Azgın azınlık siyasetinin anatomisi
Marjinal siyaset, toplumun değerleriyle kavgalı bir hatta yer alır. Merkezdeki çoğunlukla değil, ideolojik uçlarla temas kurar. Bu tarz, toplumun ana damarındaki inanç, gelenek ve kimliklerle bağ kurmaktan kaçınır; onların yerine, yerli değil sözde evrensel, milli değil küresel, çoğunluk değil azınlık tercihleriyle siyasal pozisyon üretir.
Örneğin; aile kurumunu, dini referansları veya milli hassasiyetleri aşağılayan ya da yok sayan politik çıkışlar, marjinal siyasetin tipik tezahürleridir. Böyle aktörler genellikle halkı değil, bir ideolojik grubun beğenisini hedefler.
Radikal siyaset, sistemin köküne dinamit koyma arzusu olarak da tezahür edebilir. Burada reform değil “devrim” isteyenler vardır. Mevcut anayasal düzeni, kurumsal yapıyı ve siyasi teamülleri yıkmayı amaçlar. Bu anlayış için sandıkla gelen iktidarlar, halkın seçimiyle oluşmuş kurumlar bile meşru değildir.
Çoğu zaman “ilericilik”, “özgürlük”, “sivil haklar” gibi kavramlarla süslenir ama özünde hedefi, mevcut yapıyı, anayasal düzeni, hukukun üstünlüğünü kökten ortadan kaldırmaktır.
Radikal aktörler, çoğunluğun iradesini temsil eden hükümeti değil, o çoğunluğu da hedefe koyar. Çoğunlukla çatışır, onu “cahil”, “gerici”, “güdülen kitle” gibi görür.
Çizgi dışı siyaset, teamülleri, geleneği, ahlakı aşındırmak üzere kodlanmıştır. Alışılmış olanı bilinçli şekilde ihlal eder. Nezaket dilinden, siyasi rekabetin etik sınırlarından uzak durur.
Parti içi demokrasi, yasa yapım süreçleri, kamu düzeni gibi sistemin denge mekanizmaları, bu tür siyasetçiler için “aşılacak engellerdir.”
Bu tarz, siyaseti kurallar içinde rekabet olarak değil; algılarla, provokasyonlarla, kriz üretimiyle kazanılacak bir savaş olarak görür.
Hukuk tanımazlık, meşru denetimi ‘darbe’, denetleyeni ‘cunta’ olarak etiketlemeyi tercih eder… Kendini yasal süreçlere karşı sürekli masum, mazlum gösterir. Belediyede, yolsuzluk, usulsüzlük soruşturması açıldığında “siyasi intikam” der, Anayasa Mahkemesi aleyhine karar verdiğinde “hukuk devleti yok” diye haykırır. Yani yasaların işlemesini değil, sadece kendi lehine işlediği zaman hukuk devleti olmasını ister.
Bu tutum, aynı zamanda devletin kurumlarını itibarsızlaştırmaya çalışır. Yargıya, güvenlik güçlerine, idareye karşı sürekli bir güvensizlik üretme çabası ön plandadır…
Kural tanımazlık, keyfilik, sürekli mağduriyet algısı peşindedir. Siyaset, kurallarla işleyen bir alandır. Seçim yasaları, bütçe disiplini, parti içi kurullar, kamu ihale süreçleri bu kuralların parçalarıdır. Kural tanımaz aktörler, bu kuralları ya esnetir ya da ihlal eder. Ancak dikkat: Bu ihlallerin ardından gelen eleştirilere karşı anında “mağduriyet” siyaseti devreye sokulur.
Örneğin bir belediye ihalesi yolsuzlukla, usulsüzlükle belirli kişi ve şirketlere verilir, eleştirildiğinde “iktidar bizi çalıştırmıyor” denilir. Oysa kural ihlalidir söz konusu olan.
Yıkıcılık, mevcut olanı sabote etme stratejisidir. Yıkıcı siyaset, bir alternatif üretmez; yalnızca karşı tarafı sabote ederek güç kazanmayı hedefler.
Bu tarz, çoğunluk iradesine karşı azınlık pozisyonunu “erdemli” gösterir. Mevcut sistemin tüm paydaşlarını suçlar, devletin bütünlüğünü zayıflatır, ülke içinde kriz üretip dışarıya “istikrarsız ülke” görüntüsü sunmaya çalışır.
En yıkıcı yanlarından biri de, siyasete duyulan güveni ortadan kaldırmasıdır. “Hepsi aynı” söylemini körükleyerek, seçmenleri umutsuzluğa iter.
Azgın azınlık, sesin çokluğunu temsil gücü sanan ideolojik gruplardır. Toplumda karşılığı çok sınırlı olan bazı ideolojik gruplar, medya gücüyle, sosyal medya manipülasyonlarıyla ve uluslararası destekle sanki ülkenin ana eğilimiymiş gibi lanse edilir. Bu “azgın azınlık”, hem siyasi baskı üretir hem de toplumsal kutuplaşmayı artırır. Gerçek temsiliyetle değil, yüksek görünürlükle politika üretir.
Çoğu zaman bu azınlık, marjinal ama yüksek seslidir. Milletin değil, küresel söylem merkezlerinin çıkarını gözetir. Seçimle baş edemeyince, kuralları değiştirmek ister.
Bu tarz siyaset muhalefet değil, bir tehdit türüdür. Bütün bu kavramlar bir araya geldiğinde karşımıza çıkan yapı, klasik muhalefet değil; sistemin dengesini bozmaya, kurumlarını yıpratmaya ve çoğunluk iradesini bastırmaya çalışan bir siyasal karakterdir.
Bu tarzın amacı iktidara gelmek değil sadece; halkın güvenini, devletin gücünü ve siyasetin meşruiyetini aşındırmaktır.
Bu nedenle, bu siyaset tarzına karşı uyanık olmak, onu teşhir etmek ve demokrasi adına meşru sınırları sürekli savunmak, her sağduyulu vatandaş ve her demokratik siyasal aktörün görevidir.
Bilmem ki, meramımı anlatabildim mi?
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Source: Zakir Av