“İlişkiler ve Aile Bağları – Hayatın Duygusal Yolculukları”

Kendimizi unutmamak için

Annem öldü. Kör oldum, sağır oldum. Hiçbir şeyi net görmemeye, hiçbir şeyi tam duymamaya başladım ve sonra unuttuğum her şeyi hatırlamaya… Bu hatırladıklarımın seyrine çıkmaya yönelince duraladım bir anda. Neredeyim, diye sormaya başladım kendime. Şimdi, başka sesler, daha önce hiç ayırdına varmadığım sesler, o duymama halinin yerini almıştı. Öteleyip ertelediklerim gelip beni buluyordu bir bir. Kendime, başka bir “ben” gibi dışarıdan bakıyordum. Ama sonra hafızamı da yitirdim bir anda. *** Her şey yavaş yavaş gelmişti. Annemin ölümü bile. Evet alacakaranlığın gelişi gibiydi. Bir bahçenin nasıl solduğunu gün gün izliyordum. En son ses biter. İçe çekilir, bakışlar söner, eller sıcaklığını yitirir. Nefes alışınız diner. Son nefesinde yanında olmak istesem de olamadım. Haberi veren ağabeyimin ağlayışını duyuyordum. Her gün yanı başındaydı. Bakıcısı Ece ’ye “Melek” adını takmıştı. İkisinin özeni onu dingince uğurlamaya hazırlamıştı. Hiç ağlamadım. Son halini de görmek istemedim. Son nefesini verdiği odaya girdiğimde, porselen yemek takımlarının yer aldığı camlı konsolun vitrinindeki siyah beyaz fotoğrafı karşılamıştı beni: 20’li yaşlarındaydı orada. Dünya güzeli bir bakışı, edası vardı. Kalakalmıştım öylece. Doğumumdan on beş gün sonra çektirdiğini söylemişti. Sırtındaki o yeşil hırkayı hatırlıyordum, daha nice şey gibi. Sütünü emmemiş, itiraz etmişim. Bana süt içirdiği kristal bardağı böylesi bir vitrinde tutuyordu, bundan birkaç yıl önce onu bana armağan etmişti. Fotoğraf beni bir süre tutulu kıldı odanın ortasında. Yönünü şaşırmış, boşlukta bırakılmış gibiydim. Bir dayanak ararken ürküntüyle, hasta yatağını aradı bakışlarım. Kaldırılmıştı. “Ne tez” dedim içimden. Daha 24 saati geçmemişti onu son görmemin üstünden. Yerine konan kanepeye yönelince, duvarda çerçevelenmiş “Gözlerimde Taşırım Seni” yazımla karşılaşıyorum. Yıllar önce annemi anlattığım yazım. Metni benden isteyen gazete bunu tam sayfada yayımlamıştı, işte bu fotoğrafı da yazının tam orta yerinden vererek. Geç yazılmış bir yazıydı. Yeniden görünce mahcubiyet mi hissettim. Kardeşim, bu yazı çıkınca, çerçeveletip Anneler Günü’nde anneme armağan etmişti. O da bunu, hep yatağının başucunda tutmuştu. Şimdi o ertelenenleri, mesafeli duruşları, hatta unutuluşları hatırlıyorum bir bir. Buruk ve ezginim. O kaçışlarım niyeydi? Soğuk duruşlarım. Onu sözsüz, sarılmasız, uzak bırakışlarım… Bir dokunuş istiyordu, iyicil bir bakış. Birlikte yol alabileceğimiz, gidebileceğimiz, neşelenip, paylaşabileceğimiz bir anı istiyordu. Ve bunları biliyordum ama uzak durmuştum her birinden. Babamı yitireli beri iyiden iyiye uzaklaşmıştım. Sitem ettiğinde ise “Dört çocuğun daha var, bana sıra gelmiyor” deyip espriyle geçiştirirdim. O da “beş parmağın beşi de ayrı” der; sitemini gönlünde tutardı. Şimdi, hatırladıklarıma dönüyorum ama bakıyorum en çok unuttuklarım çıkıyor karşıma. Ve en çok da iki bahçeli evimiz. Onun terziliği “Nauman” marka dikiş makinesinin evimizden hiç eksilmeyen tıkırtısı… Örgü örme hâlleri, kitap okuma zamanları. Orhan Kemal okumaya bayılırdı. El Kızı, Üçkâğıtçı, Hanımın Çiftliği en sevdikleriydi. Sonra moda dergileri… Prova kalıpları, elbise prova defterleri… Mutfağından gelen kek ve pasta kokuları… Özel yemek tarifleri vardı. Özenliydi. Göstermeyi severdi. Bir yaşa kadar giysilerimiz hep onun elinden geçmişti. Bilinsin isterdi bu özel ve özenli yanı. Köy Enstitüsünde okumak istemiş hep. Kendisinden iki yaş küçük dayım anlatırdı: “Zehir gibiydi, sınıfları atlayarak geçiyordu. Kaç müfettiş kapımızı aşındırdı onu enstitüye almak için. Babamın inadı onu küstürdü. Kızımı ayırmam yanımdan deyip durdu. Ablam orada okusaydı bambaşka yerlerdeydi.” Bu iki kardeş hiç ayrılmadılar. Son nefesinde başucunda olduğunu söylemişti ağabeyim. Düğümlerim çözülmüştü bir anda, dayımın anlattıklarını dinleyince ona sarılıp iç çekerek ağlamaya başlamıştım. Annem ölmüştü. O, benim için, asıl şimdi yaşamaya başlıyordu.

Source: Feridun Andaç


Erken doğan bebeklerde aileleri neler bekler

Ancak şunu söylemeliyim; bu yolculuk ne kadar erken başlarsa başlasın, sevgiyle, sabırla ve doğru bilgilerle yüründüğünde bir mucizenin adım adım gelişini izlemek mümkün olur. Erken doğan bebeklerin ilk bir ayında aileler hem tıbbi terimlerle hem de duygusal değişimlerle tanışır. Bu dönem bir sınav gibi değil, bebeğin dış dünyadaki ilk gelişim yolculuğudur aslında. Her gün bir adım daha atılır, önce gözünü açar, sonra nefes desteği azalır, anne sütüyle tanışır, kalbi düzene girer. Her küçük gelişme büyük bir bayram havası yaratır ailede. O yüzden bu sürece umutla bakmak gerekir. Çünkü bebekler, hayata tutunma konusunda sandığımızdan çok daha dirençlidir.ANNELERİNİN SESİNİ TANIRAnne ve baba, ilk günlerde cam bir inkübatörün ardından göz göze geldikleri bebekleriyle henüz temas kuramamış olabilirler. Ama temas sadece dokunmakla değil, varlığınla, sesinle, kalbinle kurulur. Prematüre bebekler, annelerinin sesini tanır. Babalarının sabrını, gözlerindeki ışığı hisseder. Bu nedenle ailelerin bebeğin yanında olması, onun yaşama tutunma kararlılığı üzerinde inanılmaz bir etki yaratır. Yoğun bakım ünitesi başlangıçta soğuk ve mesafeli bir yer gibi algılansa da zamanla tanıdık bir dost haline gelir. Orada çalışan hemşireler, doktorlar ve solunum terapistleri sadece tıbbi değil, duygusal destek de sunar. Aile bir süre sonra her cihazın, her sesin ne anlama geldiğini öğrenir. Gelişmeleri takip etmek konusunda içgüdüsel bir yetkinlik kazanır. Bu, anne babalığın çok erken ama çok güçlü başladığı zamandır.ERKEN DOĞUM BİR SON DEĞİLDİRSüt üretimi bu süreçte özel bir anlam taşır. Bebek ememese de anne sağdığı birkaç damla sütü minik bir şırınga aracılığıyla bebeğine ulaştırmanın yollarını öğrenir. Bu birkaç damla, bir annenin sevgisini ve gücünü içinde taşır. O damlalarla başlayan beslenme süreci zamanla büyür, güçlenir ve annenin bebeğini ilk kez kucağına alma anına doğru ilerler. İlk bir ayda bebeğin her gram alışı, her cihazdan ayrılışı, her uyanışı bir kutlama sebebidir. Çünkü erken doğan bebekler zamanla büyür, gelişir, güçlenir. Aileler ise bu sürecin içinde olgunlaşır, kenetlenir ve sabrın ne kadar yapıcı bir şey olduğunu derinden öğrenir. Unutmamak gerekir ki erken doğum bir son değil, sadece başka bir başlangıçtır. Hayat, her bebek için kendi ritminde akar. Bazılarının takvimi birkaç hafta önce açılır ama bu onların gücünden hiçbir şey eksiltmez. Aksine, o minik bedenlerin her nefesi, hayata meydan okumanın en saf hali gibidir.

Source: Şenol Kalyoncu


“Sana bakmak mucizeyi anlamaktır”

2022 de nikâh masasına oturan oyuncu çift; Berk Oktay ile Yıldız Çağrı Atiksoy, Mira Milena adını verdikleri kızlarını 2024 te kucaklarına alarak anne – baba olmanın sevincini yaşamıştı. Ünlü çiftin kızı Mira Milena, birinci yaşına girdi. Berk Oktay ile Yıldız Çağrı Atiksoy, kızlarının doğum günü için yakınlarının katıldığı küçük bir parti organize etti. Evlerini renkli balonlarla süsleyen çift, kızlarıyla birlikte çektirdikleri fotoğrafları da sosyal medya hesaplarından yayımladı. Çift, yayımladıkları fotoğraflarda kızlarının yüzünü de ilk kez göstermiş oldu. SANA BAKMAK BİR MUCİZEYİ ANLAMAKTIR Berk Oktay, duygusal bir mesaj yayımlayarak; Kanım olduğun için, nefesim olduğun için, o güzel ruhunla gelip beni seçip, sana babalık yapma şansını bana verdiğin için teşekkür ederim. O güzel gözlerin ömrün boyunca hep gülsün. Sana sözümdür; ben nefes aldıkça, nefesim nefesin olacak. Kusura bakma canım kızım heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok. Sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır. Her şey olmaya hazır… Sana bakmak suya bakmaktır. Gördüğün suretten utanmak… Sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır. Sana bakmak Allah’a inanmaktır. Doğum günün kutlu olsun ifadelerini kullandı. SENİNLE İLGİLİ ÇOK FAZLA HAYALİM VAR Yıldız Çağrı Atiksoy da duygusal bir mesaj yayımladı ve şu ifadeleri kullandı: Cennet evladının yüzüymüş… Yüzünü gördüğümde anladım cennet yüzlü kızım. Benim hayal ettiğimden de güzel seninle yeniden doğmak… Senden önce ne kadar korkusuzmuşum meğer… Şimdi ödüm kopuyor tırnağının ucu kırılacak diye. Bir yandan koca dünyayı sırtlayacak güce, karşısında duracak cesarete sahipken öte yandan seni sarıp sarmalayıp en içime saklamak istiyorum. Dilerim; yaşamın boyunca benim kalbimle sevsinler seni, benim gözlerimle baksınlar, benim dokunduğum gibi dokunsun herkes sana… Bu dünyaya mutluluğu deneyimlemek için gelmiş ol güzel kızım. İmtihansız imtihanların olsun meleğim. Rabbimin iyi ruhları çıksın hep karşına. Seninle ilgili çok fazla hayalim var ama ilki babanla… Bizim yaşlarımıza geldiğin yaşlara sağlıkla şahit olmayı tüm kalbimle diliyorum. Ömrüm yettiği müddetçe seninle gökyüzünde kanatsız uçacağız Miloşkom. Benim kızım olduğun için çok şanslıyım. İyi ki bana, bize geldin gül gözlüm. Doğum günü pastan her sene babanın ellerinden olsun.

Source: Habertürk