‘Akıldan Kalbe insanlara hayatı sorgulatacak’
ŞENAY GÜRLER Senaryoyu okuyunca çok etkilendim hikâyeden. Farklı bir rol olacaktı benim için. Özer hocayla bir araya gelince enerjimiz de uyuştu. Naif ama son derece güçlü bir kadın Lale. Severek keyifle oynadım. Özer hocanın varlığı çok güven verdi. Bizi çok motive etti. Kerem ile enerjimiz çok tuttu, su gibi aktı gitti. Ben kalpten yanayım ama akılcı olmak da gerekiyor. Farklı karakterleri oynamak iyi geliyor. Tiyatroda seçebiliyorsun ama dizide hep aynı roller geliyor. Belli kalıpların dışında bir şeyle oynamak da çok keyifli. Yoksa aynı yerde sayarsın, farklı bir rol geldiğinde heyecanlanıyorum. Kadın karakterlerin güçlü olduğu senaryolar tercihim. İzleyenler, filmden sonra çok şey düşünecek. Çünkü yaşarken elimizde olan çoğu şeyin kıymetini bilmiyoruz. Hayat bir şekilde akıp gidiyor ve o anın kıymetini bilemiyoruz. Değer bilmek üzerine çok düşündüm açıkçası. Kaybettikten sonra anlıyorum bazı şeylerin değerini. NAİF AMA İNATÇIYIM Anne ve babamı çok erken kaybettiğim için uzun süre aile hayatım olmadı. Ama olduğu kadar aile çok önemli. Çünkü bir sürü şeyi hep ailede öğreniyorsun. Paylaşmak da travmaları da yaşatıyor insana. Böyle böyle büyüyor insan. Kan bağını taşıdığın biriyle aile gibi olabilirsin. Ben şu anda Semih”le (Saygıner) birlikte bir aile olduğumuzu biliyorum. Onun akrabaları, benim akrabalarımla birlikte biz bir aile oluşturmayı başarabildik. Belli bir yaştan sonra bunu başarabilmek çok önemli. Naif bir insanım aslında ama mücadeleci inatçı yanım var. Yaşadıklarımdan çok şey öğrendim. Her sert olaydan ders çıkarıyorsun. Acı yaşamak insanın içini acıtmamalı, çocuksu yanını koruyarak hâlâ kendini lezzetlendirerek hayata devam etmek gerekiyor. Herkesin yaşadığı kendine ağır geliyor. Ama çok şey öğretiyor hayat. Yaşadıklarımız eğer lezzetlendiriyorsa doğru yoldasın, ama seni ekşitiyorsa, sertleştiriyorsa yanlış yoldasın. İnsanın yaşadıkları şeyler benzer olunca birbirlerini daha çok görebiliyor galiba. Çocuksu yanını korumak ve eğlenmek lazım. Hayat bir tane ve kısa. Gelip geçiyor. O yüzden hayatı anlamlı ve değerli kılmak lazım. Değişim ve dönüşüm yaşınız kaç olursa olsun, olması gereken bir şey. İnsan kendini hep yenilemeli. Beslenmeme dikkat ediyorum. Spor yapıyorum cildime iyi bakıyorum. Çalışırken insan ışıldıyor. Severek yapıyorsan sana güç ve enerji getiriyor. Avrupa Yakası”nı yaptığım için çok mutluyum. 5.5 yıl sürdü. Uzun sürdüğü için hafızalarda kaldı. O dönem için biricik bir işti. Zekice yazılmış güzel oynanmış bir işti. Daha sonrasında hep aynı tip roller geldi. Alternatif işlerde de oynadım ama bir şekilde insanların kafasında Fatoş olarak kaldım. Kült bir karakter. Ben de çok seviyorum Fatoş”u, hâlâ izleniyor. 12 yaşındaki çocuklar “izliyorum” diyor. İyi ki o işte yer almışım. HANDE SORAL “TEK DERDİM AİLEMDEKİ HUZUR” Senaryoyu okumadan görüşmeye gittim. “Özer hocayla tanışmanı istiyoruz. Şu an görüşebilir misiniz hemen gelebilir misiniz?” dediler. Aradıklarının akşamında görüştüm Özer hocayla. Ondan hikâyeyi dinlediğimde çok heyecanlandım. Filmi değil nasıl çekeceğini anlattı. Ondan çok etkilendim ve sonra eve gelince hemen okudum. Anlattığı hikâye kafamda çok iyi oturdu. Hiç tanımadığım bir yönetmen veya isimsiz bir senaryo olarak gelseydi, bunu nasıl anlatırlar ki diye emin olamayıp kabul etmeyebilirdim. Çok iyi bir yönetmen ve rejiyle çekilebilirdi anca. Akıldan Kalbe” filminde o kadar çok insanın hayatındaki bir şeyi anlatıyoruz ki, sadece duyguların olduğu, karakterin mesleğin kişilerin çok da önemi yok. Duygular önemli. Baba deyip ağladığım sahne beni çok etkiledi. O karakterin üstündeki bordo kazak hazırladı beni. O kazak bütün sahneye hizmet etti benim için. En büyük yükü Kerem abi taşıyordu. Bizi de taşıyan oydu açıkçası. Oynadığımız sahnelerin onun ruh haline göre şekillendiği bir film oldu. ALİ EL ÜSTÜNDE TUTULUYOR Aklımla karar verdim dediğim birçok şeyi kalbimle seçiyorum. O yüzden kalp daha baskın. Biz büyük bir aileyiz. Hayattaki tek motivasyonum, tek derdim ailemdeki huzur. Her şeyin başladığı yer. Ben büyük bir ailede büyüdüm. Babaannem bizimle yaşıyordu, amcam alt kattaydı, halamlar yan komşumuzdu. Kapılar hiç kapanmazdı. Oğlum Ali”nin de teyzesi, dayısı, dede ve büyük anneleriyle büyümesini istiyorum. Ailenin tek torunu olunca el üstünde tutuluyor, şımartılıyor. 2.5 yaşında şu an. Benim işlerim hep duygusal. Önemli olan yer aldığım projenin totali ve oynadığım karakterin bütüne nasıl hizmet ettiği. O yüzden yine ağlıyorum diye takılmıyorum. Güzelse ağlamaya devam. İsmail”le bir TV dizisi tercih etmem. Sette, evde bir arada olmanın sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Sinema olabilir ama dizide bir arada olmayı istemem. BATUHAN BAYAR “KALBİMİ DİNLEMEYE GAYRET EDİYORUM” Yazın başka bir dizi çekiyordum. Üçüncü sezonuna başlamak için bir aylık bir arası vardı ve dinlenirim derken, bu iş geldi. “Senaryoyu oku, hemen cevap ver” dediler. Hemen okudum, okuduktan sonra başka biri oldum. Ertesi gün hocayla görüştük. Nasıl çekileceği çok önemliydi. Kurgu da çok önemliydi. Özer hoca anlattığı zaman çok güvendim. İyi ki varım dediğim bir iş oldu. Şimdiye dek verdiğim kararlara baktığımda mantığımla aklımla ilerlediğimi gördüm. Yaş almaya başladıktan sonra kalbimle kendimi dinleyerek verdiğim kararların bana iyi geldiğini fark ettim. Artık kalbimi daha fazla dinlemeye gayret ediyorum. Uzun zamandır iyileşmeye gittiğim yer ailem değildi. Şimdi eskisinden daha fazla ailemle paylaşmaya başladım. Sevincimi de üzüntümü de ailemle paylaşıyorum. Aile benim için şifa niteliği taşıyor. İkiz kız kardeşlerim var. Ailem Rize”de. Çocukluğumda Neşet Ertaş türküleriyle büyüdüm. Babam çok dinlerdi. Yaşıtlarım Tarkan söylerken ben “Ahirim Sensin” söylüyordum. O yüzden bağlama ve müzik merakım var. PERİHAN SAVAŞ HAYATIMDAN NEGATİF OLAN HER ŞEYİ ÇIKARDIM Oğlumun şef olması çok güzel bir duygu. “Gastronomi okuyacağım” dediğinde bu kadar başarılı olacağını bilmiyordum. Hakikaten şaşırıyorum. Sürekli araştırıyor, yeni şeyler deniyor. Çocukken de meraklıydı. Babasında da ilgi vardı, o da soslar yapardı yemek hazırlamayı severdi. Biraz genetik. Oyunculuğu seçer diye düşünmüştüm. Oynadı da ama ben çok istemiyordum açıkçası. Lezzetli yemekler yapıyor. Ailede bir şef olması güzel. Okulunu okuduğu için her şeye farklı bakıyor. Her şeye hâkim. Türk mutfağını daha yenilikçi hale getirip dünyaya tanıtmak amacıyla hareket ediyor. Sunum, süsleme başka bir şey. Evde yapmıyor ama. Karı koca çalışıyorlar. Zaten uzun süre restoranda kalıyor. Çalışmayı, kendimi yenilemeyi çok seviyorum. Tiyatro geçmişim olduğu için ezber konusunda sıkıntı yaşamıyorum. 1971″de Yeşilçam”ın keyfini yakaladım. Duayenler çok güzel bir şey bıraktılar. Devam ettirmek hoştu ama ne yazık ki sektör kendini döndüremedi. Ama sinemanın yeri başka. Gençlerle çalışırken onlardan çok şey öğreniyorum. İşine saygı gösteren herkese bayılıyorum. Gençlerle çalışmayı çok seviyorum, arkadaş gibiyiz hepsiyle. İspanya”da yayınlanan bir dizimden dolayı bana telif geldi. Kendi ülkemden alamıyorum. İspanya”dan telif geliyor. Ne kadar güzel. İnşallah bizde de bu sorunlar çözülür. Eskiden karavanımız yoktu, kendi saçımızı makyajımızı kendimiz yapardık. Elbiselerimizi kendimiz bulup getirdik. Minibüsün içinde hepimiz bir arada sete giderdik. Zordu, sıkıntılar çektik ama o günleri özlüyorum. Parayı düşünmeden sadece yaptığımız iş en iyisi olsun diye düşünen insanlardık. Samimiyet ve özveri vardı. Üç torunum var. Torunlarımla çocuklarımda yaşayamadığım keyfi yaşıyorum. Müthiş mutluyum onlarla vakit geçirmekten. Kızım çok iyi anne oldu, üç çocuğuna da kendisi baktı, büyüttü. Anneanne oldum, babaanne olmak istiyorum şimdi. Benim içimde çocuk var. Hiç kaybetmedim o çocuğu. Hâlâ çizgi film seyrederim. O yüzden pozitifim. Negatif bir yerde duramam. Negatifleri çıkardım hayatımdan. Rahatladım. Eskiden hayır demesini bilmiyordum, hayır demeyi öğrendim. Ayıp olur mu diye içime atardım, içime atmıyorum şimdi. “ÇOCUKLARIMI MEDYADAN UZAK TUTTUM” Ortalıkta büyütmedim çocuklarımı. Şimdi sosyal medyada sürekli çocuklarını çekip kullanıyorlar, yanlış buluyorum. Ben korudum çocuklarımı. Medyanın önüne çıkarmak, reklamını yapmak çok kolaydı ama ben tercih etmedim. Mümkün olduğu kadar sakladım, uzak tuttum medyadan. Onlara da anlattım. Üzülmesinler, yıpranırlar diye böyle bir karar almıştım. Hatta askere gittiğinde bana “Sakın gelme, senin annem olduğunu bilmesinler” dedi. Görüş zamanında gittim, fotoğraf çekildik. Sonra ben sosyal medyada paylaştım. Komutanları görmüş, “Seni yazıcı yapalım” demişler. “İstemiyorum” demiş. Dolayısıyla hiç istemezdi bilinmesini. Bunu kullanmadı hiç. SAVAŞ ZAFER “TÜRK MUTFAĞINI DÜNYAYA TANITMAK İSTİYORUM” Küçükken oyuncu olmak istiyordum. Adnan Menderes”in hayatını anlatan “Ben Onu Çok Sevdim” adlı dizide oynadım. Adnan Menderes”in ortanca oğlunu canlandırdım. Ama sonra devam etmedim. İlgim vardı aslında. Sete gidiyordum annemle sürekli. Sette büyüdüm diyebilirim. O, “Bir mesleğin olsun, sonra oyuncu yine olursun” diyordu. Öyle deyince gastronomi okumaya karar verdim. Sevdiğim şey yemek yapmak olduğu için bu bölümü okumak istedim. Endüstriyel mutfağın ne demek olduğunu bilmiyordum üniversiteye kadar. Mekân açmaya kadar geldi iş. Hem çalışıyordum hem okuyordum son 2 senedir. Bir fırsat geçti elime, işletmecilik de yapmaya başladım. Kendi mekânımızda kendi yemeklerimizi yapmaya başladım. Hamur kızartması gibi bir şey yapardı anneannem. Lalanga derdi. Ben de onu şimdi onun tarifiyle menüye koydum, çok beğeniliyor. İstanbul usulü domates lapası dediğimiz bir ürünümüz var. Türk mutfağını temsil etmek bir sorumluluk. Kendi mutfağımızı geliştirmek dünyaya yaymak bizim elimizde. İtalyan restoranı, Fransız, Uzak Doğu görüyoruz ama Türklerin haricinde Türk mutfağını görmek pek mümkün değil. O yüzden Türk mutfağını ne kadar geliştirip yayabilirsek mutlu olurum. İşletmecilik zor. Mutfaktan servisten hep sen sorumlusun. Daha kapsamlı. Bu işin sonu yok. Her şeyi biliyorum demiyorum. Öğrenmenin sonu yok. Bazen geceleri uyuyamıyorum yeni bir ürün çıkaracağım zaman. Evde olduğumuz zaman çok kısıtlı. Eşim de çalışıyor o da yemek yapmıyor. Henüz anne-baba olmayı düşünmüyoruz.
Source: İlker Gezi̇ci̇
Televizyon sinemadan çok daha zor
◊ Nasıl bu kadar genç ve enerjik kalabiliyorsunuz?- 24 yaşındaydım, sahilde oturuyor düşünüyordum. Herkesin kendini bulmaya çalıştığı bir dönemdi. Hippi olayları yaygındı. ‘Ben kimim’, ‘nerede olacağım’, ‘ne yapacağım’ sorularına cevaplar arıyorduk. Dedim ki, ‘dostum, buradasın işte ve bütün mesele şu ki hayata ya korkunç, sıkıcı olarak bakacaksın ya da coşkulu bir meydan okuma olarak yaklaşacaksın…’ Ben hayatta sadece mizah arıyorum ve buluyorum… Çünkü diğer şekilde düşününce oldukça iğrenç olabiliyorum. Sanırım hayata karşı bakışımı dengeleyebildim. Düşünsene Rocky’den Rambo’ya geçiyorsun. Büyük bir ikilem.Bazı oyuncuları duyuyorum ‘Ah, evet, rol için birçok insanla çalıştım ruhumu çekip çıkardılar’ diye… Böyle şeyleri duyunca diyorum ki ‘aman Tanrım ya inandırıcısındır ya da değilsindir. Bu kadar.’ Oyunculuk dersinin sonu. Nokta. Kevin Costner bir kovboyu oynuyorsa bu Kevin Costner’dır. Bu yüzden o kadar çok sevilir. Ne demek istediğimi anlıyor musun? O bir karakteri canlandırmaya çalışmıyor. O karakterin ta kendisi oluyor.◊ Diziniz “Tulsa King”in 2’nci sezonu da çok sevildi. Televizyonun düşündüğünüzden daha zor olduğunu söylemiştiniz. Bir dizide çalışmanın sizin için en büyük kazanımı ne oldu?- Televizyon acımasız. Ama acımasızlık gerçekten içinizdeki en iyiyi ortaya çıkarıyor. Çoğu zaman film setindeyken şımartılmış hissederiz. Bunun yanı sıra birçok aktör ‘Ah, settler gerçekten zor’ derler. Sinema seti televizyona iş yapmakla kıyaslanamaz bir şey.Bir izci sloganı var, ‘hazırlıklı olun’ diye. Benim için sabah replikleri bilmeden sete gelmek büyük sorun. Ayrıca replikleri çalışmak ya da ezberlemek de onları öğrendiğiniz anlamına gelmiyor. İyi bir set için anahtar bu. Bizim sette herkes gerekli özeni gösteriyor.Geceleri prova yapıyoruz. İnsanların provadan sonra uyumasını seviyorum çünkü nedense bilinçaltına ait bir mekanizma olduğunu düşünüyorum.Ayrıca seti 15 dakika erken bitirmeye özen gösteriyorum. 20.00’de bitmesi gerekiyorsa 19.45’te bitiriyorum ve ‘Yarının provasını yapalım’ diyorum. Böylelikle ertesi gün sete kimse kaygıyla gelmiyor. Aksine déjà vu yaşayıp ‘ben bu sahneyi hatırlıyorum’ diyorlar.Bu benim televizyona iş yaparken alıştığım bir stil ve gerçekten işe yaradığını düşünüyorum.◊ Oynadığınız karakterlerin hangi nitelikleri kendinize katmak isterdiniz?- “Tulsa King”deki karakterim çok çok koruyucu, gerçi ben de bir dereceye kadar öyleyim. Bu yönünü alıp eklerdim. Dizideki rol bana çok benziyor. Dizide gangsterim ama aynı mizah anlayışım var. Herkes beni çok ciddi bir adam olarak algılıyor, aslında öyle değilim.Kariyerinizin bu döneminde, “Tulsa King” ile televizyonda elde ettiğiniz başarı hakkında neler söylersiniz? – Gerçekten oldukça özel. Şaşkınım aslında. Bu yaşlarda bir koyun iskelesinde oltayla oturuyor olacağımı sanıyordum. Bu anı yaşamak ve eşimle paylaşmak gerçekten muhteşem.FİLM İÇİN BİR ŞEHRE GİTTİĞİMDE İZOLE OLURUM, ODAMDAN ÇIKMAM◊ Dizide ilk sezon Oklahoma’daydınız, orada çekim yaparken set olmadığı zamanlarda ne yapıyorsunuz? Bulunduğunuz şehri keşfeder misiniz?- Odamdan çıkmam. Gerçekten çıkmam… Nedense, bir film için lokasyona gittiğimde çok izole olurum. Şehri turlamam. Sinemaya gitmem. Restorana gitmem… Oldukça sıradan olurum ve bir nevi enerji biriktirmeyi severim.Nadiren bir yerlere giderim. Bunun nedeni huysuz olmam değil. Sadece yenilenmenin tadını çıkarıyorum. Çünkü böyle olunca ertesi gün sette rol için çok daha fazlasına sahip oluyorsunuz.Dışarı çıkıp gezdiğinizde ya da konuştuğunuzda enerji harcamanız gerekiyor. Gevezelik enerji ister. İşteyken sosyalleşirseniz tüm enerji rezervinizi boşaltırsınız. Ama odanıza gidip 10 saat boyunca başka harika performansları izlerseniz ‘Ah, bunu denemek istiyorum’ dersiniz. Yeni rezervleriniz oluşur.Ben öyle yapıyorum ve hayatım boyunca bunu yaptım.İnsanlar, ‘Ah, Avrupa’da çekim yapmak harika olmalı’ diyor. Cevabım ‘Bilmiyorum. Odadan çıkmıyorum. Bu yüzden nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yok’ oluyor. Yemin ediyorum bu doğru.◊ Kendiniz için neyin işe yaradığını biliyorsunuz önemli olan da bu. Eğer sizin için işe yarayan şey buysa, neden olmasın…- Öyle, benim için işe yarayan bu. Sanki bir atlet gibi hissediyorum, ertesi gün oynamaya hazırlanmalıyım. Enerjimi ve coşkumu boşa harcayamam.Gerçi müzeleri seviyorum çünkü beni canlandırdığını hissediyorum, tüm kültürü ve sanatı içine çekiyorsun.Her şeyin tek adamlık iş olmadığını öğrendim◊ Oyunculuk dışında yapımcılık da yapıyorsunuz, kamera arkası deneyimleriniz hakkında neler söylemek istersiniz?- Önceden her şeyi tek başıma yapmaya çalışıyordum. Buna alışkınım. Yazıp yönetiyorsun, üretiyorsun. Ama artık her şeyin tek adamlık iş olmadığını fark ettim. Hepimiz sinemanın bir sanat formu olduğunu söylüyoruz, evet bir sanat formu. Ama sinemaya sanat demek konusunda çok fazla çelişkim var.◊ Neden?- Çok sanatsal bir şekilde yapılmış olsa bile, 500 kişiye ihtiyacınız var. Picasso’nun ‘Ah, evet, bu resmi 400 kişiyle birlikte çizdim’ dediğini hayal etsenize. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Sinema kolektif bir sanat biçimi. Kabloları tutan adamlardan lojistik için araçları kullananlara kadar herkes önemli. Onlar olmadan hiçbir şey olmaz.
Source: Barbaros Tapan