“Eğitimde Gelişmeler – Velilerin Erken Tatil Arayışı ve Öğretmenlerin Eşit Ücret Talepleri”

WhatsApp grupları çalkalanıyor! Erken tatil umudu sönünce veliler ‘B planı’na geçti

MAHMUT ÖZAY – Yaz tatilinin erken başlayacağı ve okulların erken kapanacağına yönelik ‘Belki son anda tatil olur’ beklentisi sürüyor. Sosyal medyada çağrıların artmasının ardından Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin “Mevzuatımıza göre çocuklarımızın yılda 180 iş günü okula gelmesi gerekiyor. Eğer biz şimdi tatil yaparsak bu süreyi tamamlama imkânımız ortadan kalkıyor. Bu da öğrencilerin bazı dersleri telafi edememesi anlamına geliyor. O yüzden hem hukuki hem pedagojik olarak bu yıl tatil süresini uzatmamız mümkün değil” dedi. Bu defa “Bir hafta erken tatil edin, eylülde telafi edin” gibi öneriler yazılmaya başlandı. Tekin bu çıkışlara ise “Bu öneriler kulağa hoş geliyor ama bu yıl 9. sınıfta eksik kalan bir ünite, öğrenci 10. sınıfa geçtiğinde tamamlanamıyor. Aynı şekilde mezun olacak öğrenciler için de bu durum telafi edilemez. Bu yüzden tatil uzatılmayacak. Bayramın 4. günü tatilimiz bitecek inşallah” açıklamasını yaptı. Bütün kapılar kapanınca veliler tatili uzatmak için çeşitli yollarla formüller aramaya başladı. Veli WhatsApp grupları bu konuyla çalkalanıyor. Bazıları şimdiden sağlık raporu için doktor kovalamaya başladı. Öğrencinin devamsızlık yaptığı süreye ilişkin özür belgesi veya yazılı veli beyanı için okul müdürleri ile anlaşanların da sayısı az değil. Kimse derse gelmezse yoklama alınmaz efsanesi de var. Bu yönteme de başvuranlar var. Bütün bunların yanı sıra bazı öğretmenler, öğrencilerin ‘Gelelim mi yoklama alınacak mı’ sorusuna “Valla bilmiyorum çocuklar ben geleceğim okula. Ben size gelin ya da gelmeyin diyemem. Siz bilirsiniz ama ben öğrenci olsaydım gelmezdim” diyor. Bu açıklamalar da öğrencilerin kafasını daha da karıştırıyor.

Source: Cüneyt Akçatepe


Özel sektör öğretmenlerinin taban maaş isteği sürüyor: ‘Eşit işe eşit ücret’

Özel eğitim kurumlarında çalışan eğitim emekçileri geçim sıkıntısı yaşıyor. Öğretmenlerin on binlercesi asgari ücret civarında maaş alıyor. Özel okulda çalışan öğretmenler, kamuda çalışan meslektaşlarının dengi olan ücretlerin kendilerine de verilmesini ve bunun Taban Maaş Yasası ile güvence altına alınmasını talep ediyor. 2014 yılında kaldırılan Taban Maaş uygulamasının tekrar gelmesini isteyen öğretmenler başta Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin olmak üzere tüm yetkilileri sorumluluk almaya davet ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı personeli olduklarını ve kamusal hizmet verdiklerini anımsatan öğretmenler, 2025-2026 eğitim-öğretim yılında haftalık 20 ders saati için aylık 60 bin TL’yi taban maaş olarak görmek istiyor. 52 GÜN NÖBET TUTTULAR Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, taban maaşı taleplerinin Öğretmenlik Mesleği Yasası’na girmesi için geçen yaz TBMM’nin yanındaki Meclis Parkı’nda 52 gün boyunca eğitim nöbeti tutmuştu.

Source: Taylan Gülkanat


Kurban

Rahmetli babam her kurban bayramında “dinsiz” ilan edilirdi. Çünkü… Kendisi gibi “dinsiz” ilan edilen komşularımız Orhan amca ve Sabri amcayla birlikte mahalle sakinlerini bayram namazında tembihleyip, bizim kurbanlar dahil, bütün komşuların kurban derilerini mahalledeki parkta toplarlardı, çürümesinler, bozulmasınlar diye ceplerinden para harcayarak kilo kilo tuzlarlardı, Türk Hava Kurumu’na ait kamyonetin gelmesini beklerlerdi. Bazen neredeyse hava kararıncaya kadar nöbet tutarlardı, sabırla, asla bırakmazlardı kurban derilerini, Türk Hava Kurumu kamyoneti gelinceye kadar başkaları kapmasın diye tuvalete bile sırayla giderlerdi. O arada, tarikatların cemaatlerin elemanları vızır vızır dolaşırdı sokaklarda, Türk Hava Kurumu’nun kamyoneti gelene kadar derileri kapmak için en az yirmi defa tur atarlardı. Ve, mahallenin kurban derilerini tarikatlara kaptırmayan, ne yapıp edip mutlaka Türk Hava Kurumu’na bağışlayan babalarımıza “dinsiz bunlar” derlerdi!

Halbuki, Türk Hava Kurumu milli gururumuzdu, Atatürk’ün emanetiydi, her bir kurban derisi, pilot demekti, savaş uçağı demekti, orman yangını söndürme uçağı demekti.

Sonra malum, AKP zihniyeti iktidara geldi. Türk Hava Kurumu adeta bile bile kasten iflas ettirildi, eşzamanlı olarak tarikatlara cemaatlere yol verildi.

Habire “vesayet”ten şikayet ediyorlardı ama, göz göre göre “tarikat vesayeti” oluşturdular. Tarikatlar hukuken suç olduğu için, Anayasa’ya aykırı oldukları için, tarihte görülmemiş bir kamuflaj icat ettiler, “dernek” veya “vakıf” adı altında faaliyetlerine devam etmelerini sağladılar. Tarikatları yasaklayan yasalar yürürlükte olmasına rağmen, dernek veya vakıf etiketiyle “durmak yok yola devam” etmelerini sağladılar.

(Türkiye’de ana damar olarak 40 civarında tarikat var, bunların 400’den fazla kolu var, heeepsi şu anda dernek veya vakıf adıyla çalışıyor. Sıddık Naci Eren vakfı mesela, 12 yaşındaki çocuğa tecavüzle gündeme gelmişti, vakıf denilen aslında Uşşaki tarikatıydı. Eminim hatırlıyorsunuzdur, Antalya’da bir öğrenci yurdunda görevli aşçı, üniversite öğrencisinin kafasını satırla gövdesinden ayırıp, kafayı sokağa fırlatmıştı, Alim Derneği’nin yurduydu orası, güya dernek dedikleri aslında Erenköy cemaatiydi. Adana Aladağ’da 11 yoksul kız çocuğu diri diri yanarak can verdi, Tahsil Çağındaki Talebelere Yardım Derneği’nin yurduydu, güya dernek dedikleri bildiğin Süleymancılar cemaatiydi. Hayra Davet vakfı var, özellikle savunma sanayimizdeki kadrolaşmayla sık sık haber oluyorlar, düpedüz Nakşibendi tarikatı… Altı yaşındaki bebeğin evlendirilmesiyle gündeme gelen Hiranur vakfı, aslında İsmailağa cemaatiydi. Beşir Derneği var, aslında Menzil cemaati… Sadakataşı Derneği var, Nakşibendiliğin Halidiye kolu.)

(Tarikatlar “dernek” etiketiyle “kamu yararına dernek statüsü”ne sokuluyor, izin almadan para toplayabilme yetkisi veriliyor, “vakıf” adı altında vergiden muaf tutuluyor. Devletin televizyonu TRT’de reklamları yapılıyor.)

(Öyle çok uzakta aramaya gerek yok, gizli saklı değil, İstanbul’un göbeğinde mesela, sarıklı şalvarlı cübbeli dolaştıkları “tarikat gettoları” var, ama hiçbir yerde tarikat yazmıyor, her yerde “vakıf” ve “dernek” tabelaları var.)

(Milli eğitim bakanı mesela, tarikatlara ne diyor, “sivil toplum kuruluşu” diyor. Dernek veya vakıf adıyla “sivil toplum kuruluşu maskesi” taktıkları tarikatların, okullarımızda etkinlik yapmasına izin veriyorlar; sınıfın ortasına maket mezar koyanlar, öğrencileri öğretmen masasına yatırıp kefenleyenler, çocukları vatan hainlerinin mezarına ziyarete götürenler, hep bu “sivil toplum kuruluşu” denilen tarikatlar… Okul gezisi adı altında çocukları topluca tarikat yuvalarına götürüyorlar. Altını çizerek okuyun lütfen… Türkiye’de 4.500 özel öğrenci yurdu var, bunların 3.500’e yakını vakıf ve derneklere ait! Devletin milletin kaynakları tarikatlara aktarılıyor, tarikatlar bu kaynaklarla yoksul çocukları besliyor, yoksul aileler de rızkımız kesilmesin diye tarikatlara köle oluyor. Özellikle devlet yurdu inşa etmiyorlar, yurt ihtiyacı arttıkça tarikatların eline düşen çocukların sayısı da artıyor. “Tarikat Erasmusu” bile var… Kendi aralarında uluslararası öğrenci değişim programı kurdular, yoksul Türk çocuklarını Mısır’daki, Irak’taki, İran’daki, Suriye’deki medreselere gönderiyorlar, vatan aidiyeti yok edilmiş “mutant nesil” yetiştiriyorlar.)

İşte bu tarikatlar, şu anda, kurban bayramı için, bütün Türkiye’yi reklam panolarıyla doldurmuş vaziyetteler… Dernek veya vakıf adı altında “kurban bayramı bağışı” topluyorlar. Kimisi Afrika’ya göndereceğiz diye topluyor, kimisi Gazze’ye göndereceğiz diye topluyor. Kimisi kurban bağışı olarak 4.000 lira topluyor, kimisi 8.000 lira topluyor, kimisi aynı kurban bağışı için 14 bin lira topluyor, kim ne tutturursa artık… Türkiye’de milyonlarca insanımız açlık sınırının altında yaşıyor, ayda bir gün bile kırmızı et yiyemeyen çocuklarımız var, bunlar hâlâ Afrika’ya bağış topluyor. Üstelik dedim ya, bunları “kamu yararına dernek” statüsüyle yapıyorlar. Kamu ama, bizim kamu değil, Afrika kamusu için para topluyorlar!

Çocukluk hatıralarımızdaki kurban bayramları bu hale gelmiş vaziyette… Kurban derisiyle filan uğraşmıyorlar artık, direkt parayı topluyorlar.

Dolayısıyla… Her kurban bayramı öncesinde olduğu gibi, dünyanın en büyük ailesine, sizlere, mübarek annemiz Zübeyde hanımın vasiyetini hatırlatarak, çağrıda bulunuyorum.

Zübeyde hanım, bir kadının yaşayabileceği en ağır üzüntüleri yaşadı, dört evladını kaybetti, eşini toprağa verdi, doğup büyüdüğü Selanik’i kaybetti, evini barkını kaybetti. Bu katlanılması çok güç acıların travmasıyla, oğlu Mustafa Kemal’in üzerine titriyordu. Bir bakıyordu ki Şam’a gitmiş, bir mektup geliyordu ki Trablus’ta vuruşuyor, bir duyuyordu ki Çanakkale’de boğuşuyor, bir ömür boyu oğlunun hasretiyle, O’nu da kaybedeceğim korkusuyla yaşadı. Oğlu hakkında idam fermanı çıkarıldığında mesela, üzüntüsünden sağ tarafına inme indi, bacağı tutmaz oldu.

Ama işte artık nihayet O’nun yanındaydı… Sakarya Zaferi’nden sonra Ankara’ya gelmişti, hepimizin hafızasına mıh gibi çakılan o bembeyaz tülbentini saçına atıyor, koyu mavi gözlerine o meşhur yuvarlak gözlüğünü takıyor, oğlunun önderliğindeki milli mücadelenin kazanılması için gece gündüz Kuran-ı Kerim okuyordu.

Ana oğul arasında imrenilecek bir saygı bağı vardı. Hazırlanmadan birbirlerinin karşısına çıkmazlardı. Aynı köşkün içinde, sadece birkaç metre mesafedeki odalarda yaşamalarına rağmen, oğlu haber gönderir, ziyaret edeceğini söyler, anne adeta bayram gibi hazırlanır, günlük kıyafetleri yerine misafir kıyafetlerini giyer, saçını tarar, öyle beklerdi.

Ama maalesef, anne hastaydı. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle kazanıldığını görmeden son nefesini vermek istemiyordu, o mutlu günü görmeden “kendine yeni bir entari bile yaptırmamaya” ahdetmişti. Bir sabah… Salih’i kolundan yakaladı. Salih Bozok, oğlunun tee Selanik’teki mahalleden çocukluk arkadaşıydı. Oğlu ne zaman bir yere gitse, Trablus’a, Sofya’ya, annesini hep Salih’e emanet ederdi. Bu yüzden ikinci oğlu gibiydi, oğlu gibi severdi. Salih’i kolundan yakaladı… “Bir miktar param var, bağışlamak istiyorum” dedi. Salih “derhal” dedi, ilgili kişileri Çankaya Köşkü’ne çağırdı. Büyük Taarruz’a daha henüz bir sene varken, henüz vatan diye bir toprağımızın kalıp kalmayacağı bile belli değilken, oturdular, şahitler eşliğinde bağış tutanağını yazdılar, imzaladılar.

Fotoğrafını gördüğünüz bu belge… “Ankara Hükümeti Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Anadolu Kuvayı Milliye Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin annesi Zübeyde hanımla, Darüşşafaka müdürü Ali Kami bey arasında, şahitler huzurunda imzalanan vasiyetname.”

“Zübeyde Hanım, her sene Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde, Darüşşafaka öğrencileri tarafından okunacak Kuran-ı Kerim’in sevap ve mükafatının öncelikle Peygamberimiz Efendimizin mübarek ruhlarına, daha sonra Hazreti Peygamberimizin ailesine, gelmiş geçmiş bütün peygamberlere, dört büyük halifeye, hakk’a eren velilerle kadın erkek bütün müminlerin ve şehitlerin temiz ruhlarına ve Zübeyde Hanım’ın babası Feyzullah efendi ve annesi Ayşe hanım, ilk eşi Ali, sonraki eşi Ragıb, kardeşi Hüseyin efendi ile teyzesi Fatma, büyükannesi Emetullah, anneannesi Emine, kayınvalidesi Ayşe, görümcesi Hatice, Kerime, İsmet ve Naciye, manevi kızı Rabia hanım ile küçük oğulları Ömer ve Ahmet’in ruhlarına hediye edilmek şartıyla, Allah rızası için 20.000 kuruş kağıt parayı malından vakfederek bağışlamıştır.”

29 Kasım 1921

Darüşşafaka müdürü: Ali Kami bey (mühür)

Mustafa Kemal Paşa’nın annesi: Zübeyde hanım (mühür)

Evet… Atatürk’ün mübarek annesi Zübeyde hanım, elinde avucunda olan, sahip olduğu bütün parayı, Darüşşafaka’ya bağışladı.

Babasız büyüyen çocuk, bir ulusun kaderini değiştirdi. Bu çocuğu büyüten anne, bütün maddi varlığını, babasız büyüyen çocuklara harcanmak üzere Darüşşafaka’ya bağışladı. Sonra, bu anne tarafından büyütülen çocuk da, sahip olduğu bütün maddi varlığını, kaderini değiştirdiği ulusa bağışladı.

Bu ana oğul… Maddiyat odaklı günümüz dünyasını yeniden düşünmemizi gerektiren, insan biriktiren, ibret verici, ilham verici bir döngüdür.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan Darüşşafaka, şefkat yuvası anlamına geliyor. Babası veya annesi hayatta olmayan, maddi durumu yetersiz, yetenekli çocuklarımıza “fırsat eşitliği” sağlıyor. Ortaokul birinci sınıfta sınavla alıyor, lise mezuniyetine kadar tam burslu, yatılı, kolej seviyesinde eğitim veriyor. Giyim, beslenme, sağlık, harçlık ihtiyaçlarını karşılıyor. Yükseköğrenimde burs desteğini sürdürüyor. Atatürk ilkelerine bağlı, evrensel değerleri benimseyen, kültürel donanımlı, vatana-millete karşı sorumluluğunun bilincinde, lider bireyler yetiştiriyor. Kutuplaşmadan bıkıp usandığımız şu dönemde bile, tüm renkleriyle, tüm ulusun “ortak paydası” olarak kalmayı başarıyor.

Kurban Bayramı vesilesiyle dünyanın en büyük ailesine çağrıda bulunuyorum, babasız büyüyen bir çocuk sayesinde kaderi değişen ulusumuzu, Zübeyde anne’nin vasiyetini yerine getirmeye davet ediyorum.

Eğitimde fırsat eşitliğine katkı sağlamak için, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmek için, çoban ateşi ruhuyla, Darüşşafaka’ya bağışta bulunmaya davet ediyorum. Lütfen, çevrenizi haberdar edin, teşvik edin.

Bu memlekette cehalete “kurban” giden fazlasıyla vatandaş var.

Gelin, insan fidanları ekelim.

Yılda bir defa üç beş garibana yarımşar kilo et vererek, belki kişisel vicdanlarımıza sevap hormonu enjekte edebiliriz ama, aslında topluma hiçbir faydasının olmadığını bilmeliyiz.

Çünkü, ihtiyaç sahibi vatandaşlarımızı, ancak ve ancak, eğitimli gençlerimizin yönettiği bir ülke doyurabilir.

Ben ve ailem Darüşşafaka’yı tercih ediyoruz ama, aslında, Zübeyde hanımın vasiyetiyle, bütün eğitim vakıflarını kastediyorum.

Darüşşafaka olabilir, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olabilir, Çağdaş Eğitim Vakfı olabilir, Türk Eğitim Vakfı olabilir, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı olabilir, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği olabilir… Türkiye’yi ancak ve ancak, eğitimli gençlerimizin yönettiği bir ülke doyurabilir… Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller için, çağdaş eğitim için mücadele eden derneklere bağışta bulunalım, gelin lütfen, insan biriktirelim.

Source: Yılmaz Özdil