“Finansınızı Şekillendirin: Bugünü Kıymetlendirin!”

Gerçekten yaşıyor muyuz? Kendinize sormanız gereken ilk soru…

Geçtiğimiz hafta, Fransa”nın başkenti Paris”te bir seminer programı ve ney dinletisi için bulunuyordum. Her şehir kendine has bir ruh taşır ama Paris bu konudaki en müstesna şehirlerden biri. Seminer programımız, içten ve samimi bir atmosferde geçti. Katılımcıların ilgisi, gözlerindeki ışık, ruhumuza dokunan o derin sorular… Sadece konuşmak ve öğretmek değil, birlikte büyümekti asıl olan. Ve tam da bu yüzden, her seminer sonunda kendimi biraz daha zenginleşmiş hissediyorum. Seminer sonrası Paris”in o meşhur soğuk ve yağmurlu sokaklarına attım kendimi. Islak kaldırımlar, ışıl ışıl parlayan eski taş binalar, bir köşede yağmura aldırmadan keman çalan bir müzisyen… Ve birden, zihnim yıllar öncesine, pandeminin o belirsiz ve zorlu günlerine kaydı. O zamanlar, yine bir etkinlik için Paris”teydim. Ancak dönüş günüm geldiğinde Türkiye sınırlarını kapatmıştı. Ne zaman dönebileceğimi bilmeden, bu şehirde kalakalmıştım. O günleri hatırlıyorum da… Paris”in sokakları bomboştu. Normalde her köşesinde turistlerin fotoğraf çektirdiği Eyfel Kulesi”nin önü bile sessizdi, neredeyse hayalet bir şehir gibiydi. Louvre müzesinin önünde kimse yoktu. Kaldırımlar bana aitti. Koca şehir, tüm ihtişamıyla önümdeydi ama içinde yalnız ben vardım. ZAMAN SAATLERLE ÖLÇÜLMEZ İnsan yalnız kaldığında, kendi sesiyle tanışır. İşte ben de o günlerde kendi sesimi daha yakından duydum. Kendi içimdeki sessizliği, korkularımı, umutlarımı… Günlerce süren belirsizliğin içinde, zamanın anlamını yeniden düşündüm. Ne kadar hızlı akıp gittiğini, ne kadar kıymetli olduğunu… O günlerde anladım ki zaman, sadece saatlerde ölçülen bir kavram değil, bizim nasıl anlam kattığımıza bağlı olarak değişen bir gerçeklikti. Ve şimdi, o günlerin üzerinden tam beş yıl geçmiş. Dile kolay… Beş yıl! Kendi hayatımıza şöyle bir dönüp baktığımızda bile, ne kadar çok şeyin değiştiğini görebiliyoruz. Pandeminin getirdiği korkular, endişeler, kapanan kapılar… Ama aynı zamanda, içimizde açılan yeni kapılar, öğrendiğimiz dersler, kendimizle olan yolculuğumuz. Zaman… Tıpkı bir nehrin akıp giden suları gibi, hiç durmadan önümüzden akıp gidiyor. Ve biz, bu akış içinde ya farkında olarak yaşayacağız ya da zamanın ellerimizden kayıp gitmesine seyirci kalacağız. Çünkü zaman, geri dönüşü olmayan tek sermayemizdir. Her saniye, bir daha asla yaşayamayacağımız bir hikâyedir. Ve işin güzelliği şurada: O hikâyeyi nasıl yazacağımız tamamen bizim elimizde. Paris”in yağmurlu sokaklarında yürürken, zihnimde bu düşünceler dönüp duruyordu. Pandeminin o zorlu günlerinde hepimiz zamanın kıymetini bir kez daha anladık. Ama unutmamamız gereken şu: Zaman sadece zor günlerde değil, her an kıymetlidir. Bugün, şu anda, bu satırları okurken bile zaman akıp gidiyor. Ve biz, o zamanı nasıl değerlendireceğimizi seçme özgürlüğüne sahibiz. O yüzden, lütfen bugünü kıymetlendirin. Hayatın her anını dolu dolu yaşayın. Ertelediğiniz o telefon konuşmasını yapın. Sevdiklerinize sarılın. Kalbinizden geçen ama bir türlü söyleyemediğiniz o cümleyi dile getirin. Çünkü zaman, bize verilen en büyük hediyedir. Ve bu hediye, bir kez daha geri gelmeyecek. Bugün, şu anda, bir an durun ve zamanın nasıl aktığını hissedin. Belki de içinizde bir şeyler hareketlenecek, belki de yeni bir karar alacaksınız. Ve kim bilir, belki de hayatınızın en güzel anları tam da şu anda başlamaktadır. Ve belki de, en önemli soru şu: Bugünden geriye dönüp baktığınızda, bu zamanı nasıl hatırlamak istersiniz? Hayatınızı erteleyerek mi, yoksa her anını bilinçle yaşayarak mı? HAYAT BİR BEKLEYİŞ DEĞİL Bizler çoğu zaman hayatı gelecekte yaşanacak bir şeymiş gibi algılıyoruz. “Bir gün şunu yapacağım, bir gün şuraya gideceğim, bir gün içimden geçenleri cesurca söyleyeceğim…” Ama o “bir gün” hiç gelmeyebilir. Çünkü hayat, sadece içinde bulunduğumuz andan ibaret. Gelecek belirsiz, geçmiş ise çoktan şekillenmiş bir hikâye. Ve biz, hikâyemizi yazarken çoğu zaman kalemi başkalarının eline bırakıyoruz. Toplumun beklentileri, başkalarının ne düşüneceği, içimizdeki o sessiz korkular… Ama unutmamalıyız ki, en büyük gücümüz şu anda. Şu anı nasıl değerlendirdiğimiz, hayatımızın yönünü belirleyen en büyük etken. Zamanın içinde kaybolmak yerine, onu bilinçli bir şekilde yaşamak… İşte gerçek uyanış bu! Bugün kendinize şu soruyu sorun: “Gerçekten yaşıyor muyum?” Yoksa sadece bir şeylerin olmasını mı bekliyorum? Hayat bir bekleyiş değil, bir keşif yolculuğudur. Ve her an, keşfedilmeyi bekleyen yeni bir dünya gibidir. O yüzden, bugünü ertelemeyin. Sevdiklerinize sıkı sıkı sarılın. Bir kahve molasında kendinizle baş başa kalın. Yağmurlu bir günde sokağa çıkın ve yağmuru hissedin. Ve en önemlisi, zamanın akıp gittiğini fark edin. Çünkü zaman, bir nehir gibi akıyor… Ve biz, o nehrin içinde yol alan yolcularız. O yüzden, her anın kıymetini bilin. Çünkü hayat, yaşandığında güzelleşir.

Source: Hakan Mengüç