İmamoğlu “Tek suçum yenilmemek!” diyor
Ekrem İmamoğlu’nun zorlu yolculuğu devam ediyor…
Ön seçim haftaya bugün…
1 milyon 600 binden fazla CHP parti üyesi oy verecek… Sandıktan en az bir buçuk milyon oy çıkmalı… Bu, İmamoğlu’nun gücünü ve CHP’lilerin desteğinin büyüklüğünü ortaya koyacak.
Her ilde ona gösterilen ilgi, iktidarı endişeye düşürecek kadar büyük!
Bu yüzden sürekli olarak önüne engeller çıkartılıyor…
Okurlarımdan biri şöyle bir mesaj yollamış:
“Ellerinden gelse hapsedecekler, hatta kurşuna bile dizecekler İmamoğlu’nu…” diyor.
Tabii ki, mübalağalı ama bu tür düşünceler vatandaşlar arasında yayılıyor.
“İnsanı yaşat ki, devlet de yaşasın” diyen İmamoğlu, her konuşmasında iktidara meydan okuyor:
“Suçumu biliyorum. Tek suçum, 2014 yılından beri sandıkta yenilmemek. Koltuğunu elinden alacağım diye korkuyor” diyor ve ekliyor:
“Sandıkta hiç yenilmedik. Bu bileği bükemediler. Bize yenilgiyi öğretemeyeceksin. Bu kötü koşullardan sıyrılacağız, hep birlikte kalkınacağız.”
İmamoğlu, tüm engellemelere rağmen, belediye başkanlığında güzel şeyler yaptı…
İktidarı en çok kızdıran, İmamoğlu’nu eserleri olan “Kreşler”, “Halk Ekmek büfeleri” ve “Kent Lokantaları”na gösterilen büyük ilgi…
40 liraya 4 kap yemek verilmesi bu devirde âdeta bir mucize…
Ticaret Bakanlığı, Kent Lokantası’nın yemekleri hakkında birkaç güzel söz söyleyen ünlü yemek gurmesi Vedat Milor’u, “Örtülü reklam yapıyorsun. Bunun için para aldın mı? Gelirini bildirdin mi?” diye sorguya çekti.
40 liraya 4 kap yemek veren lokantanın reklama ihtiyacı olur mu? Yoksulluk almış yürümüş… Millet kuyrukta zaten…
İmamoğlu’nun kreşleri de çalışan annelerin çocuklarını güvenle bırakabilecekleri harika yerler… Tam 111 kreş var İstanbul’da… Daha da açılacak… Mega kenti yaklaşık çeyrek yüzyıl idare eden AKP bir tane bile kreş yapmamıştı.
İmamoğlu, açtığı kreşlerle binlerce annenin sorununu çözdü.
Belki de abartılıdır ama AKP’linin “Bizi Kent Lokantaları ve Kreşler mahvediyor” noktasına geldiği bile iddia ediliyor.
Yoksulluk ürkütücü boyutta. İktidar yoruldu ve artık çözüm üretemiyor!
İmamoğlu’nu davalar açarak, üniversite diplomasını iptal ettirmeye çalışarak durdurmak istiyorlar.
“Ahmak davası”nda mahkeme İmamoğlu’nu 2 yıl 7 ay 15 gün hapse mahkûm edip, siyasi yasak getirdi. Bu dava halen “istinaf”ta.. Karar bekleniyor.
Bundan başka 4 soruşturma ve dava daha var! Hepsini İmamoğlu’nun tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandırıyorlar!
Mansur Yavaş’a bu yakışır
İktidar, aklına gelen her engeli çıkartarak, Ekrem İmamoğlu’nun önünü kesmeye çalışıyor.
Bu arada bazı çevreler Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı kışkırtarak İmamoğlu’na karşı bayrak açtırmaya çalışıyor.
Bu sinsi çabaların farkında olan Mansur Yavaş, Ankara Elmadağ’da katıldığı iftar programında kesin ve net bir tavırla:
“Biz yol arkadaşının ayağının takılmasından fırsat bekleyecek, alçaklık edecek insanlardan değiliz!” dedi.
Ona da bu yakışırdı.
Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu’nu birbirine düşürmek isteyen “Art niyetli çevreler” gereken cevabı aldı, diye düşünüyorum.
Temel cehennemde!
Hikâye bu ya… Temel ölmüş… Sağlığında bazı günahlar işlediği için doğruca cehenneme gitmiş…
Zebaniler onu aralarına alıp sille tokat dövmeye başlamışlar!
Temel inledikçe onlar acımasızca vuruyor da vuruyorlarmış!
Temel “Bakın ağalar, beni dinleyin zebani beyler” demiş “Aklınızı başınıza toplayın, yanlış yapmayın. Müşteri kaybedeceksiniz! Zaten böyle yaptığınız için kimse buraya gelmek istemiyor!”
GÜNÜN SÖZÜ:
Her şeyi bildiğini sanan siyasetçiler tehlikeli kişilerdir!
Source: Rahmi Turan
Kaybedecek çok şeyimiz var
Önümüzdeki iki yılda enflasyon tek haneye inemeyebilir, GSYH büyüme hızı artmayabilir. Gelir dağılımı pek düzelmeyebilir. Bunlara ben de katılıyorum. Ama böyle olursa kriz çıkar öngörüsüne katılmıyorum. Çünkü ortada iktisadi kriz tahminini destekleyen maddi olgular yok. Şu sıralarda benim zihnimi daha ziyade, Bahçeli’nin (pek tabii Başkan Erdoğan’ın bilgisi altında) başlattığı “Terörsüz Türkiye” girişiminin hüsranla bitip bitmeyeceği sorusu işgal ediyor. Nereden çıkardın şimdi bu hüsran lafını diye sorarsanız cevabım şudur: “Terörsüz Türkiye” sloganı, Öcalan’ın çağrısı üzerine “PKK’nın silah bırakıp, kendini feshedeceği” ümidiyle ihtiyatlı bir iyimserlik yaratmıştır. Bu olumlu beklenti, henüz yaygınlık kazanmadı. Ama süreç işledikçe bu da olacaktır. Kural olarak “beklentiler yükseldikçe, hüsrana uğrama ihtimali artar”. Çünkü hiçbir sonuç tarafların yükselen beklentilerini tatmin edemez.
Büyük ustamız Keynes’in vurguladığı gibi toplumların “hayvani ruhu” (animal spirit) pek çok krizin çözülmesinde başat rol oynamıştır. Hayvansal ruh, insanı yaşama bağlar. Bu güdüyle insanlar, şartlar ne kadar kötü olursa olsun, yaşamı ölüme tercih eder. İsrail karşısında yenilgiye uğramış Gazze’de veya iç savaş felaketi yaşamış Suriye’de, savaş bitti diye sıradan genç insanların zafer işareti yaparak arabalarla şehir turu atması “Hayattayım, yaşıyorum, yaşayacağım” duygusunun dışa vurumudur. Ben, askeri zafere değil, halkın refahına öncelik veren bir iktisatçı olarak “Terörsüz Türkiye” girişiminin “bona fides” ele alınmasından yanayım.
BEKLENTİLERİ DÜŞÜRMEK GEREK
Bu girişimin başarıya ulaşması için beklentileri şişirmek değil tam aksine düşürmek şarttır. Devletin PKK’dan, PKK’nın devletten talepleri vardır. Hakeza Türklerin Kürtlerden, Kürtlerin de Türklerden beklentileri vardır. Bunların çoğu birbiriyle kabili telif değildir. Dolayısıyla muhtemel mutabakat ancak tarafların bugünkü kırmızı çizgileri içinde ortaya çıkabilir. Herkes kendini buna hazırlamalı, kırmızı çizgilerini pembeleştirmelidir. PKK’nın yapacağı en büyük yanlış, “Terörsüz Türkiye” girişimini “silah bırakır, örgütü sureta feshedersek, hükümet taleplerimizi yerine getirecek” diye anlamasıdır. Aynı şekilde hükümet daha önemlisi muhalefet, Öcalan’ın çağrısını Türk halkına “PKK’nın kurucusu, yenilgiyi kabul etti, örgütünü teslim olmaya davet etti” diye anlatmamalıdır. Böylesi bir anlatım da süreci çıkmaza sokar. Esas çıkmaz, tarafların TBMM’deki toplantılara “proje gerçekleşmezse gerçekleşmesin, bizim kaybedecek bir şeyimiz yok” ruh haletiyle katılmasıdır. Kazanacak bir şeyi olmayanların bile her zaman kaybedecek çok şeyleri vardır.
DEMOKRASİ TALEBİ SONUNDA PARAYA ÇIKMASIN
Tek devlet, tek bütçe demektir. Eğer “demokratik” Kürtlerin kafasından, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki sınır kapılarında tahsil edilecek gümrük vergilerini merkezi hükümetle bölüşmek, bölgedeki HES’lerde üretilen elektrik enerjisini ulusal sisteme parayla satmak veya yine bölgeden çıkarılan petrolden yerel yönetimlere redevans ödenmesini talep etmek geçiyorsa, işimiz çok zor demektir. Yazının sonuna geldim ama “dış güçler” muhabbetine girmedim. Doğrudur. Dış güçler müdahil olmasaydı “Terörlü Türkiye” olmazdı. Dolaysıyla “Terörsüz Türkiye” projesi de olmazdı. Ancak çözüm dış güçleri değil iç güçleri ikna etmekten geçmektedir. Sürekli dış güçlerden yakınmak ve onların tezgahladığı komploları anlatmak zavallılıktır.
SON SÖZ: Zavallı, zevaldan kurtulamaz.
Source: Ege Cansen
Erbaş, 6236 ayetin içinden bunu seçti
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından önceki gün Beştepe’de 8.Ulusalarası İyilik Ödülleri töreni düzelendi.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 8. yılını dolduran Ali Erbaş, programa katılan AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Celi Sülüs hat sanatıyla yazılmış bir tablo hediye etti. Tabloda Fetih Suresi’nin 10. ayeti yazıyor. Bu surenin meali aynen şöyle: “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”
NEDEN O AYETİ SEÇTİ?
2017 yılında başkanlığa atanan ve 2021 yılında ikince kez bu göreve seçilen Erbaş’ın hediye ettiği tabloda ‘biat’ yer alan ayeti seçmesi tartışmalara neden oldu. Kur’an-ı Kerim’de yaygın olarak bilindiği haliyle 6666 ayet var. (Bu sayı Din İşleri Yüksek Kurulu’na göre 6236 ayet) Sosyal medyada, Erbaş eleştiri konusu oldu. Ankara kulislerinde süresinin dolacağı eylül ayından önce görevden alınabileceği konuşulan Erbaş’ın, ‘çok özel hediyeyi’ bu ihtimali ortadan kaldırmak için seçtiği öne sürüldü.
MESAJ ÇARPITILIYOR
Bu iddia, sosyal medyada gündem olunca Diyanet, açıklama yapmak zorunda kaldı. Açıklamada şöyle denildi:
“Kur’an’la hemhal olmayan ve ayetlerin anlamını bilmeyenler, bu ilahi mesajı çarpıtmaya çalışmış olmalı. Ancak bu ayeti bağlamından kopararak yorumlayan hiçbir ilim adamı bugüne kadar çıkmamıştır. Eğer eleştiri ayetin anlamına yönelikse, bu, cehaletin korkunç bir tezahürüdür. Bu kadar açık bir mesaj taşıyan ayetin, anlamsız tartışmalara malzeme edilmesi, ülkemizin düşünsel geleceği açısından endişe vericidir.”
Source: Yavuz Alatan
Atilla Yeşilada: Ekonomi siyasi gerginliği kaldırmaz
Siyaset gündeminin ısındığı günlerde Merkez Bankası (TCMB) aralıkta başladığı faiz indirimlerini sürdürerek politika faizini yüzde 42.5’e çekti. Merkez’in faiz indirimlerine erken başladığını düşünen Ekonomist Atilla Yeşilada, ‘bundan sonrası çok tehlikeli’ diyerek, siyasi tartışmalara dikkat çekti. SÖZCÜ’ye konuşan Yeşilada, TÜSİAD soruşturmaları, diploma tartışmaları gibi tansiyonu yükselten gelişmelerin Türkiye’ye kazandırmayacağını söyledi ve “Böyle giderse Türkiye siyasi gerginliği kaldıramaz. Sadece ekonomik anlamda konuşmuyorum sosyal etkileri de büyük olur” dedi.
SARAY’DAN GELEN RİCA (!)
Yeşilada, “Enflasyonla dört başı mağrur bir mücadele sürdürülmek isteniyorsa yapısal reformlar gerçekleştirilmeli. Türkiye ekonomisinin daha az enflasyon üreterek, daha fazla sanayi üretimi ve daha fazla hizmetler üretmesi için adımlar atılmalı. Şu ana kadar yapılan faiz indirimleri finansal açıdan zarar değil, TL’den dövize geçmeyi tetikleyecek veya carry trade’in önünü kesecek kadar fazla bir indirim değil. Ancak bundan sonrası çok tehlikeli” değerlendirmesini yaptı. Erken seçim tartışmaları ile birlikte siyasi belirsizlikler piyasaların gündemine tam olarak girdiğinde, Merkez Bankası için kritik bir dönemece gelineceğini öngören Yeşilada, “Şu veya bu nedenlerden, seçimden dolayı enflasyon beklentileri yeniden yükselirse, Merkez Bankası’nın ‘siyasi etki’ ile mi ‘kendi başına’ mı hareket ettiğini o zaman görürüz. TCMB kararları üzerinde politik etki olduğu yönünde düşünceler sürüyor. Özel sohbetlerde Saray’dan gelen rica üzerine faiz indirildiğini düşünen yabancılar var” yorumunda bulundu.
BİR SEFERLİK SERVET VERGİSİ ŞART
Atilla Yeşilada, “Vergi reformu konuşuyoruz. Mehmet Şimşek doktor, sanatçı denetleyerek vergi toplamaya çalışıyor. Gelir Vergisi veya bir seferlik Servet Vergisi şart” dedi. Enflasyonla mücadelenin güçlü TL politikasına güvenilerek sürdürüldüğünü ve bunun sıkıntılı bir politika olduğunu düşünen Yeşilada, “Buradan çıkmak, doları serbest bırakmak zorundasınız. Ekimde turistler gidip okullar açıldığında biriken risklerin etkisi açığa çıkar. Bu nedenle siyasi baskı sürdürülemez” diye konuştu.
BUNLAR ‘İNŞALLAH’ POLİTİKALARI
Temkinli karamsarlığının iki istisnası olduğunu anlatan Atilla Yeşilada, ABD Başkanı Donald Trump kaynaklı Avrupa ile yakınlaşıp Gümrük Birliği müzakerelerinin başlamasının devrim niteliği taşıyacağını, bununla birlikte Ortadoğu’daki gelişmelerle petrol fiyatlarının 40-50 dolara düşmesiyle cari açık ve enflasyonun kendiliğinden düşebileceğini belirtti. Yeşilada, “Ancak bunlara güvenilerek politika yapılmaz. Bunlar inşallah politikaları” açıklamasını yaptı.
‘HERKES SİYASİ BASKIDAN KURTULMAK İSTER’
Atilla Yeşilada, şöyle devam etti: “Diploma denildiğinde bu ülkede akla Cumhurbaşkanı gelir, bugünlerde İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploması konuşuluyor. Bununla ne elde edilmek isteniyor anlaşılır gibi değil. SONAR’ın son anketinde İmamoğlu’na açılan sahte diploma soruşturmasını yanlış bulanların oranı yüzde 58.3 olarak ölçüldü. ‘TÜSİAD’a açılan soruşturmayı doğru buluyor musunuz’ sorusuna yüzde 47 ‘doğru bulmuyorum’ cevabını verdi. ‘Doğru’ bulanlar ise sadece yüzde 22. Mısır’da fabrikalar kurulduğunu duyuyoruz. Bence bunun nedenlerinden biri de herkesin siyasi baskıdan kurtulmak istemesi. ‘AKP’liyim, beni etkilemez’ diye bir şey de yok. Ekonomide herkesin en çok korktuğu şey devletin malınıza el koymasıdır. Bunu bir günde görmeyiz. Özellikle orta ve küçük ölçekli şirketlerin ya yatırımları ertelediğini duyarız ya da yurt dışına taşıdıklarını duyarız. Tansiyon bir gecede götürür haberiniz bile olmaz, buna benzer.”
Source: Mehtap Özcan Ertürk
Vatandaşın umudu ‘sözde şifa’ya kaldı
2023 yılında ünlü bir ismin dört günlük karanlık inziva meditasyonu çok konuşuldu. Türkiye’de pek çok yoga okulunun da kurucusu olan isim tarafından gerçekleştirilen ‘karanlık inziva’ için 2025 yılı ücretinin 14.800 TL olduğu bilgisi yer alıyor. Geçen yıl Göbeklitepe’de 69 bin TL karşılığında ‘ağlama turları’ düzenlendiği de ortaya çıkmıştı. Sosyal medyadaki ‘şifalanma’ hesaplarında sadece bu bölgede değil, Türkiye’de başka boyutlara açılan 7 noktada olduğu iddiası sıkça dolaşıyor.
VERGİ ÖDEMİYORLAR
Son olarak Belgrad Ormanı’nda hayatını kaybeden Ece Gürel ile birlikte 12.000 TL’lik cadılık eğitimi gündeme gelmişti. Bunların yanı sıra kurşun dökme, astroloji haritası çıkarma gibi pek çok işlem için elden ücret alınıyor, dolayısıyla herhangi bir vergi ödenmiyor. Bu işlemler bir şirket çatısı altında değil daha çok sosyal medya üzerinden veya ilişkiler ağı üzerinden gerçekleştiriliyor.
Psikologlar da cep yakıyor
Enerji, kuantum, titreşim, şifalanma adı ne olursa olsun, resmi kurumlarca onaylanmamış, denetime tabi olmayan, bilimsel eğitimden uzak yöntemlerin insanlar tarafından sorunlara çare olarak görülmesi büyük risk taşıyor. Türkiye’de psikolog seans ücretleri ortalama 3.000 TL olsa da büyükşehirlerde başlangıç ücreti tek seans için 5.000 TL civarında seyrediyor. Haftada 1 gün gerçekleştirilen seanslar için vatandaşın bütçesinden 20 bin lira ayırması gerekiyor.
Source: Haber Merkezi
Mükemmeliyetçilik büyük bir yalan
Bir davet üzerine Berlin”deki Humboldt Üniversitesi”ndeydik. Burası, mükemmeliyetçilik üzerine önemli çalışmalara imza atan Karen Horney”in de eğitim aldığı üniversiteydi. Bu vesileyle, mükemmeliyetçilik üzerine derin bir sohbet gerçekleştirdik. Ben de bu haftaki yazımda, mükemmeliyetçiliği ve hayatımızdaki etkilerini kaleme almak istedim. Mükemmeliyetçilik… Kulağa ne kadar güzel geliyor değil mi? En iyisini yapmak, en yükseğe ulaşmak, hiçbir hata yapmamak… Oysa işin aslı öyle değil. Mükemmeliyetçilik, görünüşte bir başarı arayışı gibi dursa da, derinlerde çoğu zaman kendini sevememenin, kendini olduğu hâliyle yeterli görememenin bir sonucudur. Birçoğumuz farkında olmadan “Hata yaparsam sevilmem, yanlış yaparsam değerim azalır” inancıyla büyüdük. Çocukken gözlerindeki ışığı görmek için öğretmenlerimizin onayına muhtaçtık, ailemizin takdirini kazanmak için hep en iyisini yapmak zorundaydık. Zamanla öğrendik: “Mükemmel olmalıyım ki seveyim kendimi.” Ama işte tam burada en büyük yanılgıya düştük. Çünkü mükemmelliğin peşinde koşarken en önemli şeyi kaybettik: Kendimizi… İNSANI YALNIZLAŞTIRIR Mükemmeliyetçi insanlar hata yapmaktan o kadar korkarlar ki, zamanla risk almamayı öğrenirler. Yeni şeyler denemek yerine bildikleri yolda ilerlerler, çünkü yanlış yapmaktan duydukları korku, onları hareketsiz bırakır. Başarı odaklıdırlar ama asıl dertleri başarı değildir. Onların asıl derdi, “Başarısız olursam ne olur?” sorusunun cevabıdır. Peki mükemmel olmaya çalışırken ne olur? Zamanla yalnızlaşırlar. Çünkü mükemmel görünen birine kimse yaklaşamaz. İnsan ilişkileri kırılganlıkla, açıklıkla, hata yapıp birlikte öğrenmekle güçlenir. Ama mükemmeliyetçi biri, hatalarını sakladıkça, yanlışlarını kabul etmedikçe, kimseyle gerçek bir bağ kuramaz. Mükemmeliyetçi insanlar çoğu zaman kontrolcüdür de. Sadece kendi hayatlarını değil, çevrelerindeki insanların hayatlarını da yönetmek isterler. Neden? Çünkü bir şeyin yanlış gitmesine tahammülleri yoktur. Ama unuttukları bir şey var: Hayat, kontrol edilemez. Bir nehir nasıl ki kendi yolunu bulur, hayat da öyle akar. Ona ne kadar direnç gösterirsen, o kadar yorulursun. KUSURSUZLUK KUSURLARDA GİZLİ Düşünsene, doğanın kendisinde bile mükemmeliyet yok. Ağaçların dalları dümdüz değil. Nehirler doğrusal akmaz, kıvrıla kıvrıla yollarını bulurlar. Aynı türden çiçekler bile aynı boyda değildir. Bir kuş diğerinden daha hızlı uçar, biri diğerine göre daha beceriklidir. Ama tüm bu farklılıklar doğanın dengesini oluşturur. Peki insan? İnsan da doğanın bir parçası değil mi? O hâlde neden mükemmel olmaya çalışıyoruz? Hatalarımız bizim imzamızdır. Bizi biz yapan, öğrenmemizi sağlayan şey hatalarımızdır. Tıpkı düşmeden yürümeyi öğrenemeyeceğimiz gibi, yanlış yapmadan da gelişemeyiz. Bir düşün: Bir çocuk yürümeyi öğrenirken kaç kez düşer? Ve her düşüşünde tekrar ayağa kalkar. Ama bir yetişkin hata yaptığında ne yapar? Kendi kendini yargılar, suçlar, cezalandırır. Oysa belki de hata dediğimiz şey, bizim en büyük öğretmenimizdir. DAHA FAZLA STRES VE YALNIZLIK Tabii ki burada önemli bir ayrım yapmak lazım: Bir işi en iyi şekilde yapmaya çalışmak başka, mükemmel olmaya çalışmak başka… Bir işi tutkuyla, sevgiyle yapmak insanı besler, geliştirir. Ama mükemmel olmaya çalışmak insanı tüketir. Çünkü mükemmeliyetçilik, tatmin duygusunu elimizden alır. “Daha iyisi olabilirdi” düşüncesi, yaptığımız hiçbir şeyin yeterince iyi olmadığını hissettirir. Ve işin ironik tarafı, mükemmeliyetçiliğin bizi başarıya götürmesi gerekirken, tam tersi olur. Sürekli stres, kaygı ve baskı altında olduğumuz için verimli olamayız. Mükemmeliyetçi insanlar ya işleri erteleyerek ya da sürekli kontrol ederek kendilerini yorarlar. “Ya mükemmel olmazsa?” düşüncesi, işleri bitirmelerini bile engelleyebilir. Bazıları kendini aşırı eleştirirken, bazıları başkalarına güvenemez ve her şeyi kendi yapmak ister. Sonuç? Daha fazla stres, daha fazla yalnızlık… HATA YAPMADAN ÖZGÜR OLAMAZSIN Peki çözüm ne? Çözüm, kendini hata yapmaya izin verecek kadar sevmekte… Bırak bazen eksik olsun, bazen yanlış olsun. Çünkü belki de en büyük doğrular, en büyük yanlışların içinde saklıdır. Hayat, planladığımız gibi gitmez. Ama zaten gitmemesi güzeldir. Düşmek de bu yolculuğun bir parçasıdır. Önemli olan düşmemek değil, düştüğünde tekrar ayağa kalkabilmek… Kendine biraz alan tanı. Öyle kusursuz olmaya çalışma. İnsanlar seni mükemmelliğin için değil, içtenliğin için sevecek. Çünkü sen hatalarınla, kırılganlığınla, eksikliklerinle de değerlisin. Sen olduğun hâlinle zaten tam ve yeterlisin. Kendi ışığını görmek için başkalarının onayına ihtiyacın yok. En güzel hâlin, en doğal hâlin. Ve unutma, bazen kusurlar, bizi insan yapan en güzel şeylerdir… Hayat, bir yarış değil; bir deneyim yolculuğudur. Her adımda hata yapmak, duraksamak, bazen yanlış yönlere sapmak, bazen de geri dönmek zorunda kalmak işin doğasında var. Ama ne garip ki, insan en çok hata yapmaktan korkuyor. Oysa dümdüz, hatasız bir yolculuk, ruhu beslemeyen, karakteri güçlendirmeyen bir yolculuktur. Hataların, sana kim olduğunu öğreten en büyük rehberlerdir. Onlardan kaçmak yerine, onlarla dost olmayı öğren. Çünkü en büyük özgürlük, kendini her hâlinle kabul etmekten geçer. Mükemmel olma çabası seni zincire vurur; o zinciri kırmanın tek yolu ise kendine hata yapma izni vermektir. Bugün, kendine biraz daha yumuşak davran. En iyisini yapmaya çalış ama mükemmel olmak için kendini harap etme. İnsanlar seni kusursuz olduğun için değil, içten olduğun için sevecek. Ve belki de asıl başarı, hiçbir zaman kusursuz olmaya çalışmadan, hayatı tüm kusurlarıyla kucaklamayı öğrenmektir.
Source: Hakan Mengüç
İsrail ordusu Gazze”de iftar yemeğine drone ile saldırdı korku ve panik anları kamerada
Sosyal medyada dolaşan bir videoda, İsrail ordusunun Quadcopter tipi drondan Cafer-i Tayyar Camisi çevresine ateş açtığı ve iftar için camiye gelen çocukların, yoğun ateş altında mahsur kalarak yemek yiyemedikleri anlar yer aldı. Videoyu çeken kişi de İsrail ordusuna ait drondan ateş açılması dolayısıyla cemaatin ve çocukların akşam namazını kıldıktan sonra cami içerisinde mahsur kaldığını belirtti. Aynı kişinin, elindeki yiyecekle korku içinde caminin duvarına yaslanan ve oraya sığınmaya çalışan bir çocuğu teselli ettiği ve bu sırada dronun caminin çevresine ateş etmeyi sürdürdüğü görülüyor. Dron saldırısında ölen ya da yaralanan olmadı.
Source: Internet Haber