Soyulan vakıfta hâlâ Lale Devri yaşanıyor
Sahte faturalarla milyarlarca liralık vurgun yapıldığı tespit edilen, eski Başkanı Şeref Ateş’in aylardır firarda olduğu Yunus Emre Enstitü’sü, Meksika’da Lale Festivali düzenledi. Başkent Meksiko’daki Yunus Emre Enstitüsü Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen festivale katılan Meksikalı misafirlere tarihte, edebiyatta ve sanatta lalenin yeri, İstanbul’da her yıl düzenlenen Lale Festivali ve Osmanlı’daki Lale Devri gibi konularda bilgi verildi.
TALEP YOĞUNDU
Lalenin Anadolu’ya, oradan Hollanda’ya Türkler aracılığıyla ulaştırıldığını öğrenen katılımcılar, bu bilgi karşısında şaşkınlıklarını dile getirdi. Katılımcılar, çeşitli atölye çalışmalarına katılmanın yanı sıra “origami” sanatıyla renkli laleler yaptı. Lale dikme etkinliğinde ise katılımcılar, hediye edilen laleleri saksılarına dikti ve bakımı hakkında bilgi aldı. Yoğun programın ardından misafirlere Türk çayı ve lokum ikram edildi. Yunus Emre Enstitüsü Meksika Müdürü Salih Gültekin, tüm konuklara teşekkür ederek şunları söyledi:
“Bu yoğun talebi karşılamakta zorlandığımızı ifade etmek isterim. Ancak bu etkinliği geleneksel hale getirmeyi arzu ediyoruz.”
Anadolu Ajansı 32 fotoğrafla duyurdu
Programdan, kucaklarında bir çift lale ve büyük bir memnuniyetle ayrılan konuklar, sonraki faaliyetleri de sabırsızlıkla beklediklerini belirtti. Anadolu Ajansı Meksika’daki bu etkinliği tam 32 ayrı fotoğraf yayınlayıp dünyaya duyurdu.
Enstitü soyuldu başkanı ise kaçtı
Yunus Emre Enstitüsü, yaklaşık iki ay önce, Aile Bakanı Mahinur Göktaş’ın eşi Rahmi Göktaş ile MHP’li Semih Yalçın’ın oğlu Abdullah Kutalmış Yalçın’ın üst düzey görevlerinden aniden istifa etmeleri ile gündeme geldi. Aynı günlerde yolsuzluk skandalı patladı. İstifaların “yolsuzluk iddiaları ile ilgilerinin olmadığını” öne sürüldü. Bu arada Enstitü’nün eski Başkanı Şeref Ateş’in hastalığını bahane ederek Almanya’ya kaçtığı ortaya çıktı. Ateş bir daha dönmedi. Yolsuzluğun boyutunun 1 milyar liraya ulaştığı saptandı. Enstitünün 66 ülkede 92 ofisi ve yüzlerce çalışanı var.
Bir zamanlar da ‘Papatyalar’ vardı
Yunus Emre Enstitüsü’nün “Lale Devri” akıllara 1980’li yıllardaki ‘Papatyalar’ devrini getirdi. 1986 yılında dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal, çevresindeki sanayici ve iş adamlarının eşlerini de yanına alarak “Türk Kadınını Güçlendirme ve Tanıtma Vakfı”nı kurdu. Vakfın logosunda papatya figürü vardı ve grup bir anda “Papatyalar” olarak anılmaya başlandı. yayın yasağı gelmişti.
1986’da kurulan vakfa Başbakan Özal imzasıyla “Vergi muafiyeti” tanındı. Papatyalar daha sonra Yıldız Sarayı Hasbahçesi’nde şaşalı bir gece düzenledi, tüm kadın delegeler Osmanlı’ya ait kıyafetler giymiş, Semra Özal’ın etrafında pervane olmuştu. Bu görüntü Özal Ailesi için “Hanedan” benzetmelerine sebep oldu. Sözcü’nün efsane yazarı Bekir Coşkun, bu davetten yola çıkarak “Hasbahçe’de Sonbahar” adlı bir yazı dizisi yazdı. Diziye hemen yayın yasağı geldi. Başbakan ve eşine hakaret suçlamasıyla Bekir Coşkun aleyhine dava açıldı. Coşkun, tepkisini, “Abdülhamit, Turgut oldu” diyerek dile getirdi.
8 kişi tutuklandı binlerce hesap çıktı
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, MASAK raporlarına da dayanarak Yunus Emre Enstitüsü’nde sahte faturalarla 300 milyon lira ile 1 milyar lira arasında yolsuzluk yapıldığını saptadı, 11 kişi gözaltına alındı, bunlardan adı gizli tutulan 8’i tutuklandı. Yapılan incelemede Şeref Ateş ve yakınları ile enstitü yöneticilerinin bini aşkın ayrı banka hesabı kullanarak enstitüyü soyduğu anlaşıldı. Türkçe öğrenmek isteyenlere krslar düzenlediğini belirten Enstitü, Türkiye’nin tarihini, dilini, kültürünü de bu ülkelerde tanıttığını söylüyor. Türkiye ve Türkçe dili üzerine yapılan çalışmaları da desteklediğini öne süren enstitü, çok sayıda konser, etkinlik, yapım ve yardımı örgütlediklerini belirtiyor.
Osmanlılar laleyi Hollanda’ya kaptırdı
Lalenin anavatanı Orta Asya bozkırları. Yabani bir çiçek olarak yetişen lale kervanlar aracılığıyla Anadolu’ya geliyor. 1520’de Osmanlı İmparatorluğu laleyi melezleme yoluyla çeşitlendiriyor. 16’ncı yüzyılda lale Osmanlı kültürünün ayrılmaz bir parçası oluyor. 1718-1730 Sultan III. Ahmed dönemine denk gelen Lale Devri zevk ve sefa dönemi olarak biliniyor. Lalenin Türkiye’den Avrupa’ya yolculuğu Kanuni Sultan Süleyman’ın, Avrupa ülkelerinin İstanbul’daki büyükelçilerine lale hediye etmesiyle başlıyor. Roma Cermen İmparatoru I. Ferdinand’ın İstanbul’a gönderdiği Hollanda kökenli büyükelçi, sultanın hediyesi lalenin soğanını Viyana’ya saraya getiriyor. O tarihten itibaren Hollanda lale tekelini Osmanlı’dan alıyor.
Source: Haber Merkezi
‘Beyrut Kasabı’ndan ‘Gazze Kasabı’na
Bundan 45 yıl önce İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki ateşkes anlaşması sonrasında büyük bir katliam yaşanmıştı. Üstelik İsrail’in tarihteki en kanlı katliamlarından biriydi.Lübnan’ın yeni Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel’in bombalı bir suikastla öldürülmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail ordusu, 15 Eylül 1982’de Beyrut’u işgal etti.Oysa İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki ateşkes anlaşmasına göre FKÖ Lübnan’ı terk edecek, karşılığında da İsrail, Beyrut’un batı kesimine girmeyecekti. Daha anlaşmadaki imzalar kurumadan İsrail ordusu soluğu Batı Beyrut’ta aldı. Bu hareket ateşkesin ihlali anlamına geliyordu. Ama İsrail “amacımız barışı sağlamak” yalanını söylemekten çekinmedi.Beyrut’un batısındaki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında evlerinden edilmiş binlerce Filistinli mülteci vardı. FKÖ militanları Beyrut’u terk ettiği için kamptakiler genelde kadınlar ve çocuklardı.İşgalin ikinci gününde, cuma gecesi Hıristiyan Falanjist milisler, İsrail’in himayesinde bu kamplara girdi. İsrail’in bahanesi 40 yıl önce de aynıydı. FKÖ militanlarının bu kamplarda tutulduğunu öne sürüyorlardı. Bunun bir yalan olduğu sonradan ortaya çıktı. Ama bu arada tarihin en karanlık katliamı yaşanmış oldu. Büyük çoğunluğu kadın ve çocuk olan en az 1400 kişi bu vahşete kurban gitti.‘CESET KÜMELERİ VARDI’19 Eylül 1982 tarihli Hürriyet’in sürmanşetinde “Vahşet! Müslüman katliamı” başlığı vardı. Beyrut gazetelerinin haberlerine göre, yüzlerce kadın ve çocuk başlarından kurşunlanarak öldürüldü. Evler yağma edildi, birçok aile duvar önlerinde kurşuna dizildi.Bir sonraki gün Hürriyet’in “Utanç tablosu” başlıklı manşetinde, katliamın ardından kamplara ilk ulaşan isim olan Associated Press muhabiri G. Labelle’in yürekleri dağlayan sözleri vardı:“Kampın girişinde yolun ortasında kadın mı erkek mi olduğunu anlayamadığım iki ceset toz toprak içinde yatıyordu. İçerilere girdikçe ceset kümeleri ile karşılaştım. Etrafa gövdelerinden ayrılmış bacaklar, kollar saçılmıştı. Kadın, erkek, çocuk cesetleri ev olarak kullanılan küçük kavukların içinde yığınlar halinde bulunuyordu. Gökyüzü ölüm kokuyordu. Küçük bir kavukta ilk gözüme çarpan, masanın üzerinde duran tencere idi. İçindeki çorbayı, az ileride çocuklarının üzerine kapanmış, vücudu kurşun delikleri içinde yatan kadın hazırlamıştı.”ŞARON GÖREVDEN ALINDIGünümüzden farklı olarak tüm dünya bu katliama büyük tepki gösterdi. İsrail’i koşulsuz destekleyen ABD’nin Başkanı Reagen bile “Katliam haberinden dehşete kapıldım” demek zorunda kaldı. İngiltere Başbakanı Thatcher, “Sadece barbarlıktır. Başka bir şey diyemem” sözleriyle tepki gösteriyordu. Dünyadan gelen tepkiler üzerine İsrail, arkasında yüzlerce cansız beden bırakarak Batı Beyrut’tan çekilmek zorunda kaldı.Bu katliama imza atan İsrail ordusunun başında Savunma Bakanı Ariel Şaron vardı. Şaron’a tepki çok büyüktü.Ve yine bugünden farklı olarak İsrail, Özel Soruşturma Komisyonu kurdu. Komisyon, katliamdan Şaron’u sorumlu tuttu ve “görevden uzaklaştırılmasını” istedi.İsrail Kabinesi’nin üç gün süren sert toplantısında Şaron’un görevden alınması için 16 oy çıktı. Kabinede 17 bakan vardı. Tek karşı oy ise Şaron’un kendisini aitti. Yani bir tek Şaron, kendisinin lehine oy kullanmıştı.O artık “Beyrut Kasabı” olarak anılıyordu.NETANYAHU İSYAN ETTİŞaron sonraki yıllarda da birçok sert olaya imza attı.- Batı Şeria ve Gazze’de Yahudi yerleşimciler için büyük inşaat projelerini başlatan oydu.- Kendi kurduğu sağcı Likud Partisi mensuplarıyla 2000’de El Aksa Camisi’nin bulunduğu Harem-üş Şerif’e giderek “İkinci İntifada”nın tetiklenmesine yol açtı.- Batı Şeria ile İsrail arasına tartışmalı duvar ördü.- Arafat’ı Ramallah’ta abluka altına aldı.Şaron, bütün tahrik edici hareketlerinin ardından sürpriz bir hamle yaptı. Başbakan olarak ülkesinin kamuoyunda yükselen barış talebini görerek, 2005 Eylül’ünde Gazze Şeridi’nde 38 yıllık işgali hiç masaya oturmadan, tek taraflı sonlandırıp geri çekildi.Bu hareket kendi partisinde büyük bir fırtınaya neden oldu. Netanyahu’nun ayaklanması, Şaron’un partiden ayrılmasıyla sonuçlandı.Bu ayrılığın hemen ardından yeni kurduğu partisi Kadima ile seçime hazırlanırken beyin kanaması geçirip komaya girdi. Tam 2 bin 928 günlük komanın ardından da öldü.Enteresandır, “Beyrut Kasabı” Şaron, şimdinin “Gazze Kasabı” Netanyahu tarafından yumuşak bulunmuştu. Aradan 40 yıl geçti, İsrail’in bölgedeki zulmü artarak sürüyor. Netanyahu, 48 bin 264 kişiyi gözüne kırpmadan katletti.40 yıl öncesinden farkı ise o zamanlar tepkiler neticesinde Şaron kısa bir süreliğine de olsa koltuğunu kaybetmişti. Şimdi İsrail’e karşı Batı’da yaprak bile kımıldamıyor.
Source: Ateş Yalazan – Arşiv Balıkçısı