“Tarihsel Gelişmeler – İşgaller, Hanedanlar ve Kadınlar Günü”

1 dolarlık kararla dünya devi

Morris Chang… Adını muhtemelen hiç duymadınız. Ama bugün kullandığınız telefonun, yapay zekâ yazılımlarının ve savaş uçaklarının en kritik parçasını üreten adam. O, dünyayı dönüştüren bir iş adamı. Ne Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi kafes dövüşü ucuzluklarına girenlerden, ne de 55’inden sonra ‘vücutçu’ olup yatlarda poz veren Jeff Bezos’lardan. Chang, çip endüstrisinin sessiz devi.

Chang, 1931’de savaşın eşiğindeki Çin’de doğdu. 18 yaşına gelmeden 6 şehir, 10 okul değiştirdi. Savaşta sığındıkları iki büyük kentte yıkım derecesinde ağır bombardımanlar gördü. Ailesiyle cephe hattından gizlice geçerek Japon işgali altındaki Şangay’dan Hong Kong’a kaçtı. Ama Hong Kong 1948’de Mao’nun Komünist Partisi’nin ilerleyişi karşısında ‘Son Kale’ durumuna düşünce çareyi ABD’ye göç etmekte buldu.

Chang önce Harvard’da, sonra MIT’de makine mühendisliği okudu. 1955’te MIT’de iki kez girdiği doktora sınavında başarılı olamayınca şansını iş hayatında denedi. Otomotive meraklıydı. İki yerden iş teklifi geldi: Biri Detroit merkezli Ford, diğeri az bilinen Sylvania elektronik şirketi. Çok ilginçtir ki, elektronik şirketi ayda 480 dolar maaş, Ford ise 479 dolar maaş teklif ediyordu. Ford’un insan kaynakları yetkilisine “Acaba 1 dolar fazla verir misiniz?” dediğinde “Bizden tek cent bile fark alamazsın” cevabını duyan Chang elektronik şirketini tercih etti.

O 1 dolar, geleceğinin yönünü değiştirdi. Sylvania’da transistör ve mikroçip yapımını öğrenerek çok daha büyük bir dünyaya adım attı. 1958’de Dallas’ta Texas Instruments’a transfer oldu. 1970’lerin sonuna kadar bu şirkette hesap makinelerinden dijital saatlere, ev bilgisayarlarından konuşan oyuncaklara kadar çip takılan her türlü eşyayı üretti.

1984’te eline, bilgisayar çipi tasarımının inceliklerini anlatan bir ders kitabı geçti: VLSI Sistemlerine Giriş. Bugün hâlâ kütüphanesinde sakladığı o kitap, sadece onun kariyerini değil, aynı zamanda küresel elektronik endüstrisinin gidişatını da değiştirecekti.

Chang’ın ders kitabından edindiği ana fikir basitti ama devrim niteliğindeydi: Bilgisayarların beyni olan mikroçiplerin bir yerde tasarlanıp başka bir yerde üretilebileceği fikri… Bugün bir iPhone ya da Tesla’ya sahipsek, bu fikir sayesindedir.

O dönemde bu, çip endüstrisinin kurallarına tamamen aykırıydı. Ancak Chang, 54 yaşında, pek çok insanın emekliliği düşünmeye başladığı bir dönemde, bu fikri hayata geçirmeye karar verdi.

Tam da o sırada Tayvan, yoğun iş gücü emeği isteyen tarım ve ağır sanayi ekonomisinden, yüksek teknoloji ekonomisine geçmeye çalışıyordu. Tayvanlı devlet adamları, yarı iletken endüstrisini geliştirmek için bir uzmana ihtiyaç duydu ve Chang’ın kapısını çaldı.

Chang, Tayvan’a taşındı ve burada Tayvan Yarı İletken Üretim Şirketi (TSMC)’yi kurdu. Şirket çip tasarlamıyordu ama Apple ve Nvidia dahil olmak üzere dünyanın en önde gelen teknoloji devleri için en karmaşık mikroçipleri üretmeye başladı.

Bugün, kısmen bir ders kitabı sayesinde var olan TSMC, iPhone’lardan yapay zekaya, arabalardan süper bilgisayarlara ve savaş uçaklarına kadar her şeyin beyni olan çipleri üretiyor. 500 milyar dolarlık bir dev haline gelen bu şirketin ürettikleri o kadar kritik ki ABD, Japonya ve Avrupa, bu fabrikaları kendi topraklarına getirmek için Chang’e yalvarıyor.

Pazartesi günü Başkan Trump, TSMC’nin ABD’de 165 milyar dolar yatırımla 5 yeni çip fabrikası kuracağını gururla ilan etti.

TSMC’nin tırnak büyüklüğündeki çipleri, bugün insan DNA’sı kadar karmaşık elektrik devrelerinden oluşuyor. Saniyede 17 trilyon hesap yapabiliyor. Ve o şirket bugün iki kez emekli olmuşken tekrar işin başına döndürülen 94 yaşındaki Morris Chang tarafından yönetiliyor. İş dünyası onun kariyerine Beethoven’ın 9’uncu Senfonisi diyor. Haksız da sayılmazlar.

Source: Güney Öztürk


Yeşilay Başkanı Mehmet Dinç SABAH’a konuştu: Bu bir işgal projesidir

1-7 Mart tarihleri arasında kutlanılan Yeşilay Haftası kapsamında konuşan Yeşilay Başkanı Mehmet Dinç, bağımlılığın bir işgal projesi olduğunu kaydetti. Dinç, “Bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülük bağımlı olmaktır. Başkasının size zarar vermesine gerek kalmaz. Kişi kendi eliyle kendine ve çevresine zarar verir hale gelir. Yüzde 70 oranında suçların bağımlılıkla ilgisi var. Alkol etkisindedir, uyuşturucu etkisindedir. Başka bir bağımlılığın etkisindedir. Bağımlılıkla suç arasında çok sıkı bir ilişki var” dedi. Başkan Dinç, “Yeşilay 1920″de alkol bağımlılığıyla mücadele etmek üzere kurulmuş. 1920 yılında İstanbul işgal halindeyken, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı bir işgal projesi olarak alkol getirmeye başlamış. Bir toplumun gençlerini bağımlılıkla işgal ederseniz, toprağını işgal etmeye gerek yok. Zaten o toplumu bir şey yapamaz hale getirirsiniz. Bunun üzerine, 1920″de Yeşilay Cemiyeti alkol bağımlılığını engellemek üzere bir devlet projesi olarak kuruluyor. Bundan sonra da 105 yıl boyunca aralıksız devam ediyor” diye konuştu.

Source: Harun Sekmen


Nuh Albayrak yazdı: Hilafet kaldırıldı… Peki hanedana bu kadar zulüm neden yapıldı?

Yeni Türkiye” güzergâhının 23 Aralık 1918″de toplanan “Şark Konseyi”nde belirlendiğini ve Saltanat”ın da bu sebeple kaldırıldığını şöyle aktarmıştık:https://www.star.com.tr/yazar/curzonun-1919-ocakta-yaktigi-ates-turk-milletini-hala-yakiyor-yazi-1921257/https://www.star.com.tr/yazar/bolum-2-saltanat-bugun-kalkacak-ihtimal-ki-bazi-kafalar-kopacak-yazi-1902218/Konsey kararlarının böyle adım adım uygulanmasını sağlayan Londra, son adım olan Hilafet”in kaldırılması için ise, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan “Lozan Antlaşması”nı tam bir yıl bekletmiş; hatta Türkiye Cumhuriyeti”ni bile tanımamıştı! Nitekim Ankara, 101 yıl önce (3 Mart 1924) Hilafeti kaldırmış ve İngiliz Parlamentosu da Lozan Antlaşmasını, 16 Temmuz 1924″te onaylamış ve Cumhuriyet”i de nihayet tanımıştı!Yani Ankara”nın, “Kuruluş Süreci” dedikleri Lozan”da verilen söze istinaden, Haçlı Siyonist Batı karşısında ebediyen mağlubiyetin imzası anlamına gelen “İlga”ya imza atmıştı! Peki, bu “zorunlu adım”dan tamamen ayrı bir karar olan “Hanedanın Kovulması” fecaatinin sebebi neydi?Zira, Saltanat 516 gün önce (1 Kasım 1922) kaldırılmış ve 6 asırlık Osmanlı hanedanı sıradanlaştırılmıştı! Peki zaten mağdur edilen çoğu kadın ve çocuktan oluşan 100 civarındaki Osmanlı bakiyesine bu zulüm neden reva görülmüştü?Batı”nın, yüzyıllarca yenemediği için duyduğu kin ve nefret, neden bizzat Türk Meclisi”nde tezahür etmişti? “KEMİKLERİNİ DE DIŞARI ATALIM”Osmanlı”nın yetiştirdiği paşaların Osmanlı öfkesi, 3 Mart 1924 günü TBMM”de, “cinnet” noktasına ulaşmıştı. Bu mebusları dinleyen, “Bunlar kimin vekili” diye düşünürdü!Süleyman Sırrı (Bozok), Osmanlılardan geriye kalmış birkaç kadın ve çocuk hakkında “Bunlarda kesilmiş kuyruk acısı vardır. Sadece büyüğünün değil; en ufağının bile memleketten gitmesine taraftarım” diyordu. Osmaniye Mebusu İhsan Bey ise hayattakilere yaptıkları zulmü yeterli görmüyor, “Ölülerinin kemiklerini bile mezardan çıkarıp atmak lazım gelir” diyerek yedi düvelde bile görmediğimiz bir nefret kusuyordu![1]”Her şeyi hallettik de bu mu kaldı? Hilafet gücünü elden kaçırmayalım” dediği için “Adi adam… İn aşağı” hakaretlerine maruz kalan tek bağımsız mebus Zeki Bey, “Hanedanın; iki sırmalı uşağı ile maiyetindeki sekiz askerden mi korkuyoruz? Bu insanları ecnebi diyarına atmaktansa en azından Etlik”te bir köşkte oturtabiliriz” demişti ama kimse duymamıştı![2]KADINLARA DA ACIMAMIŞLARDI!Birkaç arkadaşıyla birlikte “Kadınlar sürgünden muaf tutulsun” teklifi veren Ahmed Muhtar Bey söz alarak, teklifini, makul gerekçelerle sunmuştu: “Hilafeti lağvettik, hanedanın erkeklerini de istisnasız memleketten çıkaracağız. Ancak kadınları da sürmenin neticesini iyi görmüyorum. Bir zamanlar yüksek saydığımız kadınların öteye beriye fena ahlâk sülûk etmelerine sebep olacağız. Bunları kovmayalım.”[3]Gel gör ki, milleti ve milletin vicdanını temsil etmeyen bu Meclis, zaten bu kararları alması için oluşturulmuştu! Hemen söz alan Kütahya Mebusu Ragıp (Soysal) Bey “Efendim, hanedanın çocuklarını ve kadınlarını düşünürken, benim gözümün önünden bundan sekiz yüz sene sonra gelecek ahfadı ve dökülecek kanlar sinema şeridi gibi geçiyor” diyerek nefreti tazelemişti![4]Nitekim Muhtar Bey”in “Kadınlara merhamet” önergesi reddedilmiş, hanedanın; kadın-çocuk hatta uzantılarıyla birlikte sürülmesine karar verilmişti! Ayrıca, yurdu terk etmeleri için sadece 10 gün süre verilmişti! Acaba bu paşalar, başka bir vilayete tayin edildiğinde kaç gün “mehil müddeti” kullanıyordu?Büyük bir kahramanlık yaptığını düşünen mebuslar, Miraç gecesi öncesine tekabül eden o akşam “Yahudinin Gazinosu”na giderek, temsil ettikleri millete karşı kazandıkları bu zaferi(!) kutlamıştı! Başvekil İsmet Paşa da, birkaç gün sonra (7 Mart akşamı) yine “Yahudinin Gazinosu”nda bazı kabine üyeleriyle kurdukları uzun masada, rakı içerek “kutlama” yapmıştı![5] SEÇTİKLERİ HALİFENİN ÖLÜSÜNÜ BİLE KABUL ETMEDİLER!Akıbetini, günler önceden fark eden Abdülmecid Efendi de Sultan Vahideddin Han gibi, Avrupa”ya değil; İslam ülkelerinden birine gitmek istemişti. Bu talebini dikkate almadıkları gibi; Resmî Gazetede yayınlanmasını bile beklemedikleri kanundaki on günlük süreyi dahi çok görmüşlerdi. İstanbul Valisi Ali Haydar Yuluğ”un hemen o akşam “Millî iradeye itaat etmezsen zorla götürürüz” tehdidi üzerine bütün aile 1,5 saatte hazırlanmak zorunda kalmıştı! Miraç Kandili dahi dinlemeden; üç taksiye bindirilen son Halife ve ailesi, trenle İsviçre”ye gönderilecekti! “Millet adına” deseler de, gecenin o saatinde bile “halk protesto eder” endişesiyle Sirkeci Garı”na değil, şehir dışındaki ıssız Çatalca istasyonuna götürmüşlerdi. Vahideddin Han”ın haklılığı, 15 ay gibi kısa bir süre sonra ortaya çıkmış, Ankara”nın Osmanlı nefretinden o da payını almış, sürgün hayatı, 9 Mart günü başlamıştı.Grand Hotel”in masraflarına daha fazla katlanamayınca, 7 Ekim 1924″te Nice”ye taşınan Abdülmecid Efendi, Vahideddin Han”a 2 saat mesafede “sürgün komşusu” olmuştu!”Ankara Halifesi”nin sürgün çilesi 23 Ağustos 1944″te Paris”te sona ermişti. Sanki her bakımdan, amcazadesini izliyordu. Zira O”nun gibi hayatı sona ermişti ama çilesi bitmemişti! Çünkü, “Ölünce bari İstanbul”a götürün” vasiyeti Ankara”ya iletilmişti ama kimse oralı olmamıştı. Abdülmecid Han”ın cenazesi, Paris Büyük Camii”nin küçük bir odasında yıllarca “izin” beklemişti! Tam 10 yıl sonra cami yönetiminin “Alın artık” isyanı üzerine Medine”ye götürülen Abdülmecid Efendi, 30 Mart 1954 tarihinde Bâki Kabristanı”na defnedilmişti. Vehhabiler dozerle dümdüz ettiğinden mezarı bile kalmamıştı! SÜRGÜNÜN ASIL AMACI “YAĞMA” İMİŞ!Şehzadeler, sultanlar ve sultan çocukları ile hanımları, padişah hanımları ile damatlardan oluşan 155 kişiyi, vatandaşlıktan çıkarmış, “Neyiniz varsa 10 gün içerisinde satın, yoksa el koyacağız” demişlerdi. Nice gayrimenkuller ve paha biçilmez eserler, İttihatçılar ve Yahudi işbirlikçileri tarafından adeta yağma edilmişti!Parasız hatta pasaportsuz olarak kovulan bu insanların, kendi mülkleri olan Osmanlı coğrafyasından “transit” geçmeleri bile yasaktı. Her biri tarifsiz sıkıntılar çekmiş, birbirinden acı dramlar yaşamıştı. Avrupa parklarında sürünen hanedan mensuplarını seyreden Haçlılar, adeta intikam alıyordu. Özellikle Avrupa”ya gönderilmelerinin sebebi de buydu.Yaşanan dramlardan birkaçını özetleyelim.”ŞU KÖPEK BENDEN BAHTİYAR!”Şehzade Ömer Faruk, Halife Abdülmecid Efendi”nin tek oğlu ve Vahideddin Han”ın damadı olup; iyi yetişmiş bir askerdi. 26 Nisan 1921″de zevcesi Sabiha Sultan”ı; iki aylık kızıyla bırakıp, Millî Mücadeleye katılmak için yola çıkmış, ancak Mustafa Kemal”in, “Gelme” telgrafı üzerine İnebolu”dan dönmüştü.[6] Oysa, “Rütbemle, umumi seviyemle mütenasip bir askerî vazife olmasa da, milletin ferdi bir nefer olarak hizmet emelinde idim” demişti![7]1 Kasım 1922″de Saltanat kaldırıldıktan sonra; emekli maaşı dahi bağlanmadan ordudan atılan Binbaşı Faruk Efendi, hakkını arayabilmek için Hukuk Fakültesine kaydolmuştu ama birkaç ay sonra son Halife babası ve biri 3 yaşında diğeri annesinin kucağında iki kızıyla birlikte sürülmüştü!Bir süre Lozan ve Nice”te yaşadıktan sonra 1938″de Kahire”ye göçen Ömer Faruk Efendi, 1952 yılında Türkiye”ye gidecek olan bir yolcunun kucağındaki köpeği göstererek, “Şu köpek bile benden daha bahtiyar” diye hayıflanmıştı. Kızı Neslişah Sultan”ın söylediğine göre, Türkiye”yi, cennetten bahseder gibi anlatan Faruk Efendi”nin tek hayali İstanbul”da ölebilmekti. İsmail Hakkı Danişmend”e yazdığı bir mektupta, “İnsan emektar hizmetçisini çıkarırken bile nerede nasıl yaşayacak” diye düşünür” demişti! Ama maalesef bu son arzusuna da kavuşamamış ve 28 Mart 1969 gecesi Kahire”de; kahır içinde ölmüştü! Neyse ki, vefalı kızı, Nisan 1977″de İstanbul”a; II. Mahmud Han Türbesi”ne nakletmişti![8]”OSMANLI TORUNLARI “ECNEBİ” GİBİ YETİŞİYOR!”Ankara”da Osmanlı”ya öyle bir öfke vardı ki, I. Dünya ve İstiklâl harplerinde inanılmaz kahramanlıklar gösteren Şehzade Osman Fuad Paşa”yı bile “düşmanın kucağına” sürmüşlerdi!1911 yılında 16 yaşında savaşmak için gittiği Libya”da Mustafa Kemal Paşa ile tanışan Fuad Efendi (V. Murad”ın torunu), farklı cephelerde nice hizmetlerde bulunmuştu. Sonraki yıllarda orgeneralliğe yükselmiş ve Trablusgarp Orduları Grup Kumandanı olarak tekrar Libya”ya gitmişti. Uzun maceralardan sonra 30 Nisan 1919″da İtalyanlara esir düşmüş, 7 Eylül”de kurtularak İstanbul”a dönmüştü. 2 Şubat 1920″de Çırağan”da yapılan düğününe, mütareke döneminde aylarca sarayda misafir ettiği İsmet Paşa da katılmıştı. Fuad Paşa, 3 Mart 1924″teki “Osmanlı”ya öfke” fırtınasına, Romanya”da tedavideyken yakalanmıştı! Kendisine gönderdiği mektupta, “Çok esef ederim. İstisna yapamadım. Kanun umumî idi” diye yazan Mustafa Kemal”in Meclis”teki etkisini iyi bilen Osman Fuad Paşa, sefir vasıtasıyla, “Anadolu”ya geleyim” şeklinde bir mesaj göndermişse de hiçbir cevap alamamıştı.Saltanat devam etseydi 39. Padişah olarak tahta çıkacak olan Fuad Efendi, daha 29 yaşında başlayan 49 yıllık sürgün çilesinden sonra 1973 yılında Nice”de 78 yaşında vefat etmişti. 3 yıl önce Hürriyet muhabiri Doğan Uluç”a verdiği mülakat zulmün bilinmeyen yönlerini anlatıyor:”Ordu kumandanı Osman Fuad”ın; Paris”te üçüncü sınıf bir otelden kovulacağı kimin aklına gelirdi? Revâ mıdır bize? Çeşitli ülkelerde sığıntı hayatı yaşayan Osmanlılara çok yazık oluyor! Kimi sefalete dayanamayıp intihar ediyor; kimi de “Türkiye, Türkiye” diye sayıklayarak son nefesini veriyor. Dışarıda doğan çocuklar ise yabancı mekteplerde Türkçeyi öğrenemeden, tarihimizi, dinimizi tanıyamadan bir ecnebi gibi yetişiyor. Çok zâlim bir son oldu.”[9]SARAYDA SULTAN OLACAKTI, HAÇLI MEZARINA BEKÇİ OLDUHilafetin kaldırıldığı 3 Mart günü eve gelen iki polis ve bir komiser, 14 yaşındaki Orhan Efendi”ye bir kağıt imzalatmıştı. Oyuna devam etmek için hemen imzayı basmıştı ama komiserin niye ağladığını anlayamamıştı! Sonra ailesiyle birlikte Sirkeci”ye götürülerek Simplon Ekspres”e bindirilmişti!II. Abdülhamid Han”ın torunu, Şehzade Abdülkadir Efendi”nin oğlu olan Mehmed Orhan Efendi”nin böyle başlayan sürgün macerası tam 68 yıl sürmüştü. Yaşadıklarının kaç roman veya belgeselde özetlenebileceğini kimse bilemezdi. Saltanat devam etseydi; Sultan VII. Mehmed veya II. Orhan unvanıyla devleti yönetecek olan Orhan Efendi”nin Fransa”dan aldığı Seyahat Belgesi”nde, “Türkiye hariç bütün ülkelere girebilir” notu düşülmüştü!Nice işler yapmıştı ama son görevi yürek yakıyordu. Zira, Nice”deki Amerikan Mezarlığı”ndaki Haçlı lahitlerini temizliyordu!Orhan Efendi 5 Mart 1924″te ayrıldığı İstanbul”a; 1 Ağustos 1992 günü dönmüştü ama bir ömür hayal ettiği İstanbul, artık onun için hiçbir şey ifade etmiyordu! Çünkü o artık hiçbir şey göremiyordu! Çocukluğunun geçtiği Serencebey yokuşu da Çırağan Sarayı da bir tatlı hayalden ibaretti! Topkapı Sarayı”na biletle girdiği İstanbul”dan 14 Ağustos”ta ayrılmış ve artık “asıl vatanı” haline gelen yad ellere tekrar dönmüştü. Bu 14 gün içerisinde onu en çok etkileyen ise yine bir komiserin, “Burası sizin vatanınız, gitmeyin” derken ağlamasıydı! Orhan Efendi, bu vefasız dünyayı 12 Mart 1994 günü terk etmişti ama gidişi de çok “vefasız” olmuştu! Çünkü, cenaze namazını Arap Mahallesi”nden bol bahşişle getirilen bir “imam” kıldırmış, arkasında ise sadece Melike ve Emire Hanım Sultanlar ile “Katolik” kocaları saf tutmuştu![10]ABDÜLHAMİD HAN”IN OĞLU AÇLIKTAN ÖLDÜ!Ahmed Nuri Efendi, Avrupa köşelerinde açlıktan ölen Osmanlılardan sadece biriydi! Abdülhamid Han”ın oğlu olan Nuri Efendi, payitahttan sürüldüğünde 46 yaşında bir “Albay” idi. 20 yıllık çilesi, 1944″te; Digne”deki (Fransa) bir parkta son bulmuştu. Cebinden, “Kimseyi suçlamayın; zira açlıktan ölüyorum. Beni Müslüman olarak defnedin” yazılı bir not çıkmıştı.[11]Abdülhamid Han”ın küçük oğlu Abidin Efendi de Paris”te çok sürünmüştü ama hiç değilse ölüsü bari Müslüman diyarında yer bulmuştu! 1972 yılında Beyrut”ta vefat eden Abidin Efendi, Şam”da Sultan Selim Camii avlusundaki amcası Vahideddin Han”ın yanına defnedilmişti!Hanedan mensupları öyle dramlar yaşamıştı ki, belki de açlıktan ölmek bunların en hafifiydi. Her şeyi Hristiyanlık hatta İslâm düşmanlığı üzerine kurulu şehirlerdeki sürgün hayatı ilerledikçe, bu insanların yaşadığı mağduriyetler de katmerlenmişti. Hanedan mensuplarının çektiği bu sıkıntılar Ankara”yı hiç ilgilendirmemişti. Ecnebilerle evlilikler, zamanla değişen gelenekler… Müsebbiplerin başka hiçbir hatası olmasaydı bile bu vebal yeter! Kemalist laikler, kadınlar için 1952″de erkekler için 1974″te yasağın kalkmasından sonra Türkiye”ye dönen Osmanlı torunlarına da “sığınmacı” muamelesi yapmıştı. Hanedan mensuplarına yönelik linç kampanyaları hâlâ devam etmektedir! Osmanlı Devleti”nin imkânlarıyla o makamlara ulaşan; üstelik de cephelerdeki hezimetleriyle Osmanlı”yı yıkan bu paşaların; birkaç Osmanlı yadigârına bu kadar zulmetmesinin sebebi neydi?Bütün bunlar, Ehl-i sünnetin son bayraktarı olan Osmanlı”ya neyin cezasıydı?[1] TBMM Zabıtları, 3 Mart 1924, s. 66.[2] TBMM Zabıtları, 3 Mart 1924, s. 31-32.[3] TBMM Zabıtları, 3 Mart 1924, s. 66-69.[4] TBMM Zabıtları, 3 Mart 1924, s. 67.[5] Eyüp Durukan, Cumhuriyet Yürüyor, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2021, s. 110; 114.[6] Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 198-208.[7] Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz-1, Dizerkonca Matbaası, İstanbul 1974, s. 310-335.[8] Ekrem Buğra Ekinci, Sürgündeki Hanedan, Timaş Yayınları, İstanbul 2017, s. ?[9] Ekrem Buğra Ekinci, Sürgündeki Hanedan, Timaş Yayınları, İstanbul 2017, s. 203.[10] Murat Bardakçı, Son Osmanlılar, Hürriyet Yayınları, İstanbul 2006, s. 9-32.[11] Ekrem Buğra Ekinci, Açlıktan Ölen Şehzade: Ahmed Nuri Efendi, Türkiye, 10 Haziran 2019.

Source: Nuh Albayrak


Mustafa Sabri Beşer yazdı… “Oruç tutan öğrenci çetelesi”: Bu tekerrür hangi zamanın komedisi?

Bir hafta nasıl da çabuk geçti. Sahur vakti, iftar heyecanı, teravih coşkusu derken, zamanın nasıl aktığını anlamadık bile. Günün her lahzasını tempoyla doldurma gayretindeyiz.Kimi nadanlar için ise hâlâ “oruç tutan öğrenci çetelesi” gibi absürt konular gündem olabiliyor.Sözcü Gazetesi”nde Sultan Uçar imzalı, tarihsel gerçeklerden uzak, İslam düşmanlığına kılıf uydurma çabasıyla dolu, gayya çukuru gibi bir yazı sahurda önüme düşüverdi.”101 yıl önce çıkarılan Devrim Yasalarını inceledim” diye başlıyor. Ah, ne kadar da bilimsel ve tarafsız bir giriş!Sanki bir tarihçi titizliğiyle arşivleri karıştırmış, belgeleri incelemiş de bize “hakikati” sunuyor.Tarih, birilerinin ideolojik saplantılarına göre yazılmaz.Ve gerçek şu ki, Cumhuriyet”in ilk yıllarında yapılan birçok uygulama, dinî hayatı baskı altına almak, geleneksel değerleri yok saymak üzerine kuruluydu.Cumhuriyet”in ilanı sonrasında İslam düşmanlığı, Müslümana yönelik yasaklar, gavura benzeme zorunluluğu, özellikle “tek parti” döneminde (1923-1946), yasaların ötesinde sert uygulamalarla desteklenmiş; dinî eğitim kurumlarının kapatılmasından (Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 3 Mart 1924) ezanın Türkçe okutulmasına (1932-1950), camilerin kapatılmasından dinî sembollere yönelik katı yasaklara kadar uzanan, tartışmalı bir geçmiş barındırıyor.Bütün bunlar, toplumu İslam”dan uzaklaştırma çabasından başka bir şey değildi.Uçar, yazısında sanki bu uygulamaların toplumu “ileri” götürdüğünü ima ediyor.İngiliz-Yahudi medeniyetinin Cumhuriyet”in kuruluşunda ve sonraki dönemde nasıl bir “kültürel hegemonyaya” dönüşüp “kimlik krizine” yol açtığını anlatan Teoman Duralı”yı da “kendi dar ideolojik menfaatleri uğruna” elbette okumamışlardır.Bernard Lewis “Modern Türkiye”nin Doğuşu” adlı eserinde; “400”den fazla Medrese kapatıldı, dinin toplumsal hayattaki etkisi azaltılmak istendi,” diyor.Falih Rıfkı Atay”ın (kendisi meşhur İngiliz dostu ve casusudur, malum) “Çankaya” kitabında inkılap politikalarını “dinî ve geleneksel unsurları öteleyerek toplumu İslam”dan uzaklaştırma” olarak övgüyle (!) aktarmasını da okumamış mıdır?Acaba, yazıyı kaleme alan hanımefendi, bu yazıyı yazarken “Oh, ne güzel. Dinle uğraşmak ne kadar da ferahlatıcı!” demiş midir?O kadar “değerli” tespitleri var ki insanın hafiften(!) ağzı açık kalıyor.Osmanlı”nın çöküş sebebini dinî yapılara bağlamak, hele “Muaviye” üzerinden Emevî dönemi hakkında laf sokuşturmalar…Resmen tarihsel hamuru yoğuruyor; un rutubetli, ama olsun, “lazım oldu mu çamurdan helva da yapılır” mantığıyla, “Muaviye” ye kadar uzanan bir özgüven sergiliyor.Yeter ki bir “din düşmanlığı” bestesi çalınsın, sahnede kim durursa dursun!Atatürk”ü bir kalkan gibi kullanarak İslam düşmanlığı yapma modasına da uymayı ihmal etmemiş.Gayem Uçar”a “had bildirmek” değil, doğruyu göstermektir. Belki bir dahaki sefere, dine, tarihe ve toplumsal hassasiyetlere dair kalem oynatmadan önce, belgeleri ve kaynakları daha dikkatli okur.Kimse, “Gerçeği öğrendim, fikrimi değiştirdim” diyecek kadar ufuklu gözükmüyor; bunu da biliyorum. “Allah cümlemize akıl, şuur, merhamet, biraz da tarih bilinci versin” diye dua edelim.Ha unutmayalım yahu, “Çocuklarımız ramazan ayını hissetsinler diye okullara etkinlik listesi gönderdik. Eleştiriyi yapanlar, cadılar bayramını yasakladığımız için bizi eleştirenlerle aynı kişiler.” diyen:İnanç ve kadim değerlerin eğitim yuvalarında inşa edileceği bilinciyle, kendisini eğitime ve Allah”ın davasına adamış şecaat ruhlu MEB Bakanı Yusuf Tekin”den Allah gani gani razı olsun.SAYIN OKUYUCU: Farkındaysanız bu fakir ilk defa bir şahsa yönelik böyle cümle kuruyor…Etkinlikler başlasın…

Source: Mustafa Sabri̇ Beşer


Bugün, “Dünya Kadınlar Günü”

Clara Zetkin komünist bir aktivist ve kadın hakları savunucusuydu. 1910 yılında Kopenhag’da toplanan Uluslararası Emekçi Kadınlar Konferansı’nda “Dünya Kadınlar Günü” fikrini önerdi. Zetkin’ in önerisi, konferansa katılan 17 farklı ülkeden 100 kadın tarafından oy birliği ile kabul edildi.İlk uluslararası etkinlikler 1911’de Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’ de düzenlendi. Dünya Kadınlar Günü”nün 100. yıldönümü 2011 yılında büyük organizasyonlarla kutlandı. Özetle, Dünya Kadınlar Günü kadın hakları hareketinde bir odak noktası oldu.Bugün neredeyse tüm dünyada ses getiren eylemlere sahne olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün kökeni, 19. yüzyılın sonlarında sanayileşmenin getirdiği ağır çalışma koşullarına ve kadınların oy hakkı gibi temel haklardan mahrum bırakılmış olmasına dayanıyor. 8 Mart 1857’ de ABD’nin New York kentinde tekstil işçisi kadınlar, daha iyi çalışma şartları talebiyle greve çıktı. Ancak, polis müdahalesi ve çıkan yangın sonucunda birçok kadın yaşamını yitirdi.Bu trajedinin ardından, kadınların hak mücadelesi yıllar içinde büyümeye devam etti. 28 Şubat 1909’da, New York’ta 15.000 kadın işçi, daha iyi çalışma koşulları ve eşit haklar talebiyle büyük bir yürüyüş düzenledi. Kadınların mücadelesini destekleyen Amerikan Sosyalist Partisi, bu günü Ulusal Kadınlar Günü ilan etti.Bu olaydan yıllar sonra, yukarıda da anlattığım gibi, 26-27 Ağustos 1910’da Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, Almanya Sosyal Demokrat Partisi üyesi Clara Zetkin, “Kadınlar Günü” ile ilgili önerisini sundu. Zetkin’in önerisi kabul edilerek, kadın hakları mücadelesini simgeleyecek bir gün belirlenmesi kararlaştırıldı. 1917’de Sovyet Rusya’da kadınlar oy hakkı kazandıktan sonra 8 Mart Ulusal Bayram oldu. Kadınlar Günü, 1967’de feminist hareket tarafından benimseninceye dek, ağırlıklı olarak sosyalist hareketler ve komünist ülkeler tarafından kutlandı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1977 tarihinde aldığı karar ile de; diğer ülkeler, kendi geleneklerine ve tarihlerine uygun bir günü uluslararası Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü ilan etmeye davet edildi.Birleşmiş Milletler’in Dünya Kadınlar Günü’nü kabul etmesi ile, bu özel gün resmiyet kazanmış oldu. BM, bu tarihten itibaren, her yıl için özel bir tema belirlemeye başladı. Belirlenen ilk tema “Geçmişi Kutlamak, Geleceği Planlamak” idi. Bu yılın teması ise, “Eylemi Hızlandır” (Accelerate Action).Dünya Kadınlar Günü, özünde kadınların süregelen toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda farkındalık yaratılmasını amaçlayan; kadınların toplumda, siyasette ve ekonomide kat ettikleri mesafenin kutlandığı özel bir gün. Kadınlar için 8 Mart; hak, eşitlik, özgürlük ve dayanışmayı temsil ediyor. Her 8 Mart’ta çeşitli etkinlikler düzenlenerek bu mücadele dile getiriliyor.Dünya Kadınlar Günü’ nün bu yılki teması olan” Eylemi Hızlandır” (Accelerate Action)., Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konulu çalışmaların hızlandırılması için bir çağrı niteliği taşıyor. Cinsiyet eşitliği için Eyleme Geçmeyi Hızlandıracak en etkili yollardan biri destekçileri desteklemek. Tüm Dünya’da olduğu gibi Ülkemiz’ de de kadınlara ve kız çocuklarına yardımcı olan birçok sivil toplum kuruluşu var. Desteğimizi, onları destekleyerek sunabiliriz.Birey olarak, günlük yaşamımızda kadınların gelişimini olumlu şekilde etkileyecek adımlar atabiliriz.Klişe yargılara meydan okuyabilir, ayrımcılıkla mücadele edebilir, önyargıları sorgulayabilir, kadınların başarılarını kutlayabilir ve çok daha fazlasını yapabiliriz. İlâveten, bilgi birikimimizi diğer kişilerle paylaşmanın ve başkalarını yüreklendirmenin büyük önem taşıdığını unutmamalıyız.Dünyanın dört bir yanındaki etki sahibi kuruluş ve gruplar, #EylemeGeçmeyiHızlandırmaya yardımcı olmak üzere, aşağıdakiler dahil bir dizi etkili strateji, kaynak ve etkinlik sunuyor:Kadınlara ekonomik güç kazandırmaÇeşitli yeteneklere sahip bireyler yetiştirme, istihdam ve muhafaza etmeKadınları ve kız çocuklarını lider, karar verici, iş insanı olma ve bilim, teknoloji, mühendislik, matematik alanlarına yönelme konusunda desteklemeKadınların ve kız çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere altyapı tasarlama ve inşa etmeKadınların ve kız çocuklarının kendi sağlıkları konusunda bilgiye dayalı kararlar vermelerine yardımcı olmaKadınları ve kız çocuklarını sürdürülebilir tarım ve gıda güvenliği alanlarına yönlendirmeKadınlara ve kız çocuklarına kaliteli eğitim ve öğrenim erişimi sunmaKadınların ve kız çocuklarının spordaki katılımını ve başarılarını artırmaKadınların ve kız çocuklarının yaratıcı ve sanatsal yeteneklerini desteklemeKadınların ve kız çocuklarının gelişimini destekleyen diğer alanları ele almaHepimiz, kendi olanaklarımız ölçüsünde -küçük ya da büyük olması hiç önemli değil- bir katkı verebiliriz #EylemeGeçmeyiHızlandırmak için. Bu katkıyı; örneğin, konu ile ilgili sivil toplum kuruluşlarından birine çalışmalarında yardım ederek ya da maddi destek sağlayarak verilebileceğiniz gibi, çevrenizde konu ile ilgili farkındalık oluşturmak ya da var olan farkındalığı artırmak için çalışmayı da seçebilirsiniz.Ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, artık sadece bir kutlama günü değil, aynı zamanda kadın hakları mücadelesinin sesi olmaya devam eden önemli bir tarih. Dünyanın dört bir yanında düzenlenen etkinlikler, yürüyüşler ve kampanyalar, kadınların karşılaştığı sorunları görünür kılmayı ve çözüm üretmeyi amaçlıyor.Yani, tarihte kadın işçilerin daha iyi çalışma koşulları talebiyle başlattıkları mücadele; günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın hakları ve kadına yönelik şiddete karşı duruşun simgesi olmaya devam ediyor…Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği…

Source: Ayşegül Domani̇ç Yelçe