Savaş gölgesinde bir Hollanda yolculuğu

Savaş gölgesinde bir Hollanda yolculuğu

Rotterdam’dan Amsterdam’a giden tren, rayların tanıdık ezgisiyle salınıyordu. Yolcuların çoğu kendi dünyalarındaydı: Kimi camdan dışarıya dalmış, kimi kulaklığında kaybolmuştu. Bazılarıysa yumuşak seslerle sohbet ediyor, birileri az önce alınmış kahvenin buharında huzur buluyordu. Ben, pencere kenarında oturuyordum. Ağaçlar, kanallar, tarlalarda tasasız otlayan ineklerin önünden hızla geçiyorduk. Tam bir rüya hali… Bu yıl festivalin açılış filmi “Acı Kahve”ydi. Ünlü oyuncu Nazan Kesal, filmin başrolünde yer almakla kalmıyordu, aynı zamanda festivalin özel konuğu olarak Amsterdam’a gelmişti. Filmin genç yönetmeni Soner Sert’in de birkaç gün içinde Hollanda’ya ulaşarak diğer şehirlerdeki gösterimlere katılması bekleniyordu. Festivalin Amsterdam’daki gönüllüleri ise olağanüstü bir çaba göstermiş, şehrin en bilinen kültürel mekânlarında üç günlük yoğun bir program hazırlamışlardı. Film gösterimleri, söyleşiler ve panellerle dolu bu etkinlik takvimi, yalnızca sinemaseverleri değil, göçmen hafızaya da seslenen bir kültürel buluşmaya dönüşmüştü. Derken birden görünmeyen bir el hepimizin telefonuna aynı anda dokundu. Korkunç bir gürültü kapladı her yanı. BİP BİP! Trenin içinde yankılanan bu tiz sesle herkes irkildi. Telefonlar aynı anda ötmeye başlamıştı. “NL-ALERT: Bu bir denemedir. Ciddi bir tehdit yoktur” yazıyordu ekranlarda. Ama kimse rahatlayamadı. Konuşmalar kesildi, gülümsemeler dondu. Rüyadan uyanır gibi olduk. Geçen yıl da benzer bir uygulama yapılmış, nüfusun yüzde 93’üne ulaşılmıştı. Hatırladım, birkaç hafta önce Hollanda hükümeti halka çağrı yapmıştı: Kilerde konserve, pilli radyo, el feneri, ve üç günlük erzak bulundurun; kişi başı nakit para saklayın… Bu arada devlet kurumlarınca yapılan açıklamada, 72 saat yaşayabilmek için yetişkin başına 70, çocuk başına 30 Avro öneriliyordu. Ve hepsinden daha sert bir uyarı daha vardı: Yalnız yaşıyorsanız 661 Avro, eşinizle birlikteyseniz 1322 Avro üzerindeki nakit para, vergilendirmeye tabiymiş! Bir de işin bir başka boyutu daha var: Her yerde karşınıza çıkan bir tanıtım filmi hazırlanmış. Tam 23 dakikalık bu iç karartıcı yapımda, önce ekranlara çok bilmiş politikacılar geliyor ve sıkı uyarılarda bulunuyorlar. Ardından evlerinde huzurla oturan sıradan bir aile, aniden yükselen alarmlarla yerlerinden fırlayıp dışarı kaçıyor ve bir sığınağa kapanıyor. Filmlerde ve afişlerde dikkat çeken başka bir ayrıntı ise tuvalet kâğıdı yığınları. Evet, yanlış duymadınız. Dizi dizi tuvalet kâğıtları… Malum, pandemi döneminin en büyük travmalarından biri buydu. Raflar bir anda boşalmış, insanlar evlerini tuvalet kâğıdı depolarına çevirmişti. Görünüşe göre kolektif bilinçdışımız hâlâ orada takılı. SOĞUK SAVAŞ’IN HAYALETİ Oysa daha düne kadar “nakitsiz toplum”u savunan yönetim, şimdi cebimizde bozuk para, kilerde konserve arıyordu. Modernliğin vitrini gibi görünen bir ülkede, Soğuk Savaş’ın hayaletleri yeniden camlara yansıyor. Ve sonra başka bir ses düştü zihnime… Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yıldönümünde konuşan aşırı sağcı Fransız siyasetçi Marine Le Pen: “Tüm parlamento komisyonları patolojik bir şekilde Doğu’da savaşa hazırlanıyor” demişti. Bu cümle, trenin içindeki sessizlik kadar rahatsız edici ve gerçekti. Tren ilerliyor. Pencere dışındaki dünya akıyor. Ama içeride herkes suskun. Bizse… Rüyada mıyız? Alarmda mı? Kimin filmi bu? Kimin senaryosu? m.e.alkanlar@gmail.com

Source: Mehmet Emin Alkanlar/ Hollandarotterdam