SÖZCÜ kadar bedel ödemiş başka bir gazete yok

SÖZCÜ kadar bedel ödemiş başka bir gazete yok

Türkiye’nin en çok okunan yazarı Yılmaz Özdil iki yıl aranın ardından Sözcü Gazetesi’ne geri dönüyor. Haftada üç günü okuruyla buluşacak haftanın bir gün de SÖZCÜ TV’de program yapacak. İki bölümden oluşan söyleşimizde Özdil ile memleketi ve gazeteciliği konuştuk.

– Öncelikle yuvaya hoş geldiniz. Bir sağlık sorunu yaşadınız, şimdi iyi misiniz?

İyiyim, aslına bakarsan yeniden yazmaya başlamamın sebebi de bu sağlık sorunu. Çünkü insan böyle hayati bir konu yaşayınca önünde iki seçenek oluyor. Ya “Bana ayrılan süre azalmış, artık her şeyi bırakayım, kendimle ilgileneyim” diyorsun ya da “Bana ayrılan süre azalmış, dolayısıyla eskisinden daha fazla memleket için, kendini yalnız hisseden vatandaşlar için ne yapabiliriz” diye düşünüyorsun. Bu duyguyla kendime vakit ayırmaktansa memlekete vakit ayırmaya karar verdim, bu yüzden döndüm.

– Kendini yalnız hisseden çok insan var mı?

Çok var. Bunu özellikle son 22 yıldır yaşıyor ama son 15 yıldır artan bir yoğunlukla görüyoruz.

– Nasıl görüyoruz?

Ben dolaşmayı çok severim. Sadece İstanbul, İzmir değil Anadolu’da da çok geziyorum.

İNSANLAR NEFES ALAMIYOR

– Öyle mi, ben sizi hep Bodrum’da, İzmir’de sanıyordum.

Böyle zannedilir. Ben gazetecilerle arkadaşlık etmem, çünkü gazeteciler hep aynı şeyleri konuşuyorlar. Her meslek grubundan çok farklı bir arkadaş çevrem var. Türkiye’yi dolaşmayı çok severim. Hayatım boyunca kendimi duvarların arkasına hapsetmedim, hep hayatın içindeyim. Özellikle AKP’nin yoğun oy aldığı yerlerde insanları anlamak, temas edebilmek için imza günü yapmaya çok özen gösteririm. Dolayısıyla son 15 yıldır artan bir şekilde ama son 10 yıldır artık neredeyse nefes alınamaz vaziyette insanların kendisini yalnız hissettiğini görüyorum.

AKRABALIK GRUBU

– AKP’ye oy verenler de mi?

Evet, onlar da dahil. Bir medya illüzyonu yaratıldı, yalan söylendiğini herkes biliyor. Seçim öncesinde oy verdiği partinin seçim sonrasında bambaşka bir kimliğe büründüğünü görüyor. Bu AKP için de, CHP için de, son dönemde özellikle MHP için de geçerli. İnsanlar, birbiri gibi düşünenleri gördüğünde gerçekten kuzenine sarılır gibi sarılıyor. Türkiye’de bir ‘çağdaş akrabalık’ oluştu ve ben ‘kendini yalnız hissedenler çağdaş akrabalık grubu’nun en büyük siyasi parti olduğunu düşünüyorum.

SÖZCÜ BEDEL ÖDEDİ

– Sözcü gazetesini medyada nereye koyarsınız?

Patronundan muhabirine, yazarlarından yöneticilerine kadar Cumhuriyet tarihinde Sözcü gazetesi kadar bedel ödemiş bir gazete yok. Zaten benim buraya gelme sebebim budur. Burak Akbay’ı kişisel olarak tanıyorum. Aramızda bir patron-çalışan ilişkisi yoktur. Rahmetli Ertuğrul Akbay’ı çok severdim. Bu insanlar isteselerdi farklı meslek kollarında çok daha büyük paralar kazanabilirler veya medyalarını iktidarların, egemenlerin hizmetine sunarak, sorunsuz bir hayat sürebilirlerdi. Sadece gerçeklerin yanında ve halkın yanında durdukları için bedel ödüyorlar. 10 Aralık 2023’te buradan ayrıldım. 5 yıldır kurulamayan bir televizyon vardı. Bunu Burak Akbay’a yurttaş teşekkürü olarak yapmayı üstlendim. Sadece 30 gün gibi çok kısa bir sürede televizyonu kurduk. Ve o dönemde cumhurbaşkanlığı seçimi arifesindeydik. Türkiye’nin iki büyük cumhurbaşkanı adayı vardı.

BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ LİNÇ

– Yavaş ve İmamoğlu…

Evet. Bütün anketlerden bu iki isim yüzde 60 civarında oy alarak seçimi kazanıyordu. Ama Cumhuriyet Halk Partisi ısrarla 12 seçim kaybetmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatıyordu. Ve bugün bağımsız medyayız, kahraman medyayız diyen medya CHP genel merkezinden para alarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekliyordu. Ben kendi ellerimle kurduğum Sözcü Televizyonu’nda buna karşı çıktım. Kılıçdaroğlu’nun aday olması halinde Erdoğan’ın seçimi kazanacağını söyledim. Televizyonu 3 Mart’ta kurduk. 8 Mart’ta CHP genel merkezinin tarihte görülmemiş bir linç kampanyasıyla karşılaştım. “Sözcü Televizyonu’nu izlemeyin, Sözcü Gazetesi’ni almayın” diye kampanya yürütmeye başladılar. Tarihte bu kadar bedel ödemiş Sözcü ve kurduğum televizyon zarar görmesin diye istifa ettim, “Kalemin namusunu savunmak için elimden geleni yaptım, anlatamadıklarımı hayat mutlaka anlatır” dedim. Geçen 2 yıllık süreçte hayat Türkiye’ye anlattı, Sözcü’ye de anlattı. Herkes diyor ki, Sözcü gazetesine geri dönüyorsun, “Hayır diyorum Sözcü bana geri döndü. Çünkü hayat, söylediklerimin gerçek olduğunu çok acı bir şekilde ortaya koydu. Hala aynı düşünüyorum. Türkiye’nin seçimi kazanmasının iki adayı var. Biri Mansur Yavaş, biri Ekrem İmamoğlu. 2023’te olduğu gibi entrikalar başladı. Buna dur diyebilmek, sessiz kalmamak için Sözcü’ye döndüm.

– Meral Akşener sizi şaşırttı mı?

Beni insana dair hiçbir şey şaşırtmıyor. Özellikle kendisini sağcı tabir eden siyasetçilerin hiçbiri şaşırtmaz. Günü birlik olarak siz onun söylediğini doğru bulursunuz, desteklersiniz, yarın dönebilir. Siz durduğunuz yerdesinizdir, o başka yere savrulmuştur. Dolayısıyla benim için bir sürpriz olmadı. Ama o zaman da söylüyordum, Akşener masadan kalkmadı masadan atıldı. Çünkü o masa, seçimi kazanmak için değil kaybetmek için kurulmuş bir masaydı. Mesela Ahmet Davutoğlu’nu masaya oturtup, Muharrem İnce’yi masanın dışında bırakmak veya Ali Babacan’ı masaya oturtup, Ümit Özdağ’ı masanın dışında bırakmak Erdoğan’a yeniden seçim kazandırmak demekti. Bugün de CHP’nin bu insanlarla iş birliği yapması gerekir.

Tek adam çıkmazı ve karizmatik lider

– 23 senede AKP bir davranış biçimi oturttu. Şöyle bir kaygı var, kim gelse böyle davranır, çünkü bu erklerin işine gelen bir durum. Böyle mi devam eder?

Tabii ki biz tek adam sistemine devam edersek hangi parti iktidara gelirse gelsin Tayyip Erdoğanlaşır. Tek adam rejiminin getirdiği bir olumsuzluk. Bugün Tayyip Erdoğan artık Türkiye’de istese de iyi insan olamaz. Son dönemde deniyor ki işte her şey daha sertleşiyor, hukuksuzluklar, insanlara yönelik zulüm artıyor. Mecbur.

Kim gelirse gelsin bu rejimden vazgeçmeliyiz

– Neden mecbur?

Tek adam sisteminin getirdiği bir zorunluluk. Tayyip Erdoğan istese de artık hoşgörülü olamaz. Ve yarın iktidar değiştiğinde hangi parti gelirse gelsin, yani bu Cumhuriyet Halk Partisi de olur, tek adam sistemiyle yönetilmeye devam ettiğimiz sürece benzer durumu yaşamak zorundayız. Tek adam aslında hiç adam demek, adamsızlık demek. Bu da ne demek? Biat kültürü demek. Yani bugün nasıl biat ediyorlarsa yarın iktidar değiştiğinde de biat edilir. Dolayısıyla bizim Tayyip Erdoğan’dan önce tek adam rejiminden vazgeçmemiz gerekiyor.

Çok seslilik iyidir ama MYK heykeli dikilmez

– CHP’yi farklı sesler çıktığında eleştiriyor, “Bak öbür taraftan hiç aykırı ses çıkıyor mu” diyoruz. CHP bunu biz demokratız diye açıklıyor. Tek adamdan şikayet edip, neden çok sesliliğe itiraz ediyoruz o halde?

Çok seslilik elbette güzel bir şey demokrasi için. Ama dünyanın hiçbir yerinden MYK heykeli yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde kabine heykeli de yoktur. Dünyanın her yerinde lider heykelleri vardır. Cumhuriyet Halk Partisi’nde şu anda yani bir lider sorunu yaşıyor. Güçlü, karizmatik bir lider olsa parti daha da demokratik olarak sorunsuz bir şekilde yoluna devam edebilir.

Bülent Ecevit örneği

– Her şeyi kamuoyu önünde tartışmamak mı lazım?

Hayır, tartışmamızda da bir sıkıntı yok. Ama yeter ki lider güçlü olsun. Mesela Bülent Ecevit’in genel başkanlığı döneminde de CHP’de hizip tabir ettiğimiz durumlar vardı, parti içi muhalefet vardı. Ama toplumun Cumhuriyet Halk Partisi’ne gösterdiği teveccühte hiçbir sorun yoktu. Çünkü lider çok karizmatikti, liyakat sahibiydi, çok güçlüydü. Dolayısıyla şu anda Cumhuriyet Halk Partisi’nde yaşanan bence böyle bir sorun. Yoksa parti içinde çok ses olması , muhalefet olması aksine lideri güçlendiren bir şey. Çünkü lidere de, “Yanlış yapıyorsun abicim” diyecek birileri lazım parti içinde.

Seçmeni suçlamak ayıp bir yaklaşım

– Deprem oluyor, “E siz oy verdiniz” diyorlar, ekonomi kötü gidiyor ‘E kardeşim siz oy verdiniz’ diye yükleniyorlar. Seçmeni de suçlayan çok. Oysa bugün birçok seçmen çağdaş akrabalık çatısında birleşti diyorsunuz siz.

Bu yaklaşım ‘ayıp’ bir yaklaşım. Hepimiz Türkiye’nin sorunlarını çözebileceğine inandığı partilere oy veriyor. İnsanların AKP’ye oy vermesinin altında, özellikle 2002 yılı itibariyle çok önemli sosyolojik ve ekonomik gerçekler vardı. Bugün geldiğimiz noktada AKP’ye oy veren insanların çok önemli bölümünün oy vermek için parti aradığını ama bulamadığını görüyorum.

Seçmen demirbaş değil

– Kararsız bir yüzde 37’dan bahsediliyor.

İnsanlar AKP’nin demirbaşı değil. Maden ocağında ya da depremde hayatını kaybeden insanlarımızın ölme sebebi AKP’ye oy vermeleri değil. Ülkede genel anlamda bir sistemsizlik var. Hepimiz bunun kurbanıyız. Yandaş medyadan şikayet ediyoruz ama CHP’den para alarak yayın yapan bir medya grubu da oluştu. Bunlar da toplumu yanlış yönlendiriyor. Karamsarlığa itiyor. Dolayısıyla insanları herhangi bir partiye oy verdiği için suçlamak bana göre Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülük.

Haftada bir gün SÖZCÜ TV” de

– Sözcü Televizyonu’nda da bir programa başlıyorsunuz. Nasıl bir program yapacaksınız?

Yetiştirebilirsek 18’inde Sözcü Gazetesi ve Sözcü televizyonunda görevli üç arkadaşımla beraber başlıyoruz. Gazete ve televizyonun mutfağını yansıtan bir program olmasını istiyorum. Ben muhalif TV’leri izlemekten sıkıldım. Hep aynı insanlar çıkıyor, aynı laflar dolaşıyor. Gerçek gündem konularının olduğu bir program olsa seyrederim. Kimse yapmıyorsa ben yapayım dedim. Burak Akbay’ın isteğiyle haftada 1-1.5 saatlik bir program yapacağım.

Neden çok seviliyorsunuz?

Mesleğe başladığımda babamın bir arkadaşı, çok tecrübeli bir gazeteci abimizdi. Rahmetli oldu. Bir gün,“Yılmaz gel seni bir yere götüreceğim” dedi. Yeni Asır’da çalışıyorum. Üniversite birinci sınıftayım. Otobüse bindik, ama nereye gittiğimizi bilmiyorum. “Yılmaz bak şu şoförün arkasında oturan arkadaşı tanıyor musun” dedi. Enseden görüyorum zaten. Tanımam gereken biri diye düşündüm ama ‘tanımıyorum abi’ dedim. “Oğlum o vatandaş. Sen sadece onun için yazacaksın” dedi.

Meslekte 42 yılımı tamamladım. Sadece o vatandaş için yazdım ve o vatandaşın da beni sevip sevmemesiyle hiç ilgilenmedim. Şirin görünmek için hiçbir siyasi partiyle, hiçbir belediyeyle, hiçbir sermaye grubuyla temas kurmadım. Hayatım boyunca basın kartı, basın plakası kullanmadım. Meslek hayatım boyunca herhangi bir siyasi partiyle siyasi geziye bile gitmedim. 42 yıllık meslek hayatım boyunca tüm habercilik ve kişisel masraflarımı çalıştığım gazete ya da televizyon ödedi. Dolayısıyla hala o belediye otobüsündeki şoförün arkasında oturan, ensesinden gördüğüm vatandaş için yazıyorum.

Sevmeyenler neden sevmiyor?

Kimin sevdiğiyle ilgilenmediğim gibi kimin sevmediğiyle de ilgilenmedim. Biz uğruna mücadele ettiğimiz insanlar tarafından taşlanmayı göze alarak bu mesleği yapıyoruz. Yani halk için halka rağmen gazetecilik yapmak gerekir. Uğruna mücadele ettiğimiz insanların bizi taşlamasını göze alarak bu işi yapıyoruz ve ben bundan rencide olmuyorum. Şöyle bir şey oldu, herkese nasip olmaz. Beklemediğim bir şekilde kalp krizi geçirdim. Sınırlarda yaşamaya alışık bir insanım hep. Bu sefer sınırı fazla geçmişim. Çok şükür ki geri döndüm.

Ama bu dönemde gördüm ki gerçekten işte o uğruna mücadele ettiğimiz insanlar benim için üzüldü. Bunu görmüş olmaktan da çok mutluyum. Herhalde Cumhuriyet Halk Partisi’nden veya diğer partilerden ne kadar geçmiş olsun aldıysam bir o kadar da AKP cenahından aldım.

Çünkü sanırım AKP’liler bana ‘namuslu düşman’ olarak bakıyor. Herhangi bir parti, herhangi bir kişiyle bağlantım olmadığını, gerçekten samimi düşüncelerimi ortaya koyduğumu biliyorlar diye düşünüyorum ve bunu bu kalp krizi sırasında da gördüm.

Source: İpek Özbey