Göbeklitepe’de yaşayanların sırları ortaya çıktı: Ölmeyi bilmiyorlar, tonlarca ağırlıktaki taşı böyle taşımışlar
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği Şanlıurfa Kültür Yolu Festivali’nin en önemli durağı Göbeklitepe antik kenti ziyareti oldu. Neolitik dönemde, Milattan Önce 9 bin 600-7 bin 750 yıllarına tarihlenen yerleşim bölgesi, 12 bin yıl öncesine dair önemli keşifleri beraberinde getiriyor. Bütün arkeoloji dünyasının gözünün üzerinde olduğu Göbeklitepe’ye ilişkin merak edilen soruların yanıtlarını ve son saptamaları Taş Tepeler Projesi Yerel Koordinatörü Arkeolog Ahmet Yavuz Kır Hürriyet’e şöyle aktardı: Biz en başlarda bunlara tapınak diyorduk ama son zamanlarda, biraz daha kazılar ilerledikçe, tapınağın da üstünde özel yapılar olduğunu gördük. Bir çeşit kamusal yapı olarak tanımlamayı uygun görüyoruz. Sosyal bir şeylerin örgütlendiği bir alan. Hem din anlamında hem gündelik hayatın düzenleme anlamında özel yapıları olarak tasarlanıyor. Neolitik dönemde, metal kullanmayı bilmiyor. Bu yapıların hepsini silex dediğimiz çakmak taşından yontuyorlar. Taş devri. Taşı taşla yontarak bu kadar büyük devasa yapılar elde ediyorlar. Dikili taşları, alanın kuzey batısındaki taş ocağından kesiyorlar. Yaklaşık 200 metre sürükleyerek buraya kadar getirip dikiyorlar. Göbeklitepe insanı bizim zannettiğimiz gibi o kadar da primitif (ilkel) değil. Avcılık ve toplayıcılık ile gündelik hayatlarını devam ettiriyorlar. Daha yerleşik hayata geçmemişler. Tarım yapmayı bilmiyorlar. Erkekler avlanıyor ve kadınlar da toplayıcılık faaliyetleriyle hayatlarını sürdürüyorlar. Çok fazla ceylan, yaban domuzu yiyorlar. Yapıların içerisinde çok sayıda yabani ceylan kemiği, yabani domuz, balık kemikleri var. Binlerce kemik üzerinden burada ne yediklerini, ne içtiklerini anlayabiliriz. Uzun değiller. Bizim gibiler. Erkekler ortalama 1.70, kadınlar 1.65 santimetre boylarında. Kullanılan dil ile ilgili kas yapışma izlerinden yorum yapılabilir. Üç-dört heceli bir cümle stiline bağlı bir iletişimin olduğunu ön görüyoruz, bazı iskeletlerden yola çıkarak. “Dikili taşların üzerinde birçok hayvan rölyefleri var. Yılan, boğa, flamingo, tilki, yabani domuz, kanatlı hayvan özellikle akbaba motiflerini görüyoruz ve bütün hayvanlar hareketli olarak betimlenmiş. Akbaba en iyi et sıyırıcı hayvan. Yani insan vücudunda kıkırdak hariç, her şeyi yiyor. Neolitik dönemde birisi öldüğü zaman onu doğaya bırakıyorlar. Akbabalar gelip onu yiyor. Ondan sonra o kemiklerin hepsini alıp yaşadığı yerin tabanına gömüyorlar. Çünkü ölmeyi biyolojik olarak bilmiyorlar. Ne olduğunu bilemiyorlar. Akbaba ölüm meleği gibi.
Source: Gazetevatan.com