Paleografya Nedir ve Neyi İnceler?
Eski yazı anlamına gelen paleografya eski yazıları inceleyen ve bu yazıları deşifre eden bir bilim dalıdır. Geçmiş dönemlerde yaşamış topluluklara ait olan yazı dillerini inceleyerek neler yazdığını anlamaya yardımcı olan bu bilim dalı tarihe ışık tutar. Peki paleografyanın tarih bilimine katkıları nelerdir? Konu ile ilgili tüm detayları yazının devamında okuyabilirsiniz… PALEOGRAFYA NEDİR? Paleografya, insanlık tarihi boyunca kullanılmış olan alfabeleri deşifre ederek yazılı belgelerin okunmasını sağlayan bir bilimdir. Peki paleografya nedir? Yunanca “eski yazı” anlamına gelen “palaios graphe” kelimesinden gelen paleografya tüm insanlık tarihi boyunca kullanılmış olan yazı tiplerinin okunmasına ve incelenmesine dayalı olan bir bilim dalıdır. Geçmiş topluluklara ait yazıları inceleyerek tarihi olaylara ışık tutan bu bilim dalı çalışması zor bir alandır. Tarih boyunca hazırlanmış olan yazılı belgelerin okunmasını ve en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olan bir bilim dalı olan paleografya bu toplulukların yaşantılarından tutun o dönemki savaşları ve antlaşmalara dair pek çok tarihsel olayın anlaşılması için ışık tutar. Paleografya ile ilgilenen kişilere ise “epigrafist” ya da “yazıt bilimci” denir. Peki paleografiye yardımcı olan bilimler nelerdir? Paleografiye yardımcı olan bilimler arasında filoloji ve epigrafi vardır. PALEOGRAFYA NEYİ İNCELER? Paleografya eski topluluklara ait olan alfabeleri ve yazılı eserler gibi tüm tarihi unsurları inceleyen bir dil bilimidir. Peki, paleografya neyi inceler? Paleografya, dünya üzerinde var olan eski toplulukların dilini öğrenmek ve tarihi hakkında bilgi sahibi olmak için bu topluluklara ait yazılı eserleri inceleyen bir bilimdir. Palegorafya bir dilin literatürünü, harf biçimini, kısaltmalarını, noktalamalarını, alfabelerinde yer alan değişiklikleri ve yazı yüzeylerini inceler. Ancak paleografya yazılmış olan edebi eserlerin içeriğini incelemez. Paleografya, antik uygarlıkların deneyimlerini günümüze aktararak bu deneyimlerden yararlanmaya yardımcı olur. Bunun için diğer bilim dalları ile ortaklaşa çalışarak antik uygarlıkları en doğru şekilde inceler ve yazılarını da buna uygun olarak deşifre eder. Eski yazı bilimi olarak da bilinen paleografya çivi yazısı, hiyeroglif, Orhun ve Uygur yazıları, Arap yazısı, Kiril alfabesi ve Latin alfabesi gibi çeşitli yazı dillerini inceler. PALEOGRAFYANIN TARİH BİLİMİNE KATKILARI Paleografya, tarih boyunca yaşamış olan toplulukların kullandıkları alfabelerin deşifre edilmesini sağlar. Böylece paleografya eskiden yaşamış olan topluluklar tarafından yazılmış olan eserlerin, belgelerin ve çeşitli tarihi unsurun anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Bu sayede paleografya toplumların tarihine ışık tutarak tarih bilimine katkı sağlar. Peki paleografyanın tarih bilimine katkıları nelerdir? İşte konuya dair tüm detaylar… Paleografya, insanlık tarihinden bu yana yaşamış olan topluluklara ait olan eski yazılı eserleri deşifre ederek neler anlatıldığını insanlara en doğru şekilde ve doğrudan iletir. Gerek sanatsal içerikler gerekse de tıbbi bilgiler, tarihsel olaylar ve dinsel bilgiler gibi topluma dair bilgileri içeren bu yazıların deşifre edilmesi insanların geçmiş dönemlerde yaşamış olan toplulukların kültürlerine ve tarihlerine ait bilgi almasını sağlar. Tarih bilimine büyük katkı sağlayan bir bilim dalı olan paleografya bilinen en eski antik uygarlıklara ait yazıların dahi çözümlenmesine yardımcı olmuştur. Kadeş Antlaşması gibi tarihsel açıdan önemli bir antlaşmanın da aydınlatılmasını sağlayan paleografya bilimi insanlık tarihi boyunca var olan uygarlıkların araştırılmasında etkili rol oynar. PALEOGRAFYANIN İLK ÇALIŞMALARI NEREDE BAŞLAR? Tarih boyunca var olan yazılı belgelerin okunabilmesini ve anlaşılmasını içeren bir bilim dalı olan ve tarihin aydınlatılmasında büyük bir etkiye sahip olan paleografya bilimi son derece eski bir bilimdir. Peki paleografyanın ilk çalışmaları nerede başlar? Oldukça eski bir bilim olan paleografya bilimine dair ilk çalışmaların Mezopotamya’da başladığı bilinir. Paleografya bilimi ilk olarak 1700’lü yıllarda Yunan paleografya olarak ortaya çıkmış daha sonra ise Latin paleografya bilimi de oluşmuştur.
Source: Habertürk
Türk bilim insanları akciğer zarında sıvı birikmesinin tekrarını önleyecek yöntem geliştiriyor
Akciğer enfeksiyonları ve akciğerde sönme ile sıvı birikiminin tekrarlanmasını önleyecek yöntemde hayvan deneylerine başlandı.
İnönü Üniversitesi ile Malatya Turgut Özal Üniversitesinden bilim insanlarının geliştirdikleri yöntemin patenti de alındı.
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Parlakpınar, AA muhabirine, akciğeri saran ve plevna adı verilen iki zar arasında bulunan boşluktaki sıvının aşırı miktarda biriktiğinde ya da tekrarlayan birikimler olduğunda boşaltılması gerektiğini belirtti.
Çeşitli yöntemlerle bu sıvının boşaltıldığını anlatan Parlakpınar, “Akciğer sönmesi ve çökmesine pnömotoraks diyoruz. Pnömotoraksın engellenmesi ya da kronik hale dönüşmüşse bunların tedavi edilmesi amacıyla plevral boşluğu ortadan kaldırmak için akciğer zarını yapıştırmaya yönelik tedavilerden biri olan kimyasal mikropartikül ajan kullanılıyor buna tıbbi talk pudrası ismi veriliyor.” dedi.
Akciğer zarı yapıştırılıyor
Prof. Dr. Burhan Ateş ile Malatya Turgut Özal Üniversitesinden Öğretim Üyesi İdil Karaca Açarı ve ekibiyle yaklaşık 5 yıldır yeni yöntem üzerinde çalıştıklarını aktaran Parlakpınar, geliştirdikleri steril talk uygulamasına ilişkin şunları söyledi:
“Akciğerde sıvı birikimine yol açan hastalıklar, mezenkimal bölgeden kaynaklanan kanserlerde olabilir, akciğer zarının içerisine sıvı biriktiğinde akciğerler yeterince fonksiyonunu yerine getiremiyor. Kronik pnömotorakta yani akciğerde çökme oluyor. Akciğer boşluğundaki sıvı alındıktan sonra tekrarlamaması, akciğerlerin rahat çalışabilmesi için akciğeri saran zarın, plevranın yapıştırılması lazım. Biz kimyasal yapışma anlamında kimyasal ajan kullanarak bunu yapıyoruz. Bu işlem yapıldığında akciğer zarı tekrar sıvıyla dolmayacak, kullanılan steril talk maddesinin kayganlaştırıcı etkisinden dolayı akciğerler çalışırken rahat şekilde fonksiyonunu icra edecek.
Patentini aldığımız çalışmaya modifiye talk uygulaması diyoruz. Biz antibakteriyel ajan ekleyerek, modifiye ettik. Steril talk uygulaması bir yöntemken, antibiyotik uygulaması ikinci sırada uygulanan yöntemlerden. Biz ikisini bir arada kullanarak, aynı partikül içerisinde birbirilerinin etkisini artırmak suretiyle bir yapı elde ettik. Ortamda öldür ve ortamda temizle prensibiyle bunlar sağlandı, polimer yapıda mikro partikül elde edildi. Şu an deney hayvanları üzerinde çalışmamız devam ediyor. İnsanlarda kullanılmadan önce yapılması gereken zorunlu testler var. Yurt dışı patent sürecine geçtik.”
“Plöredez adı verilen enfeksiyonlarda rahatlıkla kullanılabiliyor”
İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Köytepe, akciğer zar iltihabında etkin kullanılabilecek bir partikül elde ettiklerine dikkati çekerek, şöyle konuştu:
“Plöredez adı verilen enfeksiyonlarda rahatlıkla kullanılabiliyor. Partikül boyutu kendi özelliğini bozmadan sürekli antibakteriyel etki gösterebilecek yüzey kaplamasıyla geliştirildi. Elde ettiğimiz materyal kendi antibakteriyel özelliğini daha uzun süre tuttuğu için hem tedavi yaklaşımını kısaltmakta hem de daha etkili tedavi olanağı sunmakta. Şu an hayvan testleri devam etmekte, olumlu sonuç alındığında ilaç literatürüne girme şansı bulunmakta.”
“Çok düşük sayıda hayvan kaybı yaşandı”
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Öğretim Üyesi ve Deney Hayvanları Üretim ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Onural Özhan da bilimsel çalışmanın hayvan deneyleri kısmını yürüttüklerini dile getirdi.
Sıçanlar üzerinde yapılan deneylerin devam ettiğini söyleyen Özhan, şu bilgileri verdi:
“Çok az mortalite yani ölüm oranıyla hayvanlar yaşıyor. Çalışmayı sonlandırdıktan sonra devamındaki ileri analizleri yapacağız. Sıçanlarda model oluşturduktan sonra göğüs boşluklarına insanlarda kullanılacak doza paralel olarak sıçanlarda uygulanacak dozu tayin ederek uyguladık. Normalde bu model deneylerde, hayvan kayıp oranları çok yüksek, fakat geliştirdiğimiz ürünü uyguladıktan sonra çok düşük sayıda hayvan kaybı yaşandı. Çalışmalarımıza devam ediyoruz.”
İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Doktor Öğretim Üyesi Canbolat Gürses ise modifiye talk malzemesinin enfeksiyöz bakteriye 5. saatten sonra etki ettiğini gözlemlediklerini kaydetti.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Bölgede “genç evre” müsilaj kabusu
İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Cem Gazioğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kınalıada”da kaydedilen oluşumun müsilaj olduğunu söyledi.Müsilaj yapılarının evre evre olduğunu dile getiren Gazioğlu “Bu görseller bize, oluşumun genç evrelerde olduğunu gösteriyor. Daha önceki müsilaj olaylarından edindiğimiz tecrübeler, durağan koy, körfez ve liman gibi bölgelerde bu tür hadiselerin yaşanabileceğini ortaya koymuştur. Bu bölgenin de benzer şekilde müsilajın sıkça görüldüğü bir alan olduğunu biliyoruz.” dedi.Yüzeyde görülen müsilajın bölgede uzun süre kalıcı olmayacağına dikkati çeken Gazioğlu, “Dalgalanan sıcaklıklar, akıntı ve rüzgar rejimine bağlı olarak yüzey müsilajı tekrarlanabilir. Ancak yüzeyde görülen müsilaj, su kolonunda görülenden daha farklı bir gelişim göstermektedir.” bilgisini verdi.Prof. Dr. Gazioğlu, Marmara Denizi”nde tekrarlanan müsilaj hadiselerinin ardındaki oşinografik ve çevresel etkilerin araştırılması gerektiğini anlattı.Durağan liman ve barınak gibi tesislerin içindeki su kütlesinin sürekli yenilenmesine imkan verecek mühendislik uygulamalarının kısmi ve geçici çözümler sunabileceğini vurgulayan Gazioğlu, alınan tedbirlerin sonuç vermesinin zamana bağlı olduğunu belirtti.Gazioğlu, Marmara Denizi”nde müsilajın uzun yıllar lokal olarak etkiler oluşturabileceğinin altını çizerek, “Bu bağlamda, önümüzdeki süreçte etkileri sınırlı dahi olsa müsilaj hadiselerine tanıklık etmeye devam edeceğiz.” diye konuştu.- “MÜSİLAJIN KISA VADEDE ORTADAN KALKMASI OLANAKLI GÖZÜKMÜYOR”İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay ise müsilaj artışının birkaç haftadır gözlemlendiğini dile getirdi.Marmara Denizi”ndeki derin bölgelerde artan müsilajın birkaç haftadan beri su yüzeyinde görülmeye başlandığını kaydeden Albay, “Yüksek organik yük, durağan su kütlesi ve uygun sıcaklık ortamında artış gösteren müsilajın kısa vadede ortadan kalkması olanaklı gözükmüyor.” ifadelerini kullandı.Prof. Dr. Albay, Marmara Bölgesi”nin yoğun nüfusu ve insan kaynaklı kirlilikle deniz üzerinde büyük bir baskı oluşturduğunu belirterek, şöyle devam etti:”Ülkemiz nüfusunun yaklaşık üçte birinin yaşadığı Marmara Bölgesi”nde yer alan Marmara Denizi, evsel, endüstriyel, tarımsal ve gemi atıkları gibi yoğun kirleticilerin etkisi altında bulunmaktadır. Uzun yıllardır, yaklaşık 10 metre derinlikten sonra deniz yaşamı için en kritik parametre olan çözünmüş oksijen değeri kritik seviyenin altında bulunuyor. Atık girişlerinin tam olarak kontrol edilememesi nedeniyle gelecek yıllarda da zaman zaman müsilaj artışlarının ortaya çıkması muhtemeldir.”Marmara Denizi”nin sürdürülebilirliği için bir yol haritasının şart olduğunu aktaran Albay, çevresinde bulunan İstanbul, Kocaeli, Yalova ve Tekirdağ gibi kıyı kentleriyle bu denizin ivedilikle barıştırılması gerektiğini söyledi.İlgili bakanlıklar, belediyeler ve üniversitelerin bir araya gelip, havzadan başlayarak Marmara Denizi”nin rehabilitasyonu için bir yol haritası hazırlamaları gerektiğine dikkati çeken Albay, “Marmara Denizi”nin su kalitesinin iyileştirilmesiyle yalnızca müsilaj artışı engellenmeyecek, denizdeki canlı çeşitliliği artacak, tatil için Ege ve Akdeniz”e giden yüzbinlerce insan Marmara”da yüzebilecek. Ayrıca bu süreçte su kültürü gelişerek, denizle barışan insanlar Marmara”nın bir daha kirlenmesine izin vermeyecektir.” değerlendirmesini yaptı.
Source: Www.star.com.tr