Kral’ın sessiz feryadı
Oval Ofis’in ağır havasında, altın varaklı çerçeveler arasında, tarihin portreleri sessizce olan biteni izliyordu. ABD Başkanı Donald Trump, heyecanla konuşuyor, jestleriyle bir inşaat projecisi gibi yeni ‘planını’ anlatıyordu.
Dünya liderleri, Trump’ı pohpohlamanın onunla iş yapmayı kolaylaştırdığını çoktan öğrenmişti. Kral Abdullah da bu stratejiyi seçti:
“Sayın Başkan, sizin liderliğiniz sayesinde Orta Doğu’da barış, istikrar ve refaha ulaşabiliriz. Siz bu süreci tamamlayabilecek güçlü bir lidersiniz.”
Trump, iltifatları büyük bir memnuniyetle kabul ederek anlatmaya koyuldu:
“Büyük bir iş olacak! Harika! Gazze’yi biz alacağız, satın almaktan söz etmiyorum. Onu tutacağız, onu seveceğiz! İnsanlar buna bayılacak!”
Kral Abdullah, Trump’ın karşısında elleri kenetlenmiş, yüzüne yerleşmiş diplomatik nezaketi koruyarak oturuyordu. Ancak içinde kopan fırtınayı gözlerindeki sert sinir kasılmaları ele veriyor, kameralarsa o anları çekiyordu.
Trump devam etti:
“Bak Kral, buradaki mesele çok basit. Gazze’yi alıyoruz, oradaki insanlar? Hah! Onlar için yeni, harika bir çözümümüz var. Senin ülkende birkaç yer açabiliriz. Eminim bayılacaklardır! Harika bir gayrimenkul fırsatı!”
Kral Abdullah’ın göz yumması artık istem dışı bir hal almış, konuşmasına zor fırsat veriyordu. Derin bir nefes aldı. Diplomasi sabır gerektirirdi.
“Sayın Başkan,” diyebildi sonunda kelimelerini dikkatle seçerek, “Bu mesele, sadece bir emlak yatırımı değil. Bu insanların toprakları var, tarihleri var. Bir gecede yerlerinden edilmeleri, bölgeyi daha da istikrarsızlaştıracaktır.”
Trump başını salladı, sanki Kral’ı anlıyormuş gibi. Sonra aniden gülümsedi:
“Ah Kral, işte bu yüzden seni seviyorum! Sen hep çok düşüncelisin. Ama inan bana, bu çok basit bir çözüm. Bak, senin ülkene yılda 1.5 milyar dolarlık yardım yapıyoruz, değil mi? Hem biraz yer açarsın hem de dünya barışı kazanır. Win-win!”
Kral Abdullah, gözlerini kaçırdı. O an, Ürdün’ün hassas dengelerini düşündü. Ülkesi yıllardır 2 milyonu aşkın Filistinliye ev sahipliği yapıyordu. Ekonomik sıkıntılar zaten diz boyuydu. Ama Trump’ın bu durumu anlamasını beklemek… İşte bu, çölde su aramak gibiydi.
Son bir hamle yapmalıydı.
“Sayın Başkan, biz Arap dünyası olarak bu meseleyi ortak bir çözümle ele almak istiyoruz. Eminim, Mısır da kendi önerisini sunacaktır. Ürdün olarak şimdilik Gazze’den 2 bin hasta çocuğu kabul edebilirim.”
Trump kısa süre düşündü; “Güzel jest!” Sonra gözlerini kıstı, bir iş adamının bir gayrimenkul anlaşmasını incelerken yaptığı gibi.
“Hmmm…Peki. Ama bak, ben buradayım. Ben işi bitiririm! Ve sana söylüyorum, insanlar bu plana bayılacak. Çok iyi bir anlaşma olacak. Tarihe geçeceğiz!”
Kral Abdullah, hafifçe başını eğerek teşekkür etti. Gerçekte, bu toplantının kazananı belliydi. Diplomasi kisvesi altında çaresizlik, pohpohlama içinde bir boyun eğiş. Oval Ofis’ten ayrılırken, içinden şunlar geçti:
“Sabır, ya sabır…”
Not: Bu metindeki diyalogların bir kısmı kurgusal olup, olayların yorumlanmasına dayanıyor.
Source: Güney Öztürk