Hukuk Gündemi – Kartalkaya Duruşması ve Anayasa Mahkemesi Gelişmeleri

Kartalkaya duruşmasında kan donduran itiraf: Görevliye müşterileri uyandır demedim

Bolu Kartalkaya”da 78 kişinin ölümüne neden otel yangını davasının duruşması, 3. gününde de devam etti. Savunma yapması için sanık kürsüne gelen otel müdürü tutuklu sanık Zeki Yılmaz”ın, kullandığı ifadeler ise şok etkisi yarattı. Yaklaşık 36 yıl boyunca resepsiyon görevlisi olarak çalıştığını belirten Yılmaz, “Her ne kadar bana müdürlük unvanı verseler de benim yaptığım iş resepsiyon görevi oldu. Bordrosunda resepsiyonist görevlisi yazan bir çalışanım, otelde hiçbir şekilde yetkim yoktur” ifadelerini kullandı. Savunmasının ardından çapraz sorgu yapılan otel müdürü tutuklu sanık Zeki Yılmaz, “Yürüyerek 9″uncu kattan 4″üncü kata indim. Elektrik o anda kesilmedi, ne zaman kesildiğini bilmiyorum. 4″üncü kata indim duman vardı, tekrar 5″inci kata çıkmak istedim ama dumandan çıkamadım. 3″üncü kata indim, burada “Yangın var” diye bağırdım, yangın alarmına bastım ama alarm çalışmadı. Yangının boyutunu bilemediğim için resepsiyon görevlisine müşterileri uyandırın demedim” diye konuştu. Yılmazın savunması salonda şok etkisi yarattı. “EĞLENCE SESİ SANDIM” Duruşmada otelin yönetim kurulu üyeleri ve aynı zamanda otel sahibi Halit Ergül”ün kızları Ceyda Hacıbekiroğlu ve Elif Aras da savunma yaptı. Hacıbekiroğlu, “6”ncı katta kalıyordum, seslere uyandım. Eğlence sesleri, diye düşündüm. Yardımcım kapıyı açarak duman kokusu hissedip beni uyandırdı” diye konuştu. BABASINI SUÇLADI Ceyda Hacıbekiroğlu ifadesinin devamında “Ben otel sahibi olarak orada değildim, diğer müşteriler gibi sömestir tatili için oradaydım. Böyle bir trajedi yaşanması beni gerçekten derinden üzüyor. Bu oteli rahmetli dedem kurdu, şirkette 5 kişinin bulunması zorunluluğu vardı. Biz de yönetime alındık. Bizim sorumluluğumuz ve yetkimiz olmamasına rağmen babam bizi yönetime aldı. İstanbul”da yaşıyorum, sadece tatil zamanlarında otele gidiyorum” dedi. “ADALET YERİNİ BULSUN” Müştekilerden Rıfat Doğan duruşmada sanıkların suçları birbirlerinin üzerine attığını belirtti. Duruşma sonrası açıklama yapan Doğan, “Artık yavaş yavaş da birbirlerini satmaya başladılar. Biz burada adalet nöbetimize devam ediyoruz. İnanıyoruz hak ettikleri cezaları alacaklar. Tek amacımız adaletin yerini bulması” şeklinde konuştu. DURUŞMADAKİ GÖZLEMLERİNİ SABAH”A ANLATTI Yangında eşini ve kızını kaybeden Rıfat Doğan, 3 gündür devam eden mahkemedeki gözlemlerini SABAH”a anlattı. Facianın yaşandığı gece kızıyla son kez mesajlaşan acılı baba Doğan, “Üç maymunu oynuyorlar, mahkemede ne sorulsa “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyorlar. Kendi avukatlarının ellerine verdiği bir kâğıt var onu okuyorlar. Kâğıdın dışına çıkıldığında, bir soru sorulduğunda afallayıp kalıyorlar. Ama doğruların şöyle kötü bir huyu var: Bir gün gün yüzüne çıkar. O yüzden biz adalete güveniyoruz. Yargıya güveniyoruz. Herkesin hak ettiği ceza alacağına inanıyoruz” ifadelerini kullandı.

Source: Kerim Cengi̇l


Darbe çağıran muhalefet mi olur?

Yolsuzluk ve yozlaşma batağına her geçen gün biraz daha fazla saplanan, kurtulmak için seçtiği yol nedeniyle çamurlaşan ana muhalefet partisi, şimdi de işi “sokak”, “meydan”, “darbe” gibi demokrasi ve hukuk devleti ile hiçbir şekilde bağdaşmayan bir yere doğru götürdü.

Yapmış oldukları fiillerden, haklarındaki iddialardan dolayı idari ve yargısal olarak hesap vermesi gerekenleri korumak için “düşman hukuku” saçmalığına sığınan, bağımsız Türk yargısı tarafından somut deliller, kuvvetli suç şüphesi nedeniyle tutuklananlar için “esir” ifadesi kullanan, cumhurbaşkanına darbeci, cuntabaşı, hükümete cunta gibi yakışık almaz nitelemelerde bulunan ana muhalefet genel başkanı var…

Oysaki demokrasilerde muhalefet, siyasal sistemin denge-denetleme işlevini yerine getiren, çoğulculuğun teminatı ve halk egemenliğinin sürdürülebilirliğinin sigortası niteliği taşıyan bir kurumsal aktördür.

Siyasal partilerin varlık sebebi elbette iktidara gelmektir ama bu süreci hukukun üstünlüğü ve demokratik süreçlerin sürekliliği içerisinde gerçekleştirmektir. Bu bağlamda muhalefetin söylem ve eylemlerinde, demokratik istikrarı zedeleyici tutumlardan kaçınması temel bir yükümlülük olarak ortaya çıkar.

Hukuk devleti, yasaların üstünlüğünü, keyfilikten uzak yönetimi ve temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını esas alır. Bu, iktidarın olduğu gibi muhalefetin de riayet etmesi gereken bir ilke setidir.

Muhalefet, iktidarı eleştirirken hukuk devletini aşındıran ve demokratik süreçleri işlevsizleştirmeye yönelik söylemlerden kaçınmalıdır. Meşru siyasal rekabetin sınırları, hukuka ve demokratik ilkelere sadakatle çizilir.

Ana muhalefet partisi genel başkanı, söylemlerinde, seçimle yenemediği, milletin büyük çoğunluğunun oyu ile iş başına gelmiş Cumhurbaşkanını, hükümetini “darbe” gibi demokratik süreç dışı yollarla değiştirmeyi ima eden ifadeleri ile demokrasiyle bağını ve hukuksal meşruiyetini yitirmektedir.

Bu tür ifadeler, hukuk devletini ve demokratik istikrarı doğrudan tehdit etmektedir. Muhalefetin rolü, toplumsal talepleri demokratik süreçlere taşımak ve siyasal çözüm önerileri üretmek iken, seçim dışı yöntemlere kapı aralayan çağrılar, toplumsal barışı tehdit eden ve demokratik siyaset alanını daraltan riskli bir zemin oluşturur.

Siyasi aktörlerin söylemleri, kitlesel mobilizasyon yetenekleri nedeniyle sorumluluk taşır. Gerilimi yükseltmeye yönelik bir dil, toplumsal ayrışmayı derinleştirerek kutuplaşmayı beslemekte ve ülkenin istikrarını zedelemektedir.

Bu nedenle iktidar eleştirisi yapılırken kullanılan dilin, hukuk ve demokrasi sınırlarında kalması, muhalefetin meşruiyeti açısından kritik önem taşımaktadır.

Muhalefet, iktidarı eleştirirken, kendi iç pratiğinde hukuk devleti ve demokrasiye bağlılığı hiçbir suretle gösterememesi ciddi bir iç tutarsızlık sorunuyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir…

Parti içi demokrasi eksikliği, hesap verilebilirlikten uzak, yozlaşma ve yolsuzluk batağında çırpınışlar, parti içi rekabet ve kadrolaşmada klikler, şeffaflıktan uzak tutumlar ve özellikle yerel yönetimlerde ortaya çıkan zafiyetler, muhalefetin hukuk ve demokrasi söylemini zayıflatmaktadır.

Bu noktada muhalefetin öncelikle kendi iç işleyişinde şeffaflığı, hesap verebilirliği, yargı süreçlerine saygıyı ve iç denetim mekanizmalarını çalıştırması beklenir. Siyasi etik ilkelerinin kendi bünyesinde uygulanması, topluma karşı en güçlü meşruiyet kalkanını sağlar. Aksi durumda, “hukuk ve adalet” iddiası ile dile getirilen eleştiriler, inandırıcılıktan uzaklaşmakta ve toplum nezdinde güven kaybına yol açmaktadır.

Muhalefetin söylemleri “baskı”, “hukuksuzluk” ithamları üzerine kurulu ama hukuk karşısında kendi tavırları ise kendilerine özel bir dokunulmazlık, yargılanamazlık, hesap verme muafiyeti talebi olarak görülmektedir. Hukuk devleti ilkesine samimi bağlılığın göstergesi, bu tür iddiaların sokak çağrıları veya gerilimi tırmandıran beyanlarla değil, hukuki zemin üzerinde mücadele edilerek çözümlenmesiyle mümkündür.

Siyasi partiler, iddialarını yargı süreçleri, bağımsız denetim kurumları ve parlamenter mekanizmalar üzerinden takip etmeli; söylemlerinde, halkı kaosa, kargaşaya, çatışmaya ve kamu malını yağmaya, kamu düzenini bozmaya yönlendirecek çağrılardan kaçınmalıdır.

Hukuka güven, demokrasinin sürdürülebilirliğini sağlar ve siyasete güven inşa eder. Seçimle gelmiş iktidarı gayrimeşru ilan eden ya da sokak çağrıları üzerinden devirmeyi ima eden bir dil, varlık nedeni demokrasi olan siyasi partilerin işi değildir, olmamalıdır.

Yolsuzluk ve yozlaşma karşısında bir siyasi partinin almış olduğu bu tavır hukuka güveni zedelerken, halkın siyasi katılıma olan inancını da sarsmaktadır.

Demokratik bir düzende iktidar talebi, seçim süreçlerinin işletilmesi, siyasal programların topluma anlatılması ve halkın iradesine güvenilmesi yoluyla gerçekleştirilir.

Muhalefetin bu bağlamda öncelikli sorumluluğu, ülke içindeki demokratik kurumlara ve yargı süreçlerine sahip çıkarak hukukun üstünlüğünü savunmak ve bu zeminde mücadele etmektir.

Demokratik muhalefetin varlığı, seçim dışı yolların değil, seçim süreçlerinin değerini yükseltir.

Demokrasi, yalnızca seçimlerin yapılması değil, seçim süreçlerinin, ifade özgürlüğünün, yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün korunmasıdır. İktidarın da muhalefetin de en temel görevi, bu değerleri koruyarak iktidar olmak veya iktidara talip olmaktır.

Ancak söylemlerde tansiyonu yükselten ve seçim dışı yolları ima eden dilin tercih edilmesi, hukuk devleti ilkesini zedelemekle kalmayıp, demokratik siyaset kültürüne de zarar vermektedir.

Demokrasinin yaşaması; iktidar kadar muhalefetin de söylemde sorumlu, eylemde tutarlı, yöntemlerde ise hukuka sadık kalmasıyla mümkündür.

Muhalefet, hukuk devleti ve demokrasi ilkelerini yalnızca iktidarı eleştirirken değil, kendi parti içi uygulamalarında ve yolsuzluk iddiaları karşısında sergilediği tutumda da göstermek zorundadır.

Bu, hem muhalefetin meşruiyetini hem de ülkenin demokratik geleceğini güçlendirecek yegâne yoldur.

Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7

Source: Zakir Av


Kartalkaya davasında 4. gün! Yangından sonra meyve yediği iddia edilen Halit Ergül'ün eşi konuştu

Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi”nde 78 kişinin hayatını kaybettiği ve 133 kişinin yargılandığı Grand Kartal Otel yangınına ilişkin 19″u tutuklu 32 sanığın yargılandığı dava Bolu 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Bolu Sosyal Bilimler Lisesi”nin spor salonunda özel olarak oluşturulan salonda devam ediyor. Davanın ilk duruşmasının 4″üncü gününde sanık savunmalarıyla sürüyor. Öte yandan, duruşmanın ilk 3 gününde toplam 24 sanığın savunması alınmıştı. “HASBELKADER KURTULDUM, LENS TAKMADAN BİR ŞEY GÖREMİYORUM” Grand Kartal Otel”in sahibi Halit Ergül”ün kızları Ceyda Hacıbekiroğlu ve Elif Aras”ın ardından dinlenilen otel sahibi Halit Ergül”ün eşi ve şirketin yönetim kurulu üyesi Emine Murtezaoğlu Ergül, savunma yaptı. Ergül, olay gecesi otelde olduğunu ve hasbelkader kurtulduğunu söyledi. Olaydan 2 ay sonra tutuklanan Ergül, doğuştan görme engeli olduğu için lens kullandığını belirterek savunmasında olay günü yaşadıklarını şöyle anlattı:”Olay gecesi oradaydım, hasbelkader kurtuldum. Koridordan gelen sesleri duyunca yataktan fırladım. Doğuştan gelen bir görme engelim var. 25.5 numara özel lens kullanıyorum, lensleri takmadan hiçbir şey göremiyorum. Kızım aradı, ona “Kapıya ıslak havlu koy, koridora çıkma” dedim. Odamın önünde bir çatı vardı. Biri oraya atlayıp battaniye istedi. Ne bulduysam verdim. Kızıma da “Camı kır” dedim. Eşim Gazelle Otel”deydi, onu arayıp yardım etmesini istedim. İçeride insanlar vardı. Duman çok kötüydü. İnsanlara yardım etmeye çalıştım, gitmeye çalıştım ama ulaşamadım. Çok toz ve duman vardı. Lens kullananlar bilir; toz ve kuruluk gözleri çok kötü etkiler. Bu yüzden gidemedim, dışarı çıktım. Yüksek merdivenle 6″ncı ve 7″nci kattaki insanları kurtarıyorlardı. Beni de o merdivenle kurtardılar. Bir sürü insan vardı; çıkan herkes sağa sola koşturuyordu.” “MEYVELERİ İNSANLARA DAĞITMAK İSTEDİM” Duruşmanın ilk günü yangın faciasında hayatını kaybeden kişilerin yakınları adına basın açıklaması yapan “Başka Canımız Yok Derneği” üyesi Zeynep Kotan, “Yangın sırasında bile Grand Kartal Otel”in sahipleri, yöneticileri ve çalışanları hiçbir şey yapmadı. Ne bir uyarı verdiler ne bir alarm sistemi devreye girdi. Misafirler tek bir kelimeyle bile uyandırılmadı. Onlar arabalarını kurtarmaya giderken bizim canlarımız içeride dumandan boğuluyordu. Bizim sevdiklerimiz ölümden ölüm beğenirken, otel sahipleri çoktan karşı otele geçmiş. Meyvelerini yiyorlardı. Bu nasıl bir umursamazlık, nasıl bir merhametsizlik, nasıl bir vicdansızlıktır?” demişti.Meyve iddialarına duruşmada yanıt veren Emine Mürtezaoğlu Ergül, “Yürüyerek, yangının sıçrama ihtimaline karşı Dorukkaya”ya gittik. 65 yaşındayım, göremiyorum. Yanımda 3 çocuk vardı. Dorukkaya Otel”in müdürüne gidip, “Lütfen yardım edin, içeride hâlâ insanlar olabilir” dedim. Dorukkaya Otel”in orada su ve meyve vardı. Alıp insanlara dağıtmak istedim. Bu görüntüler üzerinden çok konuşuldu ama ne yaşadığımız bilinmeden yargılandık. O anda çaresizlik içindeydim. Ne yapabileceğimi sorguluyordum. Bir süre sonra jandarma oteli sardı, kimseyi yaklaştırmıyordu. Birkaç gün Gazelle Otel”de kaldık, ardından İstanbul”a kızlarımın yanına döndüm.” dedi. “OTELDE “BU ÇİÇEK SULANMAMIŞ” GİBİ ŞEYLER SÖYLERDİM” Sanık Emine Murtezaoğlu Ergül, otelin işleyişiyle ilgisi olmadığını ifade ederek, “Bizimki bir aile şirketi. Ben işle ilgilenmedim. Babam da aynısını yapardı, eşim de öyle yaptı. Arada bir evrak gelirdi, imzalardım. Ben çocuklarımla ilgilenirdim. Çocukların eğitimi boyunca İstanbul”da yaşadım. Bu süreçte annemle babam rahatsızlandı, onlara baktım. Babam ölmeden önce 5 yıl yatalaktı, onu Gazelle Otel”e aldırıp bakımını yaptım. Sonra torunlarım oldu, onlara destek verdim. Otelin işleyişiyle hiç ilgim olmadı, zamanım da yoktu. Sadece gittiğimde “Bu çiçek sulanmamış” gibi şeyler söylerdim” dedi. “HALİT”E SORMADAN HİÇ BİRŞEY YAPAMAZDI” Mahkeme başkanı, sanığa Ticaret Sicil Gazetesi”ne göre görevi olup olmadığını sordu. Sanık, “Evet, böyle bir görevim vardı. Eşim olmadığında bana evrak getirirlerdi, ben de imzalardım. Otel yönetimine karışmazdım. Emir Aras müdürdü ama kendi başına karar vermezdi, eşime sorarak hareket ederdi. Kızlarım yalnızca tatillerde gelirlerdi. Onlar da çocuk büyütüyor, onunla uğraşıyorlardı. İstanbul”da yaşıyorlar. Emir Aras ya da başka biri, Halit”e sormadan hiçbir şey yapamazdı” diye cevap verdi.Çalışanlara yangın eğitimi verilip verilmediği veya yangın tüplerinin olup olmadığı sorulan sanık, “Eğitimin olup olmadığını bilmiyorum ama koridorlarda yangın tüpleri vardı” dedi.

Source: Çağla Taşçı


Anayasa Mahkemesi, kayyum düzenlemesinin ilk incelemesini tamamladı

İstanbul 9. İdare Mahkemesi, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer”in görevden uzaklaştırılması ve belediyeye kayyım atanması işlemlerinin iptali için açılan davada, uygulama konusu olan “”bir belediye başkanının terör suçuyla tutuklanması durumunda yerine kayyım atanmasını”” öngören Belediye Kanunu”nun ilgili fıkrasının, Anayasa”ya aykırı olduğu kanısına vararak, Anayasa Mahkemesi”ne itiraz yoluyla iptal başvurusunda bulunmuştu.

Başvuruda, terör suçuyla yargılanan veya tutuklanan Belediye Başkanının yerine İçişleri Bakanlığı ya da Vali tarafından kayyum atanması düzenlemesini içeren Belediye Kanunu”nun 45″inci maddesine 2016’da, 6758 sayılı Kanunun 34. maddesiyle eklenen 2″nci fıkrasının Anayasa”ya aykırı olduğu öne sürülmüştü.

İptali istenen düzenleme, “”… Belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde 46. maddedeki makamlarca belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilir”” hükmünü içeriyor.

Genel Kurul başvuruda, eksiklik tespit etti

Yüksek Mahkeme, başvurunun ilk incelemesini yaptı. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, başvuruda eksiklik tespit etti.

Genel Kurul, iptali istenen düzenlemenin birinci cümlesinde yer alan “”… başkan vekili ya da meclis üyesi…”” ibareleri yönünden, İdare Mahkemesinin baktığı davada uygulanacak kural niteliğinde olmadığından, başvurunun, mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine karar verdi.

Düzenlemenin ikinci cümlesinin, “”Anayasa’nın hangi maddelerine, hangi nedenlerle aykırı olduğunun ayr ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterilmediğini”” tespit eden Yüksek Mahkeme, ikinci cümleye ilişkin başvuruyu, yönteme uygun olmaması nedeniyle esas incelemeye geçilmeksizin reddetti.

Anayasa Mahkemesi, iptali istenen düzenlemenin birinci cümlesinde yer alan, “”belediye başkanının terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması hallerinde yerine, 46. maddedeki makamlarca (İçişleri Bakanı) görevlendirme yapılmasını”” öngören ibarelerinin, uygulanacak kural niteliğinde olduğundan esasının incelenmesine hükmetti.

Eksikliklerin giderilmesinin ardından esasa ilişkin rapor hazırlandıktan sonra düzenlemenin iptal istemi esastan görüşülerek karara bağlanacak.

Source: Anka