Demirtaş bayramı evinde geçirir mi?

Demirtaş bayramı evinde geçirir mi?

Başlıktaki soru iddialı farkındayım. Ancak sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Bu ihtimal gerçekleşirse hiç şaşırmayacağım. HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bir önceki çözüm sürecinin en önemli figürlerinden biriydi. Ancak Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sadece 17 gün sonra, 17 Mart 2015’te 2 dakika 10 saniye süren tarihi grup toplantısının ardından onun adına işler değişti. “Biz bir pazarlık partisi değiliz” diye çıktı o gün kürsüye. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslendi, 3 kez art arda “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi ve konuşmasını sonlandırdı. HDP’nin Haziran 2015 seçimlere bağımsız adaylar yerine parti olarak girme kararı ipleri tamamen koparttı. Sonrası zaten malumunuz. Çözüm süreci çöktü, çatışmalar şehirlerin içine taşındı, 10 şehirde 793 şehit, 314 sivil şehit verildi. 2016’da eski defterler açıldı. 2 yıl önceki Kobani Olayları gerekçe gösterilip aralarından Demirtaş’ın da bulunduğu pek çok siyasetçi gözaltına alındı. Demirtaş o günden bu yana Edirne Cezaevi’nde tutuklu. Mayıs 2023 seçimlerinden sonra sonuçları gerekçe gösterip aktif siyaseti bıraktığını duyurdu. İddia o ki, o dönem Yeşil Sol Parti ismini alan HDP ile görüş ayrılıkları vardı, dinlenmemekten rahatsızdı. Siyasetten çekildi.

Ancak son günlerde hava değişti. Demirtaş bir anda tekrar adı konmamış “çözüm” denklemine girdi. İmralı Heyeti 11 Ocak’ta PKK elebaşı Öcalan’la ilk görüşmeden hemen sonra Demirtaş ile bir araya geldi. 1 Mart’ta Öcalan’ın silah bırakma çağrısından hemen sonra sürecin mimarı MHP Genel Başkanı Bahçeli İmralı Heyeti’ndeki isimlerin yanı sıra Demirtaş’ı da aradı. Tüm bu adımlar bir süredir “dışarıda” bırakıldığı iddia edilen Demirtaş adına kritikti. Peki, onu tekrar sürece dahil eden neydi? Sorunun yanıtı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir açıklamasında gizli. 1 Ekim 2024’teki TBMM açılışına Bahçeli’nin DEM Partililer ile tokalaşması damga vurmuştu. Bugün gelinen noktanın başlangıcı tam da orasıydı. Bu adımdan yaklaşık bir hafta sonra, 9 Ekim 2024’te 6-8 Ekim Olayları’nın 10. yıldönümünde Erdoğan şimdi geriye dönüp baktığımızda daha fazla anlam kazanan bir açıklama yaptı. “6-8 Ekim olaylarında rolü olanlar bağımsız Türk mahkemeleri önünde, işledikleri suçların hesabını vermiş, hak ettikleri cezalara çarptırılmıştır” diye başladı söze. “Türkiye Yüzyılı’nda, şiddetle arasına mesafe koyan anlayışa elbette yer vardır ama sırtını dağa yaslayan terör siyasetine asla ve asla yer yoktur. Tekrar ediyorum; Kobani olaylarının hukuki açıdan hesabı sorulmuştur. 10 yıllık gecikmeyle bile olsa, 6-8 Ekim olaylarına dair samimi bir muhasebenin yapılmasını da önemsiyoruz. Böyle bir tavrın sergilenmesinin siyasette inşa etmeye çalıştığımız yumuşama iklimine katkı sunacağı açıktır” dedi. “Kobani olaylarının hesabının sorulduğu” yorumu ve sonrasında söyledikleri kritikti. AKP’ye yakın kaynakların aktardığına göre, Erdoğan sadece hesabın sorulduğu değil, gerekli bedelin de ödendiği görüşündeydi. Hemen bu açıklama sonrasında 22 Ekim’de Bahçeli’den gelen çağrı ve ardından yaşananlar zaten ortada. Aradan geçen sürede 1 Mart’ta Demirtaş’a eşinin ameliyatı için cezaevinden çıkma izni verilmesi de süreçte dikkat çeken bir diğer gelişme oldu. Kulislere göre Demirtaş’ın izin talebi gelince, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bizzat Beştepe’ye giderek konuyu Erdoğan’a iletti. Erdoğan izni verdi, Demirtaş İstanbul’a hastaneye geldi. Bundan haberdar olan Bahçeli de tam hastanedeyken Demirtaş ile telefonda görüştü. Olayların kronolojisi tam da böyle. Şimdi bir geriye yaslanın ve düşünün. Sahi Demirtaş hakkında bugün yarın bir tahliye kararı gelse siz şaşırır mısınız?

Kadınlar bu kez “eksiden” mücadeleye başladı

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak ya da çıkmamak işte bütün mesele bu. Kadın cinayeti işlenmemiş tek bir gün bile geçmeyen canım ülkemizde bir 8 Mart’ı daha kadınların şiddete dikkat çekmek için toplanmak istemesine verilmeyen izinlerle geçirdik. Halbuki, tek istenen farkındalık yaratmaktı. Yine kadınlardan çok polis ve barikat vardı Taksim’de. Aynı dakikalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 8 Mart Kadınlar Günü Programı’nda yine İstanbul Sözleşmesi’ni hedef aldı. “Muhalefetin özellikle ana muhalefet partisinin İstanbul Sözleşmesi ile ilgili iddialarının hiçbir temeli bulunmuyor (…) 6284 sayılı kanun şiddetle mücadele konusunda ihtiyaç duyulan her türlü imkanı, yaptırımı, cezayı zaten en güçlü şekilde barındırıyor. Biz sözleşme değil kanun yaşatır diyoruz” dedi. Türkiye 2021’de bir gece yarısı kararnamesiyle tek taraflı olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Sonrasında elbette birçok yasal düzenleme yapıldı. Daha yeni, 8 Mart öncesinde 10 bakan yardımcısının yer alacağı Kadının Güçlenmesi Koordinasyon Kurulu kuruldu. (İçine kadın örgütleri ya da STK’lar değil, TOBB, İletişim Başkanlığı dahil edildi ama olsun, yine de atılacak her adım önemli!) Ancak asıl mesele maalesef gözden kaçırılıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak bu ülke için kritik bir eşikti. Şimdi isterseniz en katı düzenlemeleri yapın, en ağır cezaları verin… Bu adım şiddete meyilli bir kesimde “Ben istediğimi yapabilirim” düşüncesi yarattı. Hani sokak hayvanlarıyla ilgili düzenleme daha komisyonda görüşülüyorken “Devlet bana bu hakkı verdi” diye tırmıkla ya da pompalı tüfeklerle köpekleri öldüren caniler vardı ya… O misal. Bu “hastalıklı” kafalara fikir yerleşti bir kere. Anlaşmadan çıkıldı diye şiddet uygulayabileceğini, devletin bunu kendilerine hak gördüğünü zannedenler var maalesef bu ülkede. “En fazla 3-5 ay yatar çıkarım” diye bağırarak kadınlara saldırmaları tam da bu yüzden. İşte sadece bu nedenle bile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması onlarca yıllık kazanımların kaybedilmesine sebep oldu. Kadınlar olarak mücadeleye bir kez daha başladık. Ancak bu kez sıfırdan değil eksiden… Emeği geçen herkese teşekkürler…

Source: Damla Doğan Tuncel