Hayallerini toprağa eken kadınlar
“İşte yine ihraç ettiğimiz sebze meyveler, zehirli diye AB ülkelerinden geri döndü. Bu zehirli tarımdan nasıl kurtulacağız? Kanseri, hastalığı evimize sokan bu kimyasal tarım belasını nasıl aşacağız? Zararlıya karşı ölçüsüz ilaçlama nasıl duracak?”Aklıma artan kanser vakaları geliyor.İşte o haber: “2024’ün ilk iki ayında Türkiye’den AB’ye giden en az 81 sevkıyat, üye ülkelerin gümrük birimleri tarafından geri çevrildi.”Dünyanın en verimli topraklarında nasıl oluyor da ilaçlı tarımın “zehirli tuzağı”na düşüyoruz?Tam bu soruyu sorarken…Televizyon kanalları arasında bir başlık dikkatimi çekiyor: “Hayallerinin peşinde koşan kadınların başarı öyküleri…”İzlemeye başladım. Bir baktım ki;TRT1, Türkiye’nin değişik bölgelerinde devlet desteğiyle organik tarıma başlayıp başarılı olan kadın girişimcileri anlatıyor. Bölge bölge, köy köy, isim isim girişimci kadınlar.Her biri ayrı bir hikâye. Her biri ayrı bir mucize. 70’i aşkın bölüm var. İzledikçe nasıl mutlu oldum. Kadın ve girişim. Kadın ve toprak. Kadın ve yaratıcılık. Kadın ve saflık. Organik tarım nedir, öğreniyor ve öğretiyorlar. Kimisi tarımla ilk kez tanışmış. Kimisi hiç bilmiyor, kimisi dedesinden hatırlıyor. Ama o kadar harika hayat hikâyeleri ki. Zorluklar, sıkıntılar, ilk hayal kırıklıkları ama yılmıyorlar. Ve her biri kendi bölgesinde bir başarı hikâyesi yazıyor.Demet AtınçİNGİLİZCE ÖĞRETMENLİĞİNDEN TÜRKİYE ÇAPINDA ORGANİK TARIMAİşte Aydın’dan Gürsel Tonbul… İngilizce öğretmeni. Öğretmenlikten sonra eşiyle birlikte turizm işine giriyor. Ardından toprakla tanışıyor. Ve diyor ki; “Bir yurtdışı gezisinde bir tabelada bir armut ve bir elmanın içinden kafalarını uzatmış iki kurtçuk resmi gördüm. Çizimin altında şöyle yazıyordu: ‘Eğer biz burada yaşıyorsak sana zararı olmaz.’ İşte o zaman organik tarımı hayal etmeye başladım. Dönünce elimizde ne kadar zehir, ilaç varsa hepsini attım. Böyle başladık…”Gürsel Hanım zamanla örnek gösterilecek bir başarının altına imza atıyor. Ve hayvanlarıyla, bitkileriyle harika bir çiftlik kurup organik tarıma marka olarak devam ediyor.DİYARBAKIR KULP’TA BİR İPEKBÖCEĞİ HİKÂYESİBurası da Diyarbakır’ın Kulp ilçesi. Derya Gülaydın da tıpkı bir ipekböceği kozası gibi kuruyor kooperatifi. Binlerce yıllık ipekböceği kültürünü yeniden ayağa kaldırmak için başlıyor çalışmaya. Bugün 12 kadın girişimciyle tezgâhlarda ipek dokunuyor. Yurtdışına ihracat başlıyor. Derya Hanım; bütün zorlukları hayalleriyle aşıyor. Aile destek merkezinin desteğiyle yükseliyor. Bugün tezgâhları artırmak için uğraşıyor.“SOLUCANI GÖRÜNCE NASIL MUTLU OLDUM BİLEMEZSİN”İşte Aydın Kuşadası’ndan Demet Hanım’ın hikâyesi. Demet Atınç önce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kazanıyor. 3 yıl okuduktan sonra gözünü güzel sanatlara dikiyor. Çünkü orada böyle bir bölüm olduğunu öğreniyor. Ve tasarım… Tekrar sınav. Ve İzmir’de güzel sanatları kazanıyor. Çok ilginçtir ki, uluslararası ilişkiler bölümünde “Bu çocuk okumaz, tembel” denilen Demet Hanım, güzel sanatlar bölümünde şeref öğrencisi oluyor. Ardından akademisyenlik. Ama içinde başka bir istek var. Yaratma isteği. Kuzeninin isteği üzerine Aydın’daki çiftliğe gidiyor. Orada çalışmaya başlıyor. Buradan sonrasını şöyle anlatıyor: “Baktım zehirli ilaçlar, toprağa verilen kimyasallar yüzünden toprak ölüyor. Canlılar ölüyor. Üretilen sebze meyve bir şekilde zehir barındırıyor. Karar verdim. Önce zehirleri, kimyasalları attım. Hastalanmış toprağı iyileştirmek için kolları sıvadık. İlk solucanı gördüğümde nasıl mutlu oldum. Zamanla toprak kendine geldi; kuşlar, arılar, solucanlar, tavşanlar, çakallar arttı. Böylece başladık organik tarıma. İl tarım müdürlüğü traktör ve mazot için bize destek verdi. Böylece büyüdük.”Demet Atınç bugün zeytin, zeytinyağı, narenciye üretiyor ve önemli bir marka haline gelmiş durumda.Tabii bu müthiş ve zorlu yılları böyle bir paragrafta anlatmak mümkün değil.Yoksa; Hayallerini toprağa eken Fatma Menteşe, Tennur Çıldır, İlkay Aktürk gibi kadınlar. Zehra Varol, Ayşe Özalp, Kadriye Yarar gibi azim ve sabırla dolu müthiş hikâyeler var.Benim gördüğüm 70 bölümde neredeyse 100 kadın. Hepimize toprağın gücünü, güzelliğini, doğallığını gösteren organik tarımın öncüleri olmuşlar.İşte Giresun Piraziz’den akademisyenliği bırakıp fındığı yeniden keşfeden ve üretimiyle sınırları aşan Demet Öztürk.Mardin Midyat’ta kurduğu kooperatifle elişi sanatını dünyaya gösteren Kübra Şaşmaz… Ve daha nice başarılı kadınlar.Tarım Bakanlığı’nın, Aile Bakanlığı’nın kadın girişimcilere verdiği bu destekler, istatistiklerin, parasal büyüklüklerin çok ötesine geçiyor. Çünkü kadınların başarı hikâyelerine dönüşüyor. Ve en önemlisi yazımın başında okuduğum haberin karşısına dikiliyor:Tarımda kimyasal ve zehire karşı, hastalıklı tarıma karşı…Hayallerini toprağa ekip organik ve doğal hayatı başlatan kadınlar. Keşke organik ve sağlıklı hayatlar için tarımda bir “kadın devrimi” yapabilsek. Bu belgesel dizisini izlemeyi herkese tavsiye ediyorum, TRT’yi ayrıca kutluyorum.
Source: Fatih Çeki̇rge
Kış eczanenizdeki doğal takviyeler
Çünkü kış ayları dayanıklı sebze ve meyvelerin yetiştiği dönemdir. Her gün sebze ve meyve reyonlarında karşılaştığınız gıdaların hemen hemen hepsi eczanelerden aldığınız takviyeler kadar değerli ve etkili. Özellikle en güçlü antioksidanlardan olan C, A ve E vitaminleri ile magnezyumu kış sebze ve meyvelerinden bol bol alabilirsiniz. Her zaman söylediğim gibi sağlığın şifresi, mevsimsel beslenmede gizlidir. Doğal besinlerin gücüyle sağlığınızı her daim koruyabilir, hastalıklara karşı ise vücut direncinizi güçlendirebilirsiniz. Peki, bu sağlık koruyucu maddeler, hangi sebze ve meyvelerde gizli? İşte size kış sofralarınızdan eksik etmemeniz gereken doğal takviyelerin mini listesi…KIŞ AYLARININ OLMAZSA OLMAZI C VİTAMİNİC vitamini, vücudumuzun sağlıklı olabilmesi için gerçekten vazgeçilmez bir vitamindir. Bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemli bir rol oynar ve dışarıdan alınması gerekir. Mesela tam bir antioksidan kaynağı olan ve içeriğinde A, C, E, K vitamini bulunduran kabaktan lezzetli yemekler yapabilirsiniz. Kabak, ayrıca omega-3, demir ve magnezyum yönünden de güçlü bir besindir. Tam bir C vitamini deposu olan kırmızı ve yeşil biber de bağışıklık sisteminin güçlenmesine destek olan sebzelerdendir. Marul, pazı, tere, roka gibi yeşil yapraklı sebzeler de C vitamini bakımından zengindir. Ancak bunları mutlaka çiğ ve keserek tüketmeniz gerekiyor. Blenderdan geçirip, posalı halde içmek de fayda sağlar. Ayrıca portakal, mandalina, limon, kivi, ananas, taze kuşburnu, brokoli, karnabahar, ıspanak ve elmayı da listenize mutlaka ekleyin.E VİTAMİNİ HANGİ BESİNLERDE BULUNUR?E vitamini bağışıklık sistemimizin güçlenmesine destek olmasının yanı sıra beyin, göz, cilt ve dolaşım sisteminin sağlıklı olabilmesi için gerekli olan bileşenlerden biridir ve doğal besinlerin birçoğunda bolca bulunur. Yaşlanmanın etkilerini yavaşlatması açısından da değerli bir vitamindir. Bu nedenle güzellik ürünlerinde sıkça kullanılır. E vitamini içeren besinler arasında ise kara lahana, brokoli, ıspanak, kabak, kırmızı dolmalık biber, kuşkonmaz, kivi, mango ve avokado yer alır. Mesela 100 gram kivi tüketildiğinde günlük E vitamini ihtiyacı karşılanabilir. Avokado içerisinde yoğun miktarda E vitamini bulundurur ve bir avokado günlük E vitamini ihtiyacından fazlasını karşılayabilir. Brokoli besleyici bir besin maddesidir ve içeriğinde E vitamini başta olmak üzere çok sayıda vitamin ve mineral bulundurur. Tam bir kış sebzesi olan ıspanağı da bolca tüketebilirsiniz.A VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNİ CİDDİYE ALIN!Manavda, pazarda ve marketlerde bulabileceğiniz doğal takviyelerden biri de A vitaminidir. Bağışıklık sistemini desteklemeye yardımcı olan A vitamini de besinlerde bolca bulunur. Yağda çözünen A vitamini aynı zamanda retinol olarak da bilinir. Görme, üreme sistemi, büyüme ve gelişme gibi birçok yerde işlevi vardır. Ayrıca akciğer, kalp ve diğer organların normal şekilde çalışmasına yardımcı olur. Ciltte leke oluşumunu engelleyerek, yaşlanma çizgilerinin oluşmasına karşı koruyucu etki gösterir. Bazı kanser türlerine karşı da koruyucu özelliği vardır. Ispanak, havuç, tatlı patates, kırmızı biber, yeşil yapraklı sebzeler, mango, papaya ve kayısı gibi sarı meyveler bulunur. Yetersiz ve dengesiz beslenenlerde A vitamini eksikliği sıkça görülmektedir. Tırnakların zayıflaması, cilt kuruluğu, saç dökülmesi, bağışıklık sisteminde zayıflama, gece körlüğü ve çocuklarda büyüme geriliği gibi belirtilerle kendini gösterir. A vitamini eksikliğinin devam etmesi durumunda çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaya başlar. Bu nedenle önemli bir vitamindir.DOĞAL BESLENEREK MAGNEZYUM DEPOLARINI DOLDURSon yıllarda magnezyum eksikliği nedeniyle birçok kişi gıda takviyelerinden faydalanmaya başladı. Ancak sağlıklı ve doğal beslenirseniz, magnezyum takviyelerine de ihtiyacınız kalmaz. Çünkü sebze ve meyve reyonlarında magnezyum deposu olan birçok besin bulunuyor. Mesela sağlığımıza oldukça faydalı olan ıspanak, günlük ihtiyacınızın yüzde 40’ını karşılayabilir. Yeşil yapraklı sebzelerden biri olan pazıda da bolca magnezyum bulunur. 1 orta büyüklükteki muz ise günlük ihtiyacın yüzde 8’ini karşılar. Bir bütün avokadoda yaklaşık 58 mg magnezyum bulunur. Salatalarınıza ve öğünlerinize avokadoyu eklemeyi ihmal etmeyin. Zira kendisi tam bir magnezyum dostudur. Magnezyum içeren kuruyemişler listesinde ise kaju, badem ve yer fıstığı yer alır. Bu besinleri günlük beslenme listenize eklediğiniz taktirde magnezyum eksikliği gibi bir sorun ile karşılaşma olasılığınız büyük oranda azalır.
Source: Buğra Adil Buyrukcu
‘Akıldan Kalbe insanlara hayatı sorgulatacak’
ŞENAY GÜRLER Senaryoyu okuyunca çok etkilendim hikâyeden. Farklı bir rol olacaktı benim için. Özer hocayla bir araya gelince enerjimiz de uyuştu. Naif ama son derece güçlü bir kadın Lale. Severek keyifle oynadım. Özer hocanın varlığı çok güven verdi. Bizi çok motive etti. Kerem ile enerjimiz çok tuttu, su gibi aktı gitti. Ben kalpten yanayım ama akılcı olmak da gerekiyor. Farklı karakterleri oynamak iyi geliyor. Tiyatroda seçebiliyorsun ama dizide hep aynı roller geliyor. Belli kalıpların dışında bir şeyle oynamak da çok keyifli. Yoksa aynı yerde sayarsın, farklı bir rol geldiğinde heyecanlanıyorum. Kadın karakterlerin güçlü olduğu senaryolar tercihim. İzleyenler, filmden sonra çok şey düşünecek. Çünkü yaşarken elimizde olan çoğu şeyin kıymetini bilmiyoruz. Hayat bir şekilde akıp gidiyor ve o anın kıymetini bilemiyoruz. Değer bilmek üzerine çok düşündüm açıkçası. Kaybettikten sonra anlıyorum bazı şeylerin değerini. NAİF AMA İNATÇIYIM Anne ve babamı çok erken kaybettiğim için uzun süre aile hayatım olmadı. Ama olduğu kadar aile çok önemli. Çünkü bir sürü şeyi hep ailede öğreniyorsun. Paylaşmak da travmaları da yaşatıyor insana. Böyle böyle büyüyor insan. Kan bağını taşıdığın biriyle aile gibi olabilirsin. Ben şu anda Semih”le (Saygıner) birlikte bir aile olduğumuzu biliyorum. Onun akrabaları, benim akrabalarımla birlikte biz bir aile oluşturmayı başarabildik. Belli bir yaştan sonra bunu başarabilmek çok önemli. Naif bir insanım aslında ama mücadeleci inatçı yanım var. Yaşadıklarımdan çok şey öğrendim. Her sert olaydan ders çıkarıyorsun. Acı yaşamak insanın içini acıtmamalı, çocuksu yanını koruyarak hâlâ kendini lezzetlendirerek hayata devam etmek gerekiyor. Herkesin yaşadığı kendine ağır geliyor. Ama çok şey öğretiyor hayat. Yaşadıklarımız eğer lezzetlendiriyorsa doğru yoldasın, ama seni ekşitiyorsa, sertleştiriyorsa yanlış yoldasın. İnsanın yaşadıkları şeyler benzer olunca birbirlerini daha çok görebiliyor galiba. Çocuksu yanını korumak ve eğlenmek lazım. Hayat bir tane ve kısa. Gelip geçiyor. O yüzden hayatı anlamlı ve değerli kılmak lazım. Değişim ve dönüşüm yaşınız kaç olursa olsun, olması gereken bir şey. İnsan kendini hep yenilemeli. Beslenmeme dikkat ediyorum. Spor yapıyorum cildime iyi bakıyorum. Çalışırken insan ışıldıyor. Severek yapıyorsan sana güç ve enerji getiriyor. Avrupa Yakası”nı yaptığım için çok mutluyum. 5.5 yıl sürdü. Uzun sürdüğü için hafızalarda kaldı. O dönem için biricik bir işti. Zekice yazılmış güzel oynanmış bir işti. Daha sonrasında hep aynı tip roller geldi. Alternatif işlerde de oynadım ama bir şekilde insanların kafasında Fatoş olarak kaldım. Kült bir karakter. Ben de çok seviyorum Fatoş”u, hâlâ izleniyor. 12 yaşındaki çocuklar “izliyorum” diyor. İyi ki o işte yer almışım. HANDE SORAL “TEK DERDİM AİLEMDEKİ HUZUR” Senaryoyu okumadan görüşmeye gittim. “Özer hocayla tanışmanı istiyoruz. Şu an görüşebilir misiniz hemen gelebilir misiniz?” dediler. Aradıklarının akşamında görüştüm Özer hocayla. Ondan hikâyeyi dinlediğimde çok heyecanlandım. Filmi değil nasıl çekeceğini anlattı. Ondan çok etkilendim ve sonra eve gelince hemen okudum. Anlattığı hikâye kafamda çok iyi oturdu. Hiç tanımadığım bir yönetmen veya isimsiz bir senaryo olarak gelseydi, bunu nasıl anlatırlar ki diye emin olamayıp kabul etmeyebilirdim. Çok iyi bir yönetmen ve rejiyle çekilebilirdi anca. Akıldan Kalbe” filminde o kadar çok insanın hayatındaki bir şeyi anlatıyoruz ki, sadece duyguların olduğu, karakterin mesleğin kişilerin çok da önemi yok. Duygular önemli. Baba deyip ağladığım sahne beni çok etkiledi. O karakterin üstündeki bordo kazak hazırladı beni. O kazak bütün sahneye hizmet etti benim için. En büyük yükü Kerem abi taşıyordu. Bizi de taşıyan oydu açıkçası. Oynadığımız sahnelerin onun ruh haline göre şekillendiği bir film oldu. ALİ EL ÜSTÜNDE TUTULUYOR Aklımla karar verdim dediğim birçok şeyi kalbimle seçiyorum. O yüzden kalp daha baskın. Biz büyük bir aileyiz. Hayattaki tek motivasyonum, tek derdim ailemdeki huzur. Her şeyin başladığı yer. Ben büyük bir ailede büyüdüm. Babaannem bizimle yaşıyordu, amcam alt kattaydı, halamlar yan komşumuzdu. Kapılar hiç kapanmazdı. Oğlum Ali”nin de teyzesi, dayısı, dede ve büyük anneleriyle büyümesini istiyorum. Ailenin tek torunu olunca el üstünde tutuluyor, şımartılıyor. 2.5 yaşında şu an. Benim işlerim hep duygusal. Önemli olan yer aldığım projenin totali ve oynadığım karakterin bütüne nasıl hizmet ettiği. O yüzden yine ağlıyorum diye takılmıyorum. Güzelse ağlamaya devam. İsmail”le bir TV dizisi tercih etmem. Sette, evde bir arada olmanın sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Sinema olabilir ama dizide bir arada olmayı istemem. BATUHAN BAYAR “KALBİMİ DİNLEMEYE GAYRET EDİYORUM” Yazın başka bir dizi çekiyordum. Üçüncü sezonuna başlamak için bir aylık bir arası vardı ve dinlenirim derken, bu iş geldi. “Senaryoyu oku, hemen cevap ver” dediler. Hemen okudum, okuduktan sonra başka biri oldum. Ertesi gün hocayla görüştük. Nasıl çekileceği çok önemliydi. Kurgu da çok önemliydi. Özer hoca anlattığı zaman çok güvendim. İyi ki varım dediğim bir iş oldu. Şimdiye dek verdiğim kararlara baktığımda mantığımla aklımla ilerlediğimi gördüm. Yaş almaya başladıktan sonra kalbimle kendimi dinleyerek verdiğim kararların bana iyi geldiğini fark ettim. Artık kalbimi daha fazla dinlemeye gayret ediyorum. Uzun zamandır iyileşmeye gittiğim yer ailem değildi. Şimdi eskisinden daha fazla ailemle paylaşmaya başladım. Sevincimi de üzüntümü de ailemle paylaşıyorum. Aile benim için şifa niteliği taşıyor. İkiz kız kardeşlerim var. Ailem Rize”de. Çocukluğumda Neşet Ertaş türküleriyle büyüdüm. Babam çok dinlerdi. Yaşıtlarım Tarkan söylerken ben “Ahirim Sensin” söylüyordum. O yüzden bağlama ve müzik merakım var. PERİHAN SAVAŞ HAYATIMDAN NEGATİF OLAN HER ŞEYİ ÇIKARDIM Oğlumun şef olması çok güzel bir duygu. “Gastronomi okuyacağım” dediğinde bu kadar başarılı olacağını bilmiyordum. Hakikaten şaşırıyorum. Sürekli araştırıyor, yeni şeyler deniyor. Çocukken de meraklıydı. Babasında da ilgi vardı, o da soslar yapardı yemek hazırlamayı severdi. Biraz genetik. Oyunculuğu seçer diye düşünmüştüm. Oynadı da ama ben çok istemiyordum açıkçası. Lezzetli yemekler yapıyor. Ailede bir şef olması güzel. Okulunu okuduğu için her şeye farklı bakıyor. Her şeye hâkim. Türk mutfağını daha yenilikçi hale getirip dünyaya tanıtmak amacıyla hareket ediyor. Sunum, süsleme başka bir şey. Evde yapmıyor ama. Karı koca çalışıyorlar. Zaten uzun süre restoranda kalıyor. Çalışmayı, kendimi yenilemeyi çok seviyorum. Tiyatro geçmişim olduğu için ezber konusunda sıkıntı yaşamıyorum. 1971″de Yeşilçam”ın keyfini yakaladım. Duayenler çok güzel bir şey bıraktılar. Devam ettirmek hoştu ama ne yazık ki sektör kendini döndüremedi. Ama sinemanın yeri başka. Gençlerle çalışırken onlardan çok şey öğreniyorum. İşine saygı gösteren herkese bayılıyorum. Gençlerle çalışmayı çok seviyorum, arkadaş gibiyiz hepsiyle. İspanya”da yayınlanan bir dizimden dolayı bana telif geldi. Kendi ülkemden alamıyorum. İspanya”dan telif geliyor. Ne kadar güzel. İnşallah bizde de bu sorunlar çözülür. Eskiden karavanımız yoktu, kendi saçımızı makyajımızı kendimiz yapardık. Elbiselerimizi kendimiz bulup getirdik. Minibüsün içinde hepimiz bir arada sete giderdik. Zordu, sıkıntılar çektik ama o günleri özlüyorum. Parayı düşünmeden sadece yaptığımız iş en iyisi olsun diye düşünen insanlardık. Samimiyet ve özveri vardı. Üç torunum var. Torunlarımla çocuklarımda yaşayamadığım keyfi yaşıyorum. Müthiş mutluyum onlarla vakit geçirmekten. Kızım çok iyi anne oldu, üç çocuğuna da kendisi baktı, büyüttü. Anneanne oldum, babaanne olmak istiyorum şimdi. Benim içimde çocuk var. Hiç kaybetmedim o çocuğu. Hâlâ çizgi film seyrederim. O yüzden pozitifim. Negatif bir yerde duramam. Negatifleri çıkardım hayatımdan. Rahatladım. Eskiden hayır demesini bilmiyordum, hayır demeyi öğrendim. Ayıp olur mu diye içime atardım, içime atmıyorum şimdi. “ÇOCUKLARIMI MEDYADAN UZAK TUTTUM” Ortalıkta büyütmedim çocuklarımı. Şimdi sosyal medyada sürekli çocuklarını çekip kullanıyorlar, yanlış buluyorum. Ben korudum çocuklarımı. Medyanın önüne çıkarmak, reklamını yapmak çok kolaydı ama ben tercih etmedim. Mümkün olduğu kadar sakladım, uzak tuttum medyadan. Onlara da anlattım. Üzülmesinler, yıpranırlar diye böyle bir karar almıştım. Hatta askere gittiğinde bana “Sakın gelme, senin annem olduğunu bilmesinler” dedi. Görüş zamanında gittim, fotoğraf çekildik. Sonra ben sosyal medyada paylaştım. Komutanları görmüş, “Seni yazıcı yapalım” demişler. “İstemiyorum” demiş. Dolayısıyla hiç istemezdi bilinmesini. Bunu kullanmadı hiç. SAVAŞ ZAFER “TÜRK MUTFAĞINI DÜNYAYA TANITMAK İSTİYORUM” Küçükken oyuncu olmak istiyordum. Adnan Menderes”in hayatını anlatan “Ben Onu Çok Sevdim” adlı dizide oynadım. Adnan Menderes”in ortanca oğlunu canlandırdım. Ama sonra devam etmedim. İlgim vardı aslında. Sete gidiyordum annemle sürekli. Sette büyüdüm diyebilirim. O, “Bir mesleğin olsun, sonra oyuncu yine olursun” diyordu. Öyle deyince gastronomi okumaya karar verdim. Sevdiğim şey yemek yapmak olduğu için bu bölümü okumak istedim. Endüstriyel mutfağın ne demek olduğunu bilmiyordum üniversiteye kadar. Mekân açmaya kadar geldi iş. Hem çalışıyordum hem okuyordum son 2 senedir. Bir fırsat geçti elime, işletmecilik de yapmaya başladım. Kendi mekânımızda kendi yemeklerimizi yapmaya başladım. Hamur kızartması gibi bir şey yapardı anneannem. Lalanga derdi. Ben de onu şimdi onun tarifiyle menüye koydum, çok beğeniliyor. İstanbul usulü domates lapası dediğimiz bir ürünümüz var. Türk mutfağını temsil etmek bir sorumluluk. Kendi mutfağımızı geliştirmek dünyaya yaymak bizim elimizde. İtalyan restoranı, Fransız, Uzak Doğu görüyoruz ama Türklerin haricinde Türk mutfağını görmek pek mümkün değil. O yüzden Türk mutfağını ne kadar geliştirip yayabilirsek mutlu olurum. İşletmecilik zor. Mutfaktan servisten hep sen sorumlusun. Daha kapsamlı. Bu işin sonu yok. Her şeyi biliyorum demiyorum. Öğrenmenin sonu yok. Bazen geceleri uyuyamıyorum yeni bir ürün çıkaracağım zaman. Evde olduğumuz zaman çok kısıtlı. Eşim de çalışıyor o da yemek yapmıyor. Henüz anne-baba olmayı düşünmüyoruz.
Source: İlker Gezi̇ci̇
Gaziantep”te dedelerinden devraldıkları tatlıcılık mesleğini baba ile oğlu sürdürüyor
Gaziantep”te dedelerinden devraldıkları tatlıcılık işini sürdüren baba ve oğlu, öğrendikleri yöntemlerle mesleklerini gelecek kuşaklara aktarmayı hedefliyor.
Şahinbey ilçesindeki Karagöz Caddesi”nde 20 metrekarelik iş yerinde mesleğini sürdüren 55 yaşındaki Cengiz Kıllı ve 24 yaşındaki oğlu Mehmet Tolga Kıllı, sabah erken saatlerde geldikleri dükkanlarında, demir kepenkleri kaldırdıktan sonra önlüklerini giyerek tezgahın başına geçiyor.
Çalışma azmi ve ustalığıyla işini sürdüren aile fertleri, dedelerinden kalan mesleği aynı titizlikle sürdürüyor.
Mesleğini oğluna da öğreten baba Cengiz Kıllı, sağlığı el verdiği müddetçe mesleğini devam ettirmek istiyor.
Tatlı ustası Cengiz Kıllı, AA muhabirine, mesleğini severek yaptığını söyledi.
Tatlıcılık mesleğinin dedesinden kendilerine kaldığını aktaran baba Kıllı, “Bu mesleğe 12 yaşında başladım. Okul bittikten sonra da okula giderken de yine dükkana gelir giderdim. Yaşım 55 hala severek ilk günkü gibi erkenden kalkıp işime geliyorum.” dedi.
İki çocuk sahibi Kıllı, oğlunun da mesleği öğrenmesinden dolayı mutlu olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
“Kızımı okuttum matematik öğretmeni oldu, oğlum da üniversitede okuyor aynı zamanda yanımda bu işi ilerletiyor ve ilerletmeye devam edecek. Mesleğimizi severek ilk günkü aşkla yapıyorum. Burada katmer, lokma, burmalı kadayıf, fıstıklı kadayıf, billuriye, paşazade tatlıları yapıyorum. 40 yıldır bu dükkanın işletmesini yapıyorum. Bu işe oğlumla devam ediyorum, mutlaka oğlumdan sonra da torunum devam ettirecektir.”
Babasının yanında mesleği öğrenen ve tatlıcılıkta ailenin 4″üncü kuşağı olan Mehmet Tolga Kıllı da 8 yaşından itibaren dükkana geldiğini belirtti.
İşi severek devam ettirdiğini dile getiren Kıllı, şunları kaydetti:
“Birinci sınıfta öğretmenim “Büyüdüğünüzde ne olmak istersiniz?” dediğinde herkes doktor, diş hekimi, öğretmen derken ben “Tatlıcı olacağım.” diyordum, bundan dolayı da hocalarım beni tanır bilirdi. Tatlıcı olarak mesleğimi birinci sınıf şekilde yaptığım için kendimle gurur duyuyorum. Babam 40 senedir bu dükkanda çalıştığı için beş-altı sene sonra kendisini emekli edeceğiz. Babam emekli olduktan sonra biz de mesleğimizi sürdürmeye, kendisinin adını yaşatmaya devam edeceğiz.”
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source: