillac” & “Farewell Shalabiye” Khaled Mouzanar – “Un Air de Liberté” Sezen Aksu’nun tüm zamanların tüm şarkıları, her zaman. – Son dönemde okuyup etkilendiğiniz ve okuyucularımıza önermek isteyeceğiniz bir kitap var mı? Ustaca Sevmek – Don Miguel Ruiz, 1984 – George Orwell (Son zamanlarda okumadım ama hâlâ okumamış olanlara öneririm.) BÜYÜLÜ BİR ORTAM – Çekimler ne kadar sürdü? Sizin için nasıl bir deneyimdi? Kapadokya çekimlerimiz iki hafta sürdü. Bunun bir haftasında aktif olarak çalıştım. Tabii dijital projelerde senaryoya göre parça parça çalışıyoruz. Sonrasında İstanbul’a geldik ve çekimlere burada devam ettik. Yanlış hatırlamıyorsam, çekimler iki ay sürdü. Daha önce Kapadokya’da hiç çekim yapmamıştım, büyülü bir ortam var. Dönerken çok etkilendiğimi ve muhteşem anılarla ayrıldığımı hatırlıyorum. DOĞUMDAN SONRA TİYATROYA DÖNÜŞ – Oyuncu olarak yeniden tiyatro sahnesine dönmeyi düşünüyor musunuz? Düşünmez miyim, her gün düşünüyorum! (Gülüyor) Güldüğüme bakmayın, hiç şaka yapmıyorum. Eğitimimi tamamladıktan sonra kendime bir söz vermiştim: Ne olursa olsun hiçbir sezon tiyatrosuz kalmayacaktım. Dizi olmayabilir, sinema olmayabilir ama tiyatro hep olacaktı. Aslında öyle de oldu, ta ki pandemiye kadar. İnsanın büyük konuşmaması gerekiyormuş. (Gülüyor) Sonrasında da dizi programıyla provaları çakışan çok iyi oyun teklifleri geldi, maalesef olumlu yanıt veremedim. Veya bazı projeler içime sinmedi. Şimdi elimde, kendim sahneye koymak istediğim iki oyun var. Hatta madem buradayız, paylaşayım: Muhteşem bir oyun çevirdim. Tam provalara girmek üzereyken hamile olduğumu öğrendik. Özellikle benim oynayacağım kadın karakterin fiziksel performansının yoğun olduğu bir oyun bu. Bu nedenle, maddi manevi olarak ne kendimi ne de başkasını böyle bir sürece sokmak istemedim. Projeyi durdurmadık, bir süreliğine duraklattık. Şimdi hayatımızın bize sunduğu bu kıymetli hediyeye sarılıp önce onu dünyaya getireceğim. Sonra yeniden sahneye döneceğim. Kim bilir, oğlum da beni alkışlar belki. (Gülüyor) – Müzik yaşamınızda önemli bir yer tutuyor. Yakın zamanda yeni bir projeniz olacak mı? Olacak! Sonunda, çok şükür. Altı aydır üzerinde çalıştığım bir projem var. Yakında onu yayımlayacağız. O kadar uzun süredir bu projeye odaklandım ki artık elim kolum ayağım gibi oldu. Hatta sanki herkes biliyormuş gibi hissediyorum ama daha yayınlanmadı bile! Şöyle bir ipucu vereyim: Beni şimdiye kadar takdir etmiş, desteklemiş, değer vermiş her milletten takipçimin hoşuna gidecek bir proje tasarladım ve gerçekten üzerine inanılmaz çalıştım. Bence çok güçlü, küresel çapta bir proje geliyor. SEVGİSİZLİĞE, ANLAYIŞSIZLIĞA ALIŞAMIYORUM – ABD ve İngiltere eğitimleri ve deneyimleri sizde nasıl izler bıraktı? Türkiye’ye döndüğünüzde alışmakta zorlandığınız şeyler oldu mu? Ben her gittiğim yerde önce bir alışma zorluğu çekerim. (Gülüyor) Ancak bir hafta sonra sanki yıllardır oradaymışım gibi alışırım. Şaka bir yana, çok küçük yaşta burs programlarıyla lisede okumaya gittim. O yaşta bir genç kızın yalnızlıkla ve kültür farkıyla baş etmesi her zaman kolay olmuyor. Kendime karşı dürüst olmak ve kendimi korumak, hep en önemli iki rehberim oldu. En risksizi okula odaklanmaktı, öyle yaptım. Gerçekten kendimi çok kollayarak yaşadım ve iyi derecelerle mezun oldum. Aynı zamanda iki çok güçlü kültürü yakından tanıdım. Ama küçük yaşta birkaç farklı ülkede yaşamanın bir etkisi de şu: Kendimi hiçbir zaman tamamen bir yere ait hissedemedim. Bunu söylemek olumsuz gibi algılanabiliyor ama aslında ben, dünyada kalbi iyilikle atan herkesi -hangi milletten olursa olsun- sevecek şekilde yetiştirdim kendimi. Bence kendime verdiğim en büyük hediye bu. Her yere aitim ve her insanı sevmeye çok açığım. O yüzden sevgisizliğe, anlayışsızlığa, insanların birbirine tahammülsüzlüğüne ve tembelliğe alışamıyorum. Hatta alışmam imkânsız.

Source: Deniz Ülkütekin