Esra Ruşan: Sabun köpüğü değil kadın meselesi

Esra Ruşan: Sabun köpüğü değil kadın meselesi

◊ “Yeter” adlı tiyatro oyunuyla sahnedesin. İki kabin memurunun hikâyesini anlatıyorsunuz. Oyuna nasıl dahil oldun?- Hamilelik sürecimin sonlarına doğru tiyatroya uzunca bir ara verdim. Yaklaşık 5-6 sene tiyatro oyunu yapamadım. Ama mezun olduğumdan o güne kadar da hep oyun oynamıştım. Çocuktan sonra değiştim. Biraz daha büyüdüm, meselelere bakış açım değişti, hayata geniş bir perspektifte bakabilmeyi becermeye başladım. Kutsallık atfetmiyorum ama anne olunca biraz daha algıların açılıyor. Bir süre gelen oyunlar sabun köpüğü gibi hissettirdi bana. Yer alacağım işin bir meselesi olsun istiyordum. Çünkü oyunculuk performansıyla ilgili kendime dair bir kaygım kalmamıştı. Seyirciyle karşılıklı bir sorunu tartışabilme hayalim vardı. Bir gün yönetmenimiz Gonca Küçükardalı aradı, bu oyunu anlattı. Okudum, çok sevdim. Kadın meseleleriyle ilgiliydi, oradan beni yakaladı. Tüm ekibi oluşturduk ve oyuna başladık.◊ Oyunla verdiğiniz mesajlar çok anlamlı: Yeter diyebilmek, konuşulması gerekenleri saklamamak, dayanışmak… – Kadın olmanın zaten başlı başına doğuştan getirdiği bir mücadele var. Biz bu oyunda iki kadını görüyoruz ama aslında anlattığı mesele bütün kadınların ortak meselesi. Hatta biraz daha tepeden bakarsan, insan meselesine dönüşüyor. Konuşmanın, birbirini anlamanın önemi, gizlemektense dertlerini paylaştığında, dayanıştığında ne oluyor, ne kadar ferahlıyoruz, bunları anlatan bir metin. Fotoğraflar: Murat ŞAKAKADIN CİNAYETLERİNE “YETER!” DİYORUM◊ Kadın meselelerinin yanında, bir de iş hayatının zorlukları var. Senin yaşadığın sıkıntılar, mesleğe küstüğün dönemler oldu mu?- Çok oldu. Mezun olduktan sonra bu piyasaya atıldığımda, yeni başlayan her oyuncu gibi ben de hiçbir şey bilmiyordum. “Yolu kendi başına bulacaksın” deniyor ama o dönem neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlayamıyorsun. Çocuksu bir güdüyle mesleğini yapmak üzere bir rota belirliyorsun kendine. Sonrasında ise geriye bakıp “Burada ne kadar kalbimi kırmışlar, bu ne kadar büyük bir haksızlıkmış” diyorsun. Ben artık şanslı bir taraftayım. Bazı şeylere maruz kalmıyorum. Şu an mesleğe başlayan bir sürü genç maruz kalıyor olabilir. Kuralları, kanunları kim koyuyor, onu ben de bilmiyorum…◊ Oyunun adından yola çıkarak soruyorum; en son neye “yeter” dedin?- Türkiye’de kadın ve çocukların başına gelenlere “yeter” dedim. Kadın cinayetlerine hâlâ “yeter” diyorum. Biz burada otururken bile şu an bir kadının, bir çocuğun başına çok kötü şeyler geliyor. Bunun durdurulamıyor olmasına, elimizin kolumuzun bağlı oluşuna “yeter” diyorum.◊ Kariyerin boyunca seni hep farklı rollerde gördük. Bu senin tercihin miydi, şansın mı? – Hayır, her işimi ben seçtim diyemem. Ama seçtiysem de kesin onu en güzel şekilde yapmaya çalışmanın bir yolunu bulmuşumdur.◊ Hangi sıra dışı rolü canlandırmak istersin? – Çok var. Ülkemizde kadın rollerinin çeşitliliği biraz az, bilirsin. Kadın temsili sahnede de, televizyonda da, sinemada da üç-beş tipten ibaret. Onların dışına çıkan her türlü rolü seve seve oynamayı çok isterim. Az temsil edilmiş, sesi çok duyurulamamış bir sürü hemcinsimin farklı hayat hikâyelerini canlandırmak güzel olur. KENDİMİ İZLERKEN YABANCILAŞIYORDUM◊ Sinema, dizi, tiyatro… Bu üçlüyü hayatında nasıl konumlandırıyorsun?- Birisi diğerinden daha aşağıda ya da yukarıda gibi konumlandırmıyorum. Ama şöyletbir fark görüyorum; tiyatroda insan kendini izleme olanağı bulamıyor. O gün canhıraş bir şey yapıyorsun ve seyirciyle kurduğun o sessizlikte bir aktarım oluyor. Bu sadece hissedilebilecek bir şey. Ama televizyon, sinema gibi işlerde kendini izliyorsun, beğenmediğin yeri bir daha çekebiliyorsun.◊ Kendini izlerken eleştirir misin?- Eleştirmekten çok yabancılaşıyordum. Tuhaf bir duygu ama zamanla alışıyorsun. Günün sonunda televizyon ve sinema yönetmenin işi. Son kararı onlar veriyor. Tiyatroda yönetmen noktayı koyuyor, sonra işi bize bırakıyor.KÖTÜLÜĞÜ HİSSEDERSEM KÖTÜ BİRİNE DÖNÜŞEBİLİRİM◊ Seni sinirlendiren bir davranışla karşılaştığında tepkin nasıl olur? Sakin ve soğukkanlı mısın, yoksa öfkeyle mi hareket edersin?- Biriyle ilgili kötü şeyler hissetmeye başlarsam, bana kötülük yapacağını hissedersem ya da yakınımdaki bir insana kötülük yaptığını duyarsam o zaman kötü birine dönüşebilirim. Ben de aynı seviyede onu yok sayabilirim ve yok saydığım zaman çok kötü hisseder kendini. Hepimizin bazı damarları var ve oralara dokunulduğu zaman bambaşka birileri çıkabiliyor içimizden.◊ Neye tahammülün yok?- Hiç öyle büyük cümlelerim yok. Tahammül edemediğim bir sürü şey var. Tuzaklara dokunmadan, kendi yolumda ilerlemeye çalışıyorum.◊ Oyunculuk sektöründe dostluklar yalan derler ama sende tam tersi sanki. Sık görüştüğün çok meslektaşın var. Bunu nasıl sağlıyorsun sence?- O eskide kalan bir düşünce. Hepimizin mesleki çevresinde böyle şeyler vardır. İnsanlara çok bel bağlamıyorum. Onlar hayatımın gidişatını yönlendirmiyor. Belli ölçülerde, belli şeyler paylaşıyorum. Bir de ben artık “kötü gün dostu” klişesine inanmıyorum. Bence günümüzde iyi gün dostu bulmak zor. Sen iyi bir şey yaptığında seni alkışlayan insan bulmak, iyiliğinde seninle olmaları çok kıymetli. KIZIMLA ÇOCUKLUĞUMA DÖNDÜM◊ 7 yaşında bir kızın var. Nasıl bir anne-kız ilişkisi var aranızda? – Her anne-kız gibi diyebilirim. Düşe kalka, arada didişerek, arada dünyanın en güzel anlarını paylaşarak, beraber büyüyerek… Ben de Gün ile çocukluğuma döndüm. Kendi anneni tekrar etmek istemiyorsun ama tekrar ettiğin anlar görüyorsun kendinde. O da küçük tatlı mücadelelerle geçiyor ama hepsi normal. Her anne-çocuk yolunu kendi buluyor. Bizim aramızda güzel bir dil var.◊ Çalışmalarını izliyor mu?- Çok izlemiyor küçük olduğu için ama anlıyor görünce. Ben çocuğumla çok fazla sete gittim. Babası yönetmen olduğu için monitörü de biliyor. Bu işlere çok hâkim, o yüzden yabancılamıyor. Şu an oyuncu olmak istiyor. Ama aynı zamanda “Veteriner de, itfaiye müdürü de olacağım” diyor. (Gülüyor)

Source: Cansu Topçu