Çanakkale
1915 yılıydı.
Avustralya’da, New South Wales eyaletinde, Broken Hill kasabasından geçen trene ateş açıldı, beş kişi hayatını kaybetti. Güzergahtaki kayalıklarda derhal askeri operasyon yapıldı, masum sivillere ateş açan iki saldırgan öldürüldü. Ertesi günkü Avustralya gazetelerinde fotokopi gibi tıpatıp aynı cümleler vardı, “Türkler Avustralya’ya saldırdı” yazıyordu, “Türkler katliam yaptı” manşetleri atmışlardı. Çünkü… Saldırganların çantasından Türk Bayrağı çıkmıştı. Ayrıca, birinin cebinde mektup bulunmuştu, o mektupta her şeyi itiraf ediyordu, “padişahın emriyle Avustralya’ya savaş açtıkları” yazıyordu.
Ahali galeyana geldi. İntikam alınacak Türk bulamadıkları için, Osmanlı’nın müttefiki olan Alman göçmenlerin yaşadığı kasabaları bastılar, evleri ateşe verdiler. Ve, topluca askere yazıldılar!
Tesadüfe bakın ki, Britanya imparatorluğu sadece bir ay önce Osmanlı’ya savaş ilan etmişti. Ama Avustralya’da zorunlu askerlik olmadığı için yeterince gönüllü bulamamışlardı. İşte tam bu atmosferde iki Türk saldırgan şırrak diye trene ateş açıp masum sivilleri katledince, gönüllülük kavramı “vatan borcu”na dönüşmüştü. Avustralyalı gençler ve “kuzen”leri Yeni Zelandalı gençler, gemilere doluştu, Türklere hesap sormak için Çanakkale’ye geldi.
Halbuki… O saldırganlar Türk filan değildi. Yıllar sonra bu mevzuyu kurcalayan Broken Hill Tarih Kurumu üyesi Gordon Densie ortaya çıkardı. (Anadolu Ajansı haber yaptı.) Saldırganlar, göçmen Afgan’dı. Biri imamdı, biri deveciydi. İmam olanı çaktırmadan kasaplık yapıyordu, Kasaplar Birliği’ne üye olmadan kaçak kesim yaptığı için hakkında dava açılmıştı, bu davaya kin güdüyordu. “Padişahın saldırı emri”ni itiraf eden mektup da elbette palavraydı. İmamın belindeki kuşağından çıkan mektupta, aslında “belediye denetçisi beni suçladı, yalvardım yakardım, dinlemedi, kimseye düşmanlığımız yok, sadece denetçiye kinim var, onu öldürmek istedim” yazıyordu! Deveci desen, madenlerde yük taşıyordu, en iyi müşterisi Almanlardı, Birinci Dünya Savaşı’nın çanları çalmaya başlayınca, madenler kapanmış, deveci işini kaybetmiş, üç beş kuruş kazanmak için seyyar dondurmacılığa başlamıştı, işsiz kalmasına sebep olanlara kin güdüyordu, imam arkadaşının aklına uymuş, saldırı planına dahil olarak, bedel ödetmeye kalkmıştı.
Bu somut gerçeklere rağmen Avustralya halkına yalan söylendi. “Türkler saldırdı” etiketi yapıştırıldı. Çatışma bölgesine Türk Bayrağı monte edildi. Hatta iki yıl geçti geçmedi, “yangın çıktı” dediler, tren saldırısına dair tüm belgeler, askeri yazışmalar, hastane kayıtları kül oldu!
Saldırganlar son model askeri tüfekler kullanmıştı. Hiç kimse merak etmedi, açlıktan nefesi kokan imamla deveci, polisin elinde bile bulunmayan o pahalı askeri tüfekleri nasıl satın almıştı? Kimden almıştı? Güya mermileri bittiği halde, neden canlı olarak değil de ölü ele geçirildiler? Muamma olarak kaldı. Hatta, ateş edenlerin aslında başkaları olduğu, bu iki salağın önceden öldürülüp oraya yerleştirildiği bile iddia edildi ama amaç hasıl olmuştu. Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gençler intikam hırsıyla dolduruldu, Türk nefretiyle Çanakkale’ye sürüldü. 300 bin İngiliz ve 80 bin Fransız zaten hazırdı, bunlara 200 bin Anzak eklendi.
Ve savaş başladı… İngiliz zırhlıları Çanakkale Boğazı’nı geçebilmek için kıyılarımızı dövüyordu. Mecidiye Tabyası’nda ağır hasar vardı, topa mermi yüklediğimiz vinç parçalanmıştı, top susmuştu, çaresizlik ölümden ağırdı. Ama Seyit onbaşının bu çaresizliğe teslim olmaya niyeti yoktu. Çekilin dedi, devasa mermiyi sırtladı. Namluya sürebilmek için altı basamaklı merdiven çıkması gerekiyordu, ağır ağır tırmandı, son bir gayretle topun kundağına yerleştirdi, bumm… 750 mürettebat taşıyan 125 metrelik Ocean zırhlısını, Çanakkale Boğazı’na gömdü.
Seyit o mermiyi sırtında taşırken, ordu komutanımız Alman paşaydı. İstihkam komutanımız Alman’dı. İstihbarat komutanımız Alman’dı. Donanma komutanımız Alman’dı. Genelkurmay ikinci başkanımız Alman’dı. Boğazlar komutanımız Alman’dı. Tahkimat komutanımız Alman’dı. Ordu başmüfettişimiz, kolordu komutanımız, lojistik komutanımız, tümen komutanlarımız, tabya komutanlarımız Alman’dı… E, bütün omzu kalabalık rütbeleri elaleme verince, o devasa top mermisini sırtında taşıma görevi kime kalmıştı? Gariban Seyit’e.
Almanya bizi kıskanıyor diyenler altını çizerek okusun… Seyit’in taşıdığı mermi, Alman malıydı. Namlusuna sürdüğü top, Alman malıydı. Seyit’in o hepimizin hafızasına mıh gibi çakılan efsane fotoğrafı vardır ya… O fotoğrafı Alman ordusunun Alman fotoğrafçısı çekti. Fotoğraf makinesi Alman malıydı.
Çünkü… Seyit’in sırtındaki aslında sadece top mermisi değildi. Akla, bilime saygısız, dünyaya karşı korkak, milletine karşı gaddar, kendini kurtarması için yabancıdan medet uman, basiretsiz kafanın yüküydü.
Seyit’in sırtındaki aslında, kendi şatafatlı koltuğunu korumak için dini-imanı alet eden, elalem istedi diye elalemin savaşına giren, kendisi dalkavuklarıyla cariyeleriyle saraylarda otururken milletin gariban evlatlarını hoyratça ateşe süren, liyakatsiz zihniyet silsilesinin yüküydü.
Bu liyakatsiz kafanın faturası elbette ağır oldu. Çanakkale’de oluk oluk kan aktı. Tıbbi malzeme yetersizdi, kanamayı durdurabilmek için şarapnelle parçalanan kollar, bacaklar iple bağlanarak sıkılıyordu, vücuda saplanan mermilerin deliklerine ot tıkanıyordu, ot bulunamazsa çamurla sıvanıyordu. Yaralar kurtlanıyordu, yaraları kireç basarak temizlemeye çalışan gazilerimizin feryatları gecelerin karanlığını yırtıyordu. Daracık alanda binlerce ölü beden yatıyordu, milyarlarca sinek üşüşmüştü, kavurucu sıcakta buram buram ağırlaşan koku, sinek sürülerini mıknatıs gibi çekiyordu, ölülerin ağızlarına, burunlarına, kulaklarına giriyorlardı. Anzak askerlerinin hatıra defterlerinde yazıyor, “uyku uyumak imkansızdı, vızıldayan kanatlarla çöken kara bulutlar, insanı çıldırma noktasına getiriyor”du. Tuvalet filan yoktu, siperlerde kovalar vardı, sağlık ekipleri topluyor, herhangi bir yere boşaltıyordu, siperlerin arkasında iki üç metre derinliğinde çukurlar kazılıyordu, üstüne kalas konuluyordu, o kalaslar oturma yeriydi, üstünde dengede durarak çömeliyor, işini görmeye çalışıyorlardı, dengesini kaybettiği için, kalas kırıldığı için çukura düşenler oluyordu. İshal salgını vardı. Bir gecede 15 defa, 20 defa tuvalete gitmek zorunda kalıyorlardı, paçalarına kan damlıyordu. İçme suyu yetersizdi, kuyu suyu hastalık getirmekten başka işe yaramıyordu, çünkü kuyulardan bile çürümüş cesetler çıkıyordu, yıkanmayı çoktan unutmuşlardı.
Peki, bunca olumsuzluğa rağmen nasıl oldu da kazandık?
Her 18 Mart’ı Çanakkale Zaferi olarak kutluyoruz ama aslında, Çanakkale Savaşı hep anlatıldığı gibi 1915’te denizde başlayıp 1916’da karada kazanılmadı. Biz o zaferi tee üç yıl önce 1913’te kazandık!
Çünkü… Mustafa Kemal, Trablusgarp’tan yeni dönmüştü, askeri ataşe olarak Sofya’ya gitmeden önce Çanakkale Boğazı’na atandı. Kader adeta onu buraya getirmişti. O günlerde henüz kendisi de farkında değildi ama üç yıl sonra tarihin akışını değiştireceği Çanakkale’yi üç yıl önceden inceleme fırsatı yakalamıştı. Üç bin yıl önce Troya Savaşı’nın yaşandığı yerleri karış karış dolaştı. Kitap merakı sayesinde klasik literatüre hakimdi, İlyada’yı okumuştu. Homeros’un mitolojik destanındaki yer tariflerini keşfetmeye çalıştı. Karadan ve denizden saldırı noktalarının o günkü konumlarıyla bugünkü şartlarını harita üzerinde karşılaştırdı, krokiler çizdi.
Milattan önce 334 yılında Asya seferine çıkan Büyük İskender, 35 bin kişilik ordusunu Çanakkale Boğazı’ndan geçirmişti. O geçiş güzergahını adım adım inceledi. Boğazı tekneyle geçti, Büyük İskender’in Anadolu topraklarına ayak bastığı yerden karaya çıktı, neden o noktanın seçilmiş olabileceğine dair coğrafi notlar tuttu. Herodot okumuştu. Yıllar yıllar sonra “300 Spartalı” filmine konu olacak Termofil Savaşı’ndan haberdardı. Tıpkı Homeros’un izini sürdüğü gibi, Herodot’un anlattığı yer tariflerini de keşfetmeye çalıştı. Milattan önce 480 yılında Yunan topraklarını istila etmek için gelen Pers Kralı Kserkes’in 50 bin kişilik devasa ordusuyla Anadolu tarafından Avrupa tarafına geçtiği noktayı inceledi, notlar tuttu. Yine böyle bir mart günüydü, Troya antik kentine geldi. Saatlerce gezdi, düşündü, krokiler çizdi. Achilles’in mezarı olarak bilinen tümülüsü ziyaret etti.
Tıpkı Mustafa Kemal gibi, Fatih Sultan Mehmet de Homeros’un İlyada’sından etkilenmişti, Troya’ya gitmişti. Yanından ayırmadığı vakanivüsü Kritovulos’un notlarından biliyoruz, Troya’nın kalıntılarını gezmişti, Achilles’in, Hektor’un mezarları hakkında bilgi almıştı, kahramanlıklarını saygıyla anmıştı. Troya’nın coğrafi konumunu, denizle-karayla ilişkisinin stratejik yararlarını irdelemişti. Papa II. Pius’a yazdığı mektuptan anlıyoruz ki, İstanbul’un fethini Troya’nın rövanşı olarak görüyordu.
İngiliz genelkurmayı da aynı metodu uygulamıştı. Çanakkale Savaşı hazırlıkları sırasında bölgenin antik tarihi üzerine araştırmalar yapmışlardı, Troya dönemine ait antik çağ haritalarından faydalanmışlardı. Troya Savaşı’nda lojistik üs olarak kullanılan Bozcaada, Gökçeada ve Limni adaları, Çanakkale Savaşı’nda İngilizler tarafından lojistik üs olarak kullanıldı.
Troya Savaşı’nda mesela, Beşige Koyu’na şaşırtma amaçlı sahte çıkarma yapılmıştı, İngilizler aynısını Çanakkale Savaşı’nda yaptı. Troya Savaşı’ndaki efsane Troya Atı’nı (Truva Atı) herkes bilir. Çanakkale Savaşı’nda Truva Atı hilesi bile kullanıldı. İngiliz kurmayları, donanmanın kömür ihtiyacını karşılayan 105 metre uzunluğundaki River Clyde isimli kömür şilebini, modifiye ederek çıkarma gemisine dönüştürmüştü. Dışarıdan bakıldığında eski püskü kömür şilebi görüntüsüydeydi, güvertesindeki askeri teçhizat görünmüyordu. Halbuki, ambarları hıncahınç asker doldurulmuştu. Dümeni kilitlenip yanlışlıkla savrulmuş gibi karaya oturacak, vurulmaya değer hedef olarak görülmeyecek, hava kararınca içindeki iki bin asker karaya çıkacak, ilk savunma hattımızı delecek, arkadan gelecek olanlara gedik açacaktı… Neyse ki beceremediler.
Troya’yla Çanakkale’nin üç bin yıllık hesaplaşma olduğunun bir başka kanıtı, Agamemnon’du. Britanya donanmasının en güçlü savaş gemilerinden birinin adı, Agamemnon’du. Orijinal Agamemnon ise Troya’yı yıkmaya gelen Akha ordusunun başkomutanının adıydı. Hatta… Osmanlı’nın ölüm fermanı anlamına gelen Mondros Mütarekesi’nin, başka yer yokmuş gibi, Agamemnon zırhlısı’nın güvertesinde imzalanması da elbette tesadüf değildi.
Fatih Sultan Mehmet’in tespiti, muhteşem isabetliydi. İstanbul’un fethi, Troya Savaşı’nın rövanşıydı. Üç bin yıl sonra Çanakkale’yi geçmeye çalışanlar, Troya’nın rövanşını kaybedenlerdi. Çanakkale Savaşı, tıpkı Troya Savaşı gibi, Doğu ile Batı’nın, Avrupa’yla Anadolu’nun mücadelesiydi.
Ve… Truva’nın stratejik planlarını bizzat yerinde inceleyen, ölçüp biçen, notlar alan Mustafa Kemal, üç yıl sonra, 1915’te yeniden Çanakkale’ye geldi.
Aciz saray yönetimi ve ordunun teslim edildiği Alman paşalar adım adım felakete sürüklenirken, Mustafa Kemal ne yapacağını net olarak biliyordu, nerede yapacağını, nasıl yapması gerektiğini kafasında çoktan kurgulamıştı.
Anafartalar… Savaşın kırılma noktasında yer alan iki köyümüzün ortak adıydı. Küçük Anafarta köyü, Büyük Anafarta köyü, Anafarta kelimesi yerel ağızda “rüzgara karşı, çok rüzgar alan yer” manasına geliyordu. Anafartalar Kahramanı’nın emperyalizm rüzgarına karşı durduğu yer, coğrafyanın sözlük anlamına da cuk oturuyordu.
Çanakkale Zaferi, hamasetle değil… Mustafa Kemal’in analitik zekasıyla, entelektüel birikimiyle kazanıldı.
Seyit onbaşının o devasa mermiyi namluya sürdüğü noktaya dönersek… Çanakkale Boğazı’nı üstten geçemeyen itilaf devletleri, kara savaşından önce ikmal yollarımızı kesmek ve moralimizi bozmak için “sinsi silah”ı devreye sokmuşlardı. Denizaltılar… Çanakkale Boğazı’nı alttan geçerek Marmara’ya sızmaya başladılar. İlk birkaç denemede mayınlara yakalandılar, vuruldular. Bu tehlikeli görevi ilk başaran Avustralya’nın AE2 denizaltısı oldu, Marmara’ya girdi, ruhumuz bile duymamıştı. Neyse ki, tek bir gemimizi bile batıramadan farkedildi, Marmara’da batırıldı. Ancak… AE2’nin keşfettiği rota, Çanakkale Boğazı’nın geçiş hattını itilaf kuvvetlerine öğretmişti. Yol oldu. İngiliz denizaltısı E11, aynı yolu takip ederek Marmara’ya geçti. Cepheye asker ve mühimmat taşıyan gemilerimizi avlamaya başladı. Kahredici bir skora ulaştı. Dile kolay, 96 gün içinde, aralarında Barbaros Hayrettin zırhlısının da bulunduğu 94 gemimizi batırdı.
İngiliz denizaltısı tarafından sulara gömülen gemilerimizden biri, Halep vapuru’ydu. 54 metre boyunda şehir hatları vapuruydu. Gövdesi beyaz, bacaları siyahtı, yandan çarklıydı. İstanbul’dan, Mudanya’dan asker, cephane, erzak yüklüyor, Akbaş Limanı’na getiriyor, dönüşte yaralılarımızı taşıyordu. 25 Ağustos 1915… Gece boyunca cepheden sedyelerle taşınan 200 yaralı askerimiz sabahın ilk ışıklarıyla beraber Halep vapuru’na bindirilmişti, yola çıkmak üzereydiler. Tam o sırada, hiç sezdirmeden limanın ağzına kadar girmiş olan İngiliz denizaltısının kaptanı, periskopundan Akbaş Limanı’nı seyrediyordu, demirli halde üç gemi vardı. Saat 07.20’de bitirici vuruşunu yaptı. Sonra da seyir defterine şunları yazdı: “Limanda bağlı üç vapur görüyordum. Yakınımızda olanı Kızılay amblemleri ile boyanmış bir hastane vapuruydu. Ona saldırmaktan hemen vazgeçtim, diğer vapura yöneldim ve torpidoyu ateşledim. Üzerinde hiçbir işaret bulunmayan bu vapur muhtemelen cephane taşıyordu. Ön kısmından isabet aldı, hızla batmaya başladı.”
İngiliz kaptan hedefini yüzde yüz isabetle vurmuştu ama maalesef tahmininde yanılmıştı. Halep vapuru cephane getirirken Kızılay bayrağını çıkarıyor, yaralı götürürken Kızılay bayrağını takıyordu, yola çıkmadan önce Kızılay bayrağı takılacaktı. İngiliz kaptanın bunu bilmesi elbette imkansızdı, Kızılay bayrağını görmeyince torpidoyu yolladı. 200 yaralımız şehit oldu, Akbaş Limanı’na defnedildi.
İşte o Halep vapuru… Tarihin akışını değiştiren Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’i Tekirdağ’dan Çanakkale’ye getiren vapurdu!
Kader bir kez daha Türk milletinin yanındaydı… Halep vapuru Mustafa Kemal’i taşırken vurulup batsaydı, ne Çanakkale Savaşı kazanılırdı, ne Kurtuluş Savaşı kazanılırdı, ne de Türkiye Cumhuriyeti var olurdu.
Maalesef bakıyoruz bugün…
110 yıl önce, Çanakkale’de milletin kaderini elaleme teslim eden liyakatsiz saltanat zihniyeti, 110 yıl sonra, Mustafa Kemal’in askerlerini ordudan ihraç ediyor.
110 yıl önce, Mustafa Kemal sayesinde yazılan Çanakkale destanını, 110 yıl sonra, hiç utanmadan Mustafa Kemalsiz kutlamaya çalışıyorlar.
Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü’nde… Onbinlerce evladımızı şehit eden teröristbaşına “kurucu önder” deniyor, “kurucu irade” filan deniyor, umut hakkıyla serbest bırakılsın, meclise gelsin deniyor, Şehitleri Anma Günü’nde şehitlerimize ve şehit ailelerine bu reva görülüyor.
Çanakkale’yi geçemeyenler, sarayın basiretsizliğiyle mermi sıkmadan İstanbul’u işgal etmişti, tarih farklı bir versiyonla tekerrür ediyor, bu ülkeye yıllarca terörle kan kusturup asla başaramayanlar, sarayın hoşgörüsüyle, sarayın onayıyla, adeta devletin ortağı haline getiriliyor.
Dolayısıyla, geleceğe dair umudumuz olan gençlerimize seslenerek bitirmek istiyorum… Tarihimizin gerçeklerine sahip çıkın. Mustafa Kemal Atatürk’e saldıranlara karşı çıkın. Akıldan, bilimden, liyakatten yana olun. Biat kültürünün esiri olursanız, kaçınılmaz olarak gün gelir, imkanlar içinde imkansız kalır, o top mermisini sırtınızda taşırken bulursunuz kendinizi!
Source: Yılmaz Özdil
Çanakkale Zaferi: Cumhuriyet’in ön sözü
Çanakkale Zaferi, Millî Mücadele’nin ve Cumhuriyet’in ön sözüdür.
Mustafa Kemal, Çanakkale’de Millî Mücadele’nin çekirdek kadrosunu oluşturur.
Çanakkale, Mustafa Kemal’in tarih sahnesine ve Türk Milleti’nin huzuruna çıktığı devler savaşıdır.
Türk Milleti, Çanakkale’de Anafartalar Kahramanı ile tanışır.
Bu açıdan, Mustafa Kemal’in doğum yeri Çanakkale’de Kemalyeri’dir.
Kemalyeri, Mustafa Kemal’in muharebenin başında gözetleme yerine verilen isimdir.
Eğer Çanakkale zaferle sonuçlanmasaydı, Millî Mücadele yolculuğu başlatılamaz, Türk İstiklal Savaşı yapılamazdı.
18 Mart 1915’te Çanakkale
Boğazı geçilemedi:
İngiliz ve Fransızlardan oluşan işgal donanması, 18 Mart 1915 günü savaş gücünün neredeyse üçte birini kaybeder.
Üç büyük savaş gemisi, iki muhrip ve yedi mayın tarama gemisi batırılır.
800 kişilik zayiat verirler.
Türk tarafının kaybı ise 26 şehit ve 53 yaralıdır.
200 yıldır yenilmeyen Büyük Britanya İmparatorluğu için bu yenilgi büyük bir travmaydı.
Nusret mayın gemisi, muharebe gemilerinin manevra yaptıkları Erenköy Koyu’nun tam burnu istikametinde, 7/8 Mart 1915 gecesi, sabah saat 3.20’de 26 mayın döşedi.
Bu mayınlara çarpan son 200 yılın yenilmez İngiliz donanması, daha ilk günde donanmasının üçte birini kaybetti.
Bu açıdan, Nusret mayın gemisi, 18 Mart’ın gerçek kahramanıdır.
Türk topçusunun başarısı da kayda değer.
18 Mart Zaferi, Türklerin uzun zamandır kazandığı ilk zaferdi.
İşgal devletlerinin hatası:
İngiltere Deniz Bakanı Churchill’in ve İngiliz liderlerin Çanakkale Boğazı’nı sadece donanmayla geçme girişimleri, savaş tarihi açısından stratejik bir hatadır.
İki tarafı, aynı ülke tarafından korunan bir boğazı geçmek, ancak müşterek harekâtla mümkündür.
İtilaf kuvvetlerinin kara birlikleri kullanmamaları ve Türklerin gücünü küçümsemeleri stratejik bir yanılgıdır.
İngiliz tarihi, bu yenilgiyi bir kara leke olarak kabul eder.
Boğazı, sadece donanmayla geçemeyeceklerini anlarlar ve kara harekâtı hazırlıklarına başlarlar.
Alman ordu komutanının
savunma planı bir tuzaktı:
Çanakkale cephesinde, 26 Mart 1915’e kadar emir-komuta Türk komutanların elindeydi.
Türk komutanlar tarafından hazırlanan savunma planında, kıyıların kuvvetli tutulması esas alınmıştı.
Böylece, düşmanın henüz denizde iken karşılanması ve karaya çıkması engellenecekti.
Çanakkale Cephesi’nden sorumlu 5’inci Ordu Komutanı Alman General Liman von Sanders, Türk komutanların hazırladıkları savunma planını değiştirir.
Tam tersi bir savunma şeklini Enver Paşa’ya teklif eder.
Planı Enver Paşa onaylar.
Alman Komutan’ın planı, kıyı hattını zayıf tutmak, geride takviyeler bulundurmak ve düşmanın kıyıya çıkış yerine göre saldırıya geçmek esasına dayanır.
Türk komutanların planı ile çelişen bu savunma sistemi, düşmanın kıyıya çıkmasına adeta müsaade ediyordu.
Savunma bölge önceliği konusunda da Türk Komutanları ile Sanders arasında ayrılık vardı.
Mustafa Kemal ve diğer Türk komutanlar birinci derecede savunma önceliğini Gelibolu Yarımadası’na vermişlerdi.
Alman Ordu Komutanı, düşman çıkarmasının Gelibolu Yarımadası’na yapılacağını kabul etmiyordu.
Alman ordu komutanının savunma planına, Türk komutanlar şiddetle itiraz ederler.
9’uncu Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey, 6 Nisan 1915’te bağlı olduğu Kolordu Komutanlığı’na;
Yarbay Mustafa Kemal, 3 Mayıs 1915’te doğrudan Enver Paşa’ya;
5’inci Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay Kazım (İnanç) 4 Mayıs 1915’te, doğrudan Enver Paşa’ya mesaj göndererek bu planın felakete yol açacağını bildirirler.
Ancak, Enver Paşa bu feryatları dinlemez.
Alman hayranlığı ağır basar.
Ve, Alman Ordu Komutanı’nın hatalarla dolu planı uygulanır.
Savunma planının uygulanmasında, en büyük sorumluluğun Başkomutan Vekili Enver Paşa’da olduğunu belirtmek gerek.
Ayrıca, o dönemde, Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı, kritik şubeler olan Harekât Şube Müdürü, İstihbarat Şube Müdürü, Ulaştırma Şube Müdürü Alman’dı.
Yani, tam Alman etkisi vardı.
Sonuçta, Çanakkale’de kıyı hattı kuvvetli olarak savunulmadığı ve böylece düşmanın karaya çıkmasına izin verildiği için 260 gün (8.5 ay) boyunca, düşmanı denize dökmek mümkün olmamış ve Türk kanı oluk oluk akmıştı.
Muharebelerde, Alman komutanların hatalı kararları da Türk kayıplarının artmasında önemli bir faktör olmuştur.
Alman Genelkurmay Başkanı General von Moltke, Enver Paşa’ya gönderdiği, 10 Ağustos 1914 tarihli yazısında:
“Osmanlı müttefikin vazifesi, mümkün olduğu kadar çok Rus ve İngiliz kuvvetlerini bağlamak…”
Bu belge, Alman Genelkurmayı’nın, Türk Ordusu’nu Alman çıkarları için kullanmak istediğinin bir göstergesidir.
Eğer, Türk komutanların savunma planı uygulansaydı, savaş çok daha kısa sürede zaferle sonuçlanacak ve Türk ordusu çok daha az kayıp verecekti.
Atatürk’ün Anafartalar’da çekilen bu fotoğrafı Fransız basınında yer aldı.
‘Neslimizin gürbüz safları…’
Çanakkale Muharebeleri, denizde ve karada 287 gün, karada 260 gün sürdü.
5’inci Türk Ordusu’nun harp cerideleri ve günlük zayiat raporları incelendiğinde, ayrıca sevk edildikleri hastanelerde şehit olanlar hesaba katıldığında, 3 Kasım 1914’ten 9 Ocak 1916’ya kadar geçen sürede;
Türklerin şehit sayısı 101.279’dir.
102.603 yaralı ve kayıp; 10 bin esir olmak üzere, toplam zayiatın 213.882 olduğu ortaya çıkar.
İngilizlerin zayiatı, 205.000’dir.
Fransızların kaybı ise 47.000’dir.
İtilâf kuvvetleri 252.000; Türk kuvvetleri 213.882 olmak üzere toplam, 465.882 zayiat verilmiştir.
Türkler, kara harekâtında günde, yaklaşık 825 zayiat verir.
İşgal kuvvetleri günde, yaklaşık 970 kayıp verirler.
İki taraf, günde yaklaşık 1800 zayiat verir.
Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı Genelkurmay Karargâhı’nda Harekât Subayı olarak görev yapan İsmet İnönü, anılarında şu değerlendirmede bulunur:
“Uğradığımız zayiatın ağırlığını, bundan sonra savaşın devam ettiği üç senede, her cephede hissettik. Harpten sonra da, uzun müddet neslimizin gürbüz safları arasında geniş boşlukların acısı çekilmiştir.”
Truva’nın intikamı
Truva Savaşı’nda batıdan gelip saldıran Akalar vardı.
Çanakkale’de, yine batıdan ve denizden gelen İngiliz ve Fransızlar var.
Truva’da Aka ordusunun komutanı Agamemnon’du.
Çanakkale’de İngiliz donanmasının savaş gemilerinden birinin adı, yine Agamemnon…
Truva’dan 3 bin yıl sonra, 1915’te Çanakkale’ye saldıran işgal kuvvetlerini Mustafa Kemal durdurur.
Mustafa Kemal, Truva’nın intikamını Çanakkale’de ve Conkbayırı muharebesiyle alır.
‘Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum’
Mustafa Kemal, Çanakkale’de verdiği emirlerin çoğunda, “Balkan Faciası’nın yaşanmaması için” şeklinde ifade kullanır.
Hatta, Balkan Felaketi’ne neden olabilecek askerlerin kurşuna dizilmeleri emrini de verir.
1 Mayıs 1915’te de şöyle bir emir verir:
“İçimizde ve komuta ettiğimiz askerlerimizde, Balkan Savaşı utancının tekrarını görmektense, burada ölmeyi istemeyenlerin bulunacağını asla kabul etmem. Eğer böyle kişilerin olduğunu görürseniz onları derhal kendi ellerimizle kurşuna dizmeliyiz…”
O genç subay kadrosu, Balkan utancını bir daha yaşamamak için gerekli tüm önlemleri alır.
Saldırıda askerinin başındadır, taarruzda en önde komutanlar vardır.
İngiliz resmî tarihçilere göre, Türk askerinin Çanakkale Muharebeleri’nde başarılı olmasının temel nedeni, savundukları toprağın anavatanları olduğunu bilmeleridir.
İkinci nedeni de muharebelerde Türk komutanların askerle beraber ön hatta bulunması ve karşı saldırılarda birliklerin başında hareket etmeleridir.
Üçüncü nedeni de askerdeki manevi güçtür.
Benim değerlendirmeme göre dördüncü nedeni de, iki yıl önce yaşanan Balkan utancının bir daha tekrarlanmaması isteğidir.
Çanakkale Muharebeleri’nin
dünya savaş tarihindeki yeri:
Çanakkale Harekâtı, uzun süren askeri yenilgiler döneminden sonra, yıkılış döneminde bulunan Osmanlı Devleti’nin kazandığı ilk büyük cephe savaşıdır.
Çanakkale Harekâtı, Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.
Çünkü İngiltere ve Fransa, yaklaşık bir yıl süreyle, yarım milyon civarında bir kara ve deniz gücünü Çanakkale’de bulundurmak zorunda kaldılar.
Böylece, Almanya’nın Batı Cephesi’ndeki yükü çok hafiflemiş ve direnme gücü artmıştır.
Çanakkale Boğazı geçilemediğinden destek alamayan Rusya’da, Ekim 1917’de Bolşevik İhtilali patlak vermiş ve Çarlık Rusya’sı yıkılmıştır.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Kireçtepe’de
ÇANAKKALE’DE MUSTAFA KEMAL
Mustafa Kemal, yarbay ve albay olarak, 9 ay 13 gün Gelibolu muharebe alanında kaldı.
34 yaşındadır.
Stratejik bir komuta makamında değildir.
Ancak, o makamda bulunanlar adına kararlar verdi ve başarılarıyla stratejik sonuçlar elde etti.
Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebeleri’nde dört kez Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u, padişahı ve payitahtı kurtarır.
Birinci kurtarışı; 25 Nisan 1915’te Arıburnu’na çıkan düşmana, 57 ve 27’nci Alaylarla yaptığı saldırıdır.
Bu saldırıda, savaş tarihine geçen şu emri verir:
“Ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum…”
İkinci kurtarışı; Anafartalar Grup komutanı olarak, saldırı yapan İngiliz Kolordusu ile Anzak Kolordusu’na, 9 Ağustos 1915’te 7’nci ve 12’nci tümenlerle yaptığı taarruzdur.
Üçüncü kurtarışı; 10 Ağustos 1915 günüdür.
Conkbayırı’na kadar ilerlemiş İngiliz kuvvetlerine yaptığı süngü hücumudur.
Dördüncüsü, 21 Ağustos 1915’te, İkinci Anafartalar Muharebesi’nde çok daha güçlü İngiliz kuvvetlerine yaptığı karşı taarruzdur. Böylece işgal kuvvetlerinin İstanbul hayali son bulur.
Anzak komutanından saygı duruşu
İtilaf Kuvvetleri Başkomutanı İngiliz Orgeneral Hamilton, 10 Ağustos 1915’te anılarına şöyle yazar:
“Conkbayırı’nda Türkler, çok iyi bir komutana sahipler. Çok iyi komuta edilen ve yiğitçe dövüşen Türk Ordusu’na karşı savaşıyoruz.”
İngiliz Orgeneral ve tarih, Mustafa Kemal’e hakkını verir.
Savaşta yendiği düşmanının onun önündeki saygı duruşu tarihte bir ilkti:
Mustafa Kemal’e asıl hakkını, Anzak Kolordu Komutanı General Birdwood verir.
General Birdwood, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in karşısında savaştığı İngiliz generaldir. Anzak Komutanı olarak, iyi savaşmasıyla ün kazandı.
Birdwood, Çanakkale Savaşı sonrası İngiltere’de mareşalliğe kadar yükseltilir.
Emeklidir, tedavi görmektedir.
21 Kasım 1938’de, Atatürk’ün Ankara’daki cenaze törenine, doktorların itirazına rağmen, ayağı şiş olduğu halde üniformasıyla katılır.
Kortejde yürüyemez.
Halk evi balkonunda yerini alır.
Ayakta güçlükle durabildiğinden, arkasına destek için koltuk yerleştirilir.
Atatürk’ün naaşı geçerken, mareşal üniformasıyla ve sopasıyla selamlar.
Bir İngiliz mareşalinin, yenildiği düşman komutanına karşı muhteşem bir saygı duruşudur bu…
Savaşta yendiği düşmanının onun önündeki saygı duruşu, tarihte bir ilkti.
Anzak komutanı Etnografya Müzesi’nden Atatürk’ü böyle uğurladı.
Atatürk’süz Çanakkale olur mu?
Çanakkale’yi, Gelibolu Yarımadası’nı, Kemalyeri’ni, Arıburnu’nu, Conkbayırı’nı, Anafartalar’ı coğrafyadan silmeniz gerek.
Bu da yetmez…
İngiliz, Fransız, Avustralya, Alman, Yeni Zelanda ve Amerikan tarihini de yok etmeniz lazım.
Bu da yetmez…
Çanakkale şehitlerinin türküsünü nasıl yok edeceksiniz?..
Yani, silmeniz mümkün değil…
“Tarih nankör değildir, bir hizmeti unutmaz.”
Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet’in ön sözünü yazan kahramanları, vatandan başka sevgili bilmeyen o kuşağı saygı ve minnetle anıyorum…
Source: Naim Babüroğlu
Çanakkale geçilmez!
Tarih sahnesinde öyle anlar vardır ki, yalnızca bir savaşın değil, bir milletin kaderi yeniden yazılır. 18 Mart 1915, işte o günlerden biridir.
Düşman topları boğazı döverken, çelik gemiler karanlık sularda ilerliyordu. Mehmetçik açtı, susuzdu, yorgundu, cephanesi yoktu, kan kaybediyordu ama düşmana verecek bir karış toprağı yoktu ve asla vazgeçmeyecekti! Çünkü karşısında yalnızca silah değil, namusuna, bağımsızlığına ve şerefine göz dikmiş bir ordu vardı. Ve bu ordu her ne pahasına olursa olsun Çanakkale’yi geçemeyecekti.
Mustafa Kemal Atatürk, “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” dediğinde, asker duraksamadı, bir adım bile geri çekilmedi! Mehmetçik, dünyanın en güçlü ordularına “Dur!” dedi ve o gün, düşman zırhlıları boğazı geçmeye yeltendiğinde gözünü kırpmadan ölüme yürüdü. Türk milletinin kaderi yeniden yazılıyordu.
18 Mart 1915’te Türk milleti, tarihe altın harflerle kazınacak bir zafer kazandı! Kanla vatan aşkıyla yoğrulmuş bir destan… Çünkü toprak, üzerinde yaşayanların değil, uğruna can verenlerin vatanıdır! Ve Çanakkale, aziz şehitlerimizin kanlarıyla vatan kılınmış mukaddes bir yerdir!
Bugün hâlâ bu topraklarda özgür yaşıyorsak, bu bayrak dalgalanıyorsa, Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman Mehmetçikler sayesindedir! Çanakkale’de yatan 250 bin şehidimizin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Onlar, bu vatan için canlarını verdiler. Kimi geride anasını, kimi nişanlısını, kimi daha doğmamış evladını bıraktı. Ama bu vatan için bir an bile tereddüt etmediler!
Ve unutmayın! Çanakkale sadece geçmişte kazanılmış bir zafer değildir, aynı zamanda geleceğe bırakılmış bir vasiyettir. Bugünün gençleri olarak o vasiyete sahip çıkmak bizim en büyük sorumluluğumuzdur! Ey Türk genci! damarlarındaki asil kan, bu toprakları savunarak can verenlerin mirasıdır!
Ne mutlu, tarihini unutmayanlara!
Dünya Mutluluk Günü
Birleşmiş Milletler, 2012 yılında 20 Mart”ı “Dünya Mutluluk Günü” olarak ilan etti. Bahar geldiğinde nasıl ağaçlar yeşeriyorsa, insan ruhu da canlanıyor, tazeleniyor. İşte tam da bu yüzden, Dünya Mutluluk Günü ve Baharın Başlangıcı aynı gün, yani 20 Mart!
Bahar, yeniden doğuşun, umudun ve tazelenmenin simgesidir. Güneş biraz daha fazla ısıtır, çiçekler açar, günler uzar ve doğa uykusundan uyanır. Bahar, sadece doğanın değil, ruhumuzun da yeniden canlandığı bir zamandır.
Mutluluğun formülü kişiden kişiye değişse de bilim insanları, sosyal ilişkilerin güçlenmesi, doğayla iç içe olmak, kişisel gelişime önem vermek ve iyilik yapmak gibi faktörlerin mutluluğu artırdığını söylüyor. Yapılan çeşitli araştırmalar, insanların maddi kazanç elde ettiklerinde değil, bir başkasına yardım ettiklerinde veya bir şey verdiklerinde daha mutlu hissettiklerini gösteriyor.
Harvard Üniversitesi’nin yaptığı bir deneyde, katılımcılara belli bir miktar para veriliyor. Bir kısmından bu parayı kendileri için harcamaları, diğerlerinden ise bir başkasına hediye ya da bağış olarak vermeleri isteniyor. Günün sonunda, parayı başkaları için harcayanların, kendileri için harcayanlara kıyasla daha mutlu oldukları gözlemleniyor.
Oregon Üniversitesi’nin araştırmasına göre, birine iyilik yapmak, beyinde dopamin ve oksitosin salgılanmasını tetikliyor. Yani içten bir iyilik yapmak, birine hediye almak ya da ihtiyacı olan birine destek olmak, aslında insanın ruhuna iyi geliyor.
Bilimsel veriler açıkça gösteriyor ki mutluluk, almakla değil, vermekle çoğalıyor. Başkalarına iyilik yapmak, paylaşmak ve yardım etmek insanın doğasında var. Maddi kazanç kısa süreli bir tatmin sağlarken, vermek ve paylaşmak uzun vadeli huzur ve içsel doyum getiriyor.
Yani mutluluk için büyük anları beklemeye gerek yok, bazen sadece vermek yeterli! Hayatta sahip olduklarımızı paylaşmak, yalnızca karşımızdakini değil, bizi de zenginleştiriyor.
Dünya Mutluluk Günü’nde ve her gün, mutluluğu uzakta aramak yerine baharın coşkusunu ruhumuzda hissedip, paylaşalım ki çoğalsın!
Source: Pınar Turan
Türk milletinin varoluş destanı! Çanakkale Deniz Zaferi”nin üzerinden 110 yıl geçti
Bugün 18 Mart… Osmanlı ordusunun 110 yıl önce dünyanın en güçlü donanmalarına geçit vermeyerek yazdığı “Çanakkale Geçilmez Destanı”nın yıldönümünde şehitler minnetle anılıyor.Çanakkale”de 18 Mart 1915″te elde edilen deniz zaferi, Türk milletinin geleceği için bir dönüm noktası oldu, Çanakkale”nin geçilemeyeceğini de kanıtladı.Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Avrupa”da savaşın mevzi çatışmalarına dönüşmesi üzerine Çanakkale ya da Balkanlar”da yeni bir cephe açıp İstanbul”u ele geçirerek, Osmanlı Devleti”ni Almanya”dan ayırmayı ve kararsız Bulgaristan”ın ittifak devletleri yanında yer almasını önlemeyi amaçlıyordu.Osmanlı güçlerinin 3 Şubat 1915″teki Süveyş Kanalı”na taarruzu sonuç vermeyince İngiltere, Mısır”daki güçlerini boğazlara yönlendirdi.İtilaf devletleri, 12″si İngiliz, 4″ü Fransız olmak üzere 16 muharebe gemisi, 6 muhrip, 14 mayın arama tarama ve bir uçak gemisinden oluşan donanmayla 19 Şubat 1915 sabahı, “Müstahkem Mevki Methal Grubu Bataryaları”na bombardıman başlattı.Methal Grubu”nda Ertuğrul, Seddülbahir, Kumkale, Orhaniye bataryaları ile Erenköy civarında yerleştirilmiş bir kısım seyyar obüs bataryası, Merkez Grubu”nda ise Anadolu ve Rumeli bataryaları bulunuyordu.Hava şartlarının olumsuzluğu nedeniyle ikinci bombardıman 25 Şubat”ta yapıldı. 26 Şubat-17 Mart arasında ise itilaf devletleri donanması mayın arama taraması gerçekleştirdi ancak 17-18 Mart gecesi Nusret Mayın Gemisi, Erenköy Koyu”na ve boğaz geçişine mayın döşedi.TÜRKLERİN ZAFERİ İLE SONUÇLANDIMüttefik donanması, 18 Mart günü saat 11.15″te ilk atışlarla büyük bir taarruz başlattı. Saat 18.00″e kadar süren şiddetli çatışmalar sonunda, itilaf devletleri donanmasının üç muharebe gemisi “Bouvet”, “Irresistible” ve “Ocean” zırhlıları battı, iki muharebe gemisiyle bir muharebe kruvazörü hasar aldı.Çanakkale direnişinin ilk bölümü, İngiliz ve Fransız donanmalarının yenilgisi ve Türklerin zaferi ile sonuçlandı. Çanakkale geçilemedi.Yedi saat süren savaşta elde edilen bu kesin zafer, tarihe “Çanakkale Deniz Zaferi” olarak geçti.Deniz savaşının ardından başlayan kara savaşlarında İtilaf Devletleri”nin karşısına kahraman Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa ve kahraman komutanlar çıktı. Düşmanlarını bozguna uğratan Mehmetçik, Çanakkale”yi İtilaf Devletleri”ne kapatarak, bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez!” dedirtti.
Source: Www.star.com.tr
14 Mart niçin Tıp Bayramı?
Birinci Dünya Savaşı sonrası 1918″in sonlarına doğru İngilizler İstanbul’u işgal eder. İlk iş olarak milli duyguları güçlü ve stratejik gördükleri yerler olan Mektebi Tıbbiye-i Şahane, daha sonra 1912 yılında Tıbbiyelilerin kurmuş olduğu Türk Ocağı’na el koymakla başladılar. Bu yerler, ulus bilinci ve milliyetçilik açısından çok önemli iki kurumdu. Tıp hocaları bu işgale destek verdiler. Tüm bu karşı çıkmalara karşın okulun bir kısmını işgal ettiler. Bu işgal bardağı taşıran son damla oldu. Tıbbiye öğrencileri işgalin yaşandığı günün gecesi okulun iki büyük kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı astılar. Öğrencilerin bu eylemlerinden sonra büyük bir zulüm başladı.
Askeri öğrencileri yatakhanelerinden çıkartmakla kalmadılar, askeri kıyafetleri toplatmakla yetinmeyip, üniforma giymeleri de yasaklandı. Öğrenci yatakhaneleri İngilizlere tahsis edilirken, öğrenciler bodrum katta yerde yatmaya başladılar. Askeri
Tıbbiyeli öğrenciler, İstanbul ve okullarının İngilizler tarafından işgal edilmelerine güçlü tepkiler veriyorlardı. İşgal kuvvetleri baskıları her geçen gün giderek artıyordu. Artık hiç bir toplantıya izin verilmiyordu. Öğrenciler hocaları ile görüşüp, onların desteğini alınca 1827 yılında tıp okullarının kuruluşunu öne sürerek izin başvurusu yaptılar. İstekleri İşgal Kuvvetleri tarafından kabul edildi.
Toplantı, 14 Mart 1919’da o günkü adıyla Darülfünun olan yerleşkenin büyük salonunda yapıldı. Toplantıya Dekan Akil Muhtar, hocalar, sivil hekimler, öğrenciler ve basın mensupları katılmıştı. Toplantıda kuruluşundan o güne kadar gelişteki serüven ve anlar dile getirildi. Konuşmaların sonuna yaklaşılırken söz alan bir konuşmacı İngiliz işgali ve yaşatılan baskılara karşı çok öfkeliydi. Adeta bir karşı duruşla işgal kuvvetlerine kin kusarken “Bizi korkutamazsınız, korkmayız, İstanbul bizimdir bizim kalacaktır. Kanla sulanmış bu topraklarda on binlerce şehit yatıyor”. Konuşma bittiğinde salon alkıştan inlerken, izleyiciler gözyaşlarına boğuluyordu. Artık bu haykırış giderek artarken, 14 Mart 1920’de Kadıköy Apollon, 14 Mart 1921’de de Kadıköy Lale Sineması’nda, Tıbbiye’nin kuruluş yıldönümünü kutlamak bahanesiyle toplantılar yapılıyordu. (Alıntı)
14 Mart 1919’da ilk kez yapılan toplantı, Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak her yıl aynı günde Tıp Bayramı olarak kutlanıyor.
14 Mart, sadece bir kuruluş öyküsü olmayıp, Emperyalizmin İstanbul’un işgaline karşı Askeri Tıp öğrencilerinin başkaldırısı, bir tür özgürlük ve meydan okumadır.
Değerli Okurlar, 14 Martlar, 2010 yıllarından itibaren artık o eski görkemli kuruluş günlerini kutlayamaz duruma geldi. Değil 14 Martlar, Milli Bayramlarımız bile adet yerini bulsun toplantıları ile geçiştiriliyor. Hekimler, çıkarılan yönetmelikler, performans saçmalığı gibi uygulamalar, 5 dakikada hasta muayene zorunluluğu getirilmesi nedeniyle mutsuz bir kesim haline geldiler. Diğer yandan siyasetin sağlıkla iç içe girmesi, bir tür hasta hekim tartışmalarına sebep oldu. Giderlerse gitsinler denilen bir anlayış karşısında ülkenin yetişmiş binlerce hekimi yurt dışına gitti. Acı olan ise Aile Hekimlerinin can güvenliği, çalışma koşulları ve performans uygulamalarındaki haksızlıklar nedeniyle boykotlar için meydanlara inmesi…
SON SÖZ: Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin. Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamışken. hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde…
Source: Mesut Parlak
Nuh Albayrak yazdı: Türklerin geleneksel yönetim tarzı ve Başkanlık Sistemi
Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi henüz toplumun bütün kesimleri tarafından kabullenilmiş değil. Bugünkü siyasî konjonktürde bir sistem değişikliği imkânı görünmüyorsa da, eleştiriler devam etmekte; her fırsatta “eskiye dönüş”ten bahsedilmektedir.CHP”nin potansiyel Cumhurbaşkanı adaylarından Mansur Yavaş, bütün Türkiye”nin dikkatle izlediği “3”lü Zirve” sonrasında “Parlamenter demokrasinin yeniden tesis edilmesi için biriz; beraberiz” paylaşımı yapmıştı. Yine bu zirveyle ilgili analiz haberlerde, İmamoğlu seçilirse, Türkiye”yi parlamenter sisteme geçireceği ve iki üst makamı; Yavaş ile paylaşacağı iddia edilmişti.Oysa “sistem değişikliği” her siyasî iktidarın tekrarlayacağı sıradan bir icraat değildir. İddialı milletler, en ideal sistemi tercih eder ve ilelebet uygular.Bu açıdan bakıldığında, “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin tam anlatılamadığı veya bütün kesimlerin “ulusal bir ortak payda”da buluşturulamadığı görülmektedir.Çünkü hemen her konuda olduğu gibi “sistem tartışması” da, sığ ve dar bir kanalda cereyan etti. Asırlar boyunca uygulanacak bir sistem, ideolojik bakışla değerlendirildi. Eleştiriler, gündelik hedefler doğrultusunda şekillendi.”Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin sunumu da, “teknik/hukukî tanıtım ve sağlayacağı ulusal kazanımlar” başlıklarıyla sınırlı kaldı.Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir yönetim sistemi tercih edilirken, tarih sahnesinde rol almış bütün Türk devletlerinin uyguladığı yönetim sistemleri ve o sistemlerin performansı, kronolojik bir disiplinle ortaya konamadı. Bu grafikte ortaya çıkan başarılı Türk devlet sistemlerinin, (varsa) oluşturduğu ortak paydaya dikkat çekilemedi. Daha da önemlisi, Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin; bu ortak paydanın neresine tekabül ettiği anlaşılamadı.Hakeza; bu kronolojik akış içerisinde, parlamenter sistemin nereye oturduğu, Türk milletinin hayatına nasıl girdiği, geleneksel Türk devlet yapısına ne derece uyduğu veya neden uymadığı da açık olarak gösterilemedi.Gerçekten, güçlü sistem “diktatörlük” mü demekti? Türk hakanları/sultanları “diktatör” müydü? Her şeye kendileri mi karar veriyordu?Türkiye Cumhuriyeti”nin kuruluşunda, Batı demokrasisi hangi ölçüde tesis edilebildi?Son dönemde yönetim sisteminin değiştirilmesi neden gündeme geldi? Bu konuda kim; ne dedi ve neden dedi?Öte yandan, Parlamenter Sistemle devam etseydik, son 7 yıldır yaşanan fırtınalı süreçte Türkiye nasıl bir performans sergilerdi? Gerçekten içeride daha yaygın huzur ve refah, dışarıda ise ulusal menfaatlerini; vahşileşen emperyalizm karşısında daha güçlü koruyan bir Türkiye olabilir miydi?Aynı performans analizi sonucunda, uygulanmakta olan Başkanlık Sisteminin karnesi nasıl oluştu? Ne tür eksikler ortaya çıktı?Millete sunulan “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” tam olarak tesis edildi mi? Kurumsal eksikler varsa; bu sistemi karalamak için bahane arayan muhalefet, bunlara yıllardır neden hiç değinmedi?En önemlisi ise; bu güçlü sistem, “vesayetçiler”in eline geçerse nasıl bir Türkiye ile karşılaşacağımız öngörüldü mü?Ortada kalan bu sorulara cevap bulmak için karınca misali kolları sıvadık. Bütün Türk devletlerindeki mekanizmanın nasıl çalıştığına, önemli kararların nasıl alındığına, hangi yönetim şeklinin devletin gidişatına nasıl yansıdığına baktık.7 yıldır uygulanmakta olan “Başkanlık Sistemi”ni, tarihî bir projeksiyonla aydınlatmaya, boşta kalan sorulara cevap bulmaya çalıştık.Asırlar süren “deneme-yanılma”lar kronolojik bir disiplinle incelendiğinde, ilginç “sır”lar ortaya çıktığını gördük ve kitabımızı, bu sırların; “Tam Bağımsız Türkiye” için sunduğu altın kuralla bitirdik!”HAKANLIKTAN BAŞKANLIĞA” isimli bu mütevazı çalışmamız, önde gelen kitabevlerinden ve kitap sitelerinden temin edilebilir.”Profil Kitap”a teşekkür ediyor, aziz milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Source: Nuh Albayrak
Resul Tosun yazdı: 18 Mart”ın gerçek kahramanları
Bugün Çanakkale Deniz Zaferi”nin 110. yıl dönümü. 20. yüzyılın en büyük savaşlarından ilki olan Çanakkale savaşlarında Osmanlının 2 zaferi vardır: Birincisi 19 Şubat 1915″de başlayıp 18 Mart”ta yenilmez zannedilen düşman gemilerinin kiminin batırıldığı, kiminin yan yatırıldığı kiminin savaş alanı dışına kaçmaya zorlandığı Deniz Zaferi”dir.İkincisi de 25 Nisan 1915″te başlayıp 8 Ocak 1916″da biten Çanakkale Kara Savaşları”dır.18 Mart 1915 günü elde edilen büyük deniz zaferinin asıl kahramanları, başta boğaz savunmasının devam etmesi kararını sağlayan devrik Sultan II. Abdulhamid”dir. İkinci olarak da savaşın seyrini değiştirip zafer yolunu açan, Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Paşa, Müstahkem Mevki Mayın Grubu Komutanı Binbaşı Nazmi, Nusret gemisi mürettebatı ve kıyılardaki topçularımızdır.Evet, eğer devrik sultan II. Abdulhamid”in tarihi tavrı olmasaydı İttihat ve Terakkiciler ta baştan boğaz savunmasını terk etmişlerdi.19 Şubat 1915 tarihinde düşman donanması Çanakkale Boğazı”na hücum etmeye başlamış, boğazın girişini ele geçirmişlerdi. Donanma Komutanı Amiral Carden İngiltere”ye bir telgraf çekerek, “14 gün sonra İstanbul”da olacağız” diye yazmıştı.İttihatçılar artık savunmamızın dayanamayacağına inanmışlar başkent İstanbul”un boşaltılarak Eskişehir ve Konya”ya nakledilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına karar vermişlerdi. Eskişehir ve Konya”da padişahın meclisin ve bakanların yerleşeceği binalar ayarlanmış tefrişi yapılmıştı. Hangi vasıtalarla intikal edileceği planlanmış ve cepheden her 10 dakikada durum raporu istenmiştir. Cephedeki durum her on dakikada doğrudan sadrazama bildiriliyordu.Anadolu”ya geçme planları yapılmıştı ama bir sorun vardı. İttihatçıların tahttan indirdikleri sabık sultan II. Abdulhamid Beylerbeyi sarayında zorunlu ikamete tabiydi ve onu da götürmek gerekiyordu. İstanbul”da bırakılırsa işgal güçleri onu padişaha karşı kullanabilirdi. Fakat 33 sene memleketi idare etmiş dirayetli Sultana bunu kim anlatacak ve kim ikna edecekti.Tartışmalardan sonra Dahiliye Nazırı Talat Paşa”dan oluşan bir heyet durumu Beylerbeyine giderek anlatma kararı verdi. Gittiler gerekli protokolden sonra Abdulhamid Han paşayı kabul ettiği salona geldi. Paşa durumun nezaketini anlattı. Sabık Sultan paşanın sözü bitince konuşmaya başladı.”Şevketli biraderimin hak-i paki şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim. Endişeleri gayri varittir. Eğer dokunulmamış ise Çanakkale”yi ben zamanında fevkalade tahkim etmiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir. Amma farzı muhal olarak öyle bir felaket başa geldiği takdirde Hakan”ın yapacağı şey tacını tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değil, eyvanı payitahtının taşları altında canını feda etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans imparatoru Kostantin kaçmayıp harp ede ede yıkılan kalelerinin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz Fatih”in soyu Kostantin”den geri kalmayız. Zat-ı şahaneye böylece arz edin müsterih olsunlar ve ezeli iradeye boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince ben artık bir yere gitmem. Yegane arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i seniyyeden bu arzuma yardımcı olmalarını dilerim.” der herhangi bir cevaba mahal bırakmadan kalkıp odadan çıkarak görüşmeyi bitirir.Paşa sarayı terk ederken “aldık mı ağzımızın payını” anlamında sözler sarf ederek döner.33 yıl Osmanlı mülkünü idare etmiş bu tedbirle padişahın kararlı ve isabetli davranışıdır ki Çanakkale Boğazı”nın geçileceği ihtimaline kanaat getiren maceracı İttihat ve Terakki iktidarını da bu riskli karardan vazgeçirmiştir.Osmanlı donanmasının döktüğü 350 civarındaki bütün mayınları temizleyip 18 Mart sabahı topyekün saldırıya geçip boğazı aşarak İstanbul”u işgali planlayan düşman donanmasının hiç beklemediği tedbiri Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Paşa alır.Her ihtimale karşı yedekte tuttuğu 26 mayını gece Karanlık Liman”a gizlice döşenmesi emrini verir.18 Mart zaferimizin asıl kahramanı işte bu Nusret gemisi ve onun fedakar mensuplarıdır.Ertesi gün yani 18 Mart 1915 sabahı Anadolu ve Rumeli kıyalarını tarayarak sabah 10.30″da hareket geçen görkemli donanma ateş kusmaya ve Osmanlı canibinden karşılık verilmeye başlandı.Düşman gemileri hiçbir şeyden şüphelenmeden gece mayın döşenen Karanlık Liman”da rahatlıkla seyrediyorlar ve büyük infilaklarla sarsılıyor, kimi aldığı yaralarından dolayı hemen batıyor, kimi onarılamayacak yaralar alarak savaş alanını terk ediyordu.Evet, 18 Mart Çanakkale Deniz zaferinin seyrini değiştiren Nusret gemisidir.Asıl anmamız gerekenler Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Paşa, Müstahkem Mevki Mayın Grubu Komutanı Binbaşı Nazmi, Nusret Mayın Gemisi Süvarisi Önyüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey, Nusret”in Güverte Yüzbaşışı Hüseyin, Önyüzbaşı Birinci Çarkçı Ali, Önyüzbaşı ikinci Çarkçı Yüzbaşı Hasan, Elektrik Subayı Teğmen Hasan ve Abdullah, Top Subayı Teğmen Kadri ve 54 kahraman erdir.Ve tabii ki Anadolu ve Rumeli yakasındaki kahraman topçularımız.Allah hepsine rahmet bizi de şehitlerin şefaatlerine nail eylesin.
Source: Resul Tosun
18 Mart şiirleri! 18 Mart Çanakkale Zaferi şiiri araştırılıyor! Çanakkale ile ilgili şiirler kısa-2 kıtalık, 3 kıtalık, 4 kıtalık en güzel Çanakkale şiirleri
18 Mart Çanakkale Zaferi şiirleri araştırması başladı.Çanakkale Zaferi 110. yıldönümünde coşkuyla kutlanacak. 18 Mart Çanakkale Zaferi şiirleri, mesajları ve sözleri araştırılmaya başlandı. Türk tarihine altın harflerle zafer yazdıran bu mücadelenin yıl dönümüne hem şehitlerimizi anmak hem de tarihi zaferi kutlamak isteyenler arama motorlarına yöneldi. Çanakkale Zaferi’nin 110. Yıldönümüne özel 18 Mart Çanakkale Zaferi ile ilgili şiirleri, sözleri ve mesajları derledik. İşte en güzel, anlamlı, kısa, uzun 18 Mart Çanakkale Zaferi şiirleri, mesajları, sözleri ile Çanakkale Zaferi’nin tarihi ve anlamı…18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ ŞİİRLERİZAFER MARŞITarihi çevir, nal sesi kısrak sesi bunlar Delmiş Roma”nın kalbini mızrak gibi Hun”larGöktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler Türk”ün tarihine bin bir zafer eklerDünya atımın nalları altında ezildi Kaç haçlı sefer göğsüme çarpınca kesildiBir gün gemiler dağlara tırmandı denizden Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden.18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ ŞİİRİAnalar babalar atalar ağlıyor Düşman askeri doğru durmuyor Çanakkale şehit veriyorKim bilir hangi asker Kim bilir hangi vatan Yok olup gidiyorlar bu dünyadan Gözleri bile yaşarmadanAna kucağı asker ocağı Çanakkale’deki düşmanları Düşünmeden şehit olan asker Kendi vücudunu siper ederŞimdi kurtuldu tüm Türkiye Askerlerin sayesinde Sende önem ver vatanınla devletine Hiçbir zaman düşmana ezdirme18 Mart ÇanakkaleBulutlar sarmıştı her yanı,Kapkara bir geceydi,Yağmur, bardaktan boşalırcasına,Sağnak gibi yağıyordu,Yedi düvelin gemilerinden yükselen,Top,tüfek sesleri,Her yanı inletiyordu,Mustafa Kemalin askerleri,Aslanlar gibi dövüşüyordu,Ve Çanakkale kahramanca,Düşmana selam veriyordu,Kükrüyordu tepeden,Mustafa Kemal,Vatanıma ayak basacaksa düşman,Yaşamanın ne gereği var,En son nefer ölünceye kadar,Dövüşeceksiniz aslanlar,Görecek bütün dünya,Ne aslanlar doğururmuş,Emineler, Hatçeler, Ayşeler, Fatmalar.Ali Osman YılmazÇANAKKALEGün geçmiş, yıl geçmiş ne yazar.Her karış torağında bin, şehit bir mezar.Yeryüzünde yaşadıkça, tek dişi canavar.Türk milleti aynı destanı yine yazar.Sen rahat uyu ey şanlı şehit.Gölgesinde gölgelen al bayrağın.Hangi kem göz sana edebilir nazar.Türk milleti aynı destanı yine yazar.Yedi cihana yeter yazdığın destan.Gök kubbe ay,yıldız sana verir selam.Çanakkaleyi düşmana yaptınya mezar.Türk milleti aynı destanı yine yazar.Dünya döndükçe Çanakkale yine geçilmez.Kanınla suladın toprağı hangi canlı seni bilmez.Sen yazdın cihana şanlı tarihi artık kim bozar.Türk milleti aynı destanı yine yazar.Şefik AydemirYİĞİDİM / ŞEHİDİMBakmakla bilinmez kıymetim/kadrimHer karşı toprağım kutsaldır benimUğruma binlerce şehitler verdinAl kanla yazıldı tarih defterimVurulup koynumda yatan yiğidimKıyamette elbet sana şahidimBu vatan uğruna gitti gençliğinGöklerden verildi rütben şehidimVatan bir cehennem gibi yanıyorDünya bizi mağlup olmuş sanıyorSuskun duran millet bir uyanıyorİttifaklar Mehmetçiği tanıyorKahramanlar burada çoktur seçilmezŞehitlik şerbeti kolay içilmezBir nefes anında umman geçilirBilinir ki Çanakkale geçilmezBurası Türklerin ebedi yurduHer Mehmet bir tabur düşman vurduBöylece tüm dünya şanın duyduYedi Düvel mecbur selama durduDinle beni dinle anla ey gencimYiğitler koynumda artar direncimAtanın yazdı takvime göreSeninle akranım ben de çok gencimHuzurla şad olsun ruhu atanınPişman oldu soyu bana çatanınSonsuza dek sana kutsal vatanım(Bu)Övünç binlerce kefensiz yatanınEy gencim ecdadın bedel ödediUğratma namerdi yurduma dediÜzme sen Ata’nı incitme emiGörevi ilahi bilincindendiŞöhreti saygıyla söylenip geldiZeki İ. KIZILIŞIKÇANAKKALE DESTANI Yıl 191518″indeyiz Martın.Kendine gel biraz!Pek tekin değildi Çanakkale”nin suyu,Geçilmez bu boğaz…Geçilmez bu boğaz…BiziNe topun yıldırır,Ne kurşunun.Çünkü artıkBaşladı cengimiz.Er meydanında bulunmaz dengimiz…Sen misin Mustafa Kemal”im ileri diyen?İşte fırladık siperden.Sırtına yüklenmiş kahramanSeyit 276 kiloluk mermiyi,Koşuyor bataryasına ateşler içinden.Bu mermi denizlere gömecek Elizabet”i Buvet”i…Yanıyor bugün Anafarta’lar yanıyorDenizler yanıyor,Dağlar yanıyor.Zafer bizimdir artıkDüşman zırhlıları batıyor…Türk”üm,Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.Bir karış toprak uğruna Kimimiz şehit oluruz.Kimimiz gazi.Hiç değişmez bu yazı.Dünyada her yer geçilir belkiLâkin geçilmez Çanakkale Boğazı…FAHRİ ERSAVAŞ ÇANAKKALE GEÇİLMEZÇanakkale dediğin manasızdır sanma senOrdaki şehitlerdir tarihlere şan verenVatan toprağı için can ile serden geçenKorkuyor bu kafirler tüyleri diken dikenSu üstü mayın dolu nusret toplar mayınıBir yandan Elizabeth düşünüyor canınıKomayacağız yerde şehitlerin kanınıKorku bilmez bu millet artıracak şanınıMehmedoğlu Seyyid”in mermiyi kaldırışıDünya durdu, dönmüyor seyreyliyor yarışıAnlayacak kafirler bucağı ve karışıTürküm başkaldırdı ki zaferdir haykırışıGaza, cihad nasib et Türk milletine ya Rab!Anzak, Hindu, İngiliz… Hepsi harab ve bitabHer renk, her dil, her kıta bilsin ki bu kutlu abÇanakkale suyu bu ne Rum dinler ne ArabAnafarta, Dardanos, Boğalı, SeddülbahirTürktedir bu topraklar dünyada evvel ahirKayboldu İngilizler bilinmiyor nerdedir”Çanakkale Geçilmez” bu da açık gerçektirSamet Mehmet BoraÇANAKKALE KAHRAMANLARIMalım, mülkümEşim, dostumYarim demedinizHiç tereddütsüzGidip can verdinizElimde bardağımÇayımı rahat içebiliyorsamÇünkü siz orda öldünüzDaha onbeşinde, onaltısındaKurşunlara yürüdünüzHelal edin hakkınızıYapabildiğim tek şey bugünBir Elhamla, iki damla gözyaşıRuhunuz şadolsunÇanakkale KahramanlarıAyşe AdlımÇANAKKALE ZAFERİ TARİHİÇanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası”nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu”nun başkenti İstanbul”u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya”yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul′u zaptetmek suretiyle Almanya′nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı”nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.Osmanlı İmparatorluğu, Almanya”nın Rusya”ya savaş ilan ettiğı 1 Ağustos 1914″ün hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya”nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz”de İngiliz donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul”a gelmesiyle bir oldu bittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı Donanması”na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz”e açılan bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu”na savaş ilan etmiştir.Birleşik Krallık Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı”nın donanmayla geçilerek İstanbul”un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith”e vermiştir. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz”a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından vazgeçmek zorunda kalındı.Deniz harekatıyla İstanbul”a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekatıyla Çanakkale Boğazı”ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan İngiliz ve Fransız kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası”nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. İngiliz ve Fransız çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası”nı işgalde başarılı olamadılar.Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu”nun kuzeyinde Suvla Koyu”na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos”ta Kurmay Albay Mustafa Kemal”in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir. 18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ SÖZLERİ ve MESAJLARI!Kahraman Mehmetçiğin 110 yıl önce dünyanın en güçlü donanmalarına geçit vermeyerek yazdığı Çanakkale Geçilmez Destanı bir asrı aşkın süredir ülkemizde çeşitli etkinliklerle kutlanırken bu zafer uğruna canlarını feda eden şehitlerimiz de minnetle anılıyor. Bu kutlu güne kısa bir süre kala bugünün anlam ve önemini ön plana çıkaracak mesajlar ve sözler de araştırma konusu haline geliyor…18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri! Çanakkale Zaferi 110. yıldönümünde coşkuyla kutlanacak!Her zaman gönlümüzde yaşayacak aziz şehitlerimiz ve gazilerimizin kahramanlıklarla dolu hatıraları, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk”ün bizlere inanarak emanet ettiği Cumhuriyetimizin yaşatılmasının en büyük teminatı olacaktır. Çanakkale Zaferiniz kutlu olsun aziz şehitlerimizi minnetle anıyoruz.Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda. Şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri! Çanakkale Zaferi 110. yıldönümünde coşkuyla kutlanacak!Milletimiz, mukaddes vatanımızın korunması için canlarını veren şehitlerini ve gazilerini hiçbir zaman unutmayacak, onların bıraktıkları kutsal mirasa, vatanımıza ve bayrağımıza onurla sahip çıkacaktır.Bugün, zaferlerin en büyüğü, günlerin en anlamlısı olan Çanakkale Zaferi ve Şehitler Gününü idrak etmekteyiz.18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri! Çanakkale Zaferi 110. yıldönümünde coşkuyla kutlanacak!Çanakkale Deniz Zaferi Birinci Dünya Savaşı içinde ayrı bir özelliği olan, tarihin akışını değiştiren, bağımsızlığı uğruna canını vermekten çekinmeyen Türk milletinin kahramanlık destanıdır. Çanakkale Zaferiniz kutlu olsun aziz şehitlerimizi minnetle anıyoruz.Çanakkale Zaferi; vatan topraklarını korumak için şahlanan Türk ulusunun muhteşem bir destanıdır.18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri! Çanakkale Zaferi 110. yıldönümünde coşkuyla kutlanacak!18 Mart 1915, Türk tarihinde bir askeri ve siyasi başarı olmaktan öte inanç, azim ve yiğitlikle örülmüş bir destanın yaradılış tarihidir. Zaferiniz kutlu olsun…Türk milletinin Çanakkale”de elde ettiği zafer, bütün dünyaya verilmiş bir insanlık dersidir.Bu destansı zaferin temelinde güçlü bir inanç, büyük bir vatan aşkı ve özgürlük tutkusu vardır. Çanakkale şehitlerimizi minnetle anmaktayız18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri! Çanakkale Zaferi 110. yıldönümünde coşkuyla kutlanacak!Dur yolcu bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir. Çanakkale zaferimiz kutlu olsun.Çanakkale Zaferi”nin 103. yıldönümünü kutluyor; bugünlere ulaşmamızı sağlayan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, vatanın bölünmez bütünlüğü ve Türk milletinin huzur ve güvenliği için hayatlarını feda etmekten çekinmeyen aziz şehitlerimizi minnet ve saygıyla anıyorum.18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri! Çanakkale Zaferi 110. yıldönümünde coşkuyla kutlanacak!Bir ulus ve vatan meydana getiren bu şanlı günde 18 Mart şehitlerini minnetle anıyoruz.
Source: Gazetevatan.com
57. alay ne zaman şehit oldu, 57. alay hikayesi ve olayı nedir? 57. alay nerede, kaç kişiydi, hepsi öldü mü, komutanı kimdir?
57. alay hikayesi Çanakkale Zaferi sembollerinden birisi olduğu için araştırılan konulardan biri oldu. 30 Kasım 1915 tarihinde Osmanlı Padişahı V. Mehmed tarafından Altın ve Gümüş İmtiyaz Madalyaları ve Harp Madalyası ile ödüllendirilen 57. Alay 19. Tümene bağlıydı. İşte Çanakkale Zaferi 57. Alay hikayesi hakkında bilgiler…Piyade Alayı, Osmanlı İmparatorluğu ordusuna mensuptur. Çanakkale Kara Muharebeleri”nin başlangıcı kabul edilen Anzak Çıkarması ve sonrasında gerçekleşen muharebelerdeki başarısıyla bilinmektedir. 57. Alay, Çanakkale Savaşı sırasında, 15 Nisan 1915’te Anzak Çıkarmasını durdurması ve verdiği büyük kayıplarla efsaneleşmiş bir alaydır. Alay, 30 Kasım 1915 tarihinde Osmanlı Padişahı V. Mehmed tarafından Altın ve Gümüş İmtiyaz Madalyaları ve Harp Madalyası ile ödüllendirilmiştir. 57.Piyade Alayı, 19. Piyade Tümenine bağlı üç alaydan biridir. Tekirdağ’ın Yarkışla bölgesinde, 1 Şubat 1915 tarihinde kurulmuştur.57. ALAY HİKAYESİ VE OLAYI NEDİR? Fransa ve İngiltere, İstanbul’u işgal edip, boğazları geçerek yarım götürmeyi ve Osmanlı’yı savaş dışı bırakmayı hedefliyordu. Ancak İstanbul’u ele geçiremeyen düşman kuvvetleri başka bir plan yapmış ve bu plana göre Gelibolu yarımadasına çıkarma yapmayı, boğaz kıyılarındaki tüm Osmanlı ordusu temizleyerek geçeceklerini düşünüyorlardı. Osmanlı donanması da çıkarmayı nereden yapacaklarını ve merkezde mi yoksa kıyıda mı müdahale edileceğini tartışıyordu. Çıkan sonuca göre yerin Saroz Körfezi olacağı ve merkezde durdurulması gerekiyordu .Fakat yedek kuvvet olarak Bigalı köyünde bulunan 19. Tümen Komutanı, Yarbay Mustafa Kemal, ordudaki görüşten farklı düşünüyordu. Mustafa Kemal’e göre, düşman Arıburnu konumundan çıkarma yapacaktı ve bu çıkarmaya ordu daha kıyıdayken derhal müdahale etmeli ve geri püskürtmeliydi. Tarihin 25 Nisanı gösterdiği gecede, Bigalı köyünde konumlandırılmış olan 19. Tümen karargahında top ve gemi sesleri duyulmaya başladı. Mustafa Kemal haklı çıkmıştı. Düşman kuvvetleri, tamda tahmin ettiği bölgeden çıkarma yapmaya başlamıştı. Mustafa Kemal derhal durumu üstlerine bildirdi ve kendisine bir tabur asker ile düşmanı karşılama emri verildi. Ancak düşman çok kalabalıktı ve kesinlikle merkeze ilerlemeden kıyıda durdurulmalıydı. Mustafa Kemal bir yanda hızla ilerleyen düşman kuvvetleri, öbür yandan da askerliğin en temel kavramı olan “emir” arasında kalakalmıştı. Milletin istikbali adına bir karar vermesi gerekiyordu ve verdi. Tüm sorumluluğu üstlenerek, emir almadan, 57. alayın tamamına harekat emri verdi.25 Nisan sabah Mustafa Kemal Conkbayırı’na kadar ilerlemiş ve 57. Alay’ın tamamı arkasından gelmekteydi. Bu sırada düşman kuvvetleri, kıyıda az sayıda bulunan Türk askerini ezerek kıyıya çıkmış ve bölgeye en hakim olan 261 rakımlı tepeye ulaşmıştı. Kıyı bölgesi kaybedilince, askerler kaçmaya başlamış, Conkbayırı’na doğru tırmanmışlardı. Kaçan askerleri gören Mustafa Kemal bu sırada tarihe geçen o konuşmayı yaptı. Kendi ağzından bu olayı şöyle anlatır: “ – Niçin kaçıyorsunuz? Dedim. – Efendim düşman… – Nerede düşman?- İşte… diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Gerçekten de düşman bana, benim askerlerimden de yakın. Düşman bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek kötü duruma düşecek. O zaman bir mantıkla mıdır, yoksa bir içgüdü ile mi, bilmiyorum, kaçan erlere: – Düşmandan kaçılmaz, dedim. – Cephanemiz kalmadı, dediler. – Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedim ve bağırarak:- Süngü tak, dedim. Yere yatırdım. Erler yere yatınca düşman da yere yattı. Kazandığım an, bu andır. Düşman ne yapacağına karar verinceye kadar 57. Alay’da Conkbayırı’na yetişti.” Düşmanın yere yatmasıyla geçen zamanda arkadan gelen 57.Alay askerleri oraya yetişmişti. Mustafa Kemal 57. Alaya taaruz emrini şöyle verdi. “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimizi başka birlik ve komutanlar alacak.”57. ALAY KAÇ KİŞİYDİ, HEPSİ ÖLDÜ? Daha sonra bölgeye gelen diğer yüzbaşına, büyük bir risk alarak 19. Tümen’in tamamını istediğini söyledi. Böylece 27. Alay da düşmana karşı saldırıya başlamıştı. 25 Nisan 1915’te, Kurban bayramın ilk gününde 57. Alay kendisinden 4-5 kat büyük bir orduya karşı bir kahramanlık mücadelesi verdi ve alayın 3te 2si orada şehit oldu. Binbaşı Hüseyin Avni Bey’de çarpışma sırasında şehit düşmüştü. Gün ağarırken, düşman 261 Rakımlı Tepe’den temizlenmiş, bir milletin kaderi 3000 kahraman asker ile değişmişti. Daha sonra 57. Alay’ın sağ kalan askerleri Filistin Cephesi’nde görevlendirilmiştir.57. ALAY NEREDE?Gerçek şehitlik Bomba Sırtı’nın güney ucunda, Çataldere Vadisi’nin içinde bulunmaktadır. Yarbay Hüseyin Avni Bey tarafından kumanda edilen19. Tümen’e bağlı 57. Alay, yabancı kuvvetlerin ilk çıkarma gününde Arıburnu Cephesi’nde ilerleyen Anzak askerlerini ilk karşılayan ve geri püskürten Türk kuvvetleridir. Bu cephede ilk kez 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in önderlik ve cesaret vasıfları ortaya çıkmıştır.57. ALAY KOMUTANI KİMDİR? Kuruluş tarihi 1891 olarak kabul edilen 57. Piyade alayı, bazı arşiv kayıtlarına göre 1880 yılında, 15. Tümene bağlı 29. Tugayın bünyesinde bulunmaktaydı. Bir dönem 3. Redif İzmit Alayı adını alan alayın 1880 tarihindeki komutanı Albay Mehmet Rıza Bey, 1891 tarihindeki komutanı da Albay Mehmet İzzet Bey idi. 57.Piyade Alayı, 19. Piyade Tümenine bağlı üç alaydan biridir. Tekirdağ’ın Yarkışla bölgesinde, 1 Şubat 1915 tarihinde kurulmuştur. Tarihimizin en şanlı birliği olan bu alayın başına kumandan olarak, kahraman Yarbay Hüseyin Avni Bey atanmıştır.57. Alay, 25 Şubat 1915’te Çanakkale’de bulunan Eceabat’a getirilmiştir. Daha sonra yedek kuvvet olarak Bigali Köyü’ne geçmiş ve 24 Nisan 1915 tarihine kadar, Yarbay Mustafa Kemal ve Binbaşı Hüseyin Avni Bey tarafından sürekli olarak eğitime tabi tutulmuştur.
Source: Gazetevatan.com
Vahdettin İnce yazdı: ABD Britanya”nın nesi olur?
Sabah sabah ABD”nin, Yemen”in resmi adı Ensarullah olan Husîlerin kontrolündeki şehirlerine saldırdığına ilişkin haberlerle uyandım. Haber siteleri, kanallar bu haberi veriyordu. Birçok ölü ve yaralı var. Günlerce, haftalarca sürmesi de ihtimal dahilinde imiş bu saldırıların. Ramazan günü İslam dünyasının bu tür acı veren hadiselere maruz kalması insanı üzüyor tabi. Haberde İngilizlerin de saldırıya katıldıkları bilgisi küçük bir detay olarak veriliyordu. Irak ve Afganistan saldırılarında olduğu gibi. Fakat hem Irak ve Afganistan işgallerinde hem de bugünkü Yemen saldırısında Amerika”nın ismi hep ön plandadır ve kimsenin aklına İngiltere”nin bu saldırı ve işgallerdeki rolü gelmiyor nedense. Amerikan işgali veya Amerikan saldırısı deniyor. Amerika da bundan hiç de rahatsız görünmüyor. Bu yüzden ilginç bir ilişki tarzı ile karşı karşıyayız. “Kim kimi kullanıyor? Amerika mı İngiltere”yi peşinden sürüklüyor, İngiltere mi Amerika”yı arkadan itiyor? Yoksa İngiltere mi Sykes Picot ile oluşturduğu statükoyu korumak için ABD”nin gücünden istifade ediyor?” soruları bu örneklerden dolayı öteden beri zihnimi kurcalayıp duruyor.Mesele sadece İngiliz-Amerikan ilişkisiyle de sınırlı değil. Sykes Picot uyarınca Fransa”nın payına düşen ve onun biçimlendirdiği statükoya göre varlığını sürdüren herhangi bir İslam ülkesinde bir sorun (!) baş gösterince, bu sefer ABD”nin yanı başında Fransa”nın yer aldığını görüyoruz. Dolayısıyla statükonun sahipleri ABD”nin taze ve diri gücünden istifade ederek söz konusu ülkeler üzerindeki egemenliklerini sürdürüyorlar diyebiliriz. ABD de hizmetinin karşılığını alıyor tabi. Mesela genel statükoya zarar vermeden içyapıyı kendi çıkarına göre düzenleyebiliyor.Bizim şark bölgesinde ağaların olduğunu biliyorsunuz. Şimdiki gibi isimden ibaret olanlarından bahsetmiyorum. Ağaların gerçekten ağa oldukları zamanlar. İşte bu ağaların hırsızları vardı. Evet evet, adıyla sanıyla hırsızlar. Bunlara “dizê axê” (ağanın hırsızı) denirdi ve bu isimlendirme onlara bir tür dokunulmazlık sağlardı. Diyelim ki ağa bir garibanın atını, öküzünü beğendi, adama bedelini ödeyerek almak yerine, hırsızına onu çalmasını söylerdi. O da gidip o atı veya öküzü çalıp getirirdi. Tabi karşılığını da alırdı. Sahibi hırsızın kim olduğunu bildiği halde, arkasındaki itici güçten dolayı sesini çıkarmazdı. Hatta bu tür bir ilişki tarzına dayanan ama içinde aşk, dram, kahramanlık, ihanet gibi unsurları da barındıran çok güzel bir destan da var. “Kerr û Kulikê Silêmîn”. Urfa dolaylarında Emer ağa, Harran”daki Arap mirinin “bilican” adlı çok güzel bir atının olduğunu haber alır. Aşiretinin yiğitlerini toplar ve “içinizde kim gidip “bilican”ı bana getirecek?” diye sorar. Bir de ödül vadeder. Bu atı bana getiren kızım “Perişan”ı alır, der. Kimse cesaret edemez, Kerr û Kulik kardeşlerden başka. Çünkü Kulik”in gönlü Perişan”dadır. Giderler. Çatışmada Kulik ölür. Kerr de “Bilican”ı alıp gelir. Perişan da ona kalır. Destan uzun tabi.Bir de klasik Siyasetnamelerde “Li”s Selatini kilabun” (Sultanların köpekleri olur) şeklinde bir ifade geçer. Sultanlar, ellerinin bulaşmasını, adlarının lekelenmesini istemedikleri kirli ve rutin dışı işlerde tetikçiler kullanırlar anlamında.Taze emperyalist ABD ile eski emperyalistler arasındaki ilişki, bana göre, siyasetnamelerimizdeki bu tanımlamaya benziyor.Not: Yazıda geçen “Kerr û Kulik”in yanı sıra “Evdalê Zeynikê” gibi Kürt sözlü edebiyatının belli başlı destanlarını araştırıp kitaplaştıran değerli yazar Ahmet Aras 14-03-2025 günü 81 yaşında İzmir”de vefat etti. Allah rahmet etsin. Oxir be mamoste (uğurlar olsun üstad).
Source: Vahdettin İnce
Yemen’in simgesi: Belkıs Tahtı
Yemen’in simgesi haline gelen Belkıs Tahtı, devasa görünümüyle ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Sebe Krallığı Melikesi Belkıs ile Hz. Süleyman arasında geçen kıssada yer aldığı belirtilen Belkıs Tahtı, Sana kentine 170 kilometre uzaklıktaki Marib ile Hadramout arasında, yolun Batı tarafındaki Arş bölgesinde yer alıyor.
Kültürel inançlara işaret ediyor
Turistlerin en önemli uğrak noktalarından biri olan taht, biri kırık 6 sütundan oluşuyor. Tahtın tuğladan yapılmış set gibi ön avluları ve eklentileri bulunuyor, alt kısımlarında bulunan taşların üzerindeki yazılar ise Sebe Krallığı’nda çeşitli dönemlere ve kültürel inançlara işaret ediyor.
Tahtın bulunduğu bölgeye gelen yabancı ziyaretçiler, ilgi çekici manzarada halkın yöresel danslarıyla karşılanıyor.
Ziyaretçiler danslarla ağırlanıyor
Dansçılar, ziyarete gelenlere özel yöresel kıyafetlerini giyip çıplak ayakla hançerlerini sallayarak, müzisyenler de tef tarzında çaldıkları müzik aletinden çıkan sesle keyifli anlar yaşatıyor.
Source: Nergis Demir
2025 Çanakkale Zaferi”nin kaçıncı yılı?
Çanakkale Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun İttifak Devletleri içinde girdiği 1. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yıllar arasında Çanakkale Gelibolu Yarımadası’nda yapılan deniz ve kara muharebelerine verilen isim.
Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, İtilaf Devletleri’nin güçlü devleti Almanya’nın müttefiklerinden birini, yani Osmanlı’yı savaş dışı bırakmak istiyordu. Ayrıca İngiltere ve Fransa bu yolu kullanarak müttefikleri Rusya’ya destek verebilecekleri güzergâhı oluşturmak istiyordu.
İtilaf Devletleri, savaş boyunca yaklaşık 560 bin asker ve 248 sa-vaş gemisi bulunan bir donanma-yı Çanakkale’ye getirdi. Osmanlı ise müttefiki Almanya ile birlikte büyük oranda kendi vatandaşlarından oluşan küçük bir orduya sahipti. Donanmadaki gemi sayısı ise sadece 59’du.
İşte bu şartlar altında Türkler, İtilaf Devletleri’ne geçit vermedi ve tarihin bu en kanlı sayfalarından birinde Çanakkale’nin geçilmez olduğunu dünyaya kanıtladı.
Mustafa Kemal gidişatı değiştirdi
Türkiye’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk yaklaşık 11 ay Çanakkale cephesinde bulundu.
Mustafa Kemal; Arıburnu, Anafarta ve Kireçtepe bölgelerindeki üç önemli kritik askerî müdahalesi ile Çanakkale Savaşları’nın kaderini tayin etti.
Bunlardan Arıburnu müdahalesi, 25 Nisan 1915 tarihinde İngilizlerin ilk çıkarma teşebbüsleri olan Arıburnu çıkarmasına karşı yapıldı.
Conkbayırı-Anafarta müdahalesi, 6 Ağustos 1915 tarihinde ikinci çıkarma teşebbüsleri olan ve Conkbayırı-Anafarta hattını ele geçirmek teşebbüsüne karşı 9 ve 10 Ağustos 1915 tarihlerinde; Kireçtepe müdahalesi ise, Anafarta çıkarması sonrası kuşatma manevrası amacıyla yapılan Kireçtepe sırtlarını ele geçirme hedefli İngiliz girişimine karşı 16 Ağustos 1915’te gerçekleşti.
Çanakkale Zaferi’nin kaçıncı yılı?
3 Kasım 1914’ten itibaren açılan Çanakkale Cephesi’nde özellikle deniz sektörüne ait hareketlilik şubat ayında artmıştı.
18 Mart 1915’te İtilaf Donanması, Çanakkale Boğazı’nı geçme girişiminde başarısız olarak ve ağır kayıp vererek geri çekildi.
İşte bu tarih Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü olarak kutlanıyor. Çanakkale Zaferi 1915’te yaşandığına göre bu yıl zaferin 110’uncu yılını idrak ediyoruz.
Öte yandan 18 Mart Çanakkale Zaferi”nin olduğu gün resmi tatiller arasında bulunmuyor.
Source: Dünya Gazetesi
Hidayet Türkoğlu”ndan 18 Mart mesajı!
TBF nin internet sitesinden yayımlanan mesajda Türkoğlu, 18 Mart, milletimizin bağımsızlık ve vatan sevgisi uğruna gösterdiği eşsiz fedakarlığın sembolüdür. 110 yıl önce Çanakkale de sergilenen azim ve kararlılık, sadece askeri bir zafer değil, millet olma bilincinin en güçlü göstergelerinden biri olmuştur. ifadelerini kullandı. Çanakkale Deniz Zaferi nin güçlü adımlar atmak için kendilerine ilham olduğunu aktaran Türkoğlu, şunları kaydetti: Çanakkale Zaferi, milletimizin birlik ve beraberlik içinde neleri başarabileceğini gösteren, dünya tarihinin en büyük zaferlerinden biridir. Bu zafer, geleceğimize ışık tutan, bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün bedelini hatırlatan bir mirastır. Atalarımızdan bize kalan bu miras, her alanda daha güçlü ve kararlı adımlar atmamız için en büyük ilham kaynağıdır. 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi nin yıl dönümünde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, vatan uğruna can veren tüm kahramanlarımızı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
Source: Habertürk
Cumhurbaşkanı Erdoğan”dan 18 Mart mesajı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Zaferi”nin 110. yıl dönümü dolayısıyla mesaj yayımladı.
“ÇANAKKALE”DE MİLLET TEK VÜCUT OLUP DÜŞMANA GEÇİT VERMEDİ”
Erdoğan mesajında, “Millet olarak büyük bir gurur ve heyecanla Çanakkale Zaferi”nin 110. yıl dönümünü anıyor, Çanakkale”yi geçilmez kılan kahramanlarımızı rahmetle, şükranla yâd ediyorum” ifadelerine yer verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, tarihte eşine çok az rastlanan, azmin ve imanın teknolojiye galebe çaldığı bu büyük destanın, namusu bildiği vatanının ve milletinin bekası için gözlerini kırpmadan canlarını vermeyi göze alan yüz binlerce kahramanın eseri olduğunu belirterek, Çanakkale”de milletin erkeğiyle, kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla, öğrencisiyle, hocasıyla, çalışanıyla, işvereniyle tek vücut olup düşmana geçit vermediğini hatırlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu mücadelesi ile Türk milletinin tüm mazlumlara umut olduğunu, sömürge altındaki birçok ülkenin, Çanakkale”den ve daha sonra İstiklal Harbi”nden aldıkları ilhamla kendi mücadelesini başlattığını ifade etti.
“ÇANAKKALE”DE YAZILAN DESTANDAN ALACAĞIMIZ DERSLER, TÜRKİYE YÜZYILI”NIN İNŞASINDA BİZE İLHAM KAYNAĞI OLACAK”
“Çanakkale millet olarak bizim ebedî ve ezelî kardeşliğimizi ifade ettiği kadar, bulunduğumuz bölgenin de kader ortaklığını yansıtır, sembolleştirir” diyen Erdoğan şunları kaydetti:
“Gönül coğrafyamızın dört bir yanından gelerek Anadolu”nun müdafaası için gözlerini kırpmadan canlarını veren yiğitlerin her bir ferdine Allah”tan rahmet diliyoruz. Çanakkale”de yazılan destandan alacağımız dersler, Türkiye Yüzyılı”nın inşasında bize ilham kaynağı olacaktır. Birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize sıkı sıkıya sahip çıktığımızda yedi düvel üzerimize gelse yıkılmayacağımızın ispatı olan Çanakkale ruhu, yolumuzu aydınlatmayı sürdürecektir. Çanakkale Zaferi”nin 110. yıl dönümünü kutluyor, 18 Mart Şehitler Günü”nde tüm şehitlerimizi, başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere bütün kahramanlarımızı rahmetle şükranla anıyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.”
(İHA)Bu içerik Hazar Gönüllü tarafından yayına alınmıştır
Source: Hazar Gönüllü
Abdülhak Molla da Recep Tayyip Erdoğan da haklı çıktı…
Biraz tarih bilmek iyidir. Tarihi şahsiyetlere dair bilgiler de iyidir. Olanı biteni anlayabilmek ve kavrayabilmek için, bu gün olanların dünden kaldığını görebilmek için gerilere gitmek yararlıdır…
Abdülhak Molla (1786-1854), hekimbaşı, şair ve edip kimliği ile maruftur. Süleymaniye Tıp Medresesi mezunu, müderristir (1801). Ağabeyi Mustafa Behcet Efendi’ de hekimdir ve hekimbaşıdır. Onun hekimbaşılığı sırasında saray hekimi olmuş; ama yaşı ve deneyimi nedeniyle abisi Saray’ı Cedit yerine Saray’ı Atik’de göreve başlatmıştır. Fırtınalı sayılabilecek hayatında sürgün de vardır, taltif de… Bir yıllık bir Edirne sürgünü sonrası Sarây-ı Cedîd’e hekim tayin edilmiş; çeşitli ilmî pâyeler alarak devlet kademelerinde değişik idarî görevlerde bulunmuştur. Ağabeyi Mustafa Behcet Efendi’nin vefatı üzerine, onun yerine hekimbaşı tayin edilmiş; Anadolu kazaskeri, sonra Rumeli Kazaskeri payeleri almış; Hekimbaşılık vazifelerine birkaç kez azil ve atama yoluyla gidip gelmiştir. 1853’te, Rumeli kazaskerlerinin en eskisine verilen “reîsü’l-ulemâ” unvanını almış, bir yıl sonra Bebek’teki yalısında vefat etti (19 Mayıs 1854). Sultan Abdülmecid’in iradesi ile daha sonra pek çok devlet adamı, âlim ve şairin defnedildiği Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesi hazîresine ilk defnedilen kişi olmuştur. Abdülhak Molla, tabip olmasının yanısıra âlim, edip, şair, güzel konuşan, zarif ve nüktedan bir kimse idi. Bu meziyetleri sebebiyledir ki. II. Mahmud’un yakın çevresine girmiş ve musâhibleri arasında bulunmuştur. Cevdet Paşa, gezmeyi pek sevmeyen Sultan Abdülmecid’in, Abdülhak Molla’nın Bebek’teki yalısına iki defa gittiğini, böylece ona verdiği kıymeti diğer devlet ricâline göstermek istediğini söyler. Şairliği tabipliği kadar önde olmamakla birlikte gazel, kıta, beyit olarak pek çok şiiri günümüzde de bilinir, zikredilir…
Yalısındaki eczanesinin kapısına astırdığı, “Ne ararsan bulunur derde devâdan gayri” mısraı meşhurdur. Ancak bu günlerde herkesin sıklıkla söylediği bir beyti vardır ki, kendisinden dahi daha meşhurdur. Beyit bilinir de, söyleyeni pek bilinmez… “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh./ Bütün devletler kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulur; Şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol.” Günümüze intikal eden bir Latin atasözü de vardır ki, bir nevi aynıdır: “Si vis pacem, para bellum./ Eğer barış istiyorsan, savaşa hazır ol.”
Rusya – Ukrayna arasındaki uzayan savaşın ABD’de Trump’ın ikinci dönem başkanlığı ile birlikte almış olduğu seyir, NATO’nun müttefiklerinin bir savaşa girmeleri halinde 5. Maddeyi işletip işletmeyeceği, özellikle ABD ordusunun müttefikleri olan AB ülkelerini başta Rus tehdidi olmak üzere olası bir saldırıya karşı koruyup korumayacağı artık çok büyük kuşkuları barındırıyor.
Trump açıkça kendilerine ödeme yapmayan AB ülkelerine Rusya’yı saldırtacağından bahsedebiliyor. Tüm Avrupa ülkelerinin birinci gündemi savunma ve güvenlik konuları. Bir Avrupa ordusu mümkün mü tartışmaları her zamankinden daha fazla yapılıyor… Kıtanın güvenlik stratejisinin yeniden belirlenmesi her geçen gün daha da kritik hale geliyor…
Avrupa Maliye Bakanları, Brüksel’de bir araya gelerek Avrupa savunmasının finansmanını görüşecek. Geçenlerde Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Rearm” adını verdiği planı tanıtmıştı. Bu plana göre, Avrupa ülkeleri savunmalarını güçlendirmek için 800 milyar avroya kadar ek harcama yapacak. Finansmanın 650 milyar avroluk kısmı, Avrupa’nın bütçe kurallarında yapılacak esneklikle sağlanacak, kalan 150 milyar avro ise Komisyon tarafından kredi olarak verilecek.
Düşünün ki, Jordan Bardella, Fransa’da ırkçı olarak bilinen bir siyasetçi. İtalyan ve Cezayir kökenli bir ailenin çocuğu. Kendisi ile ilgili yorumlarda “Zafer Partisi’nin Suriye’li bir yöneticisi olması gibi…” ifadeleri de var… Bardella, yeniden silahlanma için Avrupa önceliği talep ediyor. Bir zamanlar Avrupa’yı sert şekilde eleştirip İngiltere’nin AB’den ayrılışını ifade eden Brexit benzeri, Fransa’nın ayrılması anlamına gelen“Frexit”i savunan Rassemblement National (RN), bugün farklı bir çizgide. Partinin lideri ve Avrupa Parlamentosu milletvekili Bardella, RN’nin ulusal öncelik söylemini AB düzeyine taşıyarak, özellikle Rus tehdidine karşı Avrupa’nın yeniden silahlanmasında Avrupa önceliği çağrısı yapıyor.
Fransa’nın yeniden silahlanması o kadar kolay mı? Bu iş nasıl olacak? Uzmanları tartışıyor, maliyet hesaplıyor. Çıkan rakamlar önemli, yıllık ek 50 milyar Euro! Peki, bu para nereden bulunacak?
Emmanuel Macron’un hedefi, Fransa’nın askerî harcamalarını iki katına çıkarmak. Ancak savunma bütçesi şimdiden 50 milyar euroyu aşarken ve GSYİH’nin %2’sinden fazlasına denk gelirken, bu mali yükün nasıl karşılanacağı büyük bir soru işareti.
Almanya farklı mı? Düşünün ki, Yeşiller, savunma harcamalarına ilişkin kendi önerisini sundular. Genel seçimlerde kaybedenler arasında yer alsalar da, Yeşiller şimdi CDU ve SPD’nin tartışmalı mali paketi konusunda kilit rol oynuyor. Başlangıçta hükümetin taslağını reddedeceklerini açıklayan parti, şimdi savunma harcamalarının artırılmasına yönelik kendi önerileri ile kamuoyunun önündeler. Bu hamle ile elbette, koalisyon görüşmelerinde baskıyı artırmayı amaçlıyorlar.
Almanya’da anketler yapılıyor. Nükleer silah edinme ile ilgili toplumun nabzı tutuluyor. Nükleer silahlarla ilgili kamuoyu desteğinde değişim ayan beyan… Yeni anketlere göre, Alman kamuoyunun çoğunluğu nükleer silahlara karşı olsa da, bu silahlara yönelik destek geçen yıla oranla bile belirgin şekilde artmış durumda.
İtalyan Savunma Bakanı Guido Crosetto, Genelkurmay Başkanı’na ordunun yeniden güçlendirilmesi için bir plan hazırlama talimatı verdi. Plan, 30.000 ila 40.000 ek askerin eğitilmesini öngörüyor. Böylece İtalya, olası bir kriz anında 135.000’den fazla askeri görevlendirebilecek. Daha birkaç ay önce sadece yedek birliklerin eğitimi gündemdeyken, artık aktif görevdeki asker sayısının artırılması tartışılıyor.
Bu durum ABD’ye tüm dünyada güvenin bitmesi anlamına geliyor. Uluslararası hukuku, kurumları, kuralları yıktılar. Gazze’de insanlık dramı yaşanırken, soykırım gerçekleştirirken uyuyan, zaman zaman yangının üzerine benzin döken Avrupa, benzeri bir gaddarlığın kendilerinden çok uzak olmadığını Trump ile anladı… Nadir bulunan toprak elementleri dâhil, ülkenin malvarlığına çökmek için Ukrayna’yı Rusya’nın insafına bırakan ABD, bununla yetinmiyor… Rusya’yı gösterip AB’yi de sistematik bir şekilde haraca bağlamak istiyor… Tıpkı Ortadoğu’da Arap ülkelerine İran ve İsrail’i gösterip iradeleri dahil her şeylerine el koyduğu gibi… Ortada reel bir Rus tehdidi ve Donald Trump’ın NATO’nun kullanımı konusundaki tutum değişikliği var… Avrupa ülkelerinin hepsini savunma stratejilerini yeniden gözden geçirmeye mecbur. Artık, en hakiki gerçek, herkes başının çaresine bakacak. Barışı sağlamak ve korumak için savaşa hazır olacak…
Abdülhak Molla ne kadar haklı imiş… Ve, iyi ki Recep Tayyip Erdoğan, “Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh” meseline uygun hareket ile; iktidarının ilk gününden itibaren “yerli ve milli” anlayışıyla savunma sanayiinde dışa bağımlılığı minimize etmiş…
Source: Zakir Av
AK Parti”den 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Zaferi mesajı
Partinin sosyal medya hesabından “Şafakta Dirilenler” etiketiyle paylaşılan videolu mesajda, “Çanakkale Savaşı boyunca, her günü tekbirle karşılayan ve her şafakta dirilen bir inançla Çanakkale”yi geçilmez kılan kahraman askerlerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz. Onlar bizim için şafakta dirilenler.” ifadelerine yer verildi. Videoda, Çanakkale Savaşı esnasında cephedeki bir revirde doktorlarla yaralı askerler arasında geçen diyaloglar da yer aldı. Doktorların, askerlerin sağlık durumuna ilişkin bilgi verdiği videoda, şunlar kaydedildi: “Yusuf oğlu Ahmet müşahede, Nuri oğlu Tahsin taburcu, Abdullah oğlu Mehmet taburcu, Seyit oğlu Bayram… Taburcu olmanın anlamını hiç düşündünüz mü? Çanakkale Savaşı”nda taburcu olan Mehmetçik, evine değil taburuna geri döndü. Sağlığımıza kavuştuğumuzda evimize dönebilmemizi borçlu olduğumuz aziz şehit ve gazilerimizi rahmetle anıyoruz. 18 Mart Çanakkale Zaferi kutlu olsun.”
Source: Internet Haber
18 MART ÇANAKKALE MESAJLARI | 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri!
18 Mart, Çanakkale Zaferi”nin 110. yıl dönümüdür. 1915″te vatan toprağını savunmak için kahramanca savaşan Türk askerlerinin destanı, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde bir dönüm noktası olmuştur. Çanakkale Zaferi, sadece askeri bir zafer değil, milletimizin direnişinin ve azminin de simgesidir. Bugün, Çanakkale”de canlarını veren şehitleri minnet ve şükranla anılıyor, bugüne özel Çanakkele Zaferi mesajları yayınlanıyor. İşte, 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü mesajları ve sözleri! 18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ MESAJLARI “18 Mart Çanakkale Zaferi, vatan uğruna can veren kahramanlarımızın destanıdır. Şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.” “Çanakkale geçilmez! Bu destanı yazan kahramanlarımızı saygı ve şükranla anıyoruz.” “Vatan toprağına kanlarını akıtan şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.” “Çanakkale Zaferi, milletimizin birlik ve beraberlik içinde neler başarabileceğinin en büyük kanıtıdır.” “Aziz şehitlerimizin fedakârlıklarıyla yazılan bu destanı unutmayacağız, unutturmayacağız.” “Çanakkale, vatan sevgisinin imkânsızı nasıl mümkün kıldığının destanıdır. Şehitlerimize minnettarız.” “Onlar, vatan uğruna gözlerini kırpmadan canlarını verdiler. Bugün hür yaşıyorsak, onların fedakârlıkları sayesindedir.” “Bugün, tarihin altın sayfalarına kazınmış, milletimizin azim ve kararlılığının destanlaştığı gündür. Çanakkale Zaferi, yalnızca bir askeri başarı değil; aynı zamanda vatan sevgisinin, fedakârlığın ve inancın zaferidir.” “1915”te, yedi düvele karşı verilen bu mücadelede Mehmetçik, vatan toprağını korumak uğruna canını hiçe saymış, “Çanakkale Geçilmez” diyerek tarihe damga vurmuştur. Düşman donanmalarının geçilmez sanılan hatları zorladığı, Mehmetçiğin göğsünü siper ettiği o günlerde, vatan toprağının her karışı kanla sulanmış, şehitlerimizin kahramanlık destanı yazılmıştır.
Source: Sabah
Filistin nerede, hangi kıtada yer alır?
Filistin, tarihte pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve halen siyasi ve kültürel açıdan büyük öneme sahip bir bölgedir. Ortadoğu’nun merkezinde yer alması, bölgeyi tarih boyunca stratejik bir konuma taşımıştır. Günümüzde de siyasi olaylar ve tarihî geçmişi nedeniyle dikkat çeken Filistin, hem coğrafi hem de politik açıdan oldukça merak edilmektedir. Filistin nerede sorusuna verilecek yanıt, tarih boyunca değişen sınırları ve siyasi gelişmeleri göz önünde bulundurarak değerlendirilmelidir. Peki, Filistin’in kıtasal konumu, başkenti ve şehirleri hakkında neler bilinmelidir? FİLİSTİN NEREDE VE HANGİ KITADA YER ALIR? Filistin, Ortadoğu’da yer alan bir bölgedir ve Asya kıtası içerisinde bulunmaktadır. Doğu Akdeniz kıyısında yer alan bu bölge, tarihte pek çok farklı yönetimin hâkimiyeti altına girmiştir. Bugün, Filistin toprakları Batı Şeria ve Gazze Şeridi olmak üzere iki ana bölgeye ayrılmış durumdadır. Filistin in sınır komşuları: Batısında: Akdeniz Doğusunda: Ürdün Kuzeyinde: Lübnan Güneyinde: Mısır Filistin, tarihi boyunca Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz Mandası ve günümüzde İsrail-Filistin çatışmalarıyla şekillenen karmaşık bir siyasi yapıya sahip olmuştur. Bölgedeki mevcut sınır durumu ve yönetim yapısı, uluslararası toplumda geniş çapta tartışılan konular arasında yer almaktadır. FİLİSTİN BAŞKENTİ VE BAYRAĞININ ANLAMI Filistin’in başkenti Doğu Kudüs olarak kabul edilmektedir. Ancak, bölgenin siyasi durumu nedeniyle Filistin Yönetimi nin fiili yönetim merkezi Ramallah’tır. Filistin bayrağı, tarihî mücadeleyi ve bağımsızlık arayışını simgeleyen dört renkten oluşmaktadır: Kırmızı renk, özgürlük ve devrim ruhunu temsil eder. Beyaz renk, barışı ve temiz bir geleceği simgeler. Yeşil renk, İslam’ı ve doğayı ifade eder. Siyah renk, Filistin halkının yaşadığı mücadele ve zorlukları yansıtır. Filistin bayrağı, Arap dünyasında bağımsızlık mücadelesi veren pek çok ülke tarafından kullanılan pan-Arabizm renklerini taşımaktadır. FİLİSTİN NÜFUSU VE EKONOMİSİ Filistin’in nüfusu yaklaşık 5 milyon civarındadır ve nüfus büyük ölçüde Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde yoğunlaşmıştır. Nüfus artış hızı yüksek olan Filistin’de genç nüfus oranı oldukça fazladır. Ekonomik açıdan Filistin, büyük ölçüde dış yardımlara bağımlıdır. Tarım ve ticaret en önemli geçim kaynakları arasında yer almaktadır. Sanayi sektörü sınırlı olup, Filistinliler çoğunlukla küçük işletmeler ve hizmet sektörü üzerinden geçimlerini sağlamaktadır. Filistin’in resmi para birimi İsrail Şekeli (ILS) olmakla birlikte, Ürdün Dinarı ve ABD Doları da bazı bölgelerde kullanılmaktadır. FİLİSTİN TÜRKİYE SAAT FARKI VE ÖNEMLİ ŞEHİRLERİ Filistin ile Türkiye arasında bir saat fark bulunmaktadır. Türkiye, Filistin saatinden bir saat ileridedir. Filistin’in önemli şehirleri şunlardır: Kudüs: Tarihî ve dini önemi büyük olan şehir. Ramallah: Filistin Yönetimi’nin idari merkezi. Gazze: Akdeniz kıyısında yer alan ve yoğun nüfusa sahip bölge. Nablus: Tarihi çarşıları ve geleneksel yapıları ile bilinen şehir. El-Halil (Hebron): Büyük sanayi ve ticaret merkezlerinden biri. Bu şehirler, Filistin’in kültürel ve ekonomik yapısını oluşturan en önemli merkezler arasında yer almaktadır. Filistin, Ortadoğu’da yer alan ve Asya kıtasına dahil olan önemli bir bölgedir. Başkenti olarak Doğu Kudüs kabul edilmekle birlikte, fiili yönetim merkezi Ramallah’tır. Filistin bayrağı, bağımsızlık mücadelesini temsil eden dört ana renkten oluşmaktadır. Filistin nüfusu yaklaşık 5 milyon civarında olup, genç nüfus oranı oldukça yüksektir. Ekonomisi tarım ve ticarete dayalı olup, dış yardımlara büyük ölçüde bağımlıdır. Resmi para birimi İsrail Şekeli olmakla birlikte, Ürdün Dinarı ve ABD Doları da bazı bölgelerde kullanılmaktadır. Tarih boyunca büyük medeniyetlere ev sahipliği yapan Filistin, günümüzde de siyasi ve kültürel olarak büyük öneme sahiptir. Filistin’in coğrafi ve kültürel yapısı, onu Ortadoğu’nun en dikkat çeken bölgelerinden biri yapmaktadır. Bölgenin tarihi ve siyasi geçmişi, dünya genelinde geniş yankı uyandırmaya devam etmektedir.
Source: Habertürk