Yılın davası bugün!
Dünya, dünya olalı beri çok önemli davalara tanık oldu. Hukuk tarihine geçerek insanlığın ortak belleğine yapışıp akılda kalanları, arşivlerden bulup çıkartsam ve sıralasam bu köşeye sığmaz.
Her dava bir ses!
Her dava bir ışık!
Her dava yumruk!
Sokrates davası!
Öğrencilerine ders anlatırken sorduğu sorularla “dinsizlik ve ahlaki yolsuzluk” aşılıyor diye suçlanıp, baldıran zehri içerek cezalandırılmaya mahkum oldu.
Galileo davası!
Teleskopuyla yaptığı gökyüzü gözlemleri sonucunda Dünya’nın güneşin etrafında döndüğünü ve yuvarlak olduğunu söyledi diye Katolik Kilisesi, Engizisyon Mahkemesi kurup, onu “sapkın olmak” suçundan yargıladı.
Dreyfus davası!
Fransız ordusunda yüzbaşı Dreyfus’un Almanlar için casusluk yaptığı ve ordunun önemli bilgilerini mektupla sızdırdığı suçlaması ile dava açıldı. Ortada ciddi kanıt, bilgi, belge yoktu. Dava uzadı, Fransa’nın ünlü yazarları, aydınları, halkı onun suçsuzluğunu anlatmak için harekete geçti.
Jeanne D’arc davası!
Erkek kıyafetleri giyerek dine hakaret etmek, şeytani görüşleri yayarak kötü örnek olmak ve kiliseye başkaldırmak sapkınlığı suçuyla yargılandı. 19 yaşındaydı. Kazığa bağlandı ve yakıldı.
Abdülaziz davası!
Çok duygulu, gururlu bir padişahtı, tahtan indirilmeyi kendine yakıştıramadı, canına kıydı diyenlerle “hayır asker-bürokrasi-ilmiyenin bir araya gelerek Veliahd Murat Efendi’yi tahta çıkartmak için işlediği cinayetle öldürüldü” diyenlerden kimin haklı olduğunu ortaya çıkartmak için başlayan bir davaydı.
Yassı Ada davası!
Sivas olayları davası!
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan davası!
Erdal Eren davası!
Yakın tarihimize gelince; Ergenekon (orduya pusu kurma) davası! 25 kişinin hayatını yitirdiği Çorlu Tren Kazası davası! 301 işçinin can verdiği Soma davası! 9 işçi’den 4’ünün cesetlerinin bile bulunamadığı Erzincan İliç davası!
Bugün bunlar kadar önemli bir dava Ankara’da başlıyor. Roma döneminin kölelerinin, feodal dönemin marabalarının, Hindistan paryalarının “haksızlık ve adaletsizliğe” karşı dava açabilecek ortamları yoktu ama bugünün Türkiye’sinde köle, maraba, parya durumuna düşürülmüş emekliler, TÜİK’i mahkemeye verdiler. Bu davayı emekliler adına Yargıtay Onursal Üyesi Seyfettin Çilesiz açtı.
Bütün kentlerden çok sayıda emekli bugün Ankara’da Mustafa Kemal Mahallesi’nde 6. İdare Mahkemesi’nde başlayacak davayı izlemeye gelecekler. Emekli ve işçi sendikaları, sivil toplum kuruluşları ile muhalefet parti temsilcileri mahkemenin önünde, sığabilenler de salonunda olacaklar.
TÜİK, taraf oldu.
Gerçeği gizledi.
Olanı saptırdı.
Yıllık enflasyonu ölçen sepete aldığı ürünler; un, bulgur, ekmek, süt, yoğurt, bebek bezi, doktor muayene ücreti, otobüs bileti ne varsa çoğunun fiyatını çarşıda, pazarda, markette, manavda olduğundan çok geride tutu. Bilerek ve isteyerek yıllık enflasyonu olduğundan çok düşük çıkarttı. Bu yolla emekliler, işçiler, memurların ücretinin düşük tutulmasında alet oldu.
TÜİK’i (Türkiye İstatistik Kurumu) yönetenler, kimden emir alarak, kiminle işbirliği yaparak ve hangi amaçlarla emeklileri köle, maraba, parya durumuna düşürdü?
Yılın davası bugün!
Bu dava bir ses!
Bu dava bir ışık!
Bu dava bir yumruk!
Türbanlı bacım çakar-siren Jeep’de!
Türbanlı bacım görüntüsü de ne kadar hızlı bir dönüşüme uğradı; “Türbanlı bacımın çakar-siren Jeep’le yasak dönüş yaptığı” ortaya çıktı. Cübbeli Ahmet Ünlü’nün kızı Yüsra Ünlü Palazoğlu, çakar-siren lüks aracıyla trafik kuralını çiğnediği, Motorlu Taşıt Vergisi’ni de ödemediği ortaya çıktı. Olayın gündem olduktan sonra saklanacak, gizlenecek yanı kalmayınca; “araçta çakar-siren tertibatı kullanarak trafikte tehlike yaratmak suçundan 139 bin 165 TL para cezası” yazıldı. Türbanlı bacımın babası Cübbeli Ahmet Hoca da; “Bu Jeep’ in fiyatı 28 milyon değil 12 milyon lira” dedikten sonra; “Araç kızımın değil damadımın… Damadım aracın fitresini bile verir…” şeklinde tamamlayıcı bilgi ile halkı aydınlattı! Yüsra Hanım’ın eşi ise; “Çakar tahsisli. Haber yapanlar hakkında gerekli yasal süreç başlayacak. Neden tahsisli çakar olduğunu, devlete ne yaptığımı, ne fayda sağladığımı size mi anlatacağım? Haber yaparsanız kendinizi adliyede bulursunuz” dedi. Bu haber; Türkiye’de 23 yıllık iktidar yönetiminin özeti oldu. Cübbe, hırka, tespih, post, seccade, türban güzel ama için temiz olmadıktan sonra Allah kanar mı buna?
Source: Necati Doğru
Özdağ: Hapisteki durumumuz 60’ların ABD’li siyahilerine benziyor
Oxford Union, Oxford Üniversitesi öğrencilerinin 1823 yılında kurduğu ifade özgürlüğünü temel alan bağımsız bir münazara derneği. Dünyanın her yerinden farklı sahalarda öne çıkmış konuşmacıları davet ediyorlar. Bugüne dek davet edilenler arasında Kraliçe II. Elizabeth, Winston Churchill, David Cameron, Ronald Reagan, Benazir Bhutto, Helmut Kohl, Albert Einstein, Stephen Hawking gibi isimler var.
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ da “Ortadoğu, Avrupa ve Asya’da Türk Dış Politikası ve Sonuçları” konulu bir konferans vermek üzere davet edildi. Özdağ’dan, konferans için tarih istediler. Özdağ “3 Mart 2025 olsun” dedi. Tarih konusunda uzlaştılar. Ancak Özdağ, hemen ardından, “Burası Türkiye; ne olur ne olmaz, ona göre” dedi. Haklı çıktı! 3 Mart’ta dünyanın değişik yerlerinden gelen akademisyen ve öğrencilere Türk dış politikasını anlatamayacak. Ümit Özdağ, “Ancak yokluğum onlara Türk iç politikasını yeterince anlatacak. Çünkü 3 Mart’ta Silivri’de hücremde olacağım” diyor.
ANNE VE KARDEŞLER BULUŞMASI
Ümit Özdağ, doğum gününden tam 42 gün önce tutuklanıp Silivri Cezaevi’ne konuldu. Tutuklandığı günün sabah saatinde ilk ziyaretçisi kardeşi Avukat Savaş Özdağ olmuştu. Ancak, emniyet, adliye, savcılık, hakimlik sorguları derken ancak sabaha doğru cezaevine götürülmüştü. Hemen uyudu. Savaş Özdağ, kardeşinin uyuduğunu öğrenince uyandırılmasını istemedi. O uyanıncaya kadar bekledi. İki kardeşin cezaevinde buluşması hayli dramatikti.
Hele 90 yaşındaki annesi Gönül Özdağ’ın, kızı Prof. Dr. Hilal Özdağ Sevgili ile birlikte, Ümit Özdağ’ı cezaevinde ziyaret etmesi göz yaşartıcı bir olaydı. Anne Özdağ cezaevlerini bilir. Eşi, merhum Muzaffer Özdağ’ın cezaevinde olduğu günlerde oğlu Ümit’le birlikte az mı birlikte gidip gelmişti. Cezaevine bu kez, oğlu Ümit Özdağ’ı ziyarete gitti. Yanında, Özdağ’ın kardeşi Prof. Dr. Hilal Özdağ Sevgili vardı. Anne-oğul ve kardeşin birbirlerini görüp sarılmaları, anne ve kızının duygulu anları… Ümit Bey, soğukkanlılığını kaybetmeden onları teselli etti. Ama ana yüreğinin dayanması kolay mı?
Silivri’de avukatlık yapan Zafer Partisi’nin kurucularından İlknur Güngördü, hemen her gün Özdağ’ın ziyaretine gidiyor, günlük olaylar, soruşturma dosyasıyla ilgili gelişmeler ayrıntılı olarak ele alınıyor. İlknur Hanım’a, “Her siyasi partinin mutlaka Silivri’de bir avukatı olmalı” diye espri yapanlar da oluyor. Gerçekten, her gün ziyaret gerçekleşiyor.
DÜŞMAN CEZA HUKUKU
Cezaevinde bir fotoğraf çektirildiğinde, bunun sizin elinize ulaşması için en az bir hafta, 10 gün geçiyor. Özdağ’ın cezaevindeki ilk fotoğrafı da annesi ve kız kardeşiyle çektirdiği fotoğraf oldu. Bu fotoğrafın ilk kez SÖZCÜ’de yayımlanması için hayli uğraştım. Özdağ’ın avukatlarından İlknur Güngördü, fotoğrafla, Özdağ’ın mektubunu yayımlanmak üzere bana ulaştırdı. İşte o mektup:
Değerli Saygı Bey;
Bugün cezaevine girişimin 42’nci günü. Allah’a şükürler olsun ki bir suç işleyerek cezaevine girmedim, ama beni hapse atmak için devlet kurumları suç işledi. Bundan dolayı bu yandan içim çok rahat. Ancak diğer yandan bir suç işlediğinizde cezanızın ne olabileceğini alt sınır-üst sınırını bilirsiniz. Fakat Türkiye gibi muhalefete yani ikinci sınıf vatandaşlara uygulanan düşman ceza hukuku uygulanan bir ülkede suçsuz olarak sizi tutuklayan sistem, sizi ne kadar hapishanede tutmak istiyor ise ona uygun belge de oluşturur, dava da açar.
SİYASİ YASAK GELEBİLİR
Beni tutukladıkları ‘Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik’ suçunun bir an için işlendiği sabit kabul edilse dahi kapalı ceza infaz kurumunda yatarı olmayan bir suç. Şu an kapalı cezaevinde geçirmem gereken bir süre olamamasına rağmen hakkımda tutuklama tedbiri uygulanışı mevcut tutuklama tedbirini açıkça hukuka aykırı bir cezaya dönüştürmektedir.
Bunun sonucunda siyasi yasak gelebilir. Ancak bu iktidara yetmez ise yeni üretilmiş belge ve iftiralar ile karşı karşıya kalabiliriz. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının Parlamenter Bürosu da 2021’de açılmış bir dosyam var. İstanbul C. Başsavcılığı o dosyayı bana ver demiş, Ankara’da kabul etmiş. İnanılır gibi değil. Doğal hâkim ilkesine aykırı……
MÜCADELE ETTİKLERİM ÇOĞUNLUKTA
Böyle bir ortamda Silivri’de 42 gün nasıl geçti? Sabah 08.00’de kalkıyorum. İlk gün 12 saat, ikinci gün 10 saat uyumuştum. Çünkü gözaltında bilinçli olarak yorulmam istendi. Cezaevinde bütün hayatım boyunca mücadele ettiğim terör örgütü mensupları çoğunlukta. Ancak muhalefet mensubu olarak cezalandırılan Osman Kavala, Halk Tv Genel Yayın yönetmeni Suat Toktaş, CHP belediye başkanları ve Gezi Parkı olayları ile ilgili tutuklu Ayşe Barım buradalar.
Saat 12.00’a kadar yazacağım mektupları, notları yazıyorum. Avukatım gelince ona not aldırıyorum. Bu arada demlediğim çayımı içiyor ve kahvaltı yapıyorum. Bir çay makinam, buzdolabım ve televizyonum var. On gazeteye aboneyim. Gazeteler geliyor. Onları okuyorum ve sonra avukat görüşmeleri başlıyor. Ağırlıklı olarak Zafer Partili avukatlar geliyor. Ayrıca birçok CHP genel başkan yardımcısı, milletvekili ziyaret ettiler. Teşekkür ediyorum.
ŞAŞKINLIĞA DÜŞTÜ
İYİ Parti’den Lütfü Türkkan ziyaretime geldi. Bu ziyaretler sırasında önce düşman ceza hukuku konusunda dünya üzerinden bilgi veriyorum. Kayseri Emniyet Müdürlüğü tarafından tutuklanmam için hazırlanan ve suç duyurusunda bulunacağımız belgeyi anlatıyorum. Şaşkınlığa düşüyorlar.
Şimdiye değin birçok avukat ve siyasetçiyle görüştüm. Bu görüşmeler çok faydalı oluyor. Son günlerde gelen mektuplara da tek tek cevap yazmaya başladım. Her yerden mektup ve kitap geliyor. 15 yaşında, 20 yaşında gençlerin mektuplarını alıyorum. Duygulanıyorum tabi. Hepsine teşekkür ederim.
TEK GÜVENDİĞİM TÜRK MİLLETİ
Silivri soğuk mu? Çok soğuk. Ancak cezaevi iyi organize olmuş. Görevliler profesyonel işlerini aidiyetle yapıyorlar. 24 saat sıcak su var. Yemekler oldukça iyi. Kantinden temin edilebilecek çok şey var. Ancak kantinde adalet ve özgürlük, muhalefet mensubu, ikinci sınıf yurttaşlar için yok. Çünkü bizim durumumuz 1960’lı yıllara kadar ABD’nin güney eyaletlerinde yaşayan siyahi Amerikalılara benziyor. Anayasal ve yasal haklarımız askıya alınmış durumda.
Suçsuz olduğum için adaletten bir şey beklemiyorum. Beni Silivri’de siyasi karar ile tutuyorlar.
Sonsuz bir sevgi ile sevdiğim Türk Milleti’nden başka hiçbir kişiye, kuruma, makama güvenmiyorum ve biliyorum ki hüküm siyasetin, adalet Allah’ındır. Ben de Silivri’de Atatürk’e, şehit ve gazilerimize saygı duruşunda bulunurken Allah’a sığınıyorum.”
Ümit Özdağ’ın mektubundaki özellikle son cümleleri gözlerimi yaşarttı. Kendisinin doğum gününü kutluyor ve bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.
Source: Saygı Öztürk
Tutum
Dilimizde “davranış biçimi, yöntem“ olarak da kullanılan “tutum” sözcüğünün bir anlamı da gereksiz giderlerden kaçınmak, para ve mal kullanımında özenli olmaktır. Ancak başta günümüz devlet yöneticilerinin gider tutarlarının büyüklüğü, kimi varlıklı yurttaşların, kimi varlıksız yurttaşların şaşırtıcı harcamaları tutum konusunda duyarlı olmadığımızı ortaya koymaktadır. “Ayağını çizmeye göre uzatmak” sözü gibi başka güzel sözler, deyimler, atasözleri de tutumlu olmayı önemiyle ortaya koymakla birlikte gereken özeni gösterdiğimizi savunamayız.
Saray yaşamının gazetelere yansıyan kabarık giderleri gibi devlet yaşamında görkemli toplantıların, dış gezi giderlerinin ve gereksiz nice giderlerin yapılması, zorunlu sayılan giderlere ( ilâç, araç-gereç ) para bulmakta güçlük çekilmesi yanlışlık ve yanılgıları ortaya koymaktadır. Eğitime, sağlığa, yaşam alanlarına ve gereklerine ayrılmayan paralar, gezilerden konutlara, kimi etkinlik ve boş işlere verilmektedir. Dış borç tutarı gözetildiğinde ekonomide öncelikle yapılması gerekenlerin başında özveri, ciddiyet ve dürüstlük gelmektedir.
Nedense gereksiz giderler kısılmıyor, gösteri ve şatafattan vazgeçilmiyor. Kişisel ve toplumsal yaşamda tutuma ilişkin örnek olacak çok az durum bulunuyor.
İnsan yaşamını ışıklandıran ve gölgeleyen olaylar ortamın yapısını oluşturur. Bizi üzen ya da sevindiren durumların sahnesi olan yaşadığımız ortam, değişik görüntüleriyle, varlığımızın anlamını ve amacını yansıtan olayların alanıdır. Çoğu elimizde olan yaşam olgularından ders almayı bırakarak, toplumsal barışı savsaklayarak, insanlık değerleriyle ilkelerini unutarak geçici yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Bu bağlamda özellikle siyasal alanda yaşanan olumsuzluklar, ayrılıklar ve kötülüklerin her biri yaşamı karartan ağırlıklar olarak omuzlarımıza çöküyor.
Karşılaştığımız ayrılıklar, çelişkiler, haksızlıklar, hukuksuzluklar yıllardır gülmeyi unutturdu. Güven duygusu, karşılıklı sevgi ve saygı yoksunluğu, toplumsal yaşamın kimi bozuklukları içimizi kararttı. Umudumuzu yitirmemeye çalışsak da yarınlara ilişkin endişelerimizin sürdüğü bir gerçektir.
Source: Yekta Güngör Özden
Veriler başka halkın gündemi bambaşka
Türkiye’de dolar bazında gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) 1 trilyon 322.4 milyar dolar olurken, kişi başına 15 bin 463 dolarla tarihi zirve görüldü. Peki, işin gerçeği bu mu? Türkiye Yüksek enflasyon ve sabit tutulan kurla Dünya Bankası’nın yüksek gelirli ülkeler ligine girse de yıllardır dünyanın ilk 15 ekonomisinde kendine yer bulamadı.
HAKİKAT FARKLI
Üstelik zenginlik ülke nüfusunun çoğunluğuna hiç uğramadı bile. Bugün Türkiye 22 bin 104 liralık asgari ücret ile Avrupa’nın en düşük ücretli altıncı ülkesi. En düşük emekli aylığı 14 bin 469 lira. Oysa büyükşehirlerde en düşük kiralar 25 bin liradan başlıyor. 2003’ten bu yana ortalama fiyatlar 24 kat, gıda fiyatları bile 35 kat arttı. Yüksek faiz ortamında ülkedeki yüksek gelir grubu zenginliğini artırırken, gelir dağılımındaki eşitsizlik giderek büyüdü ve orta sınıf yok oldu. Çalışanların yarısı asgari ücret ve ona komşu ücretlerle yaşamaya mahkum oldu. Yüksek enflasyon sıralamasında da Türkiye; Zimbabve, Sudan, Güney Sudan, Arjantin ve Venezuela’dan sonra dünyada altıncı ülke konumunda yer alıyor. Büyüme oranlarına gelecek olursak, katma değerli ve üretime dayalı bir büyümeden çok tüketimin öne çıktığı enflasyonu tetikleyen hizmetler ve inşaat sektörünün el üstünde olduğu bir modelde ilerliyoruz. Tüketim malında 12 aylık ithalat 55.4 milyar dolarla yeni rekor seviyesini gördü. Geleceğe dair güvenin azaldığı böylesi bir ortamda beyin göçü hızlanırken ülkedeki her üç gençten biri ne eğitim ne de istihdamda. Gerçek işsizlik oranı yüzde 28’i, işsiz sayısı ise 11.2 milyonu aştı.
Vatandaş geçim mücadelesinde
Gayri safi yurt içi hasıla ve kişi başına düşen milli gelirdeki artışın vatandaşlar için bir anlam ifade etmesi ancak yaşam düzeyinin iyileşmesi, yapısal reformların hayata geçmesi, bölüşüm krizindeki sorunların çözülmesi ve ekonominin rekabetçi düzeye ulaşmasıyla mümkün olabilir. Oysa bugün Türkiye’de asgari ücretlinin, emeklinin, gençlerin gündemine hayatta kalma mücadelesi var.
Source: Haber Merkezi
Kamu işçisinin hakkını verin
Son dönemde olağanüstü artan kira, telefon, ısınma ve eğitim ücretleri sendikaların toplu sözleşme talepleri arasına girdi. Kamuda çalışan 700 bin işçinin 2025-2026 dönemi zam ve sosyal haklarını belirlemek için iktidarla masaya oturmaya hazırlanan Türk-İş ve Hak-İş, işçiye her ay 10 bin lira kira yardımı yapılmasını talep etti. Sendikalar, 10 bin liralık kira yardımının 2025’in ilk 6 ayında verilmesini, daha sonra bu tutara her 6 ayda bir yüzde 25 oranında zam yapılarak düzenli ödenmesini istedi. Talebin kabul edilmesi halinde kira yardımı temmuzda 12 bin 500 liraya, gelecek yılın ocak ayında 15 bin 625 liraya, 2026 Temmuz’da da 19 bin 531 liraya çıkacak. Sendikaların talebi kabul edilirse kamu işçilerine her ay kiranın yanı sıra doğalgaz ve cep telefonu faturaları için nakit yardım yapılacak.
DOĞALGAZ İÇİN BİN TL
Sendikalar, artan doğalgaz faturalarının bir kısmının karşılanması için de işçiye her ay bin TL ısınma desteği ödenmesini istedi. Talep kabul edilirse, bin liralık destek de her 6 ayda bir yüzde 25 artırılarak ödenecek. İnternet ve cep telefonu faturalarına destek amacıyla her ay 300 lira ‘iletişim desteği’ ödenmesi istendi. Bu destek de her 6 ayda bir yüzde 25 artırılarak ödenecek. İşçilere kendi eğitim seviyelerine göre de ayrıca eğitim zammı talep etti.
Her ay için istenen eğitim zammı lise ve dengi okul mezunu işçilere brüt ücretinin yüzde 5’i, ön lisans mezunlarına yüzde 6’sı, lisans mezunlarına yüzde 8 ve yüksek lisans mezunlarında da yüzde 10’u oldu. Bu durumda en düşük ücretli işçi yüksek lisans yapmışsa maaşına her ay bin 650 TL eklenecek.
Bayram yardımı 25 bin lira
Ramazan Bayramı’ndan önce 10 bin TL, Kurban Bayramı’ndan önce de net 15 bin lira bayram yardımı istendi. İşçiye eğitimdeki her bir çocuğu için eğitim yardımı talep edildi. Eylül aylarında ödenecek yardım tutarı kreş, anaokulu, ilkokul ve ortaokul için net 5 bin TL, lise ve dengi için 6 bin TL, üniversite için 8 bin TL, yüksek lisans ve doktora için 10 bin TL. Silahlı güvenlik personeline günlük 50 TL silah tazminatı, şoför ve operatörlere de günlük 40 TL direksiyon primi istendi.
Source: Erdoğan Süzer
Bölücü terörün paradigması iflas etti: ‘Muhatap Öcalan’ yalanı da çöktü
Terör örgütünün 1. Kongresi adı verilen toplantıda örgütlenme faaliyetlerine hız verilmesi, program ve kuruluş bildirgesinin hazırlanması kararlaştırıldı. Toplantıya katılanlardan Şahin Dönmez’in 1979 yılı Mayıs ayında yakalanarak itiraflarda bulunması örgütte paniğe sebep oldu. Bir yandan diğer Kürt siyasi gruplara saldırılıp suikastlar düzenleyen PKK’da “işbirlikçi-ajan” diye örgüt içi infazlar yapıldı. Örgütte tek sözde lider olarak kalan Öcalan, Suriye istihbaratının yardımıyla 1979 yılı Haziran ayında sınırı geçerken ‘terör örgütünün kuruluşunun büyük bir eylemle duyurulması’ talimatını verdi.BUCAK AŞİRETİNE SALDIRI VE BİLDİRGETürkiye’deki eylemleri sırasında da desteğini aldığı Suriye istihbaratının korumasında; bugün PKK/PYD’nin merkezi olan Ayn-El Arap yani Kobani’ye, sonra da Şam’da saklanan Öcalan’ın talimatıyla 29 Temmuz 1979’da Adalet Partisi milletvekili, Bucak aşireti liderlerinden Mehmet Celal Bucak’a yönelik saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda Bucak yaralandı. Kayınpederi ve 9 yaşında bir çocuk hayatını kaybederken, PKK’lı teröristler olay yerine kuruluş bildirgesini bıraktılar. Saldırının büyüklüğü nedeniyle tüm basının sayfalarına taşıdığı PKK’nın kuruluş bildirgesinde amacı şöyle anlatılıyordu: “Bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’da bir halk diktatörlüğü kurmak…” PKK elebaşı; Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan kopartılacak parçalarla oluşturulacak sözde “Bağımsız ve birleşik Kürdistan” söylemini sonraki yıllarda “federasyon” ve “bölgesel özerklik” şekline dönüştürdü.45 YIL SONRA YENİLGİNİN İLANIAma terör örgütü 45 yılda ne Türkiye’yi ne de Türk milletini bölebildi. Sadece Esad yönetimi altındaki Suriye tarafından değil Sovyetler Birliği, İran, Avrupa ülkeleri, ABD ve İsrail tarafından desteklenen terör örgütü, 16 bin resmi ve sivil şehidimizin ve on binlerce gazimizin kahramanlığı, TSK, Jandarma, Emniyet ve korucularımızın mücadelesi, Türk milletinin ekonomik maliyeti 2 trilyon doları bulan teröre karşı mücadeleye verdiği destekle amacına ulaşamadı. PKK elebaşının 27 Şubat günü yaptığı çağrısındaki şu cümle bunun ilanı oldu: “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan, ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.”45 yıl önce sözde “bağımsız ve birleşik Kürdistan” diye teröre başlayan Öcalan, 27 Şubat 2025 günü ne bağımsız Kürt devleti, ne federasyon ne de özerkliğin çözüm olduğunu söyledi.PKK VE YANDAŞLARI ŞOKTABu yalnızca PKK değil Suriye kolu PKK/PYD, Avrupa yapılanması, Türkiye’deki siyasi kolu PKK/DEM açısından da tam anlamıyla paradigmasının çöktüğü an oldu. Öyle ki sözde temel strateji çöktüğü ilan edilince, bu amaç için kullanılan araç olan PKK terör örgütünün “anlam yoksunluğuna” düştüğü bizzat kurucusu tarafından itiraf edildi.PKK elebaşı artık kimlik tartışmaları sorunun çözüldüğü Türkiye üzerinde, sözde bağımsız aynı bir devlet, federasyon ve özerklik hedefi kalmayan, dolayısıyla “anlam yoksunluğuna düşen” PKK’nın kendini neden feshetmesi gerektiğini şu cümlelerle anlattı: “1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nın anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.”Öcalan, kendi deyimiyle “Bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstlenerek” kurucusu olduğu PKK’ya bağlı tüm gruplara, “Kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” şeklinde çağrı yaptı ve kendisi açısından noktayı koydu.ÇAĞRIYA UYMAYACAKLARINI BİLİYOR “Tüm gruplar” derken elbette PKK/KCK yapılanmasının tamamını, yani Türkiye, Suriye, İran, Irak ve Avrupa yapılanmalarını kastetti. Ama geçmiş tecrübelerden yola çıkarak çağrısının aynı şekilde karşılık görmeyeceğini bildiğinden el yazısıyla 3.5 sayfalık yazının son cümlesini “Çağrıma kulak veren tüm kesimlere selam” ile bitirdi.Benim de, konuya ihtiyatlı yaklaşan kesimlerin de, devletin de tahmin ettiği gibi PKK’ya bağlı gruplardan arkasını ABD ve İsrail’e dayayan PKK/PYD elebaşı Mazlum Abdi, “Çağrı bizi kapsamıyor” dedi. PKK Yürütme Konseyi de Öcalan’ın çağrısını destekliyor görünüp sözde ateşkes ilan edip; silah bırakmaktan bahsetmeden, örgütün feshi konusunda Öcalan’ın bizzat başkanlık etmesi gibi asla olmayacak şartlar öne sürüyor.PKK/KCK yürütme konseyi üyesi ve Avrupa yapılanması sorumlusu Zübeyir Aydar da çağrının Suriye’deki PKK yapılanmasını kapsamadığını, anayasa dahil hukuki adım, devletin adımlar atması gerektiğini söyleyerek kendince şartlar öne sürüyor.PKK/DEM adına konuşan Gülistan Koçyiğit, PKK elebaşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hiçbir çağrı yapmadığı, herhangi bir şart öne sürmediği halde “Metin, PKK’ya çağrı yaptığı kadar devlete de çağrı yapıyor. Bu çağrının Suriye’ye yönelik olmadığının altını çizmek gerek” diyerek çağrıya uymayacaklarını belli etti.KADİFE ELDİVEN İÇİNDE DEMİR YUMRUKGeçmiş tecrübelerde olduğu gibi tüm bunlar hesap edildi. PKK ve bağlı grupların bunu yapacakları hesaplandı. Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şehit aileleri ve gazilerle iftardaki, ekimden bu yana kullandığı “devletin kadife eldiven içindeki demir yumruğu” benzetmesi neler olacağını gösteriyor: “Uzattığımız elin havada bırakılması veya ısırılması halinde de demir yumruğumuzu daima hazır tutuyoruz. Şayet verilen sözler tutulmaz, süreç bir şekilde oyalama, savsaklama, göz boyama, isim değiştirip bildiğini okuma gibi şark kurnazlıklarına evrilmeye çalışılırsa günah bizden gider. Halen devam eden operasyonlarımızı, gerekiyorsa taş üstüne taş, omuz üstünde baş bırakmadan son teröristi bertaraf edene kadar sürdürürüz.”“MUHATAP ÖCALAN” YALANMIŞSonuç şu; PKK elebaşı Kürt sorunu olmadığını, PKK terör örgütünün sadece silah bırakma değil kendisini feshetmesi gerektiğini gerekçeleriyle anlatarak etnik bölücülük ayrı bir devlet, federasyon ve özerklik peşinde olanların tüm paradigmalarına son verdi.Öcalan’ın açıklamasını destekliyormuş gibi görünen ama çağrıya uymayacaklarını belli eden PKK/KCK-PYD/YPG, PKK/DEM, PKK Avrupa yapılanmasının yıllardır özel önem atfettikleri, sözde “önder” dedikleri PKK elebaşı için “muhatap Öcalan” sözünün de nasıl büyük bir yalan olduğu ortaya çıktı. Çünkü biliyoruz ki artık Kürtleri temsil etmeyen bu grupların patronu ABD ve Siyonist soykırımcı İsrail. Dolayısıyla Türkiye biliyor; muhatap ABD ve soykırımcı İsrail. Dolayısıyla demir yumruğun hedefi emperyalistler ve onlara uşaklık edenlerdir.
Source: Nedim Şener
Halime Kökce yazdı: Bu son olsun!
22 Ekim”de Devlet Bahçeli”nin herkesi şoke eden çağrısıyla başlayan süreç, tahminlerin çok ötesinde bir hızla ve kolaylıkla belli bir neticeye erişti. Abdullah Öcalan”ın, DEM Partililerin üçüncü İmralı ziyaretlerinde yaptığı açıklama öyle tahmin ediyorum ki, Devlet Bahçeli”nin dahi beklentisinin ötesine geçti. Öcalan amasız, fakatsız bir metinle PKK”ya silah bırakma ve kendini feshetme çağrısında bulundu. Sadece bu da değil, “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.” diyerek özellikle 2000″lerin başından itibaren PKK”ya müzahir şekilde siyaset yapan herkesin ağzına pelesenk ettiği “öz yönetim”, “demokratik özerklik” gibi dayatmacı söylemleri de feshetti.Ve nihayet, çağrıdan ziyade talimat niteliğindeki bir cümle ile; “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.” dedi.27 Şubat 2025; şayet süreç ekim ayından bugüne kadar devam ettiği şekilde, kazasız belasız nihayete ererse yarım asırlık terör belası sona ermiş olacak. Tarihi önemi haiz bir zaman şahitlik etmiş olacağız.Yarım asırdır, Türkiye”nin maddi manevi enerjisini emen, kalkınmasının, güçlenmesinin önündeki en önemli engellerden biri olan terörün sona erdirilmesi, “terörsüz Türkiye Yüzyılı”nın başlaması geleceğe dair hepimizi daha ümit var kılıyor.***Bu noktaya nasıl gelindi? 2013″te başlayan “çözüm sürecinde” olmayan neydi? O gün olmayan şey bugün nasıl oldu? Ya bu sefer de olmazsa?Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Şubat”ta okunan Öcalan”ın çağrısından sonra ilk açıklamasını, Şehit Aileleri ve Gazilerle İftar Programı”nda yaptı. 22 Ekim”den bu yana durduğu yerden bir milim şaşmayarak, “Şayet verilen sözler tutulmaz sürekli oyalama, göz boyama isim değiştirip bildiğini okuma gibi şark kurnazlıklarına evrilmeye çalışılırsa günah bizden gider. Demir yumruğumuz havada.” dedi. Yani Kandil, İmralı”dan aldığı “talimata rağmen” “Öcalan öncülük etsin”, “Öcalan hapisten çıkarılsın” gibi şartlar ileri sürmeye kalkarsa devletin nasıl davranacağı belli.Aslına bakılırsa bu çağrı zaten PKK”ya bile değil. Zira PKK zaten bitik bir örgüt. Ele başları Kandil”deki mağaralardan burunlarını çıkartamıyorlar. Artık eleman devşiremeyen, tezleri Kürt halkı nazarında itibar görmeyen, modası geçmiş bir örgüt. Bu çağrı esasen “Kürt siyasetini” PKK”nın vesayetinden özgürleştirme çağrısı.***2013″te neden olmadıysa bugün tam da aynı sebeple olan bir şey var. PKK, Suriye iç savaşını, Suriye”nin kuzeyinde bir PYD devleti kurmak için imkan olarak gördü. Türkiye”deki Kobani kalkışması, sıralı terör eylemleri ve hendek terörü vs. Suriye iç savaşını Türkiye”ye sıçratmak ve Türkiye topraklarında mevzi kazanmak içindi. Ama buna güçleri yetmedi. Günün sonunda Türkiye, Suriye”de de kazanan taraf oldu. PKK”yı Türkiye”den sürdüğü gibi Irak ve Suriye”de de ciddi operasyonlarla terörü kaynağında yok etme stratejisi takip etti. 2013″te olmayan şey 2025″te bu yüzden olabiliyor. Türkiye”nin askeri ve istihbarî anlamda kazandığı mevzi sayesinde PKK kendisi feshetmeye razı konuma geldi.Şu saatten sonra, “İran”dan, İsrail”den, Rusya”dan beslenirim nasılsa” diyerek silah bırakmayı reddedenler için Türkiye”nin yumruğu daha sert şekilde havada!Kürtlerin ve Kürtçenin anavatanı olan Türkiye”de bundan böyle ne “Kürt sorunu” ne de terör olacaktır.
Source: Halime Kökce