“Activism Insights – Gazze’den Trump’a, Direniş ve Dayanışma”

Trump”ın geri istediği kanal nasıl ABD kontrolüne geçmişti?

Getty Images 31 Aralık 1999 da ABD Bayrağı indi, Panama bayrağı çekildi ve ilk kez Kanal Bölgesi nin sembolü olarak dalgalandı. Panamalılar kutlama yaptı Bu sahne, protestolar, gerilimler ve ölümlerle tanımlanan bir dönemin sonu anlamına geliyordu. Kanalın birkaç yıl işletmeciliğini yaban Alberto Aleman BBC ye yaptığı açıklamada Panama halkının reaksiyonunu görmek etkileyiciydi diyor. 25 yıl sonra okyanuslararası güzergahın egemenliği, ABD de göreve başlayacak Başkan Donald Trump ın tartışmalı sözleriyle yeniden gündeme geldi. Trump geçtiğimiz günlerde ABD gemilerinin kanalı kullanmak için ödediği para için Kazıklanıyoruz dedi. Trump bu durum değişmezse Panama Kanalı nın tamamen, çabucak ve soru sorulmadan ABD ye devrini talep edeceklerini söyledi. Panama Devlet Başkanı Raúl Mulino ise sosyal medyadan gösterdiği tepkide Kanalın her bir santimetrekaresi Panama ya ait olmaya devam edecek dedi. Peki, nasıl bu noktaya gelindi? Getty Images Kanal bölgesinde protesto gösterisi yapan Panamalı öğrenciler. Bir İç savaş ve Fırsat Büyük Okyanus u Atlantik Okyanusu na bağlayan bir kanal inşa etmek 16. yüzyıldan bu yana Avrupalı yerleşimcilerin gündemindeydi. O zamanlar güney denizlerine tek erişim, Şili nin güneyindeki Macellan Boğazı üzerindendi ve bu da Umut Burnu nun tehlikeli sularıyla yüzleşip, büyük mesafeler kat etmek anlamına geliyordu. O zamanlar Kolombiya toprağı olan Panama dan geçiş ilk olarak 19. yüzyılda denendi. Bogota kanalın inşa hakkını, Mısır da Süveyş Kanalını inşa eden Fransız mühendis Ferdinand de Lesepps e verdi. Ancak bir çoğu Afrikalı köle olan işçilerin hastalıklardan etkilenmesi, nem ve sürekli yağan yağmur, projeyi iflas ettirdi. ABD nin bu deniz güzergahına ilgisi de işte bu dönem artmaya başladı. O zamanlar Kolombiya binlerce kişinin ölümüne yol açan bir iç savaştan çıkıyordu. Siyasal gerilim çok yüksekti ve bu durum da nihayetinde Panama nın bağımsızlığıyla sonuçlandı. Getty Images Panama Kanalı, Büyük Okyanus ve Atlantik Okyanusu arasındaki geçişi açtı. ABD o zamanlar Porto Riko ve Küba nın kontrolünü ele geçirmiş olan bölgenin yükselen gücüydü ve Kolombiya daki iç karışıklığı büyük bir fırsata dönüştürdüler. ABD kanal yapımı hakkını almak için 40 milyon dolar ödeme yapmayı önerdi. Bu da, ABD ve Kolombiya arasındaki kanal inşaatı haklarını belirleyen Herran-Hay Anlaşması nın temelini oluşturdu. Karmaşık bir müzakere süreciydi ve 5 Ağustos 1903 te Kolombiya hükümeti, ülkenin egemenliğini ihlal ettiğini öne sürerek teklifi reddetti. Bu süreçte hala Kolombiya nın bir parçası olan Panama ise ABD nin desteğiyle Bogota nın anlaşmayı reddetmesine karşı çıktı. ABD ise Kolombiya karşılık verirse, askeri müdahalede bulunacağını söyledi ve 3 Kasım 1903 te Panama bağımsızlığını ilan etti. Getty Images Kanal Bölgesi nde dalgananan ABD bayrağı. Panamalı tarihçi Marixa Lasso, ABD nin Panama daki huzursuzluğu Kolombiya nın müdahalesi olmadan istediği anlaşmayı elde etmek için mükemmel bir fırsat olarak gördüğünü söylüyor. Bölünmüş bir ülke ve gerilimin başlangıcı Panama nın bağımsızlığından sonra iki ülke Hay-Bunau-Varilla Anlaşmasını imzaladı. Anlaşma Panama nın bağımsızlığını garanti altına alırken, ABD ye kanalda ve Kanal Bölgesi denilen ve stratejik su yolunun her iki tarafındaki sekizer kilometrelik alanda ABD ye daimi kontrol veriyordu. Anlaşmaya göre Panama bunun için 10 milyon dolar tazminat alacaktı. 1913 te inşaat tamamlandığında, buharlı Ancon gemisi kanalı geçen ilk gemi oldu ve kanalın açılışını dünyaya ilan etti. Ancak kısa süre sonra gerilimler başladı. Ülke fiziksel olarak ikiye bölünmüştü. Binlerce Amerikalı aileleriyle birlikte Kanal Bölgesi nde yaşar ve çalışırken kendi yasalarını kullandı. Kanal Bölgesi sakinlerinin Panama halkıyla herhangi bir teması yoktu ve Panamalılar da bölgeye özel izin olmadan giremiyordu. Panamalıların öfkesi büyüdü ve ABD varlığının bitmesi ve Panama Kanalı nın geri verilmesini isteyen eylemler yaptılar. 1958 de bir grup üniversite öğrencisi tarafından Egemenlik Operasyonu başladı ve resmen ABD toprağı olan yerlere 75 Panama bayrağı diktiler. Getty Images Panamalı öğrenciler 1950 li yılların sonunda bu yana Panama Kanalı nın geri alınmasını isteyen gösteriler yaptılar. Öğrenci eylemlerinin liderlerinden Ricardo Rios Torres 2019 da BBC Mundo ya yaptığı açıklamada Bize buraya Panamalıların giremeyeceğini söylediler. O gün biz de artık korkmadığımızı söyledik ve sömürge varlığının sürekli devam etmesine son verecek yeni bir anlaşma istedik demişti. Kanalın geri alınmasında önemli olaylardan biri de 1959 daki Vatansever Yürüyüş oldu. Panamalılar bayraklarını taşıyarak Kanal Bölgesine girmeye davet edildi. Yürüyüş barışçıl başladı ama eylemcilerin bölgeye girmesi engellenince Panamalılar ve polis arasında çatışma çıktı ve onlarca kişi yaralandı. Her iki olay da daha sonra Panama da popüler olan Bayrak eken egemenlik biçer sözüne ilham verdi. Şehitler Günü Bu olaylar, izleyen yıllarda daha çok protesto eylemini tetikledi. Müzakereler sonucu 1962 de Panama Devlet Başkanı Chiari ve ABD Başkanı John F Kennedy arasında her iki ülkenin bayraklarının Kanal Bölgesi nde dalgalanmasını öngören bir anlaşma yapıldı. Ancak anlaşmanın yürürlüğe gireceği 1 Ocak 1964 tarihi geldiğinde, Kanal Bölgesi nde yaşayanlar valinin emrini görmezden geldi ve Panama bayrağını çekmeyi reddetti. 9 Ocak ta Panama Ulusal Enstitüsü nden onlarca öğrenci okul bayraklarını taşıyarak Kanal Bölgesi ne gittiler ve bayrağın Bilboğa Lisesi nde çekilmesini talep ettiler. Ancak ABD Polisi öğrencileri durdurdu ve 20 den fazla protestocunun ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına yol açan çatışmalar çıktı. Daha sonra bu gün Şehitler Günü diye anılmaya başlandı. Dönemin Panama lideri Roberto Chiari, iki ülke arasında yeni bir anlaşma imzalanana dek Washington ile ilişkileri keserek yanıt verdi. Birçok uzmana göre, Panama Kanalı nın 35 yıldan uzun süre sonra yine Panamalılara verilmesini sağlayan başlıca olayın bu olduğunu söylüyor. Getty Images Panamalı öğrenciler ve polis Kanal Bölgesi nde çatışırken. Torrijos-Carter Anlaşması O karanlık Ocak ayından sonra, 3 Nisan 1964 te ABD ve Panama arasındaki görüşmeler başladı. Her iki ülke de görüşmeler için özel büyükelçiler atadı. Ancak, Başkan Richard Nixon döneminde Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ve Panama Dışişleri Bakanı Juan Antonio Tack arasında bir ortak deklarasyon imzalanması 10 yıl daha sürdü. Bu deklarasyon, Panama Kanalı nda her iki taraf için de kabul edilebilir bir nihai bir anlaşma için net bir çerçeve sundu. Getty Images ABD Başkanı Jimmy Carter ve Panama lideri Omar Torrijos, 7 Eylül 1977 de imzalanan anlaşmadan sonra birbirlerine sarılırken. Bu nihai anlaşmanın temelinde, ABD ye Panama Kanalı nda haklar ve Panama nın bazı kesimlerinde yetkiler veren Han-Bunau-Varilla Anlaşması nın kaldırılması yatıyordu. ABD Başkanı Jimmy Carter ve Panama lideri Omar Torrijos un 7 Eylül 1977 de resmen imzaladığı anlaşmanın temelinde bu yatıyordu. Kanal Bölgesi nde egemenliğin Panama ya ait olduğunu ve Panama yasalarına tabi bulunduğunu kabul ettiler ve kanalın 31 Aralık 1999 da devri üzerinde uzlaştılar. Carter, kanalı Panamalılara geri vererek Amerikalıların büyük ve güçlü bir ülke olarak, egemen, gururlu ama küçük bir ulusla adil ve onurlu bir anlaşma yapabileceğini gösterdiğini söyledi. Geri dönüş Bir geçiş döneminin ardından, yüzyılın değişmesinden günler önce dünya genelinden yetkililer, resmi devir teslim törenine katılmak için Panama ya gitti. Carter ın kendisi de oradaydı. Panama City nin farklı noktalarına geri sayan saatler bulunan dev ekranlar konuldu. Getty Images Dönemin Panama lideri Mireya Moscoso, eski ABD Başkanı Jimmy Carter, devir teslimin son gününde birliktelerken. Dönemin Panama Devlet Başkanı Mireya Morosco Kanal Yönetim Binasına Panama bayrağını çekti ve devir teslim resmen yapıldı. Morosco Panama Kanalı Panamalılara aittir. Panama nihayet tam anlamıyla egemen bir devlet oldu demişti.

Source: Habertürk


İsrail katliamlarının sürdüğü Gazze”de “duran zaman” İtalyan sanatçının eserine yansıdı

Castaldo, Gazze”deki çocukların yaşadığı acılara dikkati çeken bu eserini, İtalya”nın turistik ve kültürel başkentlerinden biri olan Napoli’de sergiledi.

Sanatçı, eserine dair videoyu Instagram hesabından “Saatlerimiz çalışmaya ve çocuklarımız oynamaya devam ederken, yeryüzünde artık oyun alanlarının kalmadığı, çocukların oynamadığı bir yer var. Zamanın durduğu bir yer, Gazze.” ifadeleriyle paylaştı.

Videoda, Castaldo bir duvara New York, Napoli, Şanghay ve Gazze”nin saatlerini asıyor. Ancak, yalnızca Gazze saatinin durduğu ve camının kırıldığı görülüyor.

Napoli doğumlu Eduardo Castaldo, Filistin halkının sesi olmak amacıyla memleketinin sokaklarını adeta bir tuval gibi kullanarak, Filistin”de yaşanan acıları ve mücadeleyi sanatıyla görünür kılıyor.

Sanatıyla toplumsal meseleleri ele alan Castaldo, yaratıcılığını kullanarak İsrail”in Gazze’ye yönelik saldırılarını ve bu saldırıların yıkıcı etkilerini gözler önüne seriyor.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Kemal Advan Hastanesi Müdürü Ebu Safiyye Gazze”de İsrail işgaline karşı direnişin sembolü oldu

Gazze”nin kuzeyinde faaliyet gösteren nadir hastanelerden biri olan Kemal Advan, 27 Aralık”ta bir kez daha İsrail askerlerince baskına uğradı. İsrail askerleri, baskının ardından hastaları ve sağlık çalışanlarını hastaneden çıkardı.

Hastane Müdürü Ebu Safiyye, İsrail ordusunun saldırılarına rağmen Kemal Advan”ın faaliyetlerine devam etmesi için son ana kadar mücadele ederken hastalarını ve çalışma arkadaşlarını yalnız bırakmadı.

Doktor Ebu Safiyye”nin 27 Aralık”ta ağır yıkımın olduğu bir sokakta üzerinde beyaz önlüğüyle İsrail tanklarına doğru tek başına yürüdüğü anlar ise sembol haline geldi.

Bu, Ebu Safiyye”nin İsrail askerlerince alıkonularak bilinmeyen bir yere götürülmesinden önceki son karelerinden biriydi. Kemal Advan Hastanesi Müdürü”nün İsrail tanklarına doğru tek başına yürüdüğü kare sosyal medyada binlerce kez paylaşıldı.

Filistinli ve yabancı çok sayıda karikatürist, Ebu Safiyye”nin sembol haline gelen bu fotoğrafını çizdi.

İsrail ordusunun Gazze”deki işgaline karşı Filistinlilerin direnişinin sembollerinden biri haline gelen Ebu Safiyye, 27 Aralık”ta alıkonularak bilinmeyen bir yere götürüldü.

Ebu Safiyye”nin nerede olduğu ve sağlık durumuna ilişkin henüz bir bilgi yok.

Filistinli bir mültecinin oğlu olarak Gazze”de doğdu

Canı pahasına hastalarını ve çalışma arkadaşlarını bırakmayan Ebu Safiyye, 21 Kasım 1973″te Gazze”nin kuzeyindeki Cibaliya Mülteci Kampı”nda doğdu.

Ebu İlyas lakabıyla da bilinen Ebu Safiyye”nin ailesi, İsrail”in kurulduğu 1948″de tarihi Filistin topraklarındaki Askalan”dan (Aşkelon) zorla yerinden edilerek Gazze”ye sığınmıştı.

Mülteci bir babanın çocuğu olarak mülteci kampında dünyaya gelen Ebu Safiyye, Gazze”nin önde gelen çocuk doktorlarından biri olarak biliniyor.

Oğlunu kaybetti, İsrail saldırısında yaralandı yine de hastanesini terk etmedi

Ebu Safiyye, İsrail”in 7 Ekim 2023″ten bu yana Gazze”ye düzenlediği saldırılarda her Filistinli gibi ağır bedeller ödedi.

İsrail askerlerinin, 26 Ekim”de Kemal Advan Hastanesine düzenlediği saldırıda Ebu Safiyye”nin oğlu İbrahim hayatını kaybetti.

Beyaz önlüğüyle oğlunun cenaze namazını kıldıran Ebu Safiyye, evladını kaybetmesine rağmen görevine devam etti. İsrail ordusunun defalarca tehdidine rağmen Ebu Safiyye, Kemal Advan Hastanesini boşaltmayı ve bölgeden ayrılmayı reddetti.

Ebu Safiyye, 23 Kasım”da İsrail ordusunun hastaneye düzenlediği saldırıda uyluğundan şarapnelle yaralandı.

Filistinli doktor, saldırı sonrası “Bu bizi durdurmayacak. Çalıştığım yerde yaralandım ve bu bir onurdur. Kanım meslektaşlarımın veya hizmet verdiğimiz insanların kanından daha değerli değil. İyileşir iyileşmez hastalarıma geri döneceğim.” ifadeleriyle hafızalara kazındı.

Ebu Safiyye, yaralandıktan birkaç gün sonra baston ile hastalarına bakmaya devam etti.

İsrail ordusunun 6 Ekim”de başlayan ve devam eden kara saldırıları sırasında Ebu Safiyye, Kemal Advan”dan birçok kez dünyaya yardım çağrılarında bulundu.

Ancak Filistinli doktorun bu çağrılarına dünyanın sessiz kalmasıyla İsrail askerleri tank ve zırhlı araçlarla 27 Aralık”ta Kemal Advan”a baskın düzenledi.

Gazze”nin kuzeyindeki hizmet veren nadir hastanelerden Kemal Advan ise artık hizmet dışı kaldı.

Aradan geçen 4 güne rağmen Gazze”de İsrail işgaline karşı direnişin sembollerinden olan Ebu Safiyye”nin nereye götürüldüğü ve durumu ise hala bilinmiyor.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Gazze için 1 Ocak”ta Galata Köprüsü”nde tarihi buluşma! Hadi Özışık”tan çağrı

Milli İrade Platformu üyeleri, Filistin”deki katliama “dur” demek için 1 Ocak”ta Galata Köprüsü”nde düzenlenecek eyleme katılım çağrısı yaptı. “Dün Ayasofya, bugün Emevi, yarın Aksa” ve “Bir Güneş Doğuyor” sloganlarıyla Galata Köprüsü”nde düzenlenecek eylemle dünyaya güçlü bir mesaj verilecek. Türkiye Gençlik Vakfı”nın (TÜGVA) başlattığı programa ilişkin İnternethaber Yayın Grubu Başkanı gazeteci Hadi Özışık, herkesi 1 Ocak sabahı saat 08.30″da Galata Köprüsü”nde buluşmaya çağırdı. Yeni yılın herkese hayırlı olmasını ileyen Özışık, “Orada herkes Gazze”deki çocuklar için katliamların durması için gayret gösterebilir. Orada buluşalım” dedi.

Source: Internet Haber


AB, İsrail”in silah üreticilerine fon sağlamayı sürdürüyor

Avrupa Birliği”nin (AB), araştırma ve inovasyon programları kapsamında, milyonlarca avro fon sağlanan kurumlar arasında İsrailli silah üreticilerinin de yer alması dikkat çekiyor.

AB Komisyonunun araştırma ve inovasyon programları Horizon Europe ve Horizon 2020″ye dahil ülkeler arasında İsrail de yer alıyor.

Milyonlarca avro fon verilen İsrailli kurumlar arasında ise askeri faaliyetler yürüten İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii (IAI) ve Elbit Systems şirketleri olduğu biliniyor.

Uluslararası basında çıkan haberlere göre, İsrail’in saldırılarını başlattığı 7 Ekim 2023″ten bu yana ülkenin önde gelen silah üreticilerinden IAI’ye 640 bin avro olmak üzere İsrail kurumlarına toplam 238 milyon avrodan fazla fon sağlandı.

İsrail”in bir diğer silah üreticisi Elbit Systems şirketi ise Horizon 2020 kapsamında başvurduğu projeler için toplam 2,2 milyon avro hibe almaya hak kazandı.

Her ne kadar bu programlar kapsamında fon verilen kurumların “askeri amaçlı araştırmalar ve çalışmalar yapması” yasak olsa da, belirtilen hedefin “sivil olması” koşuluyla sivil ve askeri kullanımları olan teknolojiler de finansman için uygun sayılıyor.

AB tarafından finanse edilen teknolojinin askeri uygulamalar için kullanılmasını engelleyen mekanizmaların işleyişindeki eksiklikler de soru işaretlerine neden oluyor.

AB Komisyonunun “Teknoloji Egemenliği, Savunma, Uzay ve Araştırma” başlıklarından sorumlu sözcüsü Thomas Regnier, AA muhabirine yaptığı yazılı açıklamada iddialara yanıt verdi.

AB Komisyonu, askeri amaçlı projelerin desteklenmediğini savundu

İsrail”in Horizon Europe projelerine katılımının uygun olduğunu ifade eden Regnier, ancak kurallara göre proje kapsamında yürütülen araştırma ve inovasyon faaliyetinin yalnızca sivil uygulamaya yönelik olduğunu savundu.

Regnier, “Horizon Europe kapsamında yürütülen her türlü araştırma ve yenilik faaliyetinin temelinde yatan ilkelerden biri, finanse edilen faaliyetlerin özellikle sivil uygulamalara odaklanmasıdır. Horizon Europe askeri amaçlı projeleri finanse etmez.” ifadelerini kullandı.

AB fonlarının uluslararası hukuku ve yürürlükteki AB yasal çerçevesini ihlal eden faaliyetler için kötüye kullanılmasını önlemek üzere çeşitli mekanizmaların mevcut olduğunu belirten Regnier, program kapsamında yürütülen her türlü faaliyetin etik ilkelere ve ilgili ulusal, AB ve uluslararası mevzuata uygun olması gerektiğini aktardı.

Başvuru sahiplerinin etik öz değerlendirme, iki aşamalı etik inceleme ve etik tarama dahil değerlendirmelere tabi olduğunu kaydeden Regnier, “Uyumsuzluk sözleşme cezalarına yol açabilir.” uyarısında bulundu.

Regnier, “AB Komisyonu kurumları, yasal çerçeveye ve geçerli kurallara tüm katılımcılar tarafından riayet edilmesini sağlamak için tetikte olmaya devam etmektedir.” dedi.

2 bini aşkın akademisyen, İsrail”e verilen fonların askıya alınmasını talep etti

Programın fonlarından yararlanan İsrailli kurumların askeri amaçlı faaliyetlerinin Gazze”de süren saldırılara fayda sağladığına ilişkin endişelerini paylaşan 2 bini aşkın Avrupalı akademisyen ve 45 kuruluş, temmuz ayında AB’den İsrailli kurumlara sağlanan fonların askıya alınmasını istemişti.

AB”ye hitaben yazılan mektupta, Horizon Europe fonlarının İsrail”in askeri teknolojisinin geliştirilmesinde “kritik bir rol” oynadığı ve savunma sanayisini dolaylı olarak desteklediği belirtilmişti.

“Bu finansmanlar doğrudan İsrail”in askeri yeteneklerinin geliştirilmesine olanak sağlamaktadır.” denilen mektupta, İsrail”in süregelen insan hakları ihlalleri nedeniyle bu ülke menşeli kurumların AB araştırma programlarından diskalifiye edilmesi gerektiği vurgulanmıştı.

Filistin Komiteleri ve Dernekleri Avrupa Koordinasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Nozomi Takahashi, AA muhabirine imza kampanyasıyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada, AB”nin İsrail”in savaş ekonomisini 7 Ekim 2023″ten önce de desteklediğine işaret ederek, “İsrail, 1948″den beri Filistin”de etnik temizlik yapıyor, 1967″den beri Filistin”i işgal ediyor ve 2007″den beri uluslararası hukuku hiçe sayarak Gazze”ye abluka uyguluyor.” ifadesini kullandı.

Takahashi, AB fonlarından yararlanan AIA ve Elbit Systems”in “Gazze”deki sivilleri kontrol etmek ve öldürmek için kullanılan gözetleme ve savaş dronlarının başlıca üreticileri” olduğunu dile getirerek, “AB, bu şirketlerin yürüttüğü çalışmaların çıktılarının Gazze”deki sivilleri öldürmek için kullanılma riskinin çok yüksek olmasına rağmen, İsrail askeri sanayi kompleksinin merkezinde yer alan bu şirketlere on yıllar boyunca fon sağlamaya devam etmiştir.” eleştirisini yöneltti.

“İnsan hakları ihlalleri konusunda sicili kabarık bir ülkeye askeri/güvenlik konularıyla ilgili bir proje kapsamında fon sağlanması anlaşılır gibi değildir.” diyen Takahashi, AB”nin etik değerlendirme sisteminin “işlevsiz olduğu” yorumunu yaptı.

Takahashi, “AB”nin ahlaki ve hukuki yükümlülüklerini görmezden gelmesinin bedelini ağır bir şekilde ödemesinin zamanı gelecektir.” dedi.

Sevilla Üniversitesinden Prof. Dr. Maria-Jose Lera ise “AB”nin yapması gereken İsrail”le olan anlaşmaları askıya almak ve İsrail”in Uluslararası Adalet Divanı tarafından yargılanması sona erene kadar her türlü işbirliğini durdurmaktır.” görüşünü paylaştı.

Fonlardan yararlanan üniversitelerin de askeri endüstriyle ilişkisi eleştiriliyor

1996″dan beri AB”nin araştırma programlarında “ortak ülke” olarak yer alan İsrail”e, Horizon programının 2014-2020 döneminde 1,28 milyar avro, 2021″de başlatılan Horizon Europe programı kapsamında da şimdiye kadar 747 milyon avronun üzerinde hibe verildiği tahmin ediliyor.

AB”nin araştırma fonlarından yararlanan İsrail üniversitelerinin de ülkenin askeri endüstrisiyle olan bağlantıları eleştirilere neden oldu. İsrailli akademisyen Maya Wind, kaleme aldığı “Towers of Ivory and Steel” adlı kitabında akademiyi “İsrail”in Filistinlilere karşı uyguladığı baskı sisteminin bel kemiği” olarak tanımladı.

Wind, kitabında üniversitelerin ve araştırma laboratuvarlarının “İsrail işgaline ve apartheid”ına” hizmet ettiğini vurgularken, ayrıca buralarda Filistinlilerin eğitim haklarının ihlal edildiğini, eleştirel akademik çalışmaların engellendiğini ve öğrenci muhalefetinin şiddetle bastırıldığını yazdı.

Paris-Dauphine Üniversitesi Profesör Ivar Ekeland ise AA”ya yaptığı değerlendirmede, İsrail üniversiteleri ve ordu arasında yakın bağlantı olduğuna dikkati çekerek, “AB, İsrail hükümetinden sonra İsrail üniversitelerine en çok fon sağlayan ikinci kurumdur. Böylesine büyük bir desteğin bölgede ve hatta dünyada benzeri yoktur.” ifadelerini kullandı.

İsrail”in askeri sanayisinin üniversitelerin araştırma birimleri çatısı altında kurulduğunu aktaran Ekeland, buralarda insansız hava araçları ve füzeler gibi ileri teknolojiler geliştirildiğini ve uzun menzilli Ar-Ge programları yürütüldüğünü kaydetti.

Ekeland, “İsrail”deki 7 büyük devlet üniversitesinin tamamı, İsrailli ve yabancı askeri ve güvenlik endüstrileriyle uzun vadeli ortaklıklar oluşturan ticari şirketler kurmuştur. Bu bağlamda, AB araştırma fonlarının nihayetinde İsrail askeri endüstrisini desteklediği çok açıktır.” dedi.

“AB, İsrail”in savaş endüstrisine destek sağlıyor”

Avrupa Parlamentosu (AP) eski milletvekili Idoia Villanueva Ruiz, 26 Ekim 2023’te AB Komisyonuna ilettiği yazılı soruda, Horizon 2020 isimli proje kapsamında İsrailli şirketler ve üniversitelere 1,28 milyar avro sağlandığına işaret etti.

Villanueva Ruiz, bu fonların yararlanıcıları arasında bulunan Tel Aviv Üniversitesi, Kudüs İbrani Üniversitesi ve İsrail Teknoloji Enstitüsü”nün yürüttüğü faaliyetlerin “İsrail’in savaş stratejisine katkıda bulunan kurumları finanse ettiğini” ifade ederek, İsrail”in önde gelen silah şirketlerinin de AB’den fon aldığını kaydetti.

Bu şirketlerden Elbit Systems”in insansız hava araçları, beyaz fosfor ve misket bombaları ürettiğini belirten Villanueva Ruiz, IAI”nın ise insansız hava araçları ürettiğine dikkat çekti.

Villanueva Ruiz, “AB, İsrail”in savaş endüstrisine iki yönlü destek sağlamaktadır: Ar-Ge”sini finanse etmekte ve geliştirdiği silahları Filistin”de test ettikten sonra satın almaktadır.” ifadesini kullandı.

AB Komisyonu ise “yürürlükteki uluslararası hukuk tarafından yasaklanan ürün ve teknolojilerin geliştirilmesine yönelik faaliyetlere fon sağlamadığını” savundu.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Filistin ve boykotun gücü: 2025″te neler yapılabilir?

Yaqeen İslami Araştırmalar Enstitüsü Başkanı ve Amerikalı insan hakları aktivisti Omar Suleiman, 2024 yılı boyunca İsrail”e uygulanan küresel boykotun sonuçlarını ve 2025″te boykotun nasıl ilerleyebileceğini AA Analiz için kaleme aldı.

Amerika Birleşik Devletleri”nde (ABD) doğan ve Filistin”e hiç gitmeyen Filistinli çocuklarım bir marka gördüklerinde birbirlerine “Bu ürün boykot listesinde mi?” diye soruyor. Bu onlar için artık alışkanlık haline geldi ve bu durum, bizlere Filistin”de adalet mücadelesinin eylemlerle olduğu kadar ilkelerle de ilgili olduğunu hatırlatıyor. Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar Hareketi (BDS) gibi hareketlerle şekillenen bu yeni nesil, Filistin”in evrensel ve aşılamaz bir dava olmaya devam ettiğinin kanıtı. Büyüyen boykot hareketi sadece bir direniş aracı değil, aynı zamanda ahlaki bir mecburiyet ve dünyadaki en güçlü yapısal halk direniş hareketi. 2024 yılı bizlere bu hareketin ne kadar ilerlediğini ve daha ne kadar ilerleyebileceğini gösterdi.

İlerleme ve zorluklarla dolu bir yıl

Boykot hareketi, İsrail”in Filistinlilere yönelik artan şiddetine yönelik küresel öfkenin de etkisiyle 2024″te büyük bir ivme kazandı. Halk protestoları, tüketicilerin İsrail”in apartheid politikalarına suç ortaklığı yapan şirketlerden aktif olarak uzaklaşmasıyla sürekli bir ekonomik direnişe dönüştü.

Starbucks bu ekonomik baskıyı hisseden küresel markalara iyi bir örnek. Raporlar, Starbucks”ın hedeflenen boykot kampanyaları ve birçok şehirdeki protestolar nedeniyle milyonlarca dolarlık gelir kaybettiğini gösteriyor. Aktivistler şirketin İsrail yanlısı lobi gruplarıyla olan bağlarına dikkati çekerek, Starbucks”ı suç ortaklığına karşı tüketici tepkisinin bir sembolü haline getirdi. Bu mali darbe, boykotun artan gücünü gösterirken, en büyük şirketleri bile ilişkilerini hesaba katmaya zorluyor. Yine de boykotun tek önemi ekonomik bağlamda değil. Asıl önem verilmesi gereken husus İsrail”in bu hareketten duyduğu korkunun seviyesidir. ABD”nin dört bir yanında İsrail”e karşı boykotları bastırmak için çıkarılan yasalar, işgali sürdürmek için küresel suç ortaklığına bel bağlayan bir devletin kırılganlığını gözler önüne seriyor.

Derin kökleri olan küresel bir hareket

Geçmişte, yaşadığım şehir olan Teksas”ta Filistinli bir öğretmen, İsrail”i boykot etmeyeceğine dair bir taahhütnameyi imzalamayı reddettiği için işten çıkarılmıştı. Onun bu ilkeli duruşunun yarattığı öfke, yasaların temel anayasal hakları nasıl ihlal ettiğini vurgulayan 2021 yapımı Boykot belgeseline ilham verdi. Filistin davasıyla ilgilenmeyen siyasi yelpazedeki Amerikalılar, özellikle de kendi toplumları sıkıntı çekerken ABD”den milyarlarca dolar vergi alan bir ülkeyi neden boykot edemeyeceklerini sorgulamaya başladılar.

Bundan da anlaşılabileceği üzere boykot hareketi yeni başlayan bir şey değil ve kökleri Güney Afrika”daki ırkçılığa karşı verilen anti-apartheid mücadelesine dayanıyor. Orada uygulanan ekonomik izolasyon stratejisi, toplumda yer etmiş sistematik ırkçılığın ortadan kaldırılmasında önemli bir rol oynadı. Filistin sivil toplumu tarafından 2005 yılında başlatılan BDS hareketi, Filistinlilerin kurtuluşu için verilen mücadeleyi adaletsizliğe karşı verilen daha geniş çaplı mücadelelerle ilişkilendiren bir mirasa dayanıyor. Bu hareket, herhangi bir yerdeki özgürlük mücadelesinin her yerdeki özgürlük mücadeleleriyle bağlantılı olduğunu da hatırlatıyor.

Bu bağlantı “Küresel Güney”de özel bir yankı buldu. Sömürgecilik karşıtı direniş geçmişine sahip uluslar, Filistin davasını kendi bitmemiş haysiyet ve egemenlik mücadelelerinin bir parçası olarak görüyor. Boykot hareketi, bu hükümetleri ve halklarını harekete geçirerek, Güney Afrika”da olduğu gibi etkisini arttırma potansiyeline sahip. Küresel Güney”in desteği önemli bir gerçeği pekiştiriyor: Boykotlar sadece kişisel tüketici tercihleriyle ilgili değildir, insanların bir araya gelerek ortaya koyduğu kolektif bir güç birikimidir.

İsrail neden korkuyor?

Silahlı direnişin aksine boykotlar, işgali sürdüren ekonomik ve siyasi altyapıyı hedef alır ve hem hükümetleri hem de şirketleri hesap vermeye zorlar. Boykot hareketi etkili, merkeziyetsiz, tabandan gelen, doğal bir aktivizme dayanıyor. Yani siyasi elitlere dayanmıyor; bunun yerine dünyanın dört bir yanındaki sıradan insanları -tüketicileri, işçileri, öğrencileri- harekete geçiriyor. İsrail tam da bu yüzden boykot hareketinden korkuyor. Öte yandan İsrail”in hareketi bastırma konusundaki aşırılığı da geri tepiyor. Boykotları suç sayan ve aktivistleri hedef alan yasaların tek yaptığı ise harekete daha fazla dikkat çekmek. Ayrıca bu durum, özellikle yabancı bir hükümete karşı anayasal protesto haklarını kullanamayacaklarının söylenmesine içerleyen Amerikalılar için de ciddi soru işaretleri yaratıyor. Bu aşırılık sadece Filistin dayanışmasına değil, ifade özgürlüğü ve adalet için daha geniş bir harekete de ilham veriyor.

2025 için ne öğrenebiliriz?

Boykot hareketi, 2024″teki başarılarının üzerine yenilerini eklemek için koordinasyon, kapsayıcılık ve yenilikçiliğe odaklanmalıdır. Bunun için şu adımlar atılabilir:

1. Teknolojiden yararlanma: Boykot App [1] gibi platformlar, teknolojinin aktivizmi nasıl kolaylaştırabileceğine dair güçlü birer örnek. Uygulama, kullanıcıların boykota değer şirketleri ve ürünleri belirlemelerine olanak tanıyarak katılımı erişilebilir ve bilinçli hale getiriyor. Bu tür araçlara yatırım yapmak hareketi daha iyi noktalara taşıyabilir.

2. Mücadeleleri birbirine bağlamak: Tıpkı apartheid karşıtı hareketin yaptığı gibi BDS de Filistin mücadelesini küresel adalet hareketleriyle ilişkilendirmeye devam etmeli. İster yerli hakları aktivistleri, ister iklim adaleti savunucuları ya da işçi sendikaları ile ittifaklar yoluyla olsun, bu bağlantılar Filistin için ahlaki ve siyasi davayı güçlendirir.

3. Hikayeleri merkeze almak: Boykot özünde insanlarla ilgilidir. Yerlerinden edilen aileler, topraklarına erişimi engellenen çiftçiler, hapsedilen çocuklar gibi Filistinlilerin hikayelerini paylaşmak hareketi insanileştirir ve dünyaya mücadelenin soyut politikalarla değil hayatlar ve geleceklerle ilgili olduğunu hatırlatır.

Boykot hareketi, ırkçılık ve baskıya karşı direnişin en güçlü araçlarından biri olduğunu kanıtlayarak sınırlar ve ideolojileri aşıyor ve insanları ortak bir adalet talebinde birleştiriyor. 2024″te bize gücünü gösteren hareket, 2025″te de bize direncini göstermeli. Filistinliler ve müttefikleri için mücadele henüz bitmiş değil. Ancak çocuklarımın boykot listesini her sorduklarında bana hatırlattıkları gibi, yeni nesil aktivistler şimdiden yetişiyor; adaletin bir an için değil, süregelen ve susturulamayacak bir hareket olduğunu öğreniyor.

[1] https://bdsmovement.net/

[Dr. Omar Suleiman insan hakları aktivisti ve Yaqeen İslami Araştırmalar Enstitüsü Başkanıdır.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Minibüsleri 8+1 taksiye dönüşen esnaftan İBB önünde eylem

Kendilerine “8+1 Taksi Mağdurları Platformu” ismini veren grup üyeleri, UKOME Alt Komisyonunun toplanacağı İBB Bakırköy Ek Hizmet Binası önünde toplandı.8+1 taksiye dönüşen minibüslerinin vatandaşlar tarafından tercih edilmediğini ve zarara uğradıklarını belirten esnaf, sloganlar atarak seslerini İBB yetkililerine duyurmaya çalıştı.Araçlarının 4+1 taksiye dönüşmesini ve segment serbestliği talebinde bulunan esnaf adına platform sözcüsü Alparslan İkinci açıklama yaptı.İki yıldır seslerini duyurmaya çalıştıklarını söyleyen İkinci, “8+1 taksiye dönüştüğü zaman minibüs esnafımız umutlandı. Büyükşehir Belediyesi de bu projenin tutacağından, İstanbul”da güzel bir proje olacağından umutluydu. Ama maalesef bu araçlar sahada karşılık bulmadı. Yüzde 30 fiyat farkı olduğu için İstanbul”un taksi yolcusu bu araçlara binmekten çekiniyor, imtina ediyor.” dedi.Yaşanan sıkıntı üzerine İBB”nin UKOME kararı ile 1755 esnaftan 1038″inin segment serbestliği ile normal taksiye dönmesine onay verildiğini aktaran İkinci, “717 araç hala sahalarda, hala yolcu bulmakta sıkıntı yaşıyor. Bugün burada toplanmamızın amacı, 717 aracın tamamına segment serbestliğinin gelmesi.” ifadelerini kullandı.Eylemcilerden İsmail Sekmen de araçlarının yolcular tarafından tercih edilmediğini ve mağdur olduklarını dile getirdi.Taksiye binenlerin genelde en fazla 3 kişi olduğunu belirten Sekmen, “Diğer taksilerin kazandığı paranın yarısını bile kazanamıyoruz. Onlara göre 5-6 kat daha fazla masrafımız var. Bir küçük araç 1500 liraya bakım yaptırabiliyor, biz 15 bin liraya serviste bakım yaptırıyoruz. Bütün giderlerimiz daha fazla.” diye konuştu.Kura çekilişinde İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu”nun, İstanbul ve taksici esnafı için faydalı ne olursa gereğini yapacağı konusunda söz verdiğini hatırlatan Sekmen, “Bugün İstanbul halkı bu taksilere binmiyor. Esnaf da bu araçlarla para kazanamıyor. Başkanımızdan ricamız, segment serbestliğinin verilmesini istiyoruz.” şeklinde konuştu.

Source: Www.star.com.tr


CHP”li Deniz Yücel”den “İmralı” açıklaması: “Çözüm yerinin TBMM olması gerektiğini savunuyoruz”

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Deniz Yücel, CHP Genel Merkezi”nde düzenlediği basın toplantısında konuştu. Yücel, DEM Parti heyetinin İmralı ziyaretine ilişkin açıklamalarda bulundu.
“Sürecin şeffaf yürütülmesi gerektiğini savunuyoruz”
Deniz Yücel, basın toplantısında kendisine yöneltinen DEM Parti heyetinin İmralı ziyareti, ziyaretten sonra yapılan açıklama ve heyette yer alan DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan”ın yılbaşından sonra siyasi partilerden randevu isteyecekleri açıklamalarına ilişkin sorulara şöyle yanıt verdi:
“Sayın Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder”in açıklamalarını takip ettik. Kendileri, bizden de randevu isteyeceklerini belirttiler. Biz, prensip olarak tüm siyasi partilerle diyalog zeminindeyiz. Tüm siyasi partilerle uzun yıllardır görüşebilen tek siyasi partiyiz. Dolayısıyla iletişim kanallarımız açık.
Başından beri çözüm yerinin TBMM olması gerektiğini, sürecin şeffaf yürütülmesi gerektiğini savunuyoruz. Şehitlerimizin kemiklerini sızlatacak, şehit ailelerimiz ve gazilerimizi rahatsız edecek bir iş yapılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ziyaret yapıldığı taktirde, daha detaylı bir görüşme olursa, bunu partimizin yetkili kurullarında görüşüp kamuoyuna tavrımızı detaylı bir şekilde açıklarız.”
28 Aralık cumartesi günü DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ile Pervin Buldan önceki gün İmralı Adası”nda terör örgütü PKK elebaşı Abdullah Öcalan ile görüşmüştü.
“31 Mart seçimleri hazımsızlığı”
Belediyelere kayyum atanmasıyla ilgili açıklamalarda bulunan Yücel, şu cümleleri sarf etti:
“21”inci yüzyılda kayyum uygulaması bir demokrasi ayıbıdır. Üstelik iktidar, CHP”li belediyelere sadece kayyum atamakla yetinmemiş, belediyelerimize haciz göndererek, hesaplarına bloke koyarak, kreşleri kapatmakla tehdit ederek 31 Mart seçimlerinin hazımsızlığını devam ettirmiştir.”
“Geçinemiyoruz, geçim yoksa seçim var” kampanyası
Deniz Yücel geçtiğimiz günlerde açıklanan asgari ücrete ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.
Enflasyonun yüzde 48 olduğu bir ülkede asgari ücretin yüzde 30 oranında arttırılmasını eleştiren Yücel, CHP Genel Başkanı Özgür Özel”in, işçi sendikaları ile başlattığı süreci, yerelde de tüm sendikalar ve sivil toplum kuruluşları ile 2025″te de devam ettireceklerini vurguladı.
Asgari ücretin aslında en büyük toplu sözleşme olduğunu belirten Yücel, “Oysa bizim ülkemizde asgari ücret görüşmeleri, işçinin, emekçinin kabusu haline gelmiştir.” diye konuştu.
Yücel, ocak ayının ilk yarısından itibaren işçilerin yoğun olduğu şehirler öncelikli olmak üzere “Geçinemiyoruz, geçim yoksa seçim var” sloganıyla bir kampanya başlatacaklarını dile getirdi.
Suriyeli sığınmacılar konusuna da değindi
Yücel, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen”in 17 Aralık”ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”ı ziyaret ettiğini anımsatarak, AB”nin Türkiye”ye, geçici koruma statüsündeki Suriyeli sığınmacılar için ilave 1 milyar Euro hibe vereceğini ama Suriyelilerin Türkiye”ye maliyetinin en az 200 milyar dolar olduğunu savundu. Yücel, Suriye”de yapılacak altyapı yatırımları için AB”nin ve Birleşmiş Milletler”in elini taşın altına koymasının zamanının geldiğini söyledi.

Source: Dünya Gazetesi