Bel ağrısı nasıl geçer?
Uzmanlara göre ağır kaldırma, ani hareket, aşırı egzersiz, hareketsiz yaşam, kas zayıflığı, fazla kilo ve kötü duruş bozuklukları gibi birçok nedenle oluşan bel ağrısı sık görülen sağlık sorunlarından biri…
Kimi bel ağrılarının kısa süreli ve geçici olduğunu, şiddetli ağrıların ise mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirten Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Aybars Akkor, bu konuda bilinmesi gerekenleri şöyle sıraladı:
Bel tutulması dinlenmeyle bile geçer
En sık rastlanan sorun bel tutulmasıdır. Soğukta kaldığımızda, uzun zaman biçimsiz oturduğumuzda veya rahatsız bir yerde yattığımızda omurların arkasında bulunan eklemler birbiri üzerinde kayar, tutulup kalırız.
Bazen yerimizden bile kalkamayabiliriz. Bu tutulmaların özelliği ağrının belde daha çok olması, bacaklara fazla vurmamasıdır.
Hiç bir tedavi uygulanmadan üç dört gün yatak istirahati bile iyileşmemizi sağlayabilir. Duruş, oturuş ve yatış pozisyonunu doğru konumlamak, bilhassa otururken bel destekleği kullanmak bel ağrısına iyi gelir. Böylelikle eklem yerine döner ama tam oturmaz, bu da daha sonra tekrar tutulmamızın yolunu açabilir. Çaresi kayroprakti gibi, osteopati gibi manuel terapilerle o eklemi tam yerine yerleştirmektir. Bu tedavilerle hasta beş dakikada tekrar ayaklanabilir.
İşte bel fıtığının bel tutulmasından farkı
En sık rastlanan bel ağrısı nedenlerinden biri de bel fıtığıdır. Omurlar arasındaki disk dışarı doğru taşar, omuriliğe veya omurilikten çıkan sinirlere bası yapar.
Bel fıtığının bel tutulmasından farkı, ağrının ağırlıklı olarak bacağa yayılmasıdır. Fıtığın büyüklüğüne göre uyuşma ve güç kaybı da görülür. Özellikle fıtığın ilk oluştuğu 48 saatte çok şiddetli ağrı oluşur, sonra vücudun fıtığa göre şeklini değiştirmesi sonucu ağrılar azalır.
Ameliyatsız da tedavi edilebilir
Eğer ağrı bacağa vuruyorsa bel fıtığının ne derecede olduğunu tespit etmek için MR çekilmelidir, tomografi ve EMG denilen sinirleri ölçen testin bel fıtığında yeri yoktur.
Eğer MR’da görülen bası çok fazla değilse, fıtıktan bir parça kopmamışsa ve hastada belirgin bir güç kaybı yoksa hasta, fizik tedavi, manuel terapiler, traksiyon denilen bel çekme yöntemleri ve ağrı tedavisi ile iyileşebilir.
Bu belirtilerde ameliyat şarttır
Eğer hastada güç kaybı varsa, topuklarına basarak yürüdüğünde bir ayak diğeri kadar kalkmıyorsa, ya da parmakları üzerinde yürürken bir topuk diğeri kadar kalkmıyorsa, yürürken sık sık durma ihtiyacı varsa hasta ameliyat edilmelidir.
Eğer hastada belirgin bir güç kaybı yok, sadece ağrı ve uyuşukluk var, ama MR’da fıtıktan büyük bir parça koptuğu görülüyorsa da hastanın tedavisi yine ameliyatla olur.
Kopan parça araştırmalara göre yüzde 4 oranında kaybolma şansına sahipken yüzde 96 oranında hastada kalıcı sakatlıklara yol açabilir. Bu riski göze almamak gerekir.
Felç oluşma riski var mıdır?
Bel fıtığında yapılan ameliyatlarda günümüzde en çok kullanılan ‘endoskopik mikrodiskektomi’ yöntemi, büyük Türk tıp adamı Prof Gazi Yaşargil’in dünya tıbbına kazandırdığı bir yöntemdir.
Halk arasında kapalı ameliyat olarak bilinen ve mikroskop altında yapılan bu ameliyatlar ortalama 20 dakika sürmekte, hemen hemen sakat kalma, felç olma riski bulunmamaktadır. Hasta ameliyattan iki üç saat sonra ayağa kalkabilmekte aynı gün veya ertesi gün evine gidebilmektedir. 4-5 gün sonra da normal yaşamına dönebilir.
Yürümede ve sırt üstü yatmada güçlük varsa…
Bel ağrılarının diğer önemli bir nedeni de omuriliğin geçtiği kanalın daralmasıdır. Bu omurların düz diziliminin bozulduğu bel kaymasında veya omurga kanalının içindeki yumuşak dokuların kireçlenme sonucu omurilik veya sinirlere bası yapması, tıptaki adıyla spinal stenoz sonrası görülür.
Hastadaki belirgin şikayet yürümekte güçlüktür. Ayrıca her iki bacakta uyuşukluk, kramplar, yanmalar görülebilir. Hastalarda bel ve kalçadan başlayıp bacağa, ayağa yayılan ağrı olabilir.
Bel omurilik kanalı daralması olan hastalar, sırt üstü yatmakta güçlük çekebilir. İleri dönemlerde bu hastalarda, öne eğilerek yürüme eğilimi ortaya çıkar.
Ne zaman ameliyat gerekir?
Tedavisi, hastanın yürüme süresiyle belirlenir. Hasta 50-100 metre yürüdükten sonra durmak zorunda kalıyorsa ameliyat edilmeli, yarım saat veya daha fazla durmadan yürüyebiliyorsa fizik tedavi, ağrı tedavisi gibi yöntemler tercih edilmelidir.
Önemli olan doğru teşhistir
Bel ağrısının en sık rastlanan sebepleri bel fıtığı, tıpta faset sendromu dediğimiz bel tutulması, bel kayması veya belde omuriliği sıkıştıran darlıklardır. Öte yandan kemik erimesi sonucu vücuttaki kemikler zayıflar.
Bu durum da ani gelişen bel ağrılarını meydana getirebilir.
İyi veya kötü huylu tümörler de bel ağrısına sebebiyet verebilir.
Prostat ve meme kanseri kemikler metastaz yaparak, bele sıçrayıp bel ağrısı yapabilir.
Böbrek enfeksiyonu, safra kesesi iltihabı, şeker hastalarında sinir yıpranmasına bağlı olarak oluşan nöropatiler de bel ağrısına neden olur.
Dolayısıyla bel ağrısında önemli olan doğru teşhis konulması ve ona göre doğru tedavinin düzenlenmesidir.
Source: Nazan Doğaner Halici
Müsilaj yeniden su yüzüne çıktı
2021 yılında tüm Marmara Denizi’ni saran ve kamuoyunda “deniz salyası” olarak bilinen müsilaj sorunu, tekrar görünür hale geldi. Kocaeli Karamürsel, Bursa Gemlik, Çanakkale Eceabat ve İstanbul Kınalıada’da su üstüne çıkan müsilaj sahilleri kapladı. Görüntüler Marmara Denizi’nin can çekiştiğini ortaya koydu.
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Mustafa Sarı’ya göre müsilajın ana nedeni Marmara Denizi”ndeki kirlilik yükü. 2021 yılında başlatılan 22 maddelik Marmara Denizi Eylem Planı’nın uygulamada yetersiz kaldığını belirten Sarı, “Bakanlık 19 maddenin başarıldığını söylüyor, ben 11’inin başarıldığını düşünüyorum. Bilim kurulu ve koordinasyon kurulu kurulu oluşturuldu.
Müsilajın azaltılmasına, atık yükünün azaltılmasına yönelik yasal düzenlemeler yaptık, limitler değiştirildi. Marmara Denizi özel çevre koruma bölgesini ilan edildi. Amaç Marmara”nın kirlilik yükünü azaltmaktı. İşte başarılamayan maddelerden bir tanesi bu, Marmara”nın kirlilik yükünü azaltamamışız. Esas noktada başarılı olunamadı. 2021’de ileri biyolojik arıtma oranı %51’di, 2024’te sadece %0.7 artarak %51.7 olmuş yani ilerleme neredeyse yok” sözleriyle tabloyu özetledi.
Atıkların Marmara için en büyük kirletici olduğunu belirten Prof. Dr. Sarı, “Denize arıtılmadan boşaltılan evsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların büyük bir tehdit oluşturduğunu vurgulayan Sarı, “25 milyon insanın atığının yarısı hâlâ arıtılmadan Marmara’ya dökülüyor. Endüstriyel atıkların %70’i arıtılmadan denize veriliyor. Tarımsal atıklarda arıtma zaten yok. Bu tabloyla müsilajı engellememiz mümkün değil” dedi.
Ekosistem zarar görüyor
Müsilajın su altı ekosistemini yok ettiğine dikkat çeken Prof. Dr. Sarı, “Müsilaj sadece çevreyi değil, ekonomiyi ve toplum sağlığını da tehdit ediyor. Deniz çayırları fotosentez yapamıyor, Pina, Midye, sünger gibi sabit canlılar müsilajın altında kalarak ölüyor. Balıkların yumurtaları yüzeye çıkıp ölüyor, gemi makineleri zarar görüyor ve turizmi etkiliyor” ifadelerini kullandı.
Birlikte hareket edilmeli
Durumu sadece çevre krizi değil aynı zamanda ekonomik ve sosyo-psikolojik bir kriz olarak da gören Sarı, çözümün hâlâ mümkün olduğunu söylüyor: “Amasız, fakatsız bu 22 maddelik eylem planını uygulamamız lazım. Evsel atıkları, endüstriyel atıkları ve tarımsal atıkların bir litresini bile ileri biyolojik arıtmadan geçirmeden Marmara Denizi”ne vermemeliyiz. Müsilajın önüne ancak böyle geçeriz. Denizdeki PIina”nın, denizdeki yengecin, balığın belediyeleri kimin yönettiğinden haberi yok, bizim bir tane talebimiz var. Yerel ve merkezi yönetimler ile sivil toplum bir araya gelsin ve bir an önce Marmara Denizi”ne akan bu kirlilik kaynakları durdurulsun. Kirliliği azaltılmajı ve müsilaj oluşumunun önüne geçer. Ancak böyle bir durumda Marmara denizi kurtulur. Aksi halde müsilaj önümüzdeki yıllarda da daha çok bizim başımıza dert olmaya, bela olmaya devam edecek.”
Haberin kaynağına buradan ulaşabilirsiniz
Source: aktifhabercom
Aşı olmayanlarda tehlike 3 kat daha büyük!
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, ani kalp krizi vakalarının, Covid-19 aşıları ve kalp-damar sağlığı üzerindeki etkilerine yönelik uyarılarda bulundu.
İngiltere ve İsrail’de yapılan milyonlarca kişinin takip edildiği uzun vadeli çalışmalara dikkat çeken Prof. Dr. Özlü, aşı olmayan bireylerin pıhtılı hastalık oranının, aşı olanlara kıyasla 3 kat fazla olduğunu ifade etti. Özlü, “Son zamanlarda kamuoyunda tanınmış kişilerin kalp krizi ile erken ölümleri ister istemez hepimizi üzdü. Aynı zamanda, ‘Acaba bu krizlerin, Covid aşıları ile bir ilişkisi var mı?’ şeklinde kuşkular dile getiriliyor. Böyle uzun vadeli yaklaşık 2 yıl boyunca takip edilen ve milyonlarca insanın dahil edildiği çalışmalar var.
İngiltere ve İsrail aşılamanın iyi yapıldığı yerler. Bu insanları iki gruba ayırıp, aşılanan ve aşılanmayan grubu takip etmişler. Bu süre içerisinde her iki grupta ortaya çıkan kalp krizi ve inme gibi atar damar ve toplardamar ilgili pıhtı olaylarını ve hastalıların ortaya çıkma sıklığını karşılaştırmışlar. Sonuç ilginçtir ki; aşı olanların pıhtı ile ilgili hastalıklarının oranı, aşı olmayanlara kıyasla belirgin şekilde az olduğu ve aşı olmayanlar da ise 3 kat fazla pıhtılı hastalık ortaya çıkmış. Aşıların, pıhtı ile ilişkili kalp-damar, beyin-damar ve toplardamar sistem hastalıklarından koruduğu belirlenmiş” ifadelerini kullandı.
‘AŞILANMAMAK DAHA BÜYÜK BİR RİSK’
Aşı yapılmayarak alınan riskin çok fazla olduğunu kaydeden Özlü, “Yapılan pek çok araştırmada, özellikle Covid-19 geçirenlerde bu tür pıhtı ile ilişkili hastalıkların sayısının çok arttığını da biliyoruz. Bu da aslında aşılanmamakla aldığımız riskin çok fazla büyük olduğunu gösteriyor. Geniş çalışmaların sonuçları, aşı ile ilgili yapılan bu tür spekülasyonların geçersiz olduğunu ortaya koyuyor.
Bu tür pıhtı ile ilgili hastalıkların görülmesinin sebebi; pıhtılı hastalıkların kalp-damar sistemiyle, beyin-damar sistemi ile veya toplardamar sistemi ile ilgili hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştıran pek çok risk faktörünün normal yaşamımızda giderek daha fazla yer almaya başlamasıdır” diye konuştu.
‘OBEZİTE VE SİGARA BAŞLICA RİSK FAKTÖRÜ’
Günlük yaşamda artan risk faktörlerine değinen Özlü, “Hastalıkların ortaya çıkmasında; hareketsizlik, asansör kullanmak, araç kullanmak, günlük aktivitelerini kısıtlanması, beslenme bozukluğu, evde hazırlanmış taze gıdalar yerine işlenmiş gıdaların kullanılması ve obezite önemli faktörlerdir. Sigara kullanımı, stres gibi faktörlerin ve genetiğinde de buradaki rolü büyüktür. Bu faktörler riski artırıyor. Obezite ve sigara kullanımı ise en başta yer alıyor” dedi.
Source:
Sağlıksız yaşamın bedelini karaciğer ödüyor! Günümüzün hastalığı: Karaciğer yağlanması
Obezite ve sağlıksız yaşam alışkanlıkları, karaciğer yağlanmasının giderek artmasına neden oluyor. Günümüzün en yaygın sağlık sorunlarından biri haline gelen bu durum, özellikle hareketsiz yaşam tarzı ve alkol tüketiminin de etkisiyle daha fazla kişiyi tehdit ediyor. Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nden Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Yılmaz Bilgiç, karaciğer yağlanmasının sebeplerini ve risklerini anlattı. KARACİĞER YAĞLANMASI ARTIYOR Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Bilgiç, karaciğer yağlanmasının günümüzün en önemli sağlık problemlerinden biri haline geldiğini belirtti. Son 30-40 yılda karaciğer yağlanmasının giderek arttığına dikkat çeken Bilgiç, bu artışın temel nedenlerini şöyle sıraladı: “Karaciğer yağlanması günümüzün hastalığıdır. Son yıllarda şişmanlık yani obezitenin artması, sağlıksız beslenme alışkanlıkları, hareketsiz yaşam tarzı ve alkol tüketiminin artması bu sorunun temel sebepleri arasındadır. Obezitenin artması, karaciğer yağlanması vakalarını da beraberinde getirmektedir.” ÜÇ FARKLI YAĞLANMA TİPİ BULUNUYOR Karaciğer yağlanmasının üç ana başlık altında incelendiğini belirten Prof. Dr. Bilgiç, “Birincisi, Non-alkolik karaciğer yağlanmasıdır. Bu tür yağlanma genellikle obezite ve diyabet hastalarında görülür. Ancak genetik yatkınlık nedeniyle zayıf bireylerde de ortaya çıkabilir. İkinci olarak alkolik karaciğer yağlanması gelir. Alkolün uzun süreli ve düzenli olarak tüketilmesi sonucu ortaya çıkar. Üçüncüsü ise metabolik karaciğer yağlanmasıdır. Bu yağlanma, bazı hastalıklarla birlikte gelişen metabolik sendromun bir parçasıdır” dedi. GİZLİ TEHDİT: BELİRTİ VERMEDEN İLERLEYEBİLİYOR Karaciğer yağlanmasının belirti vermeden de ilerleyebileceğine değinen Prof. Dr. Bilgiç, bu durumun özellikle yüksek risk taşıyan bireylerde daha tehlikeli olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Bilgiç, “Karaciğer yağlanması bazen hiçbir belirti vermeden ilerleyebilir. Hastalar genellikle sağ üst kadranda dolgunluk ve ağrı hissiyle bize başvururlar. Ancak birçok vakada yapılan kan testlerinde veya başka nedenlerle çekilen ultrasonografide rastlantısal olarak tespit edilir. En riskli gruplar ise diyabet, alkol tüketimi ve obezitenin bir arada görüldüğü bireylerdir” diye belirtti. YAĞLANMA DERECELERİ ÖLÇÜLÜYOR Karaciğer yağlanmasının ultrasonografi ile değerlendirildiğini belirten Prof. Dr. Yılmaz “Ultrasonografide karaciğer yağlanması üç evrede incelenir: Steatoz 1 (S1), Steatoz 2 (S2) ve Steatoz 3 (S3). En ileri evre S3 olarak tanımlanır. Ayrıca karaciğerin sertliğini ve yağ miktarını ölçmek için Fibroscan adı verilen bir cihaz kullanıyoruz. Bu cihaz yardımıyla karaciğer yağlanması kantitatif olarak değerlendirilmektedir” diye konuştu. YAĞLANMA KARACİĞER YETMEZLİĞİNE DÖNÜŞEBİLİR Son yıllarda karaciğer yağlanmasının karaciğer sirozu ve yetmezliğinin en önemli sebeplerinden biri haline geldiğini ifade eden Prof. Dr. Bilgiç, “25 yıldır hekimlik yapıyorum. Eskiden karaciğer sirozunun en sık sebebi hepatit B ve C iken, günümüzde karaciğer yağlanması bu hastalıkların yerini almaktadır. Bu da gösteriyor ki, sağlıklı yaşam alışkanlıklarının benimsenmesi karaciğer sağlığını korumada kritik rol oynamaktadır” şeklinde konuştu.
Source: Internet Haber