AİHM krizi, Türkiye ve Avrupalı milliyetçilerin yeni hedefi – Emre Çam
Avrupa Konseyi’nin insan hakları ve hukukun üstünlüğü vizyonu, uzun yıllar boyunca Avrupa’nın demokratik pusulası olarak kabul edildi. Ancak 2025 itibarıyla Avrupa’da rüzgâr açıkça yön değiştirdi. Göç, güvenlik, toplumsal kutuplaşma ve siyasal istikrarsızlıklar; yalnızca Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi organları değil, genel olarak uluslarüstü (supranational) mekanizmaları da zayıflattı. Ulusal egemenlik kavramı yeniden yükselişe geçti. Demokrasi söylemi bugün artık Avrupa’nın bizzat kendisine bir beden büyük gelen bir elbise haline dönüşmüş durumda. İtalya ve Danimarka öncülüğünde hazırlanan ve şimdilik 10 ülkenin imzasını taşıyan ortak mektup, AİHM’nin göçmen hakları ve sınır dışı kararları konularında verdiği bazı kararlara karşı bir itiraz metni niteliği taşıyor. Bu ülkeler, AİHM’nin kararlarının ulusal egemenlik haklarını kısıtladığını ileri sürüyor. Bu girişim, yalnızca AİHM’ye dönük bir isyan değil, Avrupa Konseyi’nin normatif liderliğine açık bir meydan okuma olarak da yorumlanıyor. Bu ülkeler, AİHM’nin özellikle göçmenlerin sınır dışı edilmesini engelleyen kararlarını, ulusal egemenliğe bir müdahale olarak değerlendiriyor. Bu çıkışın arkasında halk desteği var. Avrupa sokaklarında güvenlik, düzen, sınır hâkimiyeti gibi kavramlar; ifade özgürlüğü ya da adil yargılanma hakkından çok daha öncelikli hale gelmiş durumda. Bu nedenle, bu girişimin başarısız olacağına ilişkin iyimser beklentiler hızla anlamını yitiriyor. Avrupa Konseyi bu baskıya uzun vadede direnemeyebilir. AİHM’nin de bu siyasal atmosfer karşısında kurumsal olarak zayıflaması muhtemel. “Kurumsal kapasite”, “siyasal irade” ve “toplumsal meşruiyet” üçlüsünün hiçbirinde üstünlüğe sahip değiller. Bu tablo, Avrupa’nın kurumsal vicdanı olarak görülen konseyin tarihin pasif tanığına dönüşmesi riskini doğuruyor. TÜRKİYE AÇISINDAN YENİ BİR SAYFA MI? Avrupa’daki diplomatik çevrelerde ve Avrupa Konseyi kulislerinde yapılan değerlendirmelere göre, Türkiye bu krizi fırsata çevirebilir. Ankara’nın AİHM kararlarını uygulaması durumunda, Avrupa nezdinde farklı ve olumlu bir konum elde edebileceği yönünde beklentiler dile getiriliyor. Oysa mevcut siyasal atmosfer bunun tam tersini işaret ediyor. Türkiye’deki iktidar bu gelişmeleri dikkatle izliyor, bıyık altından gülümsüyor. Zira Avrupa’da demokratik refleksler zayıfladıkça Türkiye’deki antidemokratik uygulamaların uluslararası meşruiyet baskısı da hafifliyor. Ankara’da hiç kimse bu yeni dönemde Kavala ya da Demirtaş dosyalarının yeniden açılmasını beklemiyor. Tam aksine, bu tür çağrılar dile getirilirse Türkiye’nin Avrupa Konseyi nezdindeki temsilcileri alaycı bir sessizlikle karşılık verebilir. İktidar bu tabloyu yalnızca bir dış politika rahatlaması değil, aynı zamanda içerideki otoriterleşmenin uluslararası düzeyde sorgulanmaması açısından da değerli görüyor. Konsey içindeki yeni güç dengeleri, Türkiye’nin sorumluluklarını değil, kozlarını çoğaltıyor. YENİ BİR ENTERNASYONAL: AVRUPA”NIN SAĞ DALGASI Bu dönüşüm, yalnızca teknik bir hukuk tartışması değil. İstanbul’da toplanan Sosyalist Enternasyonal gibi, Avrupa’da artık giderek kurumsallaşan bir “milliyetçimuhafazakâr enternasyonal” var. Göçmen ve sığınmacı karşıtı söylemler, geleneksel aile yapısına dönüş, yargı denetiminin sınırlandırılması gibi başlıklarda birleşen bu yeni blok, hem Brüksel’i hem Strazburg’u sıkıştırıyor. Bu cephede Macaristan dikkat çekici bir örnek. Viktor Orban’ın yıllardır sürdürdüğü hukuk devleti karşıtı politikalar, Avrupa Birliği tarafından sıkça eleştirilse de, bu eleştiriler yaptırıma dönüşemiyor. 2025 Mayıs ayında, AB içinde Macaristan’a karşı hukukun üstünlüğü ihlalleri nedeniyle yaptırım uygulanması için gereken çoğunluk sağlanamadı. Bu da gösteriyor ki yalnızlaşması beklenen liderler artık sistemin içinde, hatta merkezinde konumlanıyor. Orban gücünü yalnızca kendi seçmeninden değil, Avrupa genelindeki yeni siyasi iklimden alıyor. Bu durum, diğer ülkeler için de caydırıcı değil, aksine cesaretlendirici bir emsal teşkil ediyor. Avrupa’daki sol ve sosyal demokrat partiler ise yıllardır sürdürdüğü kurumsallaşma, teknokratikleşme ve merkezleşme süreçleri içinde halktan kopmuş durumda. Solun boşalttığı sosyal ve kültürel alanı şimdi sağ hareketler hızla dolduruyor. AİHM krizini bu bağlamdan bağımsız okumak, Avrupa’daki büyük ideolojik dönüşümü ıskalamak olur. ZAMANIN RUHU DEĞİŞTİ Avrupa Konseyi artık yalnızca siyasi değil, tarihsel olarak da bir dönüm noktasında. Konseyi 1949’larda doğuran “bir daha asla” fikri yerini “önce biz” refleksine bırakıyor. AİHM’nin kaderi bu değişimin simgesine dönüşmüş durumda. Türkiye gibi ülkeler için bu değişim, evrensel değerler açısından bir alarm; reel siyaset açısından ise bir fırsat olarak görülebilir. Ancak unutulmamalı: Avrupa demokrasisi zayıflarken kimsenin kazanacağı bir denklem kurulamaz. Zamanın ruhu otoriterliğe göz kırpsa da tarihin yönünü belirleyecek olan yine hukukun üstünlüğü olacaktır, eğer savunulabilirse. EMRE ÇAM ESKİ CHP PARTİ MECLİSİ ÜYESİ
Source: Olaylar Ve Görüşler