Öğretmenler, Bakanlık tehdidi altında
Milli Eğitim Bakanlığı’nın çağdaş eğitimden uzaklaşması kuşkusuz öğretmenlerin tepkilerine neden oluyor. Hemen bütün okullarda İmam Hatip ders programları uygulanıyor. “Seçmeli” dersler mutlaka dini içerikli konulardan oluşuyor. Bakanlığın keyfi uygulamaları öğretmen sendikaları tarafından protesto ediliyor. Bazıları bir günlük iş bırakıyor, bazıları il il dolaşıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenleri eylem yapamaz hale getirmek için yeni bir uygulama balattı. Öğretmenlerin derse girmeme ve diğer eylem türlerini engellemek, onları sindirmek adına okul müdürlüklerine yazı gönderdi. Yazı öyle böyle değil, bu yazının hangi kaynaktan basının eline geçtiğini belirlemek için üç sayfalık yazının tamamına sayfa boyunca numaralar basılmış. Eyleme katılan öğretmenlere o yazının ekine konulan kağıda “Okudum” diye imza attırılıyor. Bu yazıyla sendikal hakları açıkça hedef alınıyor, eğitim ve bilim emekçileri etkisizleştirilmeye çalışılıyor.
İNSANCA YAŞAM İÇİN
Bakan adına Personel Genel Müdürü Bülent Çiftçi tarafından valiliklere, onlar aracılığıyla da okullara gönderilen yazıda sendikal hakların anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altında olduğu belirtiliyor, iş bırakma eyleminin “öğrencilerin eğitim hakkını engellediği” suçlamasında bulunuluyor. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) üyesi öğretmenlerin 13 Ocak’ta yaptığı eylemin amacı “İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret, güvenceli iş ve nitelikli eğitim” için üretimden gelen güçlerini yani demokratik haklarını kullanmaktı.
Eylemleri nedeniyle Bakanlığın yazısına muhatap olan Eğitim Sen yetkilileri, yazıyı “tehdit” olarak değerlendirdi. O yazıya karşı, sendika yetkililerini dinliyorum:
ÖĞRETMENLER BUNLARA KARŞI
“Türkiye’nin taraf olduğu bu sözleşmelere göre kamu emekçilerinin iş bırakma hakkı vardır ve bu hakkı engellemek hukuksuzdur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın sendikal hakları kullanmak isteyen eğitim emekçilerine yönelik açık açık tehdit içeren yazısı ve disiplin süreçleri, bu madde kapsamında açıkça suç oluşturuyor. İş bırakma eylemlerine katılan eğitim emekçilerinin cezalandırılması veya hukuki yaptırım tehdidiyle sendikal faaliyetlerden caydırılmaya çalışılması, sendikal hak ve özgürlüklere açıkça müdahale anlamına geliyor.
Yıllardır düşük ücretlerle, güvencesiz çalıştırma politikalarıyla, eğitimdeki yaşanan dincileştirme ve piyasalaştırma uygulamalarına karşı mücadele ediyoruz. Bakanlık, bu sorunları çözmek yerine, bizleri haklı ve meşru bir sendikal eylem üzerinden tehdit etmesi kabul edilemez. Bakanlığın baskıcı politikalarına karşı, eğitim emekçileri mücadele ve dayanışmasını güçlendirecek, bütün baskı ve tehditlere rağmen sendikal hak ve özgürlüklerini savunmaya devam edecektir.
Öğrencilerin eğitim hakkını engelleyen eğitim emekçileri değil, bizzat Bakanlığın kendisidir. Öğrencileri MESEM uygulamalarıyla ucuz iş gücü haline getirenler, devlet okullarına kaynak ayırmayıp eğitim yerine özel okulları teşvik edenler, öğretmen açığını kapatmak yerine düşük ücretli, güvencesiz ücretli öğretmen istihdamını sürdürenler, tasarruf adı altında okulları temizlik personelinden yoksun bırakanlar, mülakatla öğretmen alarak liyakati yok edenler asıl eğitim öğretim hakkını engelleme suçunu işliyor.”
Öğretmenlerin, bağlı olduğu sendika yetkililerinin “tehdit” olarak nitelediği yazıya rağmen geri adım atmayacaklarını belirttiğini de ekleyelim.
Cumhuriyet ve emek yürüyüşü
Yaklaşık 155 bin üyeli Eğitim İş Sendikası’nın Genel Başkanı Kadem Özbay ve Genel Sekreteri Seher Erdem, “Emeğin sömürülmesine, eğitimin gericileştirilmesine, adaletsizliğe, liyakatsizliğe, hukuksuzluğa, eşitsizliğe, baskılara karşı seslerini yükselteceklerini” belirttiler. Bu amaçla Cumhuriyet, Atatürk devrimleri, emeğin onuru, laik eğitim, aydınlık bir gelecek için başlattıkları yürüyüşlere bu ay da devam edeceklerini söylediler.
Kadem Özbay, “AKP iktidarının yıllardır sürdürdüğü hukuksuz, adaletsiz, demokrasiden uzak gerici ve piyasacı politikalar, halkımızı yoksulluğa, çaresizliğe ve umutsuzluğa mahkum ettiğini” belirtiyor ve eğitimin içine düşürüldüğü durumu şöyle anlatıyor:
KARANLIK TABLOYA SÜRÜKLENİYORUZ
“Türkiye, demokrasi, hukuk ve özgürlükler açısından giderek daha karanlık bir tabloya sürüklenmektedir. Yargı, hukukun üstünlüğünü korumak yerine siyasi bir baskı aracı haline getirilmiştir. Hukuksuz gözaltılar ve baskılarla toplum sindirilmek istenmektedir. Alım gücü her geçen gün düşmekte, emekçi maaşıyla insanca yaşayamaz hale gelmektedir. Emekliler çalışmak zorunda bırakılmakta, çocuklar ise eğitim haklarını kullanamadan iş gücüne katılmaktadır.
Bu karanlık tabloya, diplomalı işsizliğin rekor seviyelere ulaşması ve liyakatin yok sayıldığı bir düzen eklenmiştir. Gençlerimiz, alın teri dökerek elde ettikleri diplomalarıyla iş bulamazken, yandaşların kayırıldığı bir sistem tüm kurumlarımızı sarmış durumdadır. Okullarımızda ise tarikat ve cemaatler cirit atmakta, laiklikten uzak, bilimden kopuk bir eğitim sistemi inşa edilmektedir. Eğitim yuvalarımız, çağdaş nesiller yetiştirmek yerine, ideolojik araçlar haline getirilmektedir.
Bilimsellikten, laiklikten ve eşitlikten asla ödün vermeden, Atatürk devrimlerinin ışığında mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü Cumhuriyet, yalnızca geçmişin bir eseri değil, bugünümüzün ve yarınımızın güvencesidir. Eğitimde laiklik, eşitlik, bilimsellik ve emeğin onurunu savunan herkesi bu onurlu yürüyüşe davet ediyoruz.”
AKP’ye yakınlığı ile bilinen eğitim sendikaları dışında tüm sendikalar Bakanlığın uygulamalarından rahatsız… Onlar tehditlere rağmen haklarını aramasın da ne yapsın? Yürümesin, haykırmasın da ne yapsın?
Source: Saygı Öztürk
Yeni kanun teklifi TBMM Genel Kurulunda kabul edildi
Yasayla, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları doğrultusunda düzenlemeler yapılıyor ve bazı kanunlarda değişikliğe gidiliyor.Ticarette Tağşişin Men”i ve İhracatın Murakabesi ve Korunması Hakkında Kanun”da yapılan değişikliğe göre, Resmi Gazete”de yayımlanan hizmet, muayene, bakım, takip ve kontrol faaliyetlerine ilişkin düzenleyici işlemlere veya ürün dışı zorunlu standartlara aykırı hareket eden gerçek veya tüzel kişilere, 12 bin 20 liradan 482 bin 204 liraya kadar idari para cezası uygulanacak. Bu düzenleme, 14 Mart 2025″te yürürlüğe girecek.TÜBİTAK”ın, öğrencilere ve araştırmacılara yönelik desteklerinin sürdürülmesi için düzenlemeye gidiliyor. Buna göre TÜBİTAK, öğrenim ve öğrenim sonrasında üstün başarısıyla kendini gösteren gençleri izleyerek onların yetişme ve gelişmelerine yardım etmek amacıyla Yüksek Öğrenim Öğrencilerine Burs Kredi Verilmesine İlişkin Kanun hükümlerine tabi olmaksızın burslar verecek.Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun”da yapılan değişikliğe göre; Yönetim Kurulu, TÜBİTAK ile diğer kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler arasında çıkan ihtilafların hukuki anlaşma veya sözleşme değişikliğiyle neticelendirilmesinde karar vermeye devam edecek ancak Kanun”da yer alan tutarlar değişecek. Yönetim Kurulu, tutarı 250 bin liraya kadar olmak üzere, maddi veya hukuki nedenlerle kovuşturulmasında, yüksek mahkeme ve mercilerde incelenmesini istemekte yarar bulunmayan açılacak veya açılmış olan dava, icra ve benzeri takiplerden vazgeçmeye, bir hakkın tanınmasına, menfaatin terkinine, uygun ödemeye karar vermeye yetkili olacak. Bu tutar, her yıl yeniden değerleme oranında ve takvim yılı başından geçerli olmak üzere artırılacak.TÜBİTAK”a yapılacak her türlü yardım, bağış ve vasiyet, kurum dışına verilecek hizmetler karşılığında alınacak olan paralardan kurumun gelirlerine eklenen kısım, yayım gelirleri ve diğer faaliyet gelirleri, gelir ve kurumlar vergileri ile bu vergiler yerine geçecek diğer vergilerden; kurumun her türlü tesis, bina ve arazisi, bina ve arazi vergilerinden muaf olacak.Kanun”daki “Bilim Kurulu” ibaresi “Yönetim Kurulu” şeklinde değiştiriliyor. Buna göre, proje teşvik ikramiyesi ödemeleri, bir kişinin aynı anda birden fazla projede yürütücü olarak görevli olması durumunda en fazla 2, araştırmacı ve diğer personel olması durumunda ise en fazla 4 proje için yapılacak ve buna ilişkin esas ve usuller Yönetim Kurulu tarafından belirlenecek.Diğer kanunlardaki düzenleme ve kısıtlamalara tabi olunmaksızın, toplu iş sözleşmesi kapsamında bulunanlar dışındaki TÜBİTAK personeline ödenecek aylık net ücret, toplu iş sözleşmesi kapsamındaki personele ödenen ve Yönetim Kurulu tarafından referans olarak belirlenen göreve karşılık gelen pozisyona yapılan ödemelerin 2 katını, kurumda görevlendirilen kişilere yapılacak aylık net ödeme ise toplu iş sözleşmesi kapsamındaki personele ödenen ve Yönetim Kurulu tarafından referans olarak belirlenen göreve karşılık gelen pozisyona yapılan ödemeleri geçmemek üzere Yönetim Kurulu tarafından belirlenecek.TÜBİTAK”ta görevlendirilecek hakem, izleyici, panelist, kurul ve komite üyeleri ile benzeri kişilere yapılacak net ödeme tutarları, belirlenen sınırlar dahilinde ve 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararname”nin ilgili maddesi hariç olmak üzere, diğer kanunlardaki düzenleme ve kısıtlamalara tabi olmaksızın Yönetim Kurulunca belirlenecek ve doğrudan ilgililerine ödenecek. Yönetim Kurulu, bu hüküm uyarınca yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemeye, ücretin bir kısmını performansa bağlamaya yetkili olacak.Bu düzenlemeler, 5 Haziran 2025″te yürürlüğe girecek.Ölçüler ve Ayar Kanunu”nda yapılan değişikliğe göre, Kanun”un “İdari cezalar” başlığı altındaki fiiller haricinde, ölçü ve ölçü aletlerinin muayene, tamir ve ayar işlemlerine ilişkin olarak Kanun”a dayanılarak çıkarılan düzenleyici işlemlere aykırı hareket edenlere, 5 bin liradan 50 bin liraya kadar idari para cezası verilecek. Bu hüküm, yayımı tarihinde yürürlüğe girecek.- KOSGEB”E İLİŞKİN HÜKÜMLERKanunla, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) Teşvik ve Muafiyetleri Kanunu”nda, Başkanlığın bütçe gelirlerinde değişiklik yapılıyor. Buna göre Başkanlık bütçesinin gelirleri, Bakanlık bütçesine konulacak ödenekler, Kamu İktisadi Teşebbüsleri hakkında ilgili mevzuata tabi teşekkül, müessese ve bağlı ortaklıkların yıllık ve kurumlar vergisi matrahına esas karlarının binde 1″i nispetinde ödeyecekleri aidatlar, sermayesinin yüzde 50″sinden fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait bankaların kurumlar vergisine matrah olan yıllık karlarının yüzde 2″si nispetinde ödeyecekleri aidatlar, dış kaynaklardan sağlanan krediler, Başkanlığa yapılacak bağış ve yardımlar ile Başkanlığın sahip olduğu mal ve haklardan kaynaklanan sair gelirler ve faaliyet gelirleri olarak hüküm altına alınıyor.Başkanlığın gelirleri arasında yer alan Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonunun (TESK) yıllık safi gelirinin yüzde 2″si nispetinde ödeyeceği aidat ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin (TOBB) yıllık safi gelirinin yüzde 2″si nispetinde ödeyeceği aidatı, Cumhurbaşkanı 2 katına kadar artırabilecek. Bu düzenleme, 4 Haziran 2025″te yürürlüğe girecek.Başkanlık, işletmelere ve girişimcilere yönelik belirlenen destek politikalarının tasarım süreçlerinde faydalanılmak ve sunulan hizmetlerin hızlı, kaliteli, basitleştirilmiş ve düşük maliyetli şekilde yerine getirilmesini sağlamak üzere kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerden işletme ve girişimcilere ait Başkanlığın görev alanına giren konular kapsamındaki bilgi ve verileri ilgili mevzuatı çerçevesinde almaya ve analiz etmeye, raporlamaya, gerçek ve tüzel kişilerle paylaşmaya yetkili olacak. Bu hüküm, 9 Ağustos 2024″ten itibaren geçerli olmak üzere düzenlemenin yayımı tarihinde yürürlüğe girecek.Kanun teklifinin kabul edilmesinin ardından TBMM Başkanvekili Celal Adan, birleşimi, 25 Şubat Salı günü saat 15.00″te toplanmak üzere kapattı.
Source: Www.star.com.tr
O yaşta anne olanların çocukları zeki oluyor
Geç yaşta anne olmayı tercih eden kadınların, çocuklarında zeka düzeyi yüksek oluyor. Elde edilen bulgularda, eğitimin bunun üzerinde belirleyici bir rolü olduğu yönünde. 35-39 yaş aralığında anne olmayı tercih eden kadınlar, bunu bilinçli olarak tercih ediyor.
Çocuğun bilişsel ve sosyal yetenekleri üzerinde pek çok şey belirleyici olabiliyor. Bunlar arasında ise ilk sıralarda eğitim var. Anne ve babanın eğitim bilinci, doğan çocuk üzerinde etkili olabiliyor. Diğer önemli bir nokta ise anne sütü.
İleri yaşta anne olanların çocuklarının zeki olmasını etkileyen bazı faktörleri var:
35-39 yaşında anne olanlar, genel olarak hem duygusal hem olgun oluyor. Bu da çocukların gelişimi üzerinde tutarlı, sabırlı ve destekleyici bir ebeveynlik yaratıyor. Bu yaştaki kadınlar, yaşam deneyimlerini de çocuklarının üzerinde bilinçli olarak aktarıyor. Bu durum hem bilişsel hem sosyal gelişimi olumlu yönde etkiliyor.
Geç yaşta anne olma kararı planlı bir gebeliğin işaretidir. Bu durumsa çocukların iyi bir ortamda büyümesine ve fazla ilgi görmesini sağlıyor. Ayrıca, bu yaşta anneler daha az çocuğa sahip olma eğiliminde oluyorlar.
İleri yaşta anne olan kadınlar, genellikle daha sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olabilir. Bu da hamilelik sürecinin ve çocuğun gelişiminin daha sağlıklı olmasını sağlayabilir.
Eğitim ve kariyer de çocuklar üzerinde önemli bir detay. Eğitimlerini tamamlayıp kariyerlerinde ilerledikten sonra anne olmayı tercih etmiştir. Bu da onların çocuklarına daha fazla kaynak ve imkan sunabilmesine olanak tanır.
Source: Haber Merkezi
TMV, Belçika”ya göçün 60. yılı geride kalırken çok dillilik ve kültürel zenginliğin önemini vurguladı
Brüksel”deki TOBB ofisinde düzenlenen sempozyuma, Türkiye”nin Brüksel Büyükelçisi Bekir Uysal, dil terapistleri İsmigül Assenov ve Melanie Delaunay, Klinik Psikolog Neslihan Akyol, Çok dillilik uzmanı Laura Schenus, Liege Üniversitesi Dil Terapisi Bölüm Başkanı Prof. Comblain Annick ve Brüksel Çok Dillilik Konseyi Başkanı Prof. Dr. Philippe Van Parijs katıldı.
TMV Belçika Temsilcisi Büşra Doğan, açılış konuşmasında, TMV”nin Belçika”da Türk çocuklara hem eğitim aldıkları diller ve okuldaki branş derslerinde hem de ana dillerinin gelişimi konusunda destek sağladığını anlattı.
“Kurduğumuz güçlü ekiple yarının öğretmenlerini, avukatlarını belki de bizlerin yerini alacak temsilcilerini sağlam adımlarla geleceğe hazırlıyoruz” diyen Doğan, Türk çocukların kimliklerinden uzaklaşmadan yaşadıkları topluma faydalı bireyler olmaları anlayışını derslere ve etkinliklere de yansıttıklarını belirtti.
TMV Mütevelli Heyeti Üyesi ve eski Brüksel Büyükelçisi Doç. Dr. Hasan Ulusoy da TMV”nin 55 ülkede faaliyet gösterdiğini anımsatarak, “Avrupa özeline baktığımızda temel belirleyicilerinden biri göçmen topluluklardan olarak Türklerin mevcudiyeti. TMV, Belçika Türk toplumunun gençleri ve ülkenin bir anlamda geleceği olan çocuklarımızın, Türk vatandaşlarımızın ana dil eğitimine katkı sağlamak için çalışmalarda bulunuyor.” diye konuştu.
Göçmen toplulukların tam olarak entegre olmaları için çok dilliliğin önemli olduğuna dikkati çeken Ulusoy, hem ana dil hem de yaşanılan ülkede konuşulan dillere hakim olunması gerektiğinin altını çizdi.
Ulusoy, ana dile hakim olunduğu takdirde başka dillerin öğrenilmesi sürecinin de kolaylaşacağına dikkati çekerek, sempozyumdan çıkacak fikirlerin Belçika”daki uygulamalara yol gösterici nitelikte olmasını umduğunu dile getirdi.
“Türkler, Belçika toplumunu zenginleştirdi” vurgusu
Türkiye”nin Brüksel Büyükelçisi Uysal da sempozyumda Türk vatandaşlarının Belçika”ya gelişinin “60. yıl dönümünün” çok dillilik odaklı bir yaklaşımla ele alınacağını söyledi.
Uysal, iş gücü göçünün yalnızca ekonomik bir hareketlilik değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm sürecinin kendine özgü deviniminin başlangıcı anlamına geldiğini ifade ederek, şu görüşleri paylaştı:
“1960”lardan itibaren Türkiye”den Belçika”ya gelen vatandaşlarımız sadece kendi yaşam koşullarını iyileştirmekle kalmamış, Belçika toplumunu sosyal, kültürel ve ekonomik manada zenginleştirmişlerdir. Sanattan siyasete başarılı bireylerin varlığı bunun en güzel kanıtıdır. İki toplumun iç içe geçmesiyle ortaya çıkan çok dillilik ve kültürel çeşitlilik iki ülke için de önemlidir.”
Uzmanlar, ana dilin önemine işaret etti
Psikolog Akyol ise ana dil temelleri atılmamış bireylerin başka dilleri nasıl öğreneceğine dair bilgiye de sahip olamayacağını vurgularken, Delaunay da Brüksel”de 104 dilin konuşulduğunu, göçmen ailelerin çocuklarında konuşma problemlerinin öğrenilmesi istenen dile yeterince maruz kalmamaktan kaynaklandığı mesajlarını verdi.
Assenov ise göçmen ailelerin çocuklarına ana dil yerine toplum dilini öğretmeye çalıştığını ancak bu yaklaşımın doğru olmadığını ifade ederek, ülkede konuşulan dilin zaman içerisinde öğrenileceğinin, ancak çocuğun aileden ana dilinin temelini alması gerektiğinin altını çizdi.
Schenus da dil öğreniminde “his filtresi” engeline değinerek, çocuklarda dille ilgili olumlu hisler uyandırılması için çalışmalar yapılması gerektiğine işaret ederken, Prof. Dr. Annick ise bir çocuğun birden fazla dili aynı anda öğrenebileceğini ve dillerin birbirini tamamladığını aktardı.
Annick, Belçika”da ana dilin önemine uygun müfredatların uygulanmadığını belirterek, “Dil bilimciler için hiyerarşi yoktur. Tüm diller eşittir.” dedi.
Prof. Dr. Van Parijs de Belçika”nın kendi içerisinde iki resmi dili olduğunu anımsatarak, bu dillerden birine hakim olanların diğerine yeterince hakim olmaması sorununa değindi.
Van Parijs, “çok dillilik haftası” etkinliği önerisinde bulunarak, ana dilin öneminin vurgulanması gerektiğini, ancak çocuklara ana dilini öğretmede ilk sorumluluğun ebeveynlere ait olduğunu kaydetti.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source: