Olayları yaşamış, yazıya dökmüş Hidayet Karakuş anlattı: Madımak”ın “isi” silinemedi
Bu ülkenin ilerici yurtsever insanları olarak 32 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te, Sivas Madımak’ta yaşanan, çok sayıda aydınımızın yakılarak yok edildiği acı olayları unutmuyoruz. Yeni kuşakların da geçmişte yaşanan acıları bilmesi ve unutmaması gerektiğini düşünüyoruz. Her 2 Temmuz’da, yakılan değerli aydınlarımızı saygıyla, sevgiyle ve özlemle anıyoruz. Kadim dostumuz Hidayet Karakuş’la 40 yılı aşan bir arkadaşlığımız, dostluğumuz var. Yakın bir dönemde kaybettiğimiz İzmirli bir başka dostumuz şair-yazar Aydoğan Yavaşlı ile birlikte onlar İzmirli olarak Sivas’taki etkinlikte yer almışlardı. Geçmişte bazı etkinliklerde birlikte olduğumuz ünlü edebiyat eleştirmeni Asım Bezirci’nin; şiirlerini beğeniyle okuduğumuz Metin Altıok’un, Behçet Aysan’ın; türkülerini keyifle dinlediğimiz Aşık Nesimi Çimen’in, Hasret Gültekin’in de orada olduğunu sonradan öğrenmiştik. Daha pek çok aydın, sanatçı ve genç, olayların tam da ortasında kalmıştı. Ünlü mizah yazarımız Aziz Nesin ise, olayların boy hedefi yapılmıştı. İşte yıllar sonra yine bir 2 Temmuz’da, Madımak olayını yaşamış Hidayet Karakuş’la, 32 yıl öncesini konuşuyoruz. Ona ilk sorumuz “2 Temmuz Sivas yangınını yaşamış, yüreğine ve bilincine kazımış bir düşün insanı olarak 2 Temmuz’larda neler duyumsuyorsunuz, neler düşünüyorsunuz?” oluyor. Karakuş, bu sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Sivas katliamının her yıldönümünde değil, orada yakılan her arkadaşın, her gencin adı geçtikçe o günü yeniden yaşıyorum. Oteldeki her dakika, gözümün önünden geçiyor, sokaktaki saldırganların taşlarla, tuğlalarla, molozlarla indirdikleri camların şangırtılarını duyuyorum. Merdivenlerde oturup nişanlısının saçlarını sıkıntıdan ince ince ören gencin kaygılı yüzünü görüyorum. Asım Bezirci’nin bulduğu ince bir çıtayla bize şakalar yaptığını anımsıyorum. Merdivenlerde barikat kuran arkadaşların sabırlı, gergin, umarsız bekleyişini görüyorum her 2 Temmuz’da. Metin Altıok’un elindeki fırçayla ortalıkta dolaştığını, Uğur Kaynar’ın düşünceli yüzünü, Behçet Aysan’ın kendi içine dönük bakışlarını görüyorum… Sonu belirsiz bir bekleyişimizi anımsıyorum. Sonra kulaklarımızda şeriat çığlıkları; “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak”, “Şeriat gelecek laiklik bitecek”, “Hain vali, Şeytan Aziz” haykırışları… Azgın kalabalığın “Yak ulan, yak çığlıkları!” Unutulur mu! ACILAR SAĞALTILDI MI? Sevgili Karakuş’a, “O günden bu yana 32 yıl geçti. Acaba bu uzun süreçte acıların sağaltımı için gerekenler yapıldı mı?” diye bir soru yöneltiyoruz. Acı acı gülümseyerek hüzünle şunları söylüyor: “Devlet, Sivas’ta yakılanların yaralarını sağaltmayı düşündü mü ki? Mahkemelerin sanıkların gösterilerine sahne olduğu, sanıkların karakolların yakınlarında gizlenip ceza almadan ecelleriyle öldükleri, kimilerinin yurtdışında iş kurup evlendiği bilinirken hangi yarayı sarmayı düşündü ki devlet… Aileler dağılırken, dava zamanaşımıyla bitirilirken yaşanan acıların da bittiğini mi sanıyorlar…” Hidayet Karakuş’a “Siz bir yazın insanı olarak Sivas’ın romanını, şiirlerini yazdınız. Düşün ve yazın alanında Sivas yangını üstüne yazılanları, yapılanları yeterli buluyor musunuz? Günümüzde bu olaya nasıl yaklaşılmalı ve nasıl bakılmalı?” diyoruz. O da şunları söylüyor: “Sivas’ta yakılan her insanın, geride kalanlarıyla birlikte şiiri romanı, öyküsü yazılmalı. Şimdiye değin yazılanlara baktığımda bence çok yetersiz geliyor. Günümüzde bu olaya adaletin keskin kılıcıyla yaklaşmak bundan sonra olacakların önüne geçecektir. Laik, demokratik, bilimsel eğitime ağırlık verip yepyeni aydınlık insanlar yetiştirmekle köklü bur çözüme varılır. Bu konuda da Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün çizdiği eğitim anlayışı, öğretmene yaklaşımı, bilimsel bakışı temel ilkedir her zaman. Aydınlarımızın olayı insanlığın tarihsel akışına oturtarak değerlendirmesi gerekiyor. Bunu yapınca da karanlıkla aydınlığın savaşımında aydınlıktan yana olmak gibi bir görevleri vardır.” Peki Aydınlanmadan yana olan çevreler, bu olayı nasıl yorumlayıp değerlendirmeli? Bu büyük acıdan hangi dersler çıkarılmalı? Aydınlanma karşıtlarının kör karanlığı, günümüzde de sürüyor mu” sorumuza, sevgili Karakuş şöyle yanıt veriyor: “İNANÇ TARTIŞILAMAZ” “Aydınlanmadan yana olan çevreler bilimden sapmamalı. Söz, düşünce özgürlüğünü hem sonuna dek savunmalı, hem her şeyi göze alarak bu özgürlüğü kullanmalıdır. İnsanlığın yolu çok uzundur. Dinsel bakışla bilimsel bakış her zaman çatışmıştır, bundan sonra da çatışacaktır. Din bir inançlar sistemidir. İnsanın inancı tartışılmaz. Bilimse her zaman tartışmaya açıktır; akıl yoluyla, kendi yöntemleriyle gerçeği bulmaya çalışır. Dinin gerçeği sabittir, değişmez. Sürekli değişen dünyada inançlar laiklikle yurttaşın vicdanına bırakılmış, devlet yönetiminden dinsel kurallar temizlenmiştir. Çözüm de buradadır. Aydınlanmanın karşıtlarının kör karanlığı sürmeseydi bunları konuşmak gereği duymazdık. Öylesine sürüyor ki ülkemiz kırk yıl önceki Türkiye’den de kırk elli yıl geridedir şimdi.” AYDINLIK BİR ÜLKE ÖZLEMİ Karakuş, Madımak yangınının, böylesi acı bir olayın bir daha yaşanmaması için; günümüzde ve gelecekte yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: “Bugün ülkemizin en önemli sorunu laik, demokratik eğitim, üretim, hak adalet, hukuktur. İnsan haklarına dayalı evrensel hukuk kuralları temelinde bütün yurttaşların eğitim hakkı, sağlık hakkı, ekonomik yaşamı güvenceye kavuşturulmalıdır. Bunları gerçekleştirirsek çok geçmeden yurdumuz uygar, çağcıl bir dünyanın parçası olur.” idayet Karakuş’un çizdiği tabloya uygun bir ülkenin özlemini bilincimizde ve yüreğimizde duyumsayarak 2 Temmuz olaylarının yıldönümünde, kaybettiğimiz tüm aydınlarımızı ve ilerici yurtsever insanlarımızı saygıyla anıyoruz. Sevgili Karakuş’un dizeleriyle onların anısını selamlıyoruz: “isli bir tarihte yazıldı bu şiirler/ giyilmemiş gelinliklere karanfil gibi / yeşermemiş sevinçlere andolsun diye”
Source: Mehmet Şakir Örs
“İnsanı yaşat ki Hizmet yaşasın”
Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
Yolumuz insanla başladı, insanla devam etti. Allah’ın rızasını, kullarına hizmette aradık. Kalemimizle ilim öğrettik, soframızla gönül doyurduk, tebessümümüzle yetimleri ısıttık. Ve hep şunu söyledik:
“İnsanı yaşat ki hizmet yaşasın.”
Bu sadece güzel bir söz değil; yaşanmışlığın, iman etrafında yoğrulmuş tecrübenin ve ahlâkî bir duruşun özetidir. Bu sözün doğruluğu, hem ilahî vahiyde hem de insanın ruh dünyasında defalarca sınanmış ve tasdik edilmiştir. Gelin, birlikte bu hakikatin temellerine bakalım.
1. Kur’an’dan Delil: İbadetin Kalbi, İnsanlıktır
Allah Kur’an’da şöyle buyurur:
“لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَٰكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَىٰ مِنكُمْ ۚ”
“Kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. O’na ulaşan, sizin takvânızdır.” (Hac, 22/37)
Bu ayet, kulluğun sadece şekilsel ibadetlerle değil, niyet, takvâ ve ahlâkî duruşla kemale erdiğini söyler. Aynı şekilde insanı temel alan hizmetler de sadece organizasyonlarla değil, insanla kurulan ilişki biçimiyle Allah katında kıymet bulur.
Geleneğimizde, “İnsan bir amaçtır, asla araç değil.”
Bir hizmet anlayışı, insanı sadece rakam olarak görüyorsa; onu bir propaganda, bir kadro, kör bir sadakat nesnesi gibi konumlandırıyorsa; o hizmet değil, idare etmeye çalışan bir makinedir.
Sosyal yapıların ömrü; insana ne kadar özen gösterdiği, onu ne kadar dinlediği, hislerine ne kadar temas ettiğiyle doğru orantılıdır.
2. Psikolojik Delil: Saygı Gören İnsan Hizmette Kalır
Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde “saygı görme” temel ihtiyaçlardan biridir. İnsan:
• Değer verildiğinde üretir,
• Dinlendiğinde güven duyar,
• Önemsendiğinde aidiyet hisseder.
• Görülmediğinde kırılır,
• Eleştirildiğinde değil, hiçbir şey söylenmediğinde uzaklaşır.
Hizmet’in başarısında insan kaynağının rolü büyüktür. Ama bu kaynak saygı ve merhametle işlenmezse, ne ideal kalır ne de idealist.
3. Sosyolojik Gerçeklik: İnsana Hürmetin ve Hizmetin Bittiği Yerde Çöküş Başlar
Devletler bile insana saygı ile ayakta durur. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü, Osmanlı’dan bu yana bizim vicdan haritamızda yazılıdır. Hizmet yapıları da böyledir:
• Gönüllüler, değer gördükleri için kalır.
• İstişare ortamı olan yapılar güçlenir.
• Liyakat yerini kör sadakate bırakırsa çöküş başlar.
4. Hizmet Tecrübesinden Delil: Altın Yılların Sırrı
Hizmet hareketi, en büyük başarısını:
• En güçlü olduğu zamanlarda değil,
• En çok insana yatırım yaptığı zamanlarda yakaladı.
İyilik halkaları; sohbet ortamlarında, çay sofralarında, dershane mutfaklarında kuruldu. Duygudaşlık, kitaplar kadar bakışlarda, merhamette ve sabırda inşa edildi.
Bürokrasi insanın önüne; yapı, anlamın önüne geçtiğinde ve araçlar, amaç haline geldiğinde büyüklük şeklidir. Bu şekli büyüklüğün içinde insana hizmet ve hürmet temel esas olmadığında yıkılış da mukadder olur.
5. Nefsî Tehlike: Hizmeti Araç, Nefsi Amaç Yapmak
En büyük fitne; bir insanın hizmeti kendi nefsini büyütme aracına dönüştürmesidir. Bu durumda:
• Özgünlük yerini taklide bırakır,
• Yüklenmiş rol gerçek benliğin önüne geçer,
• Gönüllü hizmet, zoraki görev haline gelir.
Ve en tehlikelisi: Kendini hizmetin sahibi sanmaktır. Oysa biz sadece emanetçisiyiz. Bu emaneti taşımanın tek yolu, insana hürmetle yürümektir.
İnsani ve İslamî Hizmetlerin Kalbi İnsandır
Şunu unutmayalım:
“Allah dinini meleklerle değil, insanlarla ikame eder.”
O hâlde bir hareket, insana dönük değilse;
• Zekâtın insana verilmesini,
• Selamın insanlara yayılmasını,
• Tebessümün sadaka sayılmasını
İnsanı yitiren her hareket, sonunda ruhunu kaybeder.
Ey Hizmet’e gönül veren kardeşim,
Birlikte çok yol aldık. Şimdi geri dönüp hatırlama zamanı:
• Bir tebessümle dünyası değişen çocukları,
• Bir el uzatmayla yeniden dirilen gönülleri,
• Bir ikramla camiye yaklaşan gençleri…
Hepsi “insanı yaşat ki hizmet yaşasın” sırrının meyvesiydi.
Source: aktifhabercom