Başına çuval geçirilen komutan anlattı
4 Temmuz 1776 ABD’nin kuruluş günüdür. 4 Temmuz 2003 ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin acı dolu unutulmaz tarihinden bir sayfadır. Irak’ın Süleymaniye kentinde, 150 civarında ABD askeri, Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı karargahına “dost” gibi yaklaştı. Sonra aniden silahlarını çektiler. 11 askerimizin başına çuval geçirip üstü açık kamyonla Bağdat’a götürdüler. Askerlerimiz orada bir hafta tutsak edildi. Bu kara leke, askerimizin şeref, onur, gurur ve moraline indirilen bir kara gün olarak 22 yıldır hatırlanıyor.
Askerimizin, ABD’lilere karşı niçin silah kullanmadığı hep tartışma konusu oldu. Bazı komutanlar, “Emir verilmedi” demesine karşın, bazı komutanlar böyle bir emrin olduğunu, o dönem sorumlu makamda bulunanların günümüzde kendilerini savunmak için bu tür açıklamalar yaptığını belirttiler. Üstelik de karargahınıza gelen sizin kafanıza çuval geçirecek, siz de bu durumu kabulleneceksiniz!
“ABD’LİLERİ HİZAYA SOKTUK”
ABD’nin Irak’ı işgalinden önce kuzeyden de cephe açılması isteniyordu. Ünlü “1 Mart Tezkeresi” TBMM tarafından reddedilmişti. ABD’den bize karşı kızgınlık oluştu. O dönem Genelkurmay karargahında üst düzey görevde olan komutan, ABD ve İngiliz yetkililerle yaşanan olaylardan örnekler verdi. İşte anlattıklarından bir bölüm:
“Irak’ın kuzeyindeki uçuşlarda hiçbir kaide, kural yoktu. ABD’liler, İngilizler istediği gibi alçak uçuş yapıyor, camlar kırılıyordu. Bu işi kurala bağlamaya karar verdik. Dönemin Harekat Başkanı Çetin Doğan Paşa ve Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’e yeni kurallar, ilkeler belgesini sunduk. Bu çalışmaya başlarken koalisyon güçlerine de yazı gönderip onların da görüşlerini aldık.
Amerikalılar konuyu sulandırmaya başladığını anlayınca, kendilerine ikinci yazı gönderip makul önerilerde bulunmalarını istedik. Gelen önerilerden 2-3’ünü uygun bulduk. Yeni kurallara göre uçuş yapmalarını istedik. Bir hafta sonra, kurala uymadıklarını gerekçe gösterip uçuşlarını üst kademeye de bilgi verip kestik. Hemen başladılar, onu bunu aramaya. Bir hafta uçuş olmadı. Bir hafta sonra uçuşu açarken, kurallara uyulmaması halinde yine keseceğimiz uyarısında da bulundum.
UÇAĞIN ÖNÜNE ARAÇ YIĞDIK
Onlar, kendileriyle başa çıkamayacağımızı sanıp yine kuralları çiğneyince 10 gün sonra yine uçuşlarını durdurduk. Üzerimizde yoğun baskı vardı. Hatta, 2. Başkan Çevik Bir bana, ‘Üzerimizde o kadar baskı var ki anlatamam’ deyince ben de kendisine, ‘Komutanım biliyorum göğüslüyorsunuz ama bu uçuşlar açılırsa ben istifa ederim. Bu adamlara yaptığımız ders olmalı’ karşılığını verdim. Neticede, öyle- böyle ABD ve İngilizleri hizaya soktuk. ABD ve İngilizler bir numaralı düşmanımız olmuştu.
Kuzey Irak’ta, kendilerine yandaş gördükleri ve yurtdışında eğitime alacakları kişileri ülkelerine götürmek istediler. Götürülecek kişilerin nüfus, aile bilgilerini almak, fotoğraflarını çekmemiz, bizim terörist olarak bildiğimiz kişiler varsa bunların götürülmesine izin vermeyeceğimizi söyledik. Orada çadır kurup kimlik bilgilerini aldık, fotoğraflarını çekip gerekli incelemeleri yaptık.
Neyse, bir uçak doldu. İkinci uçağa ise kontrolden geçirilmeyenler dolduğunu öğrenince hemen telefon ettim, uçağın önüne araçların çekilmesini, uçaktakiler inmediği sürece uçağın kalkışına da izin verilmemesi talimatını verdim. Buna tıpış tıpış uyacaklar. Sonunda herkes indi, onlarla ilgili de işlemler yapıldı. Bize o günlerde, ‘Bunun hesabını sorarız’ denildiği bilgileri de ulaşmıştı. Buna benzer bir sürü olay yaşadık.
HEMEN ÜZERİNE ÇULLANDILAR
Tarih, 4 Temmuz 2003’te, Süleymaniye’de özel kuvvet askerlerimizin başına ABD askerlerinin çuval geçirdiği bilgisi geldi. 4 Temmuz, ABD’lilerin kuruluş bayramı olduğu için onu ara-bunu ara ama kimseye ulaşamıyorum. Çuval geçirme olayından önce ABD askerleri, Talabani’nin oğlunun da bulunduğu en az 200 kişilik grup karargahımıza yaklaşıyor.
Bizimkiler hemen pencerede, balkonda mevzi alıyor. Yüzbaşının, daha önce Amerikalılarla görüşmesi, çay içmişliği, sohbet etmişliği var. Bu gelişlerini o şekilde düşünerek, yüzbaşı aşağıya iniyor, mevzide olanlara da, ‘Durun bir anlayalım’ diyor. Bu arada yüzbaşı, ABD timinin başındaki komutana, ‘Hayırdır’ deyip elini uzatınca üstüne çullanıyorlar. O da, arkadaşlarına, ‘Ateş etmeyin’ talimatını veriyor. ABD askerleri içeri giriyor toplam 11 askerin başına çuval geçirip götürüyorlar.
80-90 KİŞİYİ TEMİZLERDİK
Neticede kıyameti kopardık. Görüşmek için ya ABD’den ya da ABD’nin Avrupa Kuvvetlerinden bir komutan gelmesini istedik. Avrupa Kuvvetleri Kurmay Başkanı olan korgeneral geldi. ‘Evet çok kötü bir şey olmuş. Ama bir devlet çıkıp, ‘Türkiye’den özür diliyoruz’ demez. Aynı durumda Türkiye de olsa bunu söyleyemezdi. Ben Amerikan ordusu adına sizden özür diliyorum’ dedi.
ABD’li Korgeneral ‘Ben görüşmelerden önce bir Kuzey Irak’a gideyim yerinde öğreneyim dönüşümde görüşürüz’ dedi. Kuzey Irak’a gitti, tim Komutanımız olan yüzbaşıya, ‘Bunlar gelirken siz ne durumdaydınız?’ diye soruyor. Yüzbaşı, timin mevzide olduğunu söyleyince, ABD’li komutan, ‘Siz neden ateş emri vermediniz?’ diye soruyor. Yüzbaşı şu karşılığı veriyor:
KALLEŞLİK YAPACAĞINI DÜŞÜNEMEDİM
‘Ateş emri verseydim en az 80- 90 kişiyi temizlerdik. Ama Amerika’yla Türkiye arasında öyle bir yara açılırdı ki kolay kolay kapanmazdı. Ateş emri vermememin esas sebebi de şu: Amerikalılarla oturuyoruz, konuşuyoruz, böyle bir kalleşlik yapacaklarını düşünemedim. Düşünsem yine ateş emri verirdim. Bizim ölümden korkumuz yok. ‘
ABD’li Korgeneral, Genelkurmay’a geldiğinde, olup bitenleri anlattı, ‘Tim Komutanı yüzbaşıyı dinledim. Ben de neredeyse çocuğun alnından öpecektim’ dedi. Bu duygusal bir şey adamın yaşadığı olaydı. Komutanla görüşmelerimiz bir yere kadar sürdü. Basın açıklaması yapacağımı söylediğimde, ‘Bizimkiler bana tepki gösterir. Beni mahvedersiniz’ dedi. Gerçekten de o açıklamadan kısa süre sonra korgenerali emekliye ayırdılar.”
Özel Kuvvetlerdeki yüzbaşıyı merak etmişsinizdir? Görevine devam etti ve şimdi emekli.
Source: Saygı Öztürk
Başbağlar şehitleri dualarla anıldı
Erzincan”ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 5 Temmuz 1993 tarihinde yaşanan terör saldırısında hayatını kaybeden 33 vatandaş, düzenlenen törenle anıldı. Kuran-ı Kerim tilaveti ile başlayan programda konuşan Başbağlar Köyü Muhtarı Ali Akpınar, “Bundan tam 32 yıl önce, 5 Temmuz 1993 Pazartesi günü akşam ezanı okunduğu vakitte köyümüze gelen hain teröristlerin köyümüzde soykırımı andıran bir katliam sonucunda şehit ettikleri 33 vatandaşımız için düzenlenen anma törenimize iştirak ederek acımızı paylaşan tüm konuklarımızı şehitlerin huzurunda saygıyla selamlıyorum. 2 Temmuz 1993 tarihinde önceden hazırlanmış ve kurgulanmış olarak sahneye konulan Sivas Madımak Oteli”nde ve üç gün sonra köyümüzde yapılan katliamın asıl amacının milletimizin birlik ve bütünlüğüne, vatandaşlarımız arasına ayrılık tohumları atarak devletimizi zayıf düşürmek suretiyle bölmek olduğu günümüze kadar yapılan tüm terör saldırılarında açıkça görülmüştür. Yaşadığımız bu katliamın üzerinden 32 yıl geçmesine rağmen Başbağlar köyü mazlumları, hâlâ yitirilen haklarını, kaybedilmiş canların kanlarının yerde kalmaması için, bu katliamın sorumlularının adalet önünde hesap vermeleri için hukuki mücadelesini bugüne kadar meşru zeminlerde devam ettirmiştir” dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere siyasilerin ve bürokratların gönderdiği taziye mesajlarının okunduğu törende konuşan Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu, Başbağlar katliamını unutmanın ve yaşanan acıyı tarifin mümkün olmadığını söyledi. AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala da programada bir konuşma yaptı. Program şehitlik ziyaretiyle sona erdi. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Başbağlar”da yaşanan katliamı anarak, bu acıların hafızalarda kapanmayan yaralar olduğunu belirtti. Kurtulmuş, toplumsal barış ve kardeşliğin güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, benzer acıların tekrar yaşanmaması için birlikte çalışacaklarını ifade etti. BBP Genel Başkanı Mustafa Destici de Başbağlar katliamının sorumlularının er ya da geç hesap vereceğini belirterek teröre hoşgörü gösterenlerin suç ortağı olduğunu kaydetti. KATLİAMIN İZLERİ MÜZEDE 5 Temmuz 1993″te Erzincan”ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde teröristlerce kurşuna dizilerek ve yakılarak katledilen 33 sivilin anısı, 2013 yılında açılan müzede yaşatılıyor. Müze, katliamda yaşamını yitirenlerin fotoğrafları, günlük eşyaları ve isimlerinin yazılı olduğu panolarla donatılmış. Başbağlar Köyü Güzelleştirme ve Kalkındırma Derneği Başkanı Mehmet Ali Dikkaya, teröristlerin köyü dört koldan basıp telefonları keserek evleri yağmaladığını ve 5 Temmuz akşamı saat 20.00″de başlayan saldırının yaklaşık 2 saat sürdüğünü belirtti. Köydeki bu müze, acının hafızalarda canlı tutulması ve katliamın unutturulmaması adına önemli bir rol üstleniyor.
Source: Hasan Çakmak
Alkolsüz ve dindar bir köy kurduğunu sandı, her şey tam tersine döndü
ABD’nin sıradan bir kasabasında dünyaya gelen Harvey Henderson Wilcox, kimsenin dikkatini çeken biri değildi. Sessiz, dindar ve çalışkan bir ailede büyüyen Wilcox, çocuk felci nedeniyle hayatı boyunca bastonla yürümek zorunda kaldı. Bedensel engeli, onu hayal kurmaktan alıkoymadı.
Yazışma ve evrak işleriyle kendini geliştiren Wilcox, Kansas’ta noterlik yaparken emlak dünyasına adım attı. Kısa sürede bölgenin en tanınmış emlakçılarından biri haline geldi. Elde ettiği büyük servetle ise hayatının hayalini gerçekleştirmeye karar verdi: Sadece dindar Hristiyanların yaşayacağı, doğayla iç içe, alkolsüz bir yerleşim kurmak.
HOLLYWOOD İSMİ BÖYLE ORTAYA ÇIKMIŞ
Eşi Daida Wilcox ile bu hayali paylaşan Harvey, eşinden yıllar önce Almanya’da duyduğu “Hollywood” adlı çiftlik evinin hikâyesini dinledi. “Holly” kutsal ağaç, “wood” ise doğayla uyum anlamı taşıyordu. Söylenişi hoş, anlamı derin bu kelime, kurulacak kasaba için ilham kaynağı oldu.
1886 yılında Los Angeles’ın batısında, geniş portakal bahçeleri ve çayırlık bir arazide 160 dönüm toprak satın alan Wilcox çifti, hayallerindeki yerleşimi kurmaya başladı. 1887’de burası resmiyette Hollywood Mahallesi olarak kayıtlara geçti. 1910’da Los Angeles’a bağlanan bu alan, o yıllarda alkol, kumar ve zinadan uzak, geniş bahçeli, sade evleriyle dindar bir yaşam alanı olarak tasarlandı.
HER ŞEY PLANLANDIĞI GİBİ GİDİYORDU, TA Kİ EĞLENCE TALEBİ YÜKSELENE KADAR
Wilcox’un ölümünden sonra Daida Wilcox projeye sahip çıkmaya devam etti. Ancak şehir büyüyor, yeni yerleşimciler geliyor, talepler değişiyordu. Herkes dindar değildi. Barlar, eğlence mekânları, sosyal alanlar talep edilmeye başlandı.
Tam bu sırada New York’ta baskılarla boğuşan Amerikan film endüstrisi, daha özgür ve uygun koşullar sunan California’ya yöneldi. Edison’un patent davalarından kaçmak isteyen yapımcılar için Los Angeles ve çevresi cazibe merkezi haline geldi. 1907’de ilk film şirketleri Los Angeles’a geldi. 1910’da Hollywood’da ilk film çekildi. 1911’de ise Wilcox’un kurduğu mahallede ilk film stüdyosu açıldı.
SESSİZ KASABA SİNEMA BAŞKENTİNE DÖNÜŞTÜ
Takip eden yıllarda bölge film stüdyoları, sinemalar, aktörler ve barlarla dolmaya başladı. Dindar bir yerleşim alanı olarak kurulan Hollywood, artık dünyanın eğlence sektörüne yön veren bir merkeze dönüşüyordu. Değişimi reddetmeyen Daida Wilcox, bu gelişimi destekledi; sinemacılara arsa bağışladı, kilise ve okul projelerine katkı sundu.
1920’lere gelindiğinde Hollywood, dünyanın sinema başkentiydi. Sessiz sinemalar, kırmızı halılar, yıldızlar ve milyon dolarlık yapımlar, Wilcox’un adımlarını attığı sokaklara taşındı.
HAYALİ BAŞKA, MİRASI BAMBAŞKA OLDU
Harvey Wilcox’un hayali ne sinema ne de şöhretti. Ama kurduğu topraklar, bir asrı aşkın süredir milyarlarca dolarlık bir endüstrinin merkezine dönüştü. Hollywood’un temellerini atan bu adam, yıldızlar arasında anılmasa da bugün adını sokaklarda yaşatmaya devam ediyor.
Source: Haber Merkezi