“Sosyal Sorunlar Gündemi: Türkiye’nin Sesi ve Geleceği”

Sönmüş yıldızı parlatma!

AKP Kongresi dün; “sönmüş yıldızı parlatma” sahneleri; renk, ışık, şekil, ses, alkış coşku, algı estirilerek başladı ve bitti. Sönmüş yıldız; çekirdeğindeki azot, su, karbondioksit, amonyak, hidrojen ve metan gibi uçucu maddeler buharlaştığında geriye kalan kütle yığınıdır.

Ay, sönmüş yıldız.

Işığı aslında yok.

Güneşten alıyor.

Bize yansıtıyor.

24 yıllık partinin 22 yıllık iktidarında hep tek adam olarak kalmayı başarmış genel Başkan Tayyip Erdoğan, ona oy vermiş olanların bile çoğunun gözünde ve gönlünde sönmüş yıldıza dönmüş (oyu yüzde 30 indi) partisine, güneş olmaya devam edeceğini açıkladı.

Şöyle dedi:

İsimler fanidir.

Dava bakidir.

Kadrolar değişir.

İlkeler sabittir.

Bu kalıp cümleler; her kongrede, her seçim öncesi salonlarda, TV ekranlarında hep söylene geldi. Bu sözlerin altında şu gerçeğin yattığını artık AKP’ye oy verenlerin çoğu biliyor:

Herkes gider.

Ben kalırım.

Parti benim!

Ben partiyim!

Oysa AK Parti’nin ilk kurulduğu günlerde; “siyasal gücün bir kişinin veya grubun elinde yoğunlaşmasına” izin verilmeyeceği açıklanmıştı. Halkı, AK Partiye çeken bu vaat ve “parti içi demokrasinin işleyeceği, milletvekillerinin ön seçimle belirleneceği ve iki dönemden sonra (Genel Başkan- Başbakan- Cumhurbaşkanı da olsa) koltuğu bırakacağı” müjdelenmişti.

24 yıldır genel başkan.

3 defa Başbakan oldu.

3 kez Cumhurbaşkanı seçimine girdi. Şimdi; “Allah ömür verdiği sürece varım” yapıyor fakat “isimler fanidir, dava bakidir” diyor.

Partinin kurulup iktidara gelişinin ilk 5 yılında; “değişim-dönüşüm-ileri demokrasi- adalet- fırsat eşitliği- yokluğun kaldırılması- yoksulluğun bitirilmesi- yasakların son bulmasını” bekleyenler “AK Partiliyiz” diyorlardı. Sonra; “Reis” söylemi parti adının önüne geçti, geçirildi. “Tayyipçiyim” övünmesi onu söyleyene devlette koltuk, ihale, mevki, makam kazandırır oldu. Zaman içinde bütün kurucular, dava arkadaşları hepsi; “metal yorgunu oldular” gerekçesiyle elendi, ayıklandı, atıldı.

Güneş hiç batmadı.

Hep aynı yerde kaldı.

AK Parti başlangıçta ışığını yani gücünü ona inanan, destek olan ve oy veren halktan, çoğunlukla da kadın seçmenden alıyordu. Program ve Tüzüğünde; “Toplumları ve devletleri tahrip eden yozlaşma, yolsuzluk, usulsüzlük, çıkarcılık, iltimas, hukuk önünde ve fırsat açısından eşitsizlik, ırkçılık, partizanlık, despotluk gibi olumsuzluklar partimizin en yoğun mücadele alanlarıdır” yazıyordu.

Bugün bu itici tanımların her biri söylendiğinde akla hangi parti geliyor, siz söyleyin.

Çıkarcılık.

Partizanlık.

5 koltuklu kayırma. Din istismarın yanına yargıyı da istismar etmeyi koyma. Irkçılık. Partizanlık.

Bunların üstüne ekonomik krizin sebep olduğu halktaki geçim sıkıntısı da bindi. 41 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırında yaşamak durumuna düştü. Reis’in oyu da yüzde 60’lardan yüzde 30’lara indi. Partinin önde gelenleri bile; “kireçlenme oldu- tıkandık” demeye başladılar.

Kireçlenme:

Halk derin mutsuzluk yaşıyor. AKP’ye oy verenler bile sorulduğunda “geleceği iyi görmüyorum” diyorlar. AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın bir zamanlar en yakın dava arkadaşlarından biri olmuş Metin Külünk, “Cumhurbaşkanı’nın sosyolojisi eridi, ‘kendisi iyi ama çevresi kötü’ söylemi de aşıldı” demişti. Dün, “sönmüş yıldızı parlatma kongresi” izledik.

Fırıldak milletvekili pazarı açıldı!

İyi Parti’den seçilip iktidar partisi AKP’ye geçen 3 milletvekili Ünal Karaman, Dursun Ataş, Salim Ensarioğlu, el ele tutuşup, gülüp şakalaşarak dün AK Parti Kongre salonuna geldiler. CHP oylarıyla Gelecek Partisi’nden milletvekili seçilen ve seçim konuşmaları sırasında ateşli nutuklar söyleyip; “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi otoriter yolsuzluk düzenini kurmak amacıyla icat edilmiştir” diyen Prof. Dr. Serap Yazıcı da AK Partiye transfer oldu ve kongre salonuna geldiğinde Tayyip Erdoğan tarafından “dava arkadaşımız” görüntüsü verilerek karşılandı. Daha önce de İYİ Partiden seçilip sonra AK Partiye geçmiş olan Kürşad Zorlu, Seyithan İzsiz, Nebi Hatipoğlu da AKP’nin MKYK listesine girdiler. Bunlar; seçimler sırasında iktidarı eleştiren sonra da eleştirdikleri partiye “dava adamı olmaya geldik” diye transfer olan; açıkça seçmeni yani halkı aldatan, yalan söyleyen, ilkesiz, çıkarcı, ak dediğine kara diyen “fırıldak milletvekili pazarı ürünü” haline geldiler. Ne aldılar ya da onlara ne verildi de “dün kara dedikleri” AKP’ye bugün “sevdik seni her şeyden çok” dercesine sarıldılar? Tayyip Erdoğan, halktan yüzde 50+1 oy alma umudunu yitirdi, fırıldak milletvekili pazarından milletvekili toplayarak Meclis’te 400 milletvekili çoğunluğa ulaşmayı ve Anayasa’yı değiştirip, hep Cumhurbaşkanı kalacak yolu açmayı deniyor. Fırıldak milletvekili pazarı bu ihtiyaçtan doğdu.

Source: Necati Doğru


Türkiye’nin üzerine sivil vesayet çöktü

Türkiye her gün göz altıları, tutuklamaları, soruşturmaları, vesayeti tartışıyor. Asıl sorunlar yoksulluk, yoksunluğu, eğitimdeki aksaklıkları, yasadışı göç meselesini konuşmaya vakit kalmıyor. Memleketin halini İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’na sordum.

“Türk milleti iyi bil ve emin ol ki, susturulan sensin” dediniz. Son günlerde yaşanan tutuklamalar, soruşturmalar, kayyımlar vs. tüm bunlar sadece Türk milleti sussun diye mi?

Evet, yani siz, ben, bu satırları okuyan vatandaşlar, zengin-fakir, genç-yaşlı, Kürt ya da Türkmen fark etmeksizin, hepimiz. Bizi ortak kimlik etrafında birleştiren Cumhuriyet değerlerine karşı açık bir saldırı ve kalkışma ile karşı karşıyayız. Susmak ise hiçbirimizi korumayacak. Kaldı ki susmak tarihin hiçbir döneminde, hiçbir toplum için bir çare olmamıştır. 7 yıllık hamlelerine baktığınızda görürsünüz ki, İYİ Parti Türk siyasetinin ‘erken uyarı sistemi’dir. O nedenle, bu çağrım da bir uyarıdır. Konuşan Türkiye ısrarım, demokratik, adil bir Türkiye, yaşayan ve capcanlı bir Türkiye iddiamın gereğidir.

Neye karşı sussun isteniyor?

Ortadan konuşayım; Erdoğan’ı ömür boyu Cumhurbaşkanı, hatta “Başkan” seçtirmek için gözlerini kararttılar. Bunun için teröristbaşı ile pazarlık yapabilecek kadar, meclise gelsin diyecek kadar, Barzani’den icazet alacak kadar ileri gittiler. Milletimizin tüm bu saçmalıklara dur diyeceğini bildikleri için de, sindirmek, susturmak istiyorlar. Bunu sağlamak için sistematik bir şekilde milletimizi yoksullaştırdılar. Hayat gailesi içindeki milletin, kaybedebileceği değerleri umursamayacağını hesap ediyorlar. Yine yanlışlarla başladıkları açılım serüveni, baskı, gözaltı, soruşturmalar ve ağırlaşan yoksulluk. Bunlar tesadüf değil. Bunlar planlı.

Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ neden hapishanede?

Tam olarak aynı sebepten içeride. Yarın siz ya da bir başkası, parti genel başkanı ya da belediye başkanı, TÜSİAD başkanı yahut 15’inde bir genç, 70’inde bir emekli, hatta astrolog. Herkes aynı yerde olabilir. Bu bir gözdağıdır. İmralı’daki teröristbaşına uzatılan elden beri düğmesine basılan bu sürece karşı duran, Saray sultasına veya onun herhangi bir alandaki politikalarına itiraz eden herkes suçlu ilan ediliyor. Önce gözaltı, sonra savcılık, en son da yaşadığı yer fark etmeksizin Silivri’ye gönderiliyor. Bu ezberlediğimiz sürecin görüntüleri de iktidara yakın medyaya servis edilerek, tüm topluma “sus, düşünme, konuşma, itaat et” mesajı vermek için kullanılıyor. Olan biten budur.

Silivri’ye gittiniz, her bölmede ziyaret edilecek birileri var. Gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler… Bu tablo size ne söylüyor? Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde ne olur?

İş siyasete gelince, “Yassıada”yı dillerinden düşürmüyorlar. Sayın Erdoğan birkaç ay kaldığı “Pınarhisar”ı, 28 yıldır siyasi malzeme yapıyor. Devri iktidarlarında ise hayatımıza “Silivri” diye bir lekeyi kendileri bulaştırdı.

Allah kimseyi kınadığı ile sınamasın. Kınadıkları şeye dönüştüler. Hukukun üstünlüğünün olmadığı ülkelerde, günlük hayat bir açık cezaevine dönüşür. Açlık ve sefalet olur. Sokaklarında tehdit, insanlarında korku olur. Çünkü istibdat rejimleri, korku ve açlık üzerine bina edilir. Bugün Saray sultasının yaptığı şey tam olarak budur.

Hedefin Rusya’daki gibi kimsenin konuşmadığı, muhalefetin olmadığı bir rejim inşası olduğunu düşünenler var. Türkiye Rusya olur mu?

Bunu şüphesiz Dünya’daki otoriter liderler döneminden bağımsız düşünemeyiz. Ancak Türkiye Rusya değildir. Rusya, tarih boyu çok sert otokrasilerin ülkesi olmuştur. Çarlık ve Sovyetler Birliği’ni, Putin izlemiştir. Türkiye’de ise darbe dönemleri dışında bu kadar baskıcı bir idare olmamıştır. Geçmişte de, demokrasi ve hukuk alanlarında, insan haklarında eksiklerin olduğu dönemler gördük. Fakat en büyük fark, bu eksiklerden mahcup olmak yerine, bunları istismar eden, bunlardan istifade eden ve bunlarla da övünen bir iktidarla, anlayışla ilk defa karşı karşıyayız. Erdoğan’ın uzun zamandır rol modelinin Putin olduğu kesin. Sanıyorum özellikle son TÜSİAD hamlesiyle de bu benzerliği pekiştirme gayretinde. Unutulmamalıdır ki, istibdat her coğrafya ve millet için sonuçları itibariyle bir zorbalık biçimidir. Özenilecek bir şey de değildir. Ne kadar uzun sürerse sürsün, tarihin her döneminde istibdatı araçsallaştıranlar için neticesi hüsran olmuştur. Yani zulüm ile abad olunmaz. Bu sorunuz aklıma sayın Cumhurbaşkanı’nın bir röportajdaki sözlerini getirdi.

Hangi sözler?

“Şu anda dünyada liderler arasında iki kişi kaldı. Bir ben varım, bir de Vladimir Putin var.” Bunu muhtemel ki görev süresi açısından söyledi. Ama, yönetim biçimlerini ve tarzlarını hesaba kattığımızda, bence tam bir tevafuk.

Erdoğan TÜSİAD’ın açıklamaları için “Buram buram provokasyon kokuyor. Eski Türkiye’yi özlüyorsanız yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz” dedi. İlk sorum şu, provokasyon kokusu aldınız mı?

Açıkçası, Erdoğan’ın bu sözlerini okuduğumda tebessüm ettim. Malum grup konuşması hemen bizden sonraydı. TÜSİAD ya da bir başka STK ya da kişi fark etmez, ben olaya şuradan bakıyorum: TÜSİAD’ın hatası konuşmak değil, geç kalmaktır. Geç kalmak, bu baskı ortamında, iktidarın korku siyasetine susarak, zemin hazırlamaktır.

Haberlerde siyasetçilerin en çok şu ifadeler üzerinde durduklarını gördüm: Darbe, soruşturma, tutuklandı, gözaltına alındı, kayyım atandı, terörist, vesayet. Bu bize ne söylüyor?

İşin gerçeği bu ki; Bugün, kayyım, Türkiye’nin başındadır. Aslolan bu kayyım düzeninden kurtulmak. İktidar her itirazı darbe, her itiraz edeni de darbeci, terörist diye yaftalıyor. İktidar mahfillerinden yaptırılan ve en fazla “Deli saçması” olarak nitelendirilebilecek çıkışları, iktidar kontrolünde olmayan medyanın da çok büyük, çok önemliymiş gibi sunmaması gerekiyor. Benim bakışım bu. Çubuğu tersine bükmeyi öğrenmek zorundayız. Bilin ki iktidar, muhaliflere kötü bir ithamı çok sık yapıyorsa, o ithamdakinin aslında kendisi olduğunu biliyordur. Darbeciler her yerde darbe arar. Vesayetçiler her yerde vesayet görürler.

TÜRKİYE’Yİ ERDOĞAN VESAYETİNDEN KURTARACAĞIZ

Evet Türkiye’de geçmişte üniformalı vesayet vardı. Ama vesayete son vereceğiz diyen Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ eliyle yargı-emniyet vesayetini bela etti. Ardından FETÖ ile mücadele gerekçesiyle olağanüstü hali vesayet aracı olarak kullandı. Ve sistemi değiştirip, olağanüstü yetkiler kuşandıktan sonra da, Türkiye’nin üzerine sivil vesayet çöktü. Buradan çıkan sonuç ne; Evet, bildiğimiz bir gerçekmiş, takiyyecilermiş. Ama biz, Türkiye’yi Erdoğan vesayetinden kurtarmak zorundayız, kurtaracağız.

ERDOĞAN TÜRKİYE’Yİ DEĞİL, KENDİNİ SEVİYOR

Eski Türkiye-Yeni Türkiye tartışması AKP iktidarından bu yana yapılıyor. Sizin pencerenizden eski ve yeni Türkiye arasında farklar neler?

Erdoğan’ın bu “Eski Türkiye, Yeni Türkiye” saplantısı için söylenecek iki şey var: Biz Türkiye’yi her haliyle seviyoruz. Her şeye rağmen seviyoruz. Geçmişi ve geleceğiyle seviyoruz. Ama sayın Erdoğan Türkiye’yi sadece kendiyle seviyor. Bir başka deyişle, ülkenin idaresi ondaysa seviyor. Yani aslında, Türkiye’yi değil, kendini seviyor. Özlediğimiz şey, sözün senet olabildiği bir toplumsal hayattır. Adaletin olduğu düzendir. En önemlisi, yaptıklarından ve yapamadıklarından hicap duyan bir siyaset anlayışıdır. Kısaca hükümdar gibi değil, hükümet gibi davranan bir idaredir. 6 kere gidip, 7 kere de gelinebilen bir temsil mekanizmasını özlediğimiz doğrudur. Eski Türkiye’de maksimum 6 ay süren ekonomik krizler yaşadık. Yeni Türkiye’de ise 7 yıldır içinden çıkamadığımız bir ekonomik kriz var. Bile isteye sürdürülen yoksulluk, yoksunluk, yolsuzluk ve yasaklar var.

ESKİ OLAN ERDOĞAN

İşin asıl can alıcı noktası ise şu; Türkiye’de bir dönemi ya da dönemleri eleştirebilirsiniz. Yapılan yanlışları tekrarlamaz, yeni bir anlayışla idare edebilirsiniz. Ama Sayın Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si, yeni bir devlet kurmayı işaret ediyor. İşte orada duracaklar. Çünkü, yeni bir devlet kurmak için, önce eskisini yıkmanız gerekir. Türkiye Cumhuriyeti yıkıldı da bizim mi haberimiz yok? Bu tehlikeli bir yaklaşımdır. Çünkü Türk milleti, gözbebeği gördüğü Cumhuriyeti ile “Yıkılmak” kelimesini yan yana bile kabul etmez. Kaldı ki, Türkiye’de eski olan artık Erdoğan’ın kendisidir. İktidar olduğu gün doğan bebekler bugün 23 yaşında. O bebek emeklerken Erdoğan vardı. Yürürken Erdoğan vardı. Konuşmaya başladığında, ilkokula, ortaokula gittiğinde de Erdoğan vardı. Üniversiteyi bitirdiğinde, askerliğini tamamladığında da Erdoğan vardı. 100 yıllık Cumhuriyetin çeyrek asrında iktidarda olan biri, zaten eskiden kalmadır. O yüzden de eski olan Erdoğan’dır.

CUMHURİYETİ KAPATMAYA UĞRAŞIYORLAR

“Bunlarda Mustafa Kemal acısı, Bizde Cumhuriyet aşkı oldukça, bunların yılanlığı bitmez, bizim de mücadelemiz” diyorsunuz, Cumhuriyet ile bir dertleri olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Düşünmüyorum. Görüyorum, görüyoruz demek daha doğru. Cumhuriyet’i

100 yıllık parantez olarak adlandırıyorlar. Parantez dedikleri, Türk tarihinin şahikası olan Cumhuriyet’i kapatmaya uğraşıyorlar. Türk Milleti’ni bölmeye çalışıyorlar. Atatürk’e kendileri değil, piyonlarıyla her vesileyle saldırıyorlar. “Eski Türkiye” diye işaret ettikleri yerde, sadece 1990’lı yıllar yok. O, lafın ekran koruyucusu. Orada Mustafa Kemal Atatürk var, onun devlet ve millet anlayışı var. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diye yemin eden genç teğmenleri” ordudan atan anlayışın derdinin ne olduğu ortada değil mi? Cumhuriyeti kuran liderin askeri olunmasından bile rahatsız oluyorlar. Varın, kurduğu cumhuriyetten rahatsızlıklarını siz hesap edin.

BU İKTİDAR MAŞA KULLANMAYI SEVER

İmralı sürecini konuşalım. Bu süreci yakından takip ettiğinizi biliyorum. ‘Terörsüz Türkiye’ projesi, aslında ne projesi size göre. Tam olarak neye itiraz ediyorsunuz? Bu arada HÜDA-PAR’ın taleplerini de hatırlatmakta fayda var.

Sondan başlayalım. Bu iktidar, maşa kullanmayı çok sever. İşine gelen şeyleri kendi söyler, gelmeyenleri başkasına söyletir. Elini yok yere kirletmez. Büyük lafları da genelde meczuplara söyletir. Kamuoyunu dener, nabız yoklar. Tepki yoksa el yükseltir. Anlamlı tepkiler gelirse de konuyu rafa kaldırır.

Hatırlayalım, bu mevcut sürece adım adım, sözde yeni Anayasa sürecinden geldik. O gün de söylemiştim, aynı yerdeyim. Tek adamlığı tahkim etmeyi, onu ebedi hale getirmeyi amaçlayan bu sürece kapılarımız kapalı demiştim.

İsmini koymaktan dahi çekindikleri, sizin “İmralı süreci” dediğiniz, bizim “kalkışma” dediğimiz süreç de, bunun bir parçasıdır. Kısaca “Ver Apo’yu, al ömür boyu başkanlığı” pazarlığı yürütülmektedir. Arka plandaki uluslararası gelişmeler ne olursa olsun, iktidarın kendi namına yaptığı hesap budur. Her yangından mal kaçırmak, her krizden fırsat yakalamak gibi bir hayat felsefesine sahipler.

Bu süreçte eski partiniz MHP’nin tavrını da çokça eleştirdiniz. Devleti, Bahçeli’ye karşı koruyacağım aklıma gelmezdi dediniz. Bugün bir anlam verebiliyor musunuz?

Parçası oldukları süreci kendilerinin bile anlamlandıramadığını bildiğim için, ilave bir şey söylemeye gerek duymuyorum. Allah şifa versin.

ERKEN SEÇİM TUZAĞINA DİKKAT

Son olarak Türkiye CHP’nin cumhurbaşkanı adayını konuşuyor. Siz ısrarla “Erdoğan aday olamayacak” diyorsunuz. Erken seçim bekliyor musunuz?

Ben demiyorum. Anayasa öyle diyor. Yani Milletin devletle yaptığı ana sözleşme öyle diyor. Bu toplumsal sözleşmenin üzerinde bir şey yoktur. Erdoğan adaylığını hukuksuzca bir kere daha dayatarak, muhalefetin aktörlerine “gel gel” yapıyor. O sahaya girmek, kuralsızlığı kabul etmektir diyorum. O sahada hakem Erdoğan’dır, rakip Erdoğan’dır. Kural kitabını keyfince değiştirebilme gücü ve niyeti içindedir. Kısaca erken seçim, bu anlamıyla tuzaktır. Erdoğan’a fırsat yaratacak bir tuzaktır. Erken seçimi, doğru stratejiyle, Erdoğan’ın yeniden ve hukuksuzca aday olabilmesi için değil, bu kayyım düzeninden kurtulmanın bir aracına, yoluna çevirmeliyiz. Derdim budur. Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Kasım 2027’de erken seçim olabilir dedi. O tarihi uygun gördülerse, bu bir ihtiyaç ise, o halde Erdoğan’ın da yetkisi var. Kendisi seçim kararı alsın. Ama ondan hiç bahsetmiyorlar. Çünkü o zaman bir daha aday olamıyor. O yüzden, muhalefet bu tuzağa düşmemeli, doğru bir stratejiyle hareket etmeli.

CHP’nin adayına mı destek vereceksiniz yoksa kendi adayınızı mı çıkaracaksınız?

Ben doğru bir stratejiden bahsediyorum, siz bu soruyla benden iktidarın ekmeğine yağ sürecek bir yola taş döşememi istiyorsunuz. (Gülerek)

Zamanı gelince, şartlar oluştuğunda İYİ Parti tavrını ve kararını milletimizle paylaşır.

Mansur Yavaş, erken bir hamle olduğunu söyledi. Size göre de şu anda cumhurbaşkanı adayı tartışmak hatalı mı?

Ben meseleyi bir parti açısından değerlendirmiyorum. Mansur bey anladığım kadarıyla, partisinin stratejisine bir eleştiri olarak ifade ediyor. Oysa ben, Erdoğan’ın bir kez daha aday olmasının önünü açacak bir stratejik hataya işaret ediyorum. İçeriği ve sebepleri bakımından farklı.

MUSTAFA KEMAL’İN ‘TÜRK MİLLETİ’ TARİFİ REHBERİMİZDİR

Milliyetçilerin önümüzdeki dönemde daha fazla bir araya gelmesi, hatta birlikte hareket etmesi mümkün müdür?

Türk Milliyetçiliği fikriyatı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesidir.

Dolayısıyla Cumhuriyete bir saldırı olduğunda, tehlike altında olduğunda, 1919’da duruma vaziyet ettiklerinde de gördüğümüz gibi, Türk Milliyetçileri, kendi aralarında birleşmeyi değil, milleti birleştirmeyi hedef almıştır. Bugün olması gereken de bu. O yüzden hemen her gün tekrarlıyorum; Bizim şu an öncelikli görevimiz, sağcı ile solcuyu, seküler ile mütedeyyini, Alevi ile Sünni’yi, Türkmen ile Kürt’ü aynı ülkü etrafından birleştirmektir. Çünkü, Gazi Mustafa Kemal’in “Türk Milleti” tarifi rehberimizdir. Ne diyor Atatürk; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir. Yani farklı etnik kimliklerden vatandaşlarımız, bir devlet kurma ülküsüyle bir araya gelmiştir. Bugün de o devleti, o cumhuriyeti korumak için bir araya gelmelidir. Milliyetçiler, vatanseverler, her kim ki aklında ve kalbinde Atatürk’e saygı ve minnet duymaktadır; Cumhuriyet değerlerine bağlılık taşımaktadır, omuz omuza olmalıdırlar. İyi Parti olarak bu misyonla hareket ediyoruz. Bu birliği sağlayacak olan da biziz. İddiamız ve hedefimiz budur. Bu birliğin milletimize sağlayacağı şey şudur; Eski Türkiye dedikleri zamanlarda fitre verebilen emekçilerimiz, emeklilerimiz, bugün fitreye muhtaç haldeyse, diyanet, onlara fitre verilebilir diyorsa, omuz omuza verip, bu harami düzeni değiştirmeliyiz. Asıl mesele iştir, aştır, ekmektir.

Source: İpek Özbey


Ülkü Ocakları Derneği’ni kuran şimdinin CHP Milletvekili

Ülkücü Hareketin tanınan isimlerinden araştırmacı-yazar Hakkı Öznur, bir vasiyeti yerine getirdi ve 35 yıllık çalışma sonunda 1948- 1980 döneminin “Ülkücü Hareketi”ni 9 ciltte, 10 bin sayfada topladı. Polietika Yayınlarından çıkan araştırmanın 12 Eylül 1980 sonrası dönemini de Hakkı Öznur iki ciltte toplayacak. Şimdi onun araştırmasını ve yazımını sürdürüyor.

Millet Partisi’nin kuruluşuyla başlayan araştırmada, “Tabutluktan ihtilale, sürgünden siyasete, Milliyetçi Hareket, Ülkücü Gençlik Tarihi” gibi yüzlerce konu, hiç duyulmayan, bilinmeyen olaylarıyla gün yüzüne çıkıyor.

TÜRKEŞ’İN VASİYETİYDİ

Hakkı Öznur, “Rahmetli Başbuğ Alpaslan Türkeş’in isteği üzerine araştırmaya ve yazmaya başladığını, böylece bir vasiyeti yerine getirdiğini” belirtiyor. Öznur, Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) kurucularından ve ilk genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun genel başkan yardımcılığını da yapmıştı. Rahmetli Yazıcıoğlu’nun dava arkadaşı olan Öznur, Yazıcıoğlu’nun, helikopterin düşmesi sonucu vefatını “Kaza değil, suikast” olarak değerlendiriyor.

Ülkücü Hareketin dördüncü cildini incelerken karşıma tanıdığım bir isim çıktı. Halen CHP Milletvekili olan İlhan Kesici ile ilgili 37 sayfalık bölümde ilk kez öğrendiğim bölüm yer alıyordu. Eminim çoğunuz da bunu ilk kez duyacaksınız.

ODTÜ ÜLKÜ OCAKLARI BAŞKANI

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) Ülkü Ocakları Derneği’nin kurucusu ve ilk başkanlığını halen CHP Milletvekili olan İlhan Kesici yapmış. 1968’de derneği kuran ve başkanlığını yürüten Kesici, Alparslan Türkeş’in, Dündar Taşer’in ODTÜ’de konferans vermelerini de sağlamış. Konferans sırasında salonun elektriklerinin kesildiğine ilişkin gazete kupürleri, gençlik olayları yer alıyor.

Çoğunlukla sol görüşlü öğrencilerin bulunduğu ODTÜ’de, Ülkü Ocakları Derneği’ni kurmak kuşkusuz kolay olmamış. Halen CHP Milletvekili olan bir dönemin Ülkü Ocakları Derneği Başkanı İlhan Kesici’ye bu değişimi ve o günleri sordum. Şunları anlattı:

ABD VE RUSYA’NIN GÖBEĞİNDE

“O zaman Ülkü Ocaklarını kur, başkanlığını yap, sonra son durak gibi CHP’de yer al. 1968’de kurucusu ve başkanı olduğum ODTÜ Ülkü Ocakları Derneği tarihte yerini almış bir dönemimdir. Geriye dönüp baktığımda aslında o dönemin Türkiye’sinde, içi olaylardan çok soğuk savaşın, yani ABD ve hür dünya, Rusya-Sovyetler Birliği soğuk savaşının tam göbeğinde yer almış.

Normal şartlarda Türk milliyetçiliği fikir sistemine gönül vermiş o dönemin ülkücüleriyle, sol düşünceyi temsil eden öğrenciler arasında cereyan eden olaylar zinciri olmaktan ziyade, ABD ve Rusya soğuk savaşının tam göbeğinde yer almış olması. Burada iki büyük strateji gözüküyor. ABD’nin, Sovyetleri güneyden çevreleme stratejine karşılık, Sovyetler Birliği’nin de kendisine bizim coğrafyamızda dost ülkeler ve dost rejimler yaratma stratejisidir. Biz haliyle kendi menfaatlerimiz icabı da ABD ve hür dünya kampında yer aldık ve almaya devam ettik.

Belki de farkında olmadan solcu arkadaşların yapmak istediği, güneyimizdeki Arap Baas rejimlerine benzer bir Türkiye yaratmaktı. Bunlar milliyetçi partilerdi ama dünya ilişkilerinde yüzleri o dönemde Sovyetler Birliği’ne dönüktü. O dönemde aslında üniversitelerde büyük kavgalar, silahlı çatışmalar yoktu. Daha çok fikri tartışmalar vardı. Asıl silahlı çatışma dönemi 1971 sonrasında başlamıştı.”

CHP’YE NEDEN KATILDI?

İlhan Kesici, CHP’ye dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın ısrarlı daveti sonucu geçtiğini belirtti ve bunun nedenini de şöyle açıkladı:

“AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hemen birçok konuşmasında, ‘Türk-Kürt-Laz-Çerkez’ söyleminde bulunması, Türkiye’nin ulus devlet- üniter devlet hassasiyetini artırdı. Bunun sıkıntılı bir döneme dönüşmemesi için Deniz Baykal’ın hassasiyeti ve iyi bir duruş sergilediğine inandığım için 2007’de CHP’de yer aldım. O dönem CHP seçim bildirgesinin mottosu ‘Ulus Devlet- Üniter Devlet – Laik Cumhuriyet’ Atatürk Türkiye’sinin kuruluşunun temel yapı taşlarıdır. Erdoğan’ın o dönem söylemleriyle şimdiki söylemleri arasında 180 derecelik fark var. Bugün itibariyle daha birleştirici.”

Kesici’ye Ülkücü Hareket’in dördüncü cildinde 37 sayfa ayrılmış. Açıkçası, kitaplarda ülkücü hareketle ilgili merak edilen hemen her konuya Hakkı Öznur yer vermiş.

Yitip Giden Bir Kuşak: 78’liler

68 kuşağı tam anlamıyla acılı, sıkıntılı yıllar geçirmiş. Buna ilişkin çok sayıda kitaba ulaşmak mümkün. Bir de 78 kuşağı var. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi iller, ilçeler hatta mahalleler, caddeler, “sağ-sol” diye bölünmüştü. O süreçte 5 bine yakın gencimiz öldürüldü. Darbe sonrası binlerce genç yıllarca cezaevlerinde yattı.

Mersinli meslektaşımız Ercan Güneş’in yeni kitabı “Yitip Giden Bir Kuşak: 78’liler” adını taşıyor. 27 Şubat’ta kitabın tanıtımını Mersin Gazeteciler Derneği’nde yapacak olan Ercan Güneş, şunları söyledi:

“Bu kitabımda kendi kuşağım olan 78’lileri yazdım. ‘68 kuşağı ile ‘78 kuşağını karşılaştırdığımda, 78’lilere haksızlık edildiğini düşünüyorum. Ben kendi dönemimi bütün samimiyetimle anlattım. Gelecek kuşaklar geçmişte gençliğin neler çektiğini öğrenmesini istedim.”

Source: Saygı Öztürk


Siyasal Şarkı: Demokrasi

Günlük yaşamın gereksinimleriyle ve koşullarıyla ilgilenmeyenler seçim sürecinde artan bir güçle demokrasi şarkısı söylemekte, kimi zaman da korolar oluşturarak seslerini yükseltmektedirler. Demokrasi, özellikle Türkiye’mizde bir savunma, gösteri, ilericilik ve demokratlık aracı olmuş, kimi zaman saldırı nedeni olduğu unutulmuştur. Çelişkiler, aykırılıklar, bozukluklar, kötülükler, adaletsizlik ve hukuksuzluklarla olumsuzluklar demokrasi sömürüsü yapan sözde demokratların olağan işlem ve eylemleri olmuştur. Çekilen güçlüklerin, sıkıntıların, duyulan üzüntülerin, yaşanan acıların, karşılaşılan kötü durumların kaynağında bu yaklaşımın olduğu açıktır.

Demokrasi nedir?

İlgililerin söyledikleri, kitapların yazdıkları demokrasiyi anlayıp benimsemeye yeterli olmamaktadır. İnsanlığı tüm gerekleriyle yaşama geçiren siyasal düzen demokrasidir. Daha iyisi öngörülemediğinden olumsuz yanlarına karşın edinilip uygulanmasına çalışılan bir yönetim biçimidir. Yönetilenlerin haklarını kullanmaları, özgürlüklerini yaşamaları, her yönden güvence altında bulunmaları, barış, esenlik ve mutlulukla varlıklarını sürdürmeleri, ilişkilerinin barış, karşılıklı saygı ve güven içinde yürümesi için özlenen eşitlikçi, özgürlükçü, hukukun üstünlüğüne dayanan bir halk yapılanmasıdır. Hukuksuz demokrasi, siyasal bir oyundan öteye geçemez. Demokrasi insanlık öğretisidir. Demokrasi konusunda en önemli öge, yaşama geçirme yolundaki istençtir (irade). Sözde kalan demokrasi ve demokratlık, bencil, kişisel ve partizan düşüncelerle amaçların sonucudur. Gerçek demokrasiler hukukun üstünlüğüne, bunun yaşama geçmesi için de erkler arasında belirgin ayrılık ve dengeye dayanır. Ülkemizde, birçok ülkede olduğu gibi demokrasi yanlış anlaşılmakta yanlış yorumlanmakta ve yanlış uygulanmaktadır. Kişiye ve partiye göre demokrasi olmaz. Evrensel, hukuksal niteliklerini kimse değiştiremez.

Olmadan olmaz

Toplumsal barışı, ulusal dayanışmayı gözardı eden, doğal inanç ve soy değişikliklerini ayrımcılık nedeni yapan, birliktelik, barış, eşitlik, denge ve dayanışmaya uzak duran, hakların kullanılmasını, özgürlüklerin yaşanmasını engelleyen, toplumsal, siyasal ve ekonomik tüm güvenceleri en doyurucu biçimde sağlamayan, erkler ayrılığını kesin çizgilerle gerçekleştiremeyen, insanlık, adalet amaçlı hukuka dayanmayan düzenler demokrasi olarak tanımlanamaz.Yalnız seçim sandığıyla anlatılan demokrasi, demokrasi değildir.

Gelişmekte olan toplumlar için ceza yasaları yeterli olmuyor. Etkin denetim, etkin yaptırım demokrasinin güvencesidir. Asıl güvence, ulusun benimseme ve koruma istencidir.

Source: Yekta Güngör Özden


Deprem bölgesi patronların insafına terk edildi

Türkiye’yi sarsan deprem felaketinin ardından iki yıl geçti. Verilen sözler tutulmadı, konutlar tamamlanmadı, yıkım çalışmaları dahi tamamen bitti. 649 bin 632 kişi hâlâ konteynerlerde yaşıyor. İşçiler ise depreme dayanıklı binalar inşa ederken hayatını kaybediyor. Sendika temsilcileri bölgenin patronların insafına terk edildiğini, iş kazalarının kayıtlarının tutulmadığını savundu. Devrimci Yapı, İnşaat ve Yol İşçileri Sendikası Genel Başkanı Özgür Karabulut, “Bölge patronların insafına terk edildi. Hak ihlalleri, iş kazaları açısından işçiler için cehennem gibi. Yeterli ekipman da işçi de yok. Üretim baskısı var. İş kazaları açısından afet bölgesi kapalı bir kutu gibi” ifadeleri kullandı.

‘KANUN HİÇE SAYILIYOR’

“Çalışanların çoğuna iş güvenliği eğitimi verilmiyor. Uzuv kayıpları ile sonuçlanan kazalar giderek artıyor. Kaza kayıtları genellikle tutulmuyor” açıklamasını yapan Karabulut, “Yüksekten düşme ve vinç kazaları sonucu yaşanan kazalar artıyor. Çünkü atıl vinçleri piyasaya sürdüler. İş kanunları hiçe sayılıyor. Deprem bölgesinde en az 169 işçi hayatını kaybetti. Kazalara, iş kaynaklı ölümlere ulaşabilmek samanlıkta iğne aramak gibi” diye konuştu. Toplu İş Makinaları ve İş Kamyonları Operatörleri Sendikası Başkanı Ahmet Sert de bölgede bazı yıkım işlerine belgesiz işçilerin gönderildiğini ve bu işlerde hayatını kaybedenlerin sayısının yükseldiğini aktardı. “Operatörler basit nedenlerden dolayı kaza ve ölümlerle karşı karşıya kalıyor” açıklamasını yapan Sert, “Tedbirler yetersiz. Kanunlara uymayanlar için caydırıcı yaptırımlar yok. Deprem bölgesinde TOKİ projelerinde çok fazla iş kazası yaşanıyor. Kazalarla ilgili şikayetler karşılık görmüyor” dedi.

Şantiyeler denetlenmeli

Deprem bölgesinde kule vinçlerin kurulum işleminin dahi yetkili servislerce yapılmadığını söyleyen Ahmet Sert, “Avrupa’da hurda olan makine bizde kullanılıyor. Bölgedeki ihmalleri yetkili birimlere ilettiğimizde sorunların çözülmesi çok uzun zaman alıyor. Adıyaman’da Kasım 2024’te 85 gün arayla kule vinç devrildi. Ölümlü kazalar oldu. Kule vinçlerde kurulum hataları vardı. Şikayetlerimizi ilettik, süreç halen devam ediyor” diye konuştu. Bölgedeki şantiye denetlenmesi gerektiğini vurgulayan Sert, “Acil müdahale amaçlı uygulamalar artık devreye alınmalı” dedi.

‘Bölgede yönetmelikler adeta askıya alındı’

“Bölgede ‘bina yıkım müteahhitlerinin sınıflandırılması yönetmeliği’, ‘bina yıkım yönetmeliği’ adeta askıya alındı, kazalar arttı” ifadelerini kullanan Ahmet Sert, “Üretim baskısı, aceleci davranılması yönetmeliklere uyulmamasına gerekçe olamaz” dedi. Sert, ancak bazı şirketlerin operatörlük belgesi olmadan işçi çalıştırdığını belirtti. Sert, bölgede 50’ye yakın operatörün hayatını kaybettiğini aktardı. Sert, “Kanuna uyulmuyor, hafta sonu dahil çalışma kazaları artırıyor” dedi.

Source: Hülya Keskin Oruçoğlu


Kaygılara ilaçsız çözümler

Kaygı hayatın içinde her an yaşanabilecek bir duygu. Özellikle maddi sıkıntılar, ailevi sorunlar, hastalıklar ve sınavlar kaygıyı tetikler.

Uzmanlar hafif şiddetteki kaygının, yaşanan sorunlarla baş edebilmeyi sağla-dığını ve genellikle geçici olduğunu belirtiyor.

Ancak, vücut ve zihindeki stres/kaygı mekanizmasının olması gerekenden fazla çalışmasıyla çarpıntı, terleme, titreme, gerginlik, endişe gibi belirtilerin ortaya çıktığı sorunlar kaygı bozukluğu olarak tanımlanıyor.

Normal kaygı ile kaygı bozukluğunu birbirinden ayırt etmenin sağlığımız için büyük önem taşıdığını belirten Uzman Klinik Psikolog Ayşe Nur İlbak Orhan, toplumumuzda yaygın görülen bu soruna karşı ilaçsız çözüm yollarını şöyle açıkladı:

HAYATİ BİR İŞLEVİ VAR

Kaygı, evrimsel bir düzlemde insanın var olma tarihiyle birlikte ortaya çıkan belirsizlik, tehdit ya da tehlikelere karşı geliştirilmiş bir duygu. Hem zihinsel hem de bedensel olarak insanı uyarır, olası tehlikelere karşı tetikte tutar ve bu durumla ilgili hareket etmeye ya da önlem almaya yönlendirir. Bu nedenle kaygı, hayati bir işleve sahiptir.

NEDEN ÇOK YAYGIN?

Kaygı, giderek kullanımı yaygınlaşan bir kelime olarak dilimize epeyce yerleşmiş bir kavram. Son zamanlarda bu kadar insanın kaygı kelimesini kullanıyor olması, toplumda kaygıyla ilişkili sorunların artmış olmasından da; bu kavramın içselleştirilerek artık hissedilen duygunun bir belirsizlikten ziyade bir adla ifade edilmesinden de kaynaklanabilir.

Ne zaman destek alınmalı?

Kişinin kendini dengeli ve huzurlu hissettiği zamanlar azalmışsa, yapmak istediklerini kaygılanırım diyerek yapmaktan kaçınıyorsa, uyku problemleri yaşıyorsa, davranışlarında olumsuz yönde değişiklikler görülüyorsa, aniden gelen kaygıya bağlı nefes darlığı ve çarpıntılar yaşanıyorsa, bedensel ağrılar artmışsa kişi artık kaygısını yöneten değil kaygısı tarafından yönetilen bir düzlemde yaşıyor olabilir.

Bu noktada bir uzman desteğiyle kaygının kaynağı derinlemesine incelenmelidir. Kaygının kişiyi ele geçirme düzeyine bağlı olarak tedaviye, psikoterapinin yanı sıra sürece ilaç desteği de dahil olabilir.

YÖNETMEYİ ÖĞRENİN

Kaygının tüm zihnimizi ve yaşamımızı ele geçirmesini önleyebilmek için iç kaynaklarımızı fark etmek, geliştirmek ve ihtiyaç halinde bu kaynakları kullanabilmek oldukça önemli. İç kaynaklarımızı dolayısıyla kaygılarımızı şöyle yönetebiliriz:

Hareket edin: Fiziksel aktivite, vücutta endorfin salgılayarak ruh halini iyileştirir ve kaygıyı hafifletir. Açık havada yürüyüş yapmak kaygıyı yatıştırmaya yardımcı olabilir.

Paylaşın: Kaygıyı yalnız başına taşımak, daha fazla ağırlaşmasına yol açabilir. Sevdiğimiz ve güvendiğimiz kişilerle kaygılarımızı paylaşmak, hem duygusal destek sağlayabilir, kaygıya bağlı olaylara karşı göremediğimiz açılardan bakabilmemize yardımcı olabilir, o an aklımıza gelmeyen iyi gelebilecek başa çıkma yolları duyabiliriz.

Somut planlar yapın: Kaygının kaynağı belirsizlik olabilir. Somut adımlar ve planlar oluşturmak, kaygıyı yönetmeyi kolaylaştırabilir. Örneğin, iş veya okul gibi kaygı uyandıran durumlarda, yapılması gerekenleri listeleyip, her adımı sırayla takip etmek kaygıyı azaltabilir.

Kafeini azaltın: Kafein, vücutta uyarıcı etkiler yaratabilir ve kalp atış hızını artırabilir, bu da kaygıyı tetikleyebilir. Günlük kafein alımını sınırlamak, kaygıyı yönetmek açısından önemlidir.

Sağlıklı beslenin: Düzenli ve dengeli beslenmek, vücudun stresle başa çıkma kapasitesini artırır.

Ekran kullanımını azaltın: Kaygı uyaranlarla tetiklenen bir his. Yoğun sosyal medya kullanımı veya yoğun ekran kullanımıyla zihnimiz çok kısa sürede çok fazla uyarana da maruz kalıyor. Bu uyaranlar bizi kaygılandıran meselelere de maruz kalmamıza neden olabiliyor. Dolayısıyla ekran süresini sınırlamak daha sakin bir zihni de beraberinde getirebilir.

Sanat dallarıyla ilgilenin: Resim yapmak, müzik dinlemek veya enstrüman çalmak gibi sanat dallarıyla ilgilenmek, kaygıyı azaltabilir. Sanat, stresin dışa vurulmasına yardımcı olabilir.

Source: Nazan Doğaner Halici


Çalışma yaşı 4’e kadar indi

‘İstatistiklerle Çocuk’ Raporunda çocuk işçiliğinin tehlikeli boyutlara ulaşmasına dikkat çekildi. Türkiye İstatistik Kurumu ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerinden dönen rapora göre, iş gücüne katılım yaşı 4’e kadar düştü. İlgezdi, “4 yaşındaki bir çocuk ne yapabilir? Oyun oynaması, eğitim alması gerekirken, Türkiye’de çocuklar ekmek peşinde. İş gücüne katılan çocuk sayısı 5 milyona ulaştı. Çalışan her 7 kişiden biri çocuk. Bu, modern köleliktir” dedi.

10 YILDA 689 ÇOCUK

Rapor, çocuk işçiliğinin sonucunda son 10 yılda en az 689 çocuğun iş cinayetlerinde hayatını kaybettiğini ortaya koydu. Haftada en az bir çocuk iş cinayetine kurban gitti. Suça sürüklenen çocuk sayısındaki korkutucu artış olduğu da ortaya çıktı. 2023’te tam 178 bin 834 çocuk suça sürüklendi. Raporun bir diğer çarpıcı bulgusu, çocuk yaşta gebelik sayısı oldu. 2002’den bu yana en az 18 bin 412 çocuk doğum yaptı.

Source: Başak Kaya


Yeşim Salkım”dan Sinan Akçıl”a çok sert tepki

Sinan Akçıl”ın AKP MKYK”da yer alacağı iddiaları gündeme bomba gibi düştü… Gazeteci Sinan Burhan iddiasında hem Mesut Özil hem de Sinan Akçıl”ın adını verdi.

Kongrede Mesut Özil listede yer alırken Sinan Akçıl”ın MKYK listesinde yer almadı. Bunun üzerine şarkıcı sosyal medyada açıklama yaparak “Duruşum bellidir” dedi ve şunları söyledi:

-Dün geceden beri, benim de “sizler gibi medyadan okuduğum” bazı haberler ile birlikte “olağanüstü” bir teveccüh gördüm mesajlarınızda.

Şunu söylemeliyim ki; ben her zaman “güzel” ülkemin hizmetindeyim ve 10-15 yıldan fazla süredir de duruşum bellidir, bu değişmedi, değişemez. Sayın cumhurbaşkanımızın liderliğinde yeni kongrenin, ülkemize hayırlı olmasını dilerim.

Ancak bu açıklama, Yeşim Salkım’ı bir hayli kızdırdı. Salkım, “Oğlum, seni tanırım, kimse senin politik görüşünü merak etmiyor aslında!” diyerek Sinan Akçıl’a sert çıktı:

-Bizler kulisini bildiğimizin sahnesini de merak etmiyoruz!

-Biraz insan ol da arada şu ülkede ölen çocuklar içinde bir şeyler yaz da gerçekten yüreğin olduğunu anlayalım!!! Beste yaparken politikadan mı besleniyorsun?

-Çözemedik gitti… İnsanlar yandı otellerde, çocuklar, kadınlar öldü bir gün de çık bir video çek de insanlığını vicdanını görelim!

-Yüce Allah yazabilmek için onun yüceliğine gerçekten inanmak gerekir… Şimdi açacağım ağzımı da mesleğime saygımdan susuyorum!

Source: Haber Merkezi


“Kafanda kurmuşsun” diyenlere inanmayın!

Manipülasyon, bazen çok ince detaylarla gizlenmiş bir güç oyunudur. Kimi zaman masum bir yorum, kimi zaman ise suçluluk duygusuyla yönlendirilen bir cümle, bireyin düşüncelerini ve duygularını kontrol altına almak için kullanılan bir araç olabilir. Peki, manipülatörler nasıl hareket eder ve bu psikolojik oyunlardan korunmak için neler yapabilirsiniz? İşte manipülatif taktiklerin perde arkasında yatan gerçekler… ASLINDA HİÇ ANLAMAMIŞSIN Manipülatörler, kurbanlarının özgüvenini ve zekasını sarsmak için sıklıkla Aslında hiç anlamamışsın ifadesini kullanır. Bu cümle, kurbanın düşüncelerinin ve görüşlerinin yanlış ve değersiz olduğunu ima eder. Bu tür manipülasyon, kişiyi güçsüz ve çaresiz hissettirebilir, hatta fikirlerini ifade etmekten bile caydırabilir. Sürekli olarak anlamadığınızı duymak, zamanla kendinize olan güveninizi kaybetmenize yol açabilir. Oysa herkes, başkalarının etkisi veya baskısı olmadan, düşüncelerini özgürce dile getirme hakkına sahiptir. HEPSİ SENİN KAFANDA Hepsi senin kafanda ifadesi, kurbanın hislerini geçersiz kılmak ve onu mantıksız hissettirmek için kullanılan bir taktiktir. Bu manipülasyon tekniği, kişinin kendi algılarından ve sezgilerinden şüphe etmesine neden olur. Kurban, yaşadığı olayların gerçek olup olmadığını sorgulamaya başlayabilir ve manipülatörün kontrolüne daha açık hale gelebilir. Bu tür durumlarda, kişinin içgüdülerine güvenmesi ve kendi hislerini önemsemesi kritik öneme sahiptir. ÇOK HASSASSIN Manipülatörler, kurbanlarını Çok hassassın diyerek küçümseyebilir. Bu ifade, kişinin duygularını aşırıya kaçmış gibi göstererek, onları önemsizleştirmeye yöneliktir. Sonuç olarak, kurban kendini bastırmaya başlayabilir ve duygularını ifade etmekten çekinebilir. Oysa ki, herkesin duyguları geçerlidir ve herhangi birine hissettikleri yüzünden suçluluk hissettirmek haksızlıktır. BUNU UYDURUYORSUN Manipülatörler, kurbanlarını Bunu uyduruyorsun diyerek gaz lambası etkisiyle (gaslighting) manipüle edebilirler. Bu, kurbanın olayları abarttığı veya tamamen hayal ürünü olduğu hissine kapılmasına yol açabilir. Kendi deneyimlerini sorgulamaya başlayan kişi, manipülatörün yönlendirmesine daha kolay uyum sağlar. Bu nedenle, kişi kendi hislerine ve yaşadığı deneyimlere sahip çıkmalı ve kendisini küçümseyen söylemleri fark ederek tepki göstermelidir. FAZLA DÜŞÜNÜYORSUN Manipülatörler, kurbanlarının şüphelerini ve endişelerini küçümsemek için Fazla düşünüyorsun ifadesini kullanabilirler. Bu, kurbanın kendi içgüdülerini ve sezgilerini sorgulamasına neden olabilir. Manipülatör, bu ifadeyle kendi hatalarını veya kötü niyetli davranışlarını gizlemeye çalışırken, kurbanın kendini suçlu hissetmesini sağlar. Kendi düşüncelerine güvenmek ve sınırlarını korumak, bu tür manipülasyona karşı en güçlü savunmalardan biridir. SÜREKLİ YALAN SÖYLEME Bazı manipülatörler, gereksiz olduğu hâlde yalan söylerler. Bu, sadece gerçeği saklamak için değil, aynı zamanda karşı tarafı kafa karışıklığına sürüklemek ve istediklerini elde etmek için de yapılır. Çoğu zaman, yalanlar dolaylı olabilir. Örneğin, bir aldatma durumunda kişi Spor salonundaydım diyerek doğruyu söyleyebilir, ancak gerçek hikâyeyi eksik bırakır. Bu tür durumlarda, kişilerin sözleri ve eylemleri arasındaki tutarsızlıkları fark etmek önemlidir. İNKAR Manipülatörler, bilinçli olarak geçmişte yaptıkları şeyleri inkâr edebilirler. Verdikleri sözleri veya taahhütleri unutmuş gibi davranarak karşı tarafı suçlu hissettirebilirler. Aynı zamanda yaptıkları hataları küçümseyerek veya bahanelerle geçiştirerek, kurbanın şüpheye düşmesine neden olabilirler. Bu taktik, kurbanın gerçekte ne yaşadığını sorgulamasına yol açar. KAÇINMA VE OYALAMA Manipülatörler, sorumluluktan kaçınmak için zor konuşmalardan kaçabilir veya konuyu değiştirebilirler. Sizi suçlu hissettirecek suçlamalar yöneltebilir, iltifatlar veya duygusal sözlerle dikkatinizi dağıtabilirler. Örneğin, bir manipülatör Sana ne kadar değer verdiğimi biliyorsun diyerek, sizin asıl meseleye odaklanmanızı engelleyebilir. Bu tür taktiklere karşı uyanık olmak ve ana konudan sapmamaya dikkat etmek önemlidir. SUÇLULUK VE UTANÇ DUYGUSU YARATMA Manipülatörler, suçluluk ve utanç duygusu yaratarak karşı tarafı kontrol etmeye çalışırlar. Sıklıkla Bunca şeyi senin için yaptım gibi ifadeler kullanarak, kurbanın suçluluk hissetmesine neden olurlar. Bir başkası tarafından sürekli olarak suçlu hissettirilmek, kişinin özgüvenini ve karar alma yetisini zayıflatabilir. Oysa ki, kimse başkasının manipülasyonlarına boyun eğmek zorunda değildir. KORKU VE TEHDİT Bazı manipülatörler, tehdit yoluyla güç elde etmeye çalışırlar. Bu doğrudan bir tehdit olabileceği gibi, dolaylı ifadelerle de yapılabilir. Örneğin, Ben her zaman istediğimi alırım veya Sonuçlarını düşündün mü? gibi cümlelerle karşı tarafın korkmasını sağlayabilirler. Korku, manipülatörlerin en güçlü silahlarından biridir ve bu tür taktiklere karşı kişinin kendi sınırlarını koruması çok önemlidir. KURBAN ROLÜ OYNAMAK Bazı manipülatörler, kurban rolüne bürünerek karşı tarafın vicdanını kullanırlar. Bana kimse yardım etmiyor veya Ne yapacağımı bilmiyorum gibi ifadelerle, kişinin suçluluk hissederek onların isteklerine boyun eğmesini sağlarlar. Kimi zaman, daha ileri giderek intihar tehditleri bile savurabilirler. Ancak bu manipülasyonun farkına varmak ve sağlıklı sınırlar koymak çok önemlidir.

Source: Habertürk


Çocuklar kime emanet? Öğretmenin ders sırasında anlattıkları çileden çıkardı!

Bir İngilizce öğretmeni, öğrencilerine yaptığı konuşmayı sosyal medya hesabından paylaştı. Paylaşılan video sonrası sosyal medya ayağa kalktı.

Ders sırasında video kaydını başlatan öğretmen öğrencilerine “Bize Osmanlı torunu olduğumuz unutturulmuş. Açık saçık giyinmeye modernizm demişler.” dedi, o anları paylaştı.

Pek çok kullanıcı öğretmene tepki gösterdi, kimi kullanıcılar da öğretmenin anlattıklarını destekledi. “Helal olsun” ifadeleriyle öğretmenin anlattıklarına hak verdi.

Source: Haber Merkezi


Tamer Karadağlı”dan yeni açıklama: Gezi”ye katıldım ama…

Tekelleşme” iddialarıyla hakkında soruşturma başlatılan ve Gezi Parkı eylemleri nedeniyle tutuklanan menajer Ayşe Barım”ın soruşturması genişlemiş ve ünlü oyuncular da ifadeye çağrıldı. Gözler o dönem Gezi Parkı eylemlerine katılan Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı”ya çevrildi. Tamer Karadağlı, “Kısa sürede konunun ağaç olmadığını gördüm” açıklamasını yaptı.

Sabah gazetesine konuşan Karadağlı, “Gezi”ye katılmanız sosyal medyada yeniden gündem oldu. Buna dair neler söylemek istersiniz?” sorusuna şu yanıtı verdi:

-Evet Gezi”ye gittim. O dönem orada olan binlerce insan gibi. Ancak kısa sürede konunun ağaç olmadığını gördüm.

-Olayın siyasi boyutunu görünce, terör örgütlerinin yandaşlarını sahada görünce bir kez daha orada olmadım.

Source: Haber Merkezi