Atların dilini anlamak…
“Onun durduğu çitli alana yaklaşık elli metre kala sesleniyorum: “Luxemburg!”. Hızlıca kafasını kaldırıp kulaklarını dikleştiriyor. Ben yürümeyi sürdürürken o da bana doğru geliyor. Çitlerin kapısında buluşuyoruz.”At insanla nasıl bu kadar uyum içinde var olabiliyor? İnsanın atı yaklaşık MÖ 3500 civarında ehlileştirdiğini göz önünde bulundurursak tarih boyunca at ve insanın hiç ayrılmadığını söyleyebiliriz. Hatta bazıları, tarihin atın sırtında yazıldığını bile söyler. Bu kadar köklü bir geçmiş, atın insanla iletişim kurabilme kapasitesinin DNA’sında olduğunu gösterir.At sahibi ve binici olarak bana en çok gelen sorulardan bir tanesi: “Atınla iletişimin nasıl bu kadar iyi?” Benim de yanıtım hep “Onun anladığı dilden konuşuyorum ve o kendini ifade ederken davranışlarına insan duyguları yüklemiyorum” oluyor. Atın dilini anlamak için bir gün bir sandalye alıp çitlerin önüne oturdum ve saatlerce onları izledim. Birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını gözlemledim. Bir at diğerine fazla yaklaşıp alanına girdiğinde alanını korumak isteyen at önce kulaklarını geriye yatırıyordu. Bu hareket, genellikle diğer atın birkaç adım geri atmasına yetiyordu. Ancak yakınlaşmada ısrar edilirse bu kez uyarı niteliğinde bir hamle yapılıyordu. Çoğunlukla birbirlerine dokunmadan, tamamen beden dili ve enerjiyi kullanarak anlaşıyorlardı.AKICI İLETİŞİMGözlemlerimi yaptıktan sonra kendi atımı “manej”e (at eğitim alanı) götürüp iletişimimiz üzerine çalıştım. Eskiden geri geri yürümesini istediğimde göğüs kısmına basıp onu iterken sonradan ona doğru adım atıp ellerimi kaldırıp sesimle de “cık cık” yapmam onun daha akıcı bir şekilde geri geri yürüyebilmesini sağlamıştı. Onun dilinde göğüs kısmına basıp onu itmem alanını işgal edip onunla adeta yüksek sesle konuşmam demekmiş. Dilini öğrenip onunla pratik yaptıkça bir düşüncemi ifade etmek için yaptığım hareketler giderek daha minimal hale geldi. Zamanla yalnızca beden enerjimle bile gitmesini istediğim yere yönlendirebiliyordum. Bu süreçte en önemli ders ise atlara ve dolayısıyla hayvanlara, insan duyguları yüklemenin iletişim kurabilmenin en büyük engeli olduğuydu. At çevresinde binicilerin atlarından bir şey yapmalarını istediklerinde ve at istenileni yapmadığında “Şımarıklık yapıyor”, “Dalga geçiyor” gibi açıklamalar getirdiklerini gözlemledim. Şımarıklık, dalga geçmek atlara değil insanlara ait davranışlardır. Bir at istenileni yapmadığında neden yapmadığını, daha doğrusu yapamadığını düşünmek çözüm bulmak için daha yararlı olacaktır. İstenileni anlamamış olabilir, binici yanlış şekilde soruyor olabilir, at ağrı gibi fiziksel bir sorundan ötürü yapamıyor olabilir veya geçmişten gelen kötü deneyimlerden dolayı korkuyor olabilir. Atımla iletişimim üzerine çalışmam insanlarla ilişkilerim için de yeni farkındalıklar oluşturdu. Yanıt vermek, talepte bulunmak, anlaşılmayı istemek için dinlemeyi değil önce karşımdakinin anlatmaya çalıştığını ve hislerini anlamak için dinlemenin önemini anladım. Bu yaklaşımın çok daha yapıcı ve etkili bir iletişim şekli olduğunu, az ve öz ile sonuca varılabildiğini öğrendim. Empatiden doğan bir gülüşün “Seni anlıyorum ama ben…” diye kurulan cümlelerden daha samimi olduğunu gördüm.
Source: Alara Baykent