Sosyal medya “güzellik algısı”: Gençleri depresyona sürüklüyor
Bir yeme bozukluğu hastalığı olan anoreksiya nervoza, özellikle ergenlik çağında rastlanıyor. Uzmanlar, aileleri ve medyayı gençleri sosyal medyanın oluşturduğu güzellik algısından korumak için uyarıyor. Cumhuriyet konuya ilişkin Türkiye Psikiyatri Derneği’nden Prof. Dr. Aslıhan Dönmez ile konuştu. Dönmez, anoreksiya nervozanın ölümle sonuçlanabilecek ciddi psikiyatrik rahatsızlık olduğunu belirterek “Beslenme kısıtlı olduğu için organların düzgün çalışması için gerekli olan besinler, vitaminler, mineraller ve elektrolitler yeterli miktarda değildir. Buna bağlı kas ve kemik erimeleri, dişlerde çürüme ve dökülme, böbrek işlevlerinde bozukluk ve nihayetinde böbrek yetmezliği, sinir hücrelerinde harabiyet, beyin küçülmesi görülebilir. Yeterli yağ dokusu olmadığı için üreme hormonları çalışamaz ve doğurganlıkta azalma, kısırlığa giden süreç ortaya çıkabilir” dedi. Açlığa bağlı olarak ve bazı hastalarda kilo vermek amaçlı kusma nedeniyle ülser, gastrit gibi rahatsızlıkların görülebileceğine dikkat çeken Dönmez, “Anoreksiya hastaları ile empati kurabilmek, tedavide çok önemlidir. Anoreksiya düşünce ve davranış şeklinin ortaya çıkmasında iki önemli etkenin olduğunu söylemek mümkündür. Birincisi; açlığın yarattığı psikolojik etki. İkincisi; bunu büyük başarı gibi görüp yaptıkları işten gurur duyuyor olmaları” diye konuştu. “YAPTIKLARIMIZ ÖNEMLİ” Çocukluk ve ergenlik çağında aile başta olmak üzere çevre etkisi ile sosyal öğrenmenin önemine dikkat çeken Dönmez, “Çocuklarımız nasihatlarımızdan çok yaptıklarımızdan öğreniyor” dedi. Anoreksiyanın depresyonu tetikleyebileceğini söyleyen Dönmez, “Anoreksiyanın yalnız koridorlarında yürüyen kişi bir noktadan sonra kilo vermek dışında hayata karşı ilgisini yitirebilir. Özgüven ve özdeğeri sadece zayıf olmak ve bunu korumaya endeksli hale gelir” ifadelerini kullandı. Gerek görsel gerekse sosyal medyanın hastalığın yaygınlaşmasında çok önemli rol oynadığına dikkat çeken Dönmez, “Toplumsal baskıya göre; zayıf kadın beğenilen, özenilen, başarılı ve iradeli bulunan kadındır. Aslında birçok kadın tarafından mutlak bir doğru olarak kabul edilen bu mit, 1980’li yıllardan itibaren bazı sektörlerin para kazanmak amacıyla geliştirdikleri bir algı operasyonundan ibarettir. Bu yanlış bakış açısı çok erken yaşlardan itibaren kadınları baskı altında hissettirir. Ergenlik döneminde bu toplumsal baskı, sosyal baskıyla da birleşerek yeme bozukluğu gelişimi açısında ciddi bir risk oluşturur” şeklinde konuştu.
Source: Damla Polat
Hafif, serinletici, mutlaka yoğurtlu…
YOĞURTLU YAZ MEZESİ (4 KİŞİLİK)NE LAZIM?◊ 1 adet ince uzun, yeşil kabak◊ 1 adet ince uzun salatalık◊ 1 adet orta boy haşlanmış patates◊ 4 yemek kaşığı zeytinyağı◊ 1 demet dereotu◊ 500 gr süzme yoğurt◊ 5 diş sarımsak◊ 1 yemek kaşığı kuru nane◊ 2 çay kaşığı tuz, pul biber, sumakNASIL YAPARIM?◊ Kabakların saplarını kesip kabuklarını kazıyın ve yıkayın. Rendeleyip zeytinyağıyla birlikte bir tavaya koyun. Orta ısılı ateşte, sürekli karıştırarak 3-4 dakika kavurduktan sonra ocaktan alın.◊ Salatalığı ve haşlanmış patatesi rendeleyip kabağın içine aktarın. Kuru nane, tuz, pul biber ve sumağı ilave edip malzemeleri iyice karıştırın.◊ İsterseniz mutfak robotunda çekebilirsiniz.◊ İncecik kıyılmış dereotunu, dövülmüş sarımsağı ve süzme yoğurdu katıp robotta çekerek malzemeleri tekrar karıştırın.◊ Karışımı servis tabağına aktarıp üzerini ince halkalar halinde doğradığınız kornişon turşuyla süsleyerek servise sunun. YOĞURTLU PATLICAN MEZESİ (KÖPOĞLU) (4 KİŞİLİK)NE LAZIM?◊ 4 adet orta boy kemer patlıcan◊ 4 adet çarliston biber◊ 1 adet kırmızı dolmalık biber◊ 1 su bardağı sıvıyağSos için ◊ 4 adet orta boy domates◊ 2 çorba kaşığı üzüm ya da elma sirkesi◊ 2 çay kaşığı toz şeker◊ 2 çay kaşığı tuz, karabiber◊ 1/2 kg yoğurt◊ 6 diş sarımsakNASIL YAPARIM?◊ Patlıcanları alacalı soyup, 1 cm eninde kuşbaşı doğrayıp tuzlu suya koyun.◊ Acısı çıkan patlıcanları yıkayın.◊ Biberlerin sap ve çekirdeklerini ayıklayıp ince halka şeklinde doğrayın.◊ Sarımsakları tuzla dövüp yoğurtla karıştırarak bir kenarda bekletin.◊ Sos için domatesleri rendeleyip orta boy bir tencereye aktarın. İçine sirke, toz şeker, tuz ve karabiberi ekleyerek orta ateşin üzerine koyun. Ara sıra karıştırarak, domatesler suyunu çekinceye kadar 10-12 dakika pişirin, ocaktan alın.◊ Derin bir tavada sıvıyağı kızdırın. Patlıcanları kâğıt havluyla kurulayıp kızgın yağda kızartın. Bir el süzgeciyle süzdürerek patlıcanları çıkarın. Aynı yağda biberi de iyice yumuşayıncaya kadar kızartıp çıkarın ve patlıcanlarla karıştırın.◊ Üzerine sarımsaklı yoğurt döküp hafifçe karıştırın. Sonra domates sosunu gezdirip incecik kıyılmış maydanozla süsleyerek servis edin. YOĞURTLU BÖRÜLCE BORANİSİ (4 KİŞİLİK)NE LAZIM?◊ 500-750 gr taze börülce◊ 1 tatlı kaşığı tuz (Haşlama suyuna)Sos için◊ 2 demet taze yeşil soğan◊ 1 adet ufak boy kuru soğan◊ 7-8 diş sarımsak◊ 1/2 su bardağı zeytinyağı◊ 1/2 demet dereotu◊ 5-6 yemek kaşığı dolusu süzme yoğurt (Denizlililer yanık yoğurt kullanır)◊ 1’er tatlı kaşığı tuz, kırmızı toz biberNASIL YAPARIM?◊ Taze börülcelerin iki ucunu kesip atın. Sonra da her bir börülceyi 2’ye ya da 3’e bölün.◊ Geniş bir tencerede 12 bardak suyu kaynatıp tuzunu katın. Kaynayan suda börülceyi iyice yumuşayıncaya dek haşlayın. Süzdürüp geniş bir servis tabağına alın.◊ Bu arada sos için geniş bir tavaya zeytinyağını koyun. Yeşil soğanların sadece yeşil kısımlarını alıp incecik doğrayın. Kuru soğanı yemeklik incecik dilimleyin ve soğanları kızan zeytinyağının içine atın.◊ Sarımsakları pirinç tanesi gibi doğrayıp ilave edin. Tahta kaşıkla karıştırarak 7-8 dakika kavurun. ◊ İnce kıyılmış dereotunu katıp süzme yoğurdu ekleyin.◊ Sık sık karıştırarak 5 dakika kadar sosu kaynatın ve ocaktan alın.◊ Sıcakken, haşlanmış börülcelerin üzerine gezdirin. Kırmızı toz biberi serpiştirip ılık olarak yiyin.
Source: Sahrap Soysal
Geçmişin tatlı sesi, bugünün diliyle: Otto Bite
Geçen hafta kaleme aldığım Natolia’nın kardeş mekânından bahsedeceğim size bugün: Otto Bite. Natolia’nın alt katında ama aynı zamanda ayrı bir girişi de bulunan Otto Bite’ın müthiş şık dekorasyonu ilk bakışta dikkat çeken yanı olsa da oturduğunuz an etkileyici vizyonunu çözmeye çalışırken buluyorsunuz kendinizi. Çünkü burada her şey hem çok tanıdık hem de çok farklı. Otto Bite’ın ‘ulvi amacı’ Anadolu’nun derin tatlı mirasını çağdaş pastacılıkla birleştirerek, sade ama unutulmaz lezzetlere dönüştürmek. Malum, tatlı Anadolu mutfağında yalnızca bir damak tatlandırıcı değil bir hafıza biçimidir. Kimi zaman bir düğün yemeğinden sonra, kimi zaman bir vedanın ardından; hemen her tatlı kolektif bir hafıza taşır. Özellikle de helvalar… Otto Bite’ın çıkış noktası helva çeşitleri olmuş, nitekim aslında mekânın da tam ismi ‘Otto Bite Turkish Halvah Cafe’. Menü hazırlanırken helva çeşitleri merkeze konsa da baklava yufkasının çıtırtısı, kömbedeki baharatın kokusu, sütlacın çocuksu huzuru göz ardı edilmemiş.Tanıyana aşk olsun!Geçmişe saygısını bugünün teknikleriyle ifade eden bu rafine tatlı markası Natolia’da olduğu gibi Ömür Akkor ortaklığında kurulmuş. İşin mutfağındaysa önceki yaptığı işlerin başarısıyla tanıdığımız pasta şefi Kübra Yaman var. Mutfakta bir malzemeyi, yemeği veya tatlıyı dönüştürebilmek için onu sadece bilmek yetmez, farklı mutfakları tanıyan, kıyaslayan ve yorumlayan bir vizyona sahip olmak gerekir. O malzeme veya yemeğin potansiyelini görüp başka mutfaklardan ve tekniklerinden ilham alarak hayalindeki şeyi yaratmak pek de kolay iş değil.Gelelim Otto Bite’ın her biri başlı başına ayrı bir anlatı olan tatlılarına… Un helvası mesela… Geleneksel un helvasını Fransız pastacılık teknikleriyle hazırladıkları yumuşak dokulu bir mus formuna taşıyarak içine nar ve hibiskusla hazırlanmış bir sos eklemişler; altınaysa karamelize bir çıtır taban yerleştirmişler. Bizim o mütevazı un helvasını tanıyana aşk olsun! Otto Bite sütlacındaysa nostalji ve yaratıcılık yine kol kola girmiş. Geleneksel sütlaç tadı, karamelize edilmiş çıtır pirinç patlakları ve yumuşak dokulu tarçınlı musla adeta yeniden doğmuş. Üzerine serpiştirilen tarçınlı şeker yakılarak son dokunuş yapılmış; böylece hem duyulara hem hatıralara hitap eden narin ama derin bir tat ortaya çıkmış.Otto baklavaysa gerçek bir başyapıt, en gelenekselcileri bile yoldan çıkarıp fikrini değiştirebilecek kadar iyi. Sadeyağla lezzetlendirilmiş incecik baklava yufkaları arasına çıtır fıstık katmanı, fıstık pralin ve fıstık ganaj koyarak hazırlanıyor. Üzerindeki manda kaymaklı mus tatlıya zarif bir yumuşaklık katıyor. Dışıysa ince bir karamelli çikolata tabakasıyla kaplanıyor. Klasik baklavanın şerbetli ağırlığı burada yerini katmanlararası dengeli bir tatlılığa bırakıyor. Baklava yufkasının hakkı verilmiş Otto Bite mutfağında. Sadeyağ ve balla birlikte fırında çıtırlaştırılan baklava yufka çanaklarının içi badem helvalı-kırmızı orman meyveli, fıstık ezmeli-mascar-pone kremalı, tahin-ricotto’lu lime harçlarıyla doldurularak apayrı bir biçimde kimlikleştirilmiş.Türk mutfağının en sade ama en anlamlı tatlılarından biri olan irmik helvasıysa fıstıklı çıtır bir katman üzerinde, peynirli-fıstık ezmeli irmik bazlı dolgu ve fıstık ganajla sunuluyor. Narenciyeli Datça badem helvasıysa bademli mus ve incecik bir bademli çıtır katmandan oluşuyor. Kestaneli Bursa helvası da yaz helvası formunda yorumlanmış. Bu kadar tatlının olduğu yerde içecek servisi de ayrı önem kazanıyor. Okkalı bir Türk kahvesi veya demli bir çay tatlınızın yanına biçilmiş kaftan olmakla birlikte yeni içecek denemeleri üzerinde çalıştıklarının da notunu iletelim.Dünyanın herhangi bir yerine koysan ilgi görecek, kendi bağımlı kitlesini oluşturacak bir konsept olmuş Otto Bite. Ve yalnızca bir tatlı markası değil. Gelenekle geleceğin aynı masada oturduğu, geçmişin mutfak seslerinin bugünün teknikleriyle konuştuğu bir anlatı. Her tatlı, bir hikâye. Her lokma, bir hafıza. Ve belki de en güzeli: Her şey bu kadar tanıdık, ama bir o kadar da yeni.
Source: Ebru Erke
‘Aşk hem zoruna hem de hoşuna gider’
Bu onunla ilk röportajımız. Emir Can çok güler yüzlü. Bir hayli uzun boylu ve fit. Sol kolunda ve sol göğsünde hepsinin birer anlamı olan dövmeleri var. Şarkı sözlerindeki gibi arada melankolik, arada eğlenceli… Başlıyoruz sohbete…◊ Yeni şarkın ‘Ruj’un geri vokalinde Gülşen var. Yollarınız nasıl kesişti?Şarkıyı Gülşen’le paylaştım, “Böyle bir şarkı yaptım. İstersen sen tamamla, istersen bu haline bir bakalım, söylemek istersen düet yapalım” dedim. Gülşen de “Ama olay bu” diye cevap yazdı. Sonra “Ben stüdyoya gireceğim, ton bakacağım, seslerimiz uyuşursa yapalım” dedi. Şarkı ona çok yakıştı. Ben aslında onunla söylemek isterdim. Uzun süre üzerinde çalıştık ama düet için aynı tonda buluşmakta zorlandık. Gülşen benim söylememin daha doğru olacağını, şarkının ona attığım demo halini bozmamamız gerektiğini söyledi ve back vokal yapmayı kabul etti, çok mutlu oldum.◊ Bir kadında ruj sever misin?Severim. O hazırlanmanın, özenin bir göstergesidir. Konserime de sevenlerim, dinleyenlerim süslenip gelirler. O özel bir gündür ya, çok hoşuma gider.◊ Şarkıdaki gibi hem zoruna hem hoşuna giden ilişkiler yaşadın mı?Yaşadım, evet. Aşk biraz öyle bir şey sanırım, hem zoruna hem de hoşuna gider. O çelişki aşkın ve hayatın içinde.◊ Zoruna giden ilişkiyi sever misin?Zorlanırım ama sanırım seviyorum. Çünkü bana ters gelen, bazı hoşuma gitmeyen şeylerin olduğu ilişkiler yaşadım. Şimdi bakınca diyorum ki, herhalde bunu seviyormuşum. ‘ONURSUZ OLMADIKÇA YASAK ÇEKER’◊ Nedir o hoşuna gitmeyen şeyler?Sahneme, işime, müziğime karışılması… Bir eleştiri üzerinden bana yön verilmeye çalışılması pek hoşuma gitmez. O da zoruma gider.◊ Şarkındaki gibi yasak olan seni daha mı çok çeker?Her zaman değil tabii ama bir yasak çekiciliği vardır. Beni de çok onursuz bir durum olmadıkça yasak çeker.◊ Peki, hiç tuzak olan birine düştün mü?Düştüğüm kişiyi tuzak olarak tanımladım. Şöyle anlatabilirim, aslında başından bellidir ya bazı şeyler… Ama o kişiye de çok çekilirsin, kaçacak yer yoktur. Kaçsan da aklın ondadır.◊ Toksik ilişkileri seviyor musun?Toksik bir karakter olduğumu düşünmüyorum. Bende bağırış çağırış yoktur, sevmem. Hep “Sakin ol, otur, çözeriz, konuşuruz” derim.◊ Şarkılarında aşkın birçok farklı tonunu anlatıyorsun. Bir aşk tanımın var mı?Yıllar önce “Aşk insanın deliliğe en çok yaklaştığı haldir” demiştim.◊ Neden deliliğe en yakın hal?Çünkü konforunu, geleceğini, kendini çok fazla düşünmediğin bir hal.◊ Şu an o hallerin içinde misin?Şu an o hallerin içinde değilim. Yalnızım. ‘İLK LİNCİM OLDU’ ◊ ‘Harbiye Açıkhava’da verdiğin konserde göğüs dekoltesi olan bir kostüm giydin. Bu kadar çok konuşulacağını tahmin ediyor muydun?Tahmin etmedim. Normalde gömlek giyiyorum, gömleği göğsüme kadar açıyorum, onlardan birkaç santim daha açıktı. Kıyafet bana çok risksiz gelmişti. Bu kadar konuşulacak diye düşünmemiştim. Galiba magazin kitlesindeki ilk lincim oldu. Ama bu linç hoşuma gitti.◊ Neden?Küfür, hakaret yok. Dalga geçme var, ben de eğlendim.◊ Kıyafetin bu kadar tartışılması sana ne düşündürüyor? Sahne bir şov alanı. İzleyiciye ışıklarla, dekoruyla bir şov hazırlıyoruz. Tabii ki normalde giyindiğimden farklı olarak özenmek istiyoruz. Bunun tartışılması saçma geliyor. İnsanların şunu anlaması lazım, o bir kostüm. Şu eleştiri çok saçma: “Bunu dışarı çıkarken giyebilir misin?” Dışarı çıkarken giyme zaten.◊ Ne kadar zamandır spor yapıyorsun?3 yıldır antrenman yapıyorum.◊ Vücudunu, fiziksel özelliklerini seviyor musun? Yüzde 70-80’lerde seviyorum. Ama bunlar “Güzel buluyorum, göstereyim” motivasyonuyla olmadı. Havuz başında klip çektik… Klipte gömleği çıkarmam gerekiyor. Formumun güzel zamanlarındayım, olur, yapabilirim diye düşündüm.◊ Sence seksi misin sevimli misin?İkisinin ortası diyelim. ‘HER GÜZELLİĞİN ZORLUĞU AYNI ÖLÇÜDE GELİYOR’◊ Müzik türünü nasıl tanımlarsın? En temel tanımım, alternatif pop. Aslında yer yer alaturka, yer yer rock tınılarının olduğu indie pop yapıyorum.◊ Ruhunun müzik türü nedir?Tam da bu aslında. Ben çok rap dinlerim ama son yıllarda asıl sevdiğim, beğendiğim bu yaptığım şeymiş, onu anladım. O yüzden yıllar içinde buna çekilmişim. Alaturka tınıları, nağmeleri, melodiyi çok seviyorum. O yüzden rap’ten aslında son yıllarda biraz uzaklaşıyorum.◊ Sen popstar mısın?Hayır. Ben söz yazarıyım. Popstar demek biraz daha proje demek. Birileri onlara şarkı getirir, onlar çok iyi dansçı ve sahne şovu insanıdır. Dünyadaki starlık tanımı da budur. Kapitalizm böyle bir şey çıkardı; starlar ve ona hayran olan kitleler. Ulaşılmaz bir markadır popstar. O insanın marka özellikleri ortaya konur. Benim müziğimde öyle değil. Bir insan olduğum da müziğimin içinde hep var zaten. Belki alternatif tarafın starı olabilirim.◊ Şöhret kulağa havalı geliyor. Perde arkasında seni zorlayan yanları oldu mu?Her güzelliğin zorluğu aynı ölçüde geliyor. Başarı, şöhret, talep artıyor ve o talebin içindeki zorluklar da artık daha sert olmaya başlıyor. Mesela son Harbiye’deki kıyafeti üç sene önce giyseydim bu kadar konuşulmayacaktı. Yıllardır röportajlarda anlattığım bazı şeyler var, aynısını şimdi anlatınca, o artık haber olabiliyor. Haberlerden sonra insanlar benimle ilgili yeniden bir kimlik tanımına girebiliyor. Medya bazen bir başlık atıyor ve birçok insan o başlık kadar beni tanımlıyor, devamını açıp okumuyor. ◊ Medya yerine sen kendini bir başlıkla tanımlasan ne derdin? Dinleyenlerim ‘romantik serseri’ derlerdi, o hoşuma gitmişti.◊ Şöhret seni özgürleştirdi mi, daha kontrollü mü yaptı?Yer yer özgürleştirdi ama kontrolcü yapan bir tarafı da oldu. Bir yerde arkadaşlarınla eğlenirken bile biri telefonla bir şey çekiyor mu diye düşünebiliyorsun. Bunun yanında ekonomi sağlıyor, daha özgür biri oluyorsun. Dinleyicine çok rahat ulaşıyorsun, birçok yerde konser yapabiliyorsun. Şarkıyı duyurmak daha kolay oluyor, bu anlamda özgürleştim. ‘ETKİYE ÇOK AÇIĞIM’◊ Şarkıların senden kişisel izler taşıyor. Kendini ve duygularını bu kadar açık etmen seni güçlendiriyor mu, yoksa tam tersi savunmasız mı bırakır?Duygularımı açık ettiğim için gol yediğim yerler oluyor. Çünkü insanlar zayıf noktalarınızı da görüyor. Ya da siz bir şey için yazıyorsunuz, insanlar başka bir yere yorumluyor. Ama insanlara bunu açmak, sizin yaşadığınız aşk acısından daha büyük bir aşk acısı yaşatmıyor bana.◊ Müzikal kimliğini yıllar içinde en çok ne etkiledi?Hayatın içindeki her şey beni etkiledi, çünkü etkiye çok açığım. Acıdan kaçmamak lazım. Acıyı da anlayıp, özümseyip onu tanımlamak tercihim. Acıdan kaçmayınca hayatı anlayabiliyorsunuz. Yoksa bir kapalı kutunun içinde yaşarsınız.◊ Şarkı sözü yazmak tamamen duyguyla mı ilgili, yoksa işin ticari yanı ve bir matematiği var mı?Ticari bir formül işin içine konuluyorsa o formüller çok işlemiyor, insanlara da çok geçmiyor. Geçiyorsa da kısa ömürlü oluyor. Ama müziğin bir matematiği vardır. Bazı duyguları bir matematikle anlatmalısınız ki insanları kalbinden vursun ya da eğlendirsin. Sözleri nereye konumlandırmak lazım, nasıl bir melodide insanların kalbine dokunabilirsin, onu iyi analiz etmeli. Aysel Gürel “Kurnaz tilkidir söz yazarı” derdi. O kurnazlığı da yaparsın. Evet, duygular çok gerçektir ama “Şunu şöyle yaparsam hem benim hem insanların kalbine dokunacak” dersin.◊ Şimdiye kadar hiç tahmin etmediğin şekilde patlayan ve seni şaşırtan şarkın hangisiydi?‘Ali Cabbar’, hiç beklemiyordum. Albüm bitmişti, son bir şarkı olarak Trakya türküsü tadında bir şey yapayım istemiştim. Kendim bir hikâye oluşturup Ali Cabbar’ın hikâyesini yazayım dedim.◊ Tamamen kurmaca mıydı?Evet. Ben zaten hiçbir zaman “Böyle biri var, yaşadı ve öldü” demedim. Bu bir roman yazarlığı gibi. Metin kurmaca ama hayatın içinden.İLK ŞARKISINI 5 YAŞINDA YAPTI◊ Hikâyen nasıl başladı? Tekirdağ, Çerkezköylüyüm. Annem ve babam ayakkabı dükkânımızda çalışıyorlardı. Bir ablam var.◊ İlk kaç yaşında şarkı yazmaya başladın?5.◊ Nasıl yani, o yaşta… O yaşta yazmak değil, uydurmak diyelim.◊ Bunun bir yetenek olduğunu kaç yaşında fark ettin?9 yaşında gitar kursuna gitmeye başladım. 10 yaşında artık akorlara bakmadan çalabiliyordum. 11 yaşında akorla bir şarkı yazdım, beste yaptım. Ama ben kendimi bildim bileli şarkı yapıyordum zaten.◊ İstanbul’a nasıl geldin? Yıldız Teknik Üniversitesi metalürji ve malzeme mühendisliğini kazandım.◊ Müziğe nasıl tam olarak yöneldin?Müzik hep hayatımdaydı. Önce “Rap yapacağım” dedim. Sonra underground Türkçe rap’çileri dinlemeye başladım. 18 yaşımda bir Cem Adrian konserinden çok etkilendim, “Buna benzer bir şeyler yapmak iyi olur” dedim. Alternatif müzik yapmaya başladım.◊ Üniversiteye ne oldu? Son 8-9 ders kala bıraktım. Ailem başta geleceği göremedikleri için biraz endişelendi. Ama kısa sürdü, sonra konserlere başladım, onlara da bir şeyleri kanıtladım, sonra aktı gitti.
Source: Hurriyet.com.tr
Demografik alarm: Türkiye 2040’ta yaşlılar ülkesi olacak
TÜSİAD”ın yayınladığı “Yaşlılık Politikaları Araştırması: Demografik Dönüşüm ve İhtiyaçlar” başlıklı raporu, Türkiye”de sağlıklı yaşamdan, demografik yapıya kadar alarm verdiğini ortaya koydu. Sağlıklı yaşam süresi hızla azalırken, kendini mutlu hissedenlerin oranı da düştü.
Raporda, 2040 yılında Türkiye’de her altı kişiden birinin 65 yaş ve üzeri olacağı belirtiliyor. Öngörülen bu tarih dünya ortalamasına göre 10 yıl erken. Bunun yanı sıra küresel eşik 2050 olarak tahmin ediliyor. Ayrıca Türkiye”de 55-64 yaş aralığındaki nüfus azalırken, 75 yaş ve üzeri grubun yaşlı nüfus içindeki payı artacak.
MUTLULUK VE SAĞLIK ALARM VERİYOR
Raporda, yaşlı bireylerin mutluluğunda ciddi bir düşüş yaşandığı ifade edildi. 2018 yılında kendini mutlu hisseden 65 yaş üstü bireylerin oranı %61,2 iken, bu oran 2023’te %56’ya düştü. Türkiye, kişi başına düşen GSYH açısından dünya ortalamasının üzerinde yer almasına rağmen, yaşlıların mutluluk düzeyinde ortalamanın altında kalıyor. Dünya Mutluluk Raporu”na göre 60 yaş ve üzerindeki bireylerin mutluluğu açısından Türkiye 143 ülke arasında 92. sırada.
SAĞLIKLI YAŞAM SÜRESİ KISALIYOR
2000 yılında küresel ortalama yaşam süresi 66 yıl iken, 2021 itibarıyla bu rakam 71 yıla çıktı. Türkiye’de doğuşta beklenen yaşam süresi kadınlar için 76 yıl, erkekler için 70.8 yıl olarak belirtiliyor. Fakat sağlıklı yaşam süresi de açıklanan raporda azalma eğiliminde. Örneğin, 65 yaşındaki bir bireyin sağlıklı yaşayacağı süre 2016-2018 döneminde 6.6 yılken, 2020-2022 aralığında bu süre 6.3 yıla geriledi. Türkiye’de yaşlı bireylerin yaklaşık %79’u kronik hastalıklara sahip ve %32’si bu durumun günlük yaşamlarını ciddi biçimde etkilediğini belirtiyor. Ayrıca yaşlıların %27’si evde bakım talep ederken, bu hizmetten faydalanabilenlerin oranı yalnızca %2.5.
DEMOGRAFİK ALAN DARALIYOR
Etkinlikte konuşan TÜSİAD Sosyal Kalkınma Yuvarlak Masası Başkanı Yılmaz Yılmaz, Türkiye’nin demografik avantaj döneminin sona ermekte olduğuna dikkat çekti. Türkiye’nin hala genç nüfus yapısına sahip olduğunu belirten Yılmaz, bu fırsatın etkili şekilde değerlendirilebilmesi için çalışma çağındaki bireylerin niteliğinin artırılması, üretkenliğin desteklenmesi ve sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
POLİTİKA ÖNERİLERİ VE YOL HARİTASI
Rapor, yaşlı nüfusa yönelik sürdürülebilir bir gelecek inşa edebilmek adına kapsamlı öneriler sunuyor:
Politika Geliştirme: Yaşlılık politikaları bütüncül ve veri temelli bir yaklaşımla ele alınmalı; kurumlar arası iş birlikleriyle uygulamaya konulmalı.
Sağlık ve Bakım Erişimi: Koruyucu sağlık hizmetleri yaygınlaştırılmalı, yaşlıların özel ihtiyaçlarını karşılayabilecek erişilebilir sağlık ve bakım çözümleri geliştirilmeli.
Bakım Altyapısının Güçlendirilmesi: Kurumsal bakım kapasitesi artırılmalı; uzun dönemli ve evde bakım hizmetleri yaygınlaştırılmalı. Kaliteli hizmet sunumu yasal düzenlemelerle güvence altına alınmalı.
Ekonomik Güvence: Yaşlı yoksulluğu ile mücadele kapsamında emeklilik sistemi ve sosyal yardımların kapsayıcılığı artırılmalı, sürdürülebilir finansal yapılar kurulmalı.
Yaş Dostu Şehirler: Sağlıklı ve aktif yaşlanmayı teşvik edecek şehir planlamaları yapılmalı; erişilebilir konutlar, ulaşım imkânları ve sosyal alanlar yaygınlaştırılmalı.
Toplumsal Katılım ve Dayanışma: Yaşlıların toplumsal hayata katılımı desteklenmeli, kuşaklar arası dayanışmayı artıracak sosyal etkinlikler ve ortamlar sağlanmalı.
Source: Derleyen: Gülcan Aslan
Nilsu Berfin Aktaş Bodrum'da aşk tazeledi
Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar dizisinde Ayşe karakteri ile adından söz ettiren Nilsu Berfin Aktaş, bu kez ekran değil, özel hayatıyla gündeme geldi. Son dönemdeki değişimiyle de dikkat çeken 26 yaşındaki oyuncu, iş temposu nedeniyle 10 kilo verdiğini ve bunun kendisine iyi geldiğini daha önce dile getirmişti.Yoğun geçen sezonun ardından soluğu Bodrum”da alan Aktaş, gönlünü kaptırdığı iş insanıyla tekne tatiline çıktı. Çift, mavi tur sırasında kameralara yansıdı.Güvertede bol kahkahalı anlar yaşayan ikili, zaman zaman şakalaşıp denize birlikte atladı. Birlikte yüzüp güneşlenen çiftin keyfi oldukça yerindeydi. Samimi halleriyle dikkat çeken Aktaş ve sevgilisinin ilişkilerini gözlerden uzak yaşamayı tercih ettikleri biliniyor.
Source: Haberler
Neden sessiz sedasız terk ediliriz? Klinik Psikolog Esra Ezmeci anlattı: “Sebebi gerçekten siz misiniz?”
Bazen bir insanın bir anda hayatımızdan silinmesi, sanki hiç tanışmamışız gibi davranması, bizi öyle bir boşluğa düşürür ki, anlatmakla bitmez. Hani eskiden telefonda uzun uzun konuştuğumuz, akşamları iyi geceler mesajları attığımız, sabah “Günaydın”ını eksik etmeyen o adam bir sabah kalkar ve sanki bir düğmeye basılmış gibi yok olur. Ne mesaj gelir, ne telefon çalar. Sanki o samimiyet, o paylaşılan anılar hiç yaşanmamış gibi. Ve biz kalırız ortada, anlam vermeye çalışırız. Ne oldu? Neyi yanlış yaptım? Bende bir eksiklik mi vardı? SESSİZLİĞİN EN GÜRÜLTÜLÜ HALİ Bir insanın göz göre göre, hiçbir açıklama yapmadan sırtını dönüp gitmesi, aslında büyük bir duygusal yük bırakır. Çünkü ortada görünür bir kavga, net bir ayrılık cümlesi yoktur. Ne bir “Ben bu ilişkiyi istemiyorum,” ne de “Bana zaman ver” diyen bir ifade vardır. Sadece sessizlik. Ama bilirsiniz ki sessizlik çoğu zaman en gürültülü cevaptır. Çoğumuz için bu sessizlik, sanki bizim değerimizin bir anda sıfırlandığı anlamına gelir. Oysa çoğu zaman mesele sizin değerinizi değil, karşı tarafın kendi duygusal kapasitesini anlatır. Bazı insanlar yakınlık kurmaktan korkar, sorumluluk almaktan çekinir, duygusal olarak yetişkin gibi davranmayı başaramaz. Ama insan kalbi işin psikolojisini bilse bile yine de yaralanır. Çünkü gönül bilimsel açıklama dinlemez. Birinin yokluğunu açıklama yapmadan üstünü çizmesi, insanın özsaygısını incitir. O yüzden bu davranış bir çeşit duygusal kaçıştır. İlişkiyi sürdürme gücünü bulamayan ama ayrılığı da açıkça dile getiremeyen kişinin en kolay yoldan sıvışmasıdır. İLK BAŞLARDA TUHAF BİR ŞEY YOKTU Hikayenin başlangıcı hep güzeldir. Size ilgi gösterir, merak eder, sorular sorar. Hızla güven kazanır. Hatta bazen “Hayatımda ilk kez birini bu kadar hızlı benimsedim,” gibi cümleler duyarız. O heyecan dolu günlerde her şey yolunda gibi görünür. Planlar yapılır, gelecekten söz edilir. Bu aşamada kişi sizi çok özel hissettirir. O yüzden ortadan kaybolduğunda bu ani kopuş beynimizde bir türlü yerli yerine oturmaz. O kadar yoğun duygudan bu kadar yoğun sessizliğe geçiş bir travmadır. Birçoğunuz bunu yaşamışsınızdır: “İki gün önce beni övüyordu, şimdi mesajıma cevap bile vermiyor.” İşte bu ani dönüş, terk edilmekten daha karmaşık bir yara bırakır. Çünkü insanın kafasında hep bir “Acaba?” kalır. Acaba kötü bir şey mi yaptım? Acaba başına bir şey mi geldi? Acaba biri mi doldurdu? SEBEBİ GERÇEKTEN BİZ MİYİZ? Bir insanın sorumluluk almadan bir ilişkiden çıkması çoğu zaman onun olgunluk düzeyiyle ilgilidir. Elbette bazı durumlarda ilişkinin dinamiği de etkiler; fazla beklenti, aşırı baskı, hızlı ilerleme gibi şeyler. Ama şunu net söyleyeyim: Ne olursa olsun, sessizce kaybolmayı tercih etmek yetişkin bir yol değildir. Çünkü sağlıklı bir insan, duygularının değiştiğini bile açıklar. “Ben artık devam edemiyorum” demek cesaret ister. Ortadan kaybolmak ise cesaretsizliğin, suçluluk korkusunun ve konfor alanını terk edememenin işaretidir. Yani bu davranışın sorumluluğunu size yıkmaya çalışanlara kulak asmayın. “Sen fazla değer verdin de ondan gitti” diyenlere inanmayın. Sevgi değer vererek yaşanır zaten. Asıl mesele, karşınızdaki kişinin bunu kaldıramayacak kadar duygusal kaçak oluşudur. BİR GÜN VARDI, ERTESİ GÜN YOK Ortadan kaybolmayı alışkanlık edinmiş kişiler genelde ilişkilerin başında fazla sıcak davranır. Size kısa sürede büyük sözler ederler. “Sanki yıllardır tanışıyoruz,” derler. İlk buluşmada bile size saatlerce hayat hikayelerini anlatabilirler. Sınırlarını çabuk kaldırırlar. Sonra birden ne olur? Yakınlık gerçek olmaya başlar. Gerçek olunca korkutucu gelir. İşte o an beyinlerinde alarm çalar. “Bu ciddi bir şey oluyor, ben bunu taşıyamam,” derler. O yüzden çoğu, tam her şey yolunda görünürken yok olur. Bu yok oluş bir anda gelir. O kadar ani ki, sanki sabah buluşup akşam eve dönerken başka bir gezegene taşınmış gibi davranırlar. Ertesi gün mesajınızı görür, okur ama cevap vermezler. Üç gün sonra belki bir emojili kısa bir yanıt atarlar. Sonra yine sessizlik. Böyle böyle sizin umutla beklediğiniz her gün, daha da dibe batarsınız. NEDEN AÇIKLAMA YAPMAZLAR? 1- Duygusal sorumluluktan kaçınırlar: Çünkü biriyle yüzleşmek, o kişinin üzüleceğini görmek, suçluluk duygusunu tetikler. Kaçmak kolaydır. 2- Olgun iletişim kuramazlar: Duygularını ifade etmeyi bilmezler veya o kadar gelişmemiştir ki, ne hissettiklerini bile tanımlayamazlar. 3- Yetersizliklerinden utanırlar: Karşınızdaki size ayak uyduramadığını, olgun bir ilişki sürdüremeyeceğini kabul etmek istemez. Bunun yerine “sessiz yok oluş”u seçer. 4- Konfor alanını bozmak istemezler: Açıklama yapmak çatışmaya yol açar diye korkarlar. Kendi huzurları için sizi sessizce silmeyi tercih ederler. BU TAVIR NEDEN BU KADAR YARALAYICI? İnsan zihni belirsizliğe dayanamaz. Açıklama yapılmadığında boşluğu kendimiz doldururuz. “Demek ki yetmedim, demek ki değerli değildim” diye düşünürüz. Hatta bazıları kendini suçlamaktan depresyona girer. Eğer bir insan size hiçbir açıklama yapmadan sırtını dönüp gittiyse, inanın bu onun cesaretsizliğinden kaynaklanır. Sizin değersizliğinizden değil. Bu yüzden kendinizi suçlamayı bırakın. Suçluluk, iade edilmesi gereken bir yüktür. O yük size ait değil. Onu geride bırakıp kendi değerinizi hatırlamak önemli. Elbette kolay değil. O yüzden biraz zaman, biraz destek, biraz da kendinize şefkat göstermek gerekiyor. BİR DAHA OLUR MU? Maalesef olur. Çünkü bazı insanlar bu davranış kalıbını sık sık tekrarlar. Birileriyle yakınlaşır, beklenti oluşur, sorumluluk artar… Sonra aynı senaryo: “Bir gün vardı, ertesi gün yok.” Bu yüzden sizi ortada bırakmış biri yeniden dönse bile, bu değiştiği anlamına gelmez. Kısa süreli suçluluk hissetmiş olabilir. Bir özür mesajıyla geri döner. Ama çoğu zaman aynı döngü yeniden yaşanır. UNUTMAYIN Bir insanın ortadan kaybolması sizi tanımlamaz. O davranış yalnızca onun karakterini gösterir. Bunu kişisel bir başarısızlık gibi görmeyin. O sessizlik, sizin değil onun eksikliğidir. İnsan kalbi hak ettiği ilgiyi bulur. Sizi yarı yolda bırakmadan, kelimeleriyle, tavrıyla, sevgisiyle yanında duran birini tanıdığınızda, anlarsınız ki: Sevgi kaçmak değil, kalmaktır. O yüzden bu satırları okuyan, sessizlikten yaralanmış her kalbe şunu söylemek isterim: Sen değerli bir insansın. Ve bir gün biri çıkacak, seninle kalmayı seçecek. O zaman sessizlik değil, birlikte konuşulan kelimeler iyileştirecek içindeki yarayı… Bugün değilse bile, yarın. Bir gün. İYİLEŞMEK İÇİN NE YAPABİLİRSİNİZ? SEBEP ARAMAKTAN VAZGEÇİN Bazen sebep yoktur. Bazen karşımızdaki kişi, sadece duygusal olarak eksik kalmıştır. İLETİŞİMİ SÜRDÜRMEYE ÇALIŞMAYIN Yarım cevaplar, uzun sessizlikler… Bunlar sizi hep daha fazla umutlandırır ve tekrar yaralar. DEĞERİNİZİ BİRİNİN TAVRIYLA ÖLÇMEYİN Sizin sevilebilirliğiniz, bir insanın sizi yarıda bırakıp bırakmamasına bağlı değildir. DUYGULARINIZI İFADE EDİN Yakın arkadaşlarınızla konuşun, bir uzmandan destek alın. KENDİ HİKAYENİZİ YAZIN Onun anlamsız sessizliği yerine iç sesinizi dinleyin.
Source: Esra Ezmeci̇