Atakum Belediyesi ‘Küçük Farklılıklar Büyük Dünyalar Sergisi’ni açtı: Otizmde farkındalık
Organizasyondadünyada ve Türkiye’de otizm tanısıalmış 16 ünlü ismin fotoğraflarısergilendi. Sergide Oscar ödüllüoyuncu Antony Hopkins’den ünlüçevre aktivisti Greta Thunberg’e,TÜBİTAK olimpiyat sorularınıanında yanıtlayabilen öğrenciTuğra Babalık’tan milli sporcularMuhsin Murat ve Aliye ZeynepBingül’e otizmli bireylerinilham veren yaşam hikâyelerifotoğraflarla anlatıldı.Sergiyi ziyaret eden AtakumBelediye Başkan YardımcılarıSuat Yıldız ile Nurşen Dikmen,fotoğraf karelerini izledi. AtakumBelediyesi sergi hakkında yaptığıaçıklamada, “Günümüzde görülmesıklığı oldukça fazla olan otizm,her zaman dile getirdiğimizgibi bir eksiklik değil, birfarklılık ve zenginliğimizdir.Çalışmalar kapsamında bu ayilkini düzenlediğimiz sergimizdeyaşamlarıyla rol model olan ünlüisimlerin bilime, sanata, spora vekültürel hayata kattıkları değerlersergilendi” ifadelerini kullandı.
Source: Cemil Ciğerim
Çocuk bayramında kahve festivali yapılacak
Türkiye’nin gelir seviyesi en düşük illerinden birisi Batman. İktidar CHP’li belediyelerin hesaplarını didik didik incelerken, kayyum yönetimindeki Batman Belediyesi kahve ve çikolata için kesenin ağzını sonuna kadar açtı. Batman’ın kayyum belediye başkanı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlamak yerine “Kahve ve Çikolata” festivali planladı. Üstelik dört gün sürecek festival için 4.4 milyon lira harcanacak. 2024 yerel seçimlerinde DEM Parti’nin kazandığı belediye 3 milyar TL borç açıklamıştı. 2024 yılının Kasım ayında Vali Ekrem Canalp, belediyeye kayyum olarak atandı. Kayyumun düzenlediği kahve festivali 19-23 Nisan 2025 tarihlerinde yapılacak. Tam da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na denk gelmesi manidar. Festivalin maliyeti 4 milyon 483 bin 51 lira olacak. Festivalde “Survivor ve DJ Performansı” yarışması da yapılacak.2024 yerel seçimlerinde DEM Parti’nin kazandığı ancak 2024 yılının Kasım ayında kayyum olarak Vali Ekrem Canalp’ın atandığı Batman Belediyesi yüksek maliyetli bir harcama ile gündeme geldi.
GÜNLÜĞÜ 1 MİLYON TL
Belediye, “Kahve ve Çikolata Festivali” için hizmet alımı ihalesine çıktı. HBS Organizasyon isimli şirketle 4 milyon 483 bin 51 TL’lik sözleşme imzalandı. Festivalin 1 günlük maliyeti belediyeye 1 milyon 120 bin TL olacak. Belediye festivalin tanıtımında, “Kahve ve çikolatanın en özel lezzetleri, rengârenk stantlar, keyifli atölyeler, konserler, tadım etkinlikleri ve daha fazlası bu festivalde sizleri bekliyor. Batman’ın güzellikleriyle harmanlanan bu eşsiz deneyimi kaçırmayın” ifadesini kullandı.
OSMANLI MACUNU
Festivalde stantlar kurulacak, konser, çocuk etkinlikleri ve DJ performansının yanı sıra ikramlar da yapılacak. Çocuklara mısır, Osmanlı macunu, pamuk şeker, sosis balon verilecek. Festivalde survivor parkuru da yer alacak.
Source: Deniz Ayhan
Gazze hicreti başlıyor
KİLİS’İN TAM KARŞISINDA
Filistinlilere sürgün iddiası İsrail merkezli i24 News’un haberiyle gündeme geldi. Orta Doğu muhabiri Ariel Oseran’ın aktardığına göre, Suriye’nin Türkiye sınırında yer alan iki kamp, yüz binlerce Gazzeliyi barındırmak üzere yeniden yapılandırılıyor. Biri El-Bab ile Ahterin arasında, diğeri Azez’in doğusunda bulunan çadır kentler, Suriye iç savaşı sırasında Türkiye’ye göçü engellemek için kurulmuştu.
İHH DE İŞİN İÇİNDE
Türkiye ve Katar’ın, HTŞ kontrolündeki bölgelere Gazzelileri yerleştirme planı yürüttüğü öne sürüldü. Suriyeli kaynaklar, Türkiye ve Katar’ın bu planı Suriye yönetimiyle koordinasyon içinde ilerlettiğini iddia etti. Suriyeli mültecilerin evine dönmesi sonrası kampların boş kaldığı belirtilirken Türk yardım kuruluşları İHH ve Avaaz’ın sahadaki uygulamaları yönettiği, ancak konuya dair açıklama yapmadıkları bildirildi.
NETANYAHU BASTIRIYOR
Gazzelilerin Suriye’nin kuzeyine yerleştirilmesi planı; ABD ile Şam arasında yaptırımların kaldırılması ve yeni rejimin tanınması pazarlığının parçası olduğu iddiaları gölgesinde gündeme geldi. Haaretz gazetesine göre İsrail Başbakanı Netanyahu da “Çok sayıda Gazzeliyi başka ülkelere yerleştirme” amacıyla temaslarda bulunuyor. Süreç, Trump-Netanyahu görüşmesinin ardından hız kazandı.
İktidara yakın medyada ‘hicret’ söylemleri başladı
BM verilerine göre Gazze’de oturulabilecek evlerin yüzde 90’ı tahrip oldu. 2 milyona yakın Gazzeli kendi yurdunda mülteci oldu. Gazzelilerin Suriye’nin kuzeyindeki kamplara yerleştirileceği iddiası tartışılırken iktidar medyasında ise ‘Gazze ve hicret’ söylemleri dillendirilmeye başlandı.
Yeni Şafak Taha Kılınç, “Türkiye, Endonezya, Cezayir… Akla gelen birçok alternatif var. Gazzeliler buralarda ‘hicret’ mantığıyla hayatlarına devam ederler” dedi. İsmail Kılıçarslan “Gazzeliler hakkında kimse söz sahibi değil. Kalmak isterlerse kalırlar. Hicret etmek istiyorlarsa ederler” ifadesini kullandı.
Riviera düşünün bir parçası mı?
ABD Başkanı Donald Trump, “Önemli bir gayrimenkul” olarak gördüğü Gazze’yi tatil cennetine çevirmek istediğini söylemişti. Bunun için bir video hazırlayıp kendini dans ederken göstermişti. Bu hayalinin gerçekleşmesi için de Gazzelilerin başka yere göç etmesini istemişti.
Source: Haber Merkezi
Beni çok etkileyen And Evi’nde
Kavaklıdere’nin tam kalbinde, Cumhuriyet’in ilk zamanlarının zarafetini hala taşıyan bir evdeydim.Sevda ve Cenap And Evi.Ali Başman’la buluştuk.Yanında kızları Cevza ve Aslı vardı.Sohbet ettik, kahve içtik.Ama asıl konu evdi.Ve o evin taşıdığı kültürel miras.Şunu çok net söyleyeyim.O ev sadece bir ev değil.Cumhuriyet’in kültürle, müzikle yoğrulmuş bir hikâyesi o evin duvarlarında yaşıyordu.Ev, Türkiye’nin ilk özel şarap üreticisi olan Cenap And ve eşi Sevda And’a ait.Cenap Bey bir mühendis. Avrupa görmüş, vizyoner bir girişimci. 1929’da Kavaklıdere Şarapları’nı kuruyor.Ama hikâyenin asıl özel tarafı Sevda Hanım’da.Sevda And, dönemin Ankara’sında çok sesli müziğin gelişimi için çalışan bir kültür kadını.Ses ve Tel Birliği’nin aktif üyesi.O ev, sadece bir yaşam alanı değilmiş anlaşılan; bir kültür üssüymüş.Sanatçılar, müzisyenler orada buluşur, konserler verilirmiş.Ankara’nın kalbinde klasik müzik çalınırmış.Sonra Sevda Hanım vefat ediyor; Cenap Bey uzun yıllar yalnız kalıyor, kendini müziğe adıyor.1968’de ikinci evliliğini yapıyor.Yeni eşi Cevza Başman, Avni Başman’ın kızı.Almanya’da, Fransa’da eğitim görmüş; kültürlü, vizyoner bir kadın.1973’te, ilk eşinin anısına bir vakıf kuruyorlar: Sevda-Cenap And Müzik Vakfı.Bugün o vakıf, Türkiye’nin en köklü kültür kurumlarından biri.Her yıl Uluslararası Ankara Müzik Festivali’ni düzenliyor.Ve her 6 Aralık’ta, müziğe emeği geçenlere ödül veriyor.Sonra bayrak Mehmet Başman’a geçiyor.Yüksek mühendis. Dünya Bankası’ndan Birleşmiş Milletler’e kadar çalışmış.1988’den 2016’daki vefatına kadar tam 28 yıl boyunca vakfın başkanlığını yapıyor.Eşi Sevgi Başman’la birlikte And Evi’ni hem yaşatıyor hem kültürle dolduruyor.Şimdi sıra üçüncü kuşakta.Ali Başman ve kardeşi Murat Başman, hem şarapçılığı hem kültürü hem de aile mirasını sürdürüyorlar.Bakın…Bu ülkede bazı değerler hala sessizce, gösterişsizce korunuyor.Bir evin içinde üç kuşaktır müzik susmuyor.Bir ev, sadece duvarlardan ibaret değil.İçindeki sesler, melodiler, hatıralar sayesinde yaşıyor.Ve iyi ki böyle evler hala var.İyi ki böyle aileler hala bu ülkenin kültür damarına sahip çıkıyor. Bazı evler insanlar gibi yaşlanmaz BAZEN bir ev görürsünüz. Kapısı açılsa, içeriden eski bir piyano sesi duyulacak sanırsınız.Tozlu değil, zamansız bir ses… Ankara’daki Sevda ve Cenap And Evi de öyle.Kuğulu Park’ın yanı başında, Kavaklıdere’de. Mesele sadece duvarları değil; içinde yaşananlar.Bir düşünün.Henüz 7-8 yaşında bir kız çocuğu, küçük parmaklarıyla o evde ilk resitalini veriyor. Adı; İdil Biret. Yanında Verda Erman.İkisi de sonra dünyanın tanıdığı sanatçılar oldular.Ama ilk alkışlarını bu evde duydular.Her konser öncesi salonun perdesi çekilir, koltuklar sıralanır, Ankara’nın müzik sevdalıları içeri alınırdı.Salonun arka kısmı yükseltilmişti; küçük bir sahne gibi.Zaman geçti; Sevda Hanım gitti. Ama müzik evde kalmaya devam etti. Vakıf kuruldu.Adnan Saygun geldi, gençlerle sohbet etti.Bir zamanlar Mozart çalan salonda şimdi Cumhuriyet’in bestecileri çalıyordu.2022’de Rengim Gökmen’e verilen Onur Altın Madalyası; yine o evde takıldı.O evde sergiler de açıldı. Anılar çerçevelendi. Bazen bir kitap tanıtımı, bazen bir edebiyat sohbeti…Ama her şeyin özünde bir şey vardı; müzik…Bugün o evde hala hayat var. Ali Başman ve ailesi o mirasa gözü gibi bakıyor.Bazı evler insanlar gibi yaşlanmaz. Onlar yaş aldıkça daha çok anlatır. And Evi işte öyle bir ev… Kalecik karasının öyküsü AND Evi’nde otururken, Ali Başman anlatmaya başladı…Yıl 1980’lerin başı.Mehmet Başman, Kavaklıdere Şarapları’na yeni geçmiş.Ama işi sadece yöneticilik değil. O, bağa bakıyor.Toprağa, köke, tarihe…“Anadolu’da ne var ne yok, tek tek incelemeye başladı.”Ve bir gün yolu Kalecik’e düşüyor.O zamanlar unutulmuş bir üzüm; kalecik karası.Eskiler bilir ama bağlar hastalıkla kırılmış; yok olmak üzere…Amcam o üzümü gördü ve ‘Bunu kurtaracağız’ dedi.Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’yle el ele verdi.Birlikte çalıştılar, denediler, beklediler.Sonra 1989’da…İlk kez, sadece Kalecik Karası’ndan yapılmış bir şarap çıktı.Ve dünya literatürüne girdi.Bugün o üzüm, Kavaklıdere’nin Prestige serisinde yaşıyor.Dünyanın dört bir yanında tadımcılar, Ankara’nın bir ilçesinden çıkan o zarif şarabı övüyor.Ali Başman, şöyle söyledi:“Bu bir aile işi değil sadece. Bu, toprağına inanan bir adamın işi.”O an düşündüm.Cumhuriyet’in çocukları sadece okul kurmadı, bağcılık da yaptı. Sadece nota yazmadı, kök de korudu.Ve bugün biz o hikâyeleri dinleyerek mutlu oluyoruz.
Source: Deniz Si̇pahi̇
Lyrid Göktaşı Yağmuru için geri sayım!
Her yıl nisan ayında gerçekleşen Lyrid Göktaşı Yağmuru, 2025 te de ışıl ışıl izler bırakarak geceyi aydınlatmaya hazırlanıyor. Tarihi Güneş Tutulması sonrasında astronomi meraklılarını bir kez daha heyecanlandıran bu doğa olayı, gökyüzünü izlemeyi sevenler için kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. İşte merak edilenler…LYRİD GÖKTAŞI YAĞMURU NE ZAMAN? 14-30 Nisan tarihleri arasında gökyüzünde ışık izleri bırakacak meteor geçişleri bekleniyor. 21-22 Nisan gecesi Lyrid göktaşı yağmurunun en yoğun zamanı ve ortalama saatte 10 meteor geçişi görülebilir.Bu ışık gösterisini seyretmek için karanlık bir alanda gece yarısından itibaren (22 Nisan ın ilk saatleri), Çalgı (Lyra) Takımyıldızı bölgesine (Vega yıldızına yakın) odaklanmak yeterli.LYRİDLER NEDEN ÖNEMLİDİR? Lyrid ler, insanlık tarafından en uzun süredir gözlemlenen meteor yağmurlarından biridir. Çin kayıtlarında M.Ö. 687 yılına kadar uzanan gözlemler mevcuttur. Bu özelliğiyle tarihsel açıdan da büyük öneme sahiptir.
Source: Habertürk
“Fırıldak Meclis”in kapısında başlıyor”
Türkiye”nin yetiştirdiği en değerli ilim insanlarımızdan Prof. Dr. Raşit Küçük Hoca, Hadis konusu başta olmak üzere çok yönlü bir alim olarak birçok alana damgasını vurmuş, mebzul miktarda insan yetiştirmiştir.
Bugün ülkemizi yöneten en üst düzeydeki şahısların gerek yetişmesinde, gerekse onlara danışmanlık yaparak yönetme başarılarında önemli pay sahibidir. Hoca”nın hayat hikayesine dair kendisi ile yaptığımız konuşmalarımızı yani hayat hikayesini burada her pazar sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Hoca ile yaptığımız bu konuşmalarımızı, “Raşit Küçük, Hatırımda Kalanlar” adı ile Hayat Yayınları kitap olarak yayımladı.
Yine bu fakir kardeşiniz Hoca’nın panel, makale ve bilimsel yazılarını toparlamaya çalıştım, o da Hayat Yayınları”ndan kitap olarak çıktı.
İnşallah bu vesile ile kitaplar gündeme gelir ve umuyor, diliyoruz ki, Hocamızın; Türkiye”nin en ücra köylerinden birinden başlayan, başarılarla dolu hayat hikayesi genç nesillerimize yol gösterici olsun.
HEMŞEHRİM OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ
FK: Hocam, merhum Osman Yüksel Serdengeçti’yi Türkiye Diyanet Vakfı”nın çıkardığı meşhur telif ansiklopedimize madde olarak bu fakir yazmaya çalışmıştım. Osman Bey”in de sizin hemşehriniz olduğunu biliyorum. İsterseniz ondan da bahsedin.
RK: Öyle mi, yazdığınızı bilmiyordum.
Çok iyi olmuş.
İnşallah tabi, tabi.
Benim yaşım kendisinden küçük olduğundan, sadece ziyaret edip elini öpmeye giderdim.
Başka herhangi bir şey soracak ya da konuşacak yaşta değildim.
İmam Hatip üçüncü, dördüncü sınıf talebesiydim neticede. Allah rahmet eylesin, Serdengeçti anlatılacak çok yanı olan bir insandır. Son demlerini rahatsız geçirdi.
Benim şu anda Alzheimer olan kardeşim, rahmetli Serdengeçti’ye öldüğü ana kadar istisnasız her gün hizmet etti, her ihtiyacını karşıladı. Günde iki-üç defa giderdi.
Gitmediğinde de “Bu Hidayet nerede kaldı?” diye sorardı.
Kardeşim Hidayet, rahmetlinin vefatından sonra eşi İsmet Hanım’ın vefatına kadar da onunla ilgilendi.
İsmet Hanım da çok hanımefendi biriydi.
Bildiğim kadarıyla aynı zamanda seyit sülalesindendir.
Yani Peygamber Efendimizin (ﷺ) soyundan gelir.
O sülale Akseki’ye Mısır’dan gelmiştir.
Mısır’dan gelip Akseki’ye yerleşen böyle aileler vardır.
Akseki’nin bazı çok lüks ve iyi evleri o ailelere aitmiş, ben de sonradan öğrendim.
Kardeşim Hidayet de böyle bir evde oturdu.
OSMAN AĞABEY ENTERESAN ADAMDI
FK: “Fırıldaklık Buranın Kapısından Başlıyor” demiş rahmetli. O konuyu hatırlıyor musunuz Hocam?
RK: Evet, tabi onu da hatırlarım.
Osman Ağabey Adalet Partisi”nden milletvekili oluyor.
Meclis”e ilk kez giriyor, girişte döner kapı var, hâlâ vardır mecliste o döner kapı. Oradan girerken yanında da Malatya milletvekili Hamido, diyor ki “Ya Hamido baksana fırıldak buranın kapısında başlıyor.”
Banyoda da kâğıt havlular var, bir defa silinip atılıyorlar, israf olarak görüyor onu.
“Hamido, biz ne yapacağız böyle, biz Müslüman adamız, bunları böyle atmasak, saklasak elimizi üç defa, beş defa sileriz” diyor.
O da diyor ki, “Osman ağabey, iyi de baksana herkes böyle yapıyor. Şimdi bizi kınar bu adamlar.
Biz buraların adamı değiliz ama girmiş bulunduk”.
Hakikatten Osman Yüksel Serdengeçti, millî tarafı bir defa çok güçlü bir adamdı. Dini salabeti de güçlüydü.
Mesela ibadetini pek bilemem ama hem dinî hem de millî duyguları, hisleri olan, hem de bunları savunan, bu konularda son derece önde olan bir insandı.
Daima böyle yaşamış hayatı boyunca.
(Devam Edecek)
Ferman Karaçam / Haber7
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Source: Ferman Kara
‘Fado’nun Kraliçesi’ni uğurlamak…
Sanatın iki güçlü dalı, müzik ve tiyatro, Bestem Yuvarlak’ın tek kişilik “Amalia” performansında birleşiyor. Ama bu oyunu diğerlerinden ayıran önemli bir nokta var. Bir yandan da ülkesinin en önemli sanatçılarından birinin cenaze töreninde hissediyorsunuz. Portekiz’in ulusal müziğini dünyaya tanıtan Amalia Rodrigues’in hayatının köşe taşlarını öğrenirken, diğer yandan “Fado’nun Kraliçesi”nin şarkılarını Yuvarlak’ın etkileyici performansıyla dinleme şansı elde ediyorsunuz. Oyun 50 dakikada su gibi akıyor. Hatta çıkışta, dinlediğiniz şarkıların tadı damağınızda kalıyor… “Amalia” fikri Bestem Yuvarlak’tan çıkmış, Gülşen Karakadıoğlu’nun metnini ilk okuduğu an sahneye taşımak istemiş. Özlem Dilan Atakul’un yönetmenliğinde de bu fikir gerçekleşmiş. Bestem Yuvarlak ve Özlem Dilan Atakul, birbirlerine duydukları güvenle çıktıkları bu yolda, Amalianın gelişimini, karşılaştıkları zorlukları ve aldıkları keyfi içtenlikle paylaştılar. * İlk merak müzikle başladı. O süreçte evde şarkı söylüyor muydunuz? Hayaliniz neydi?Bestem Yuvarlak: Lisedeyken gelişti biraz. Müzik okumaya karar verdim. Bir rock grubumuz vardı, liseler arası müzik yarışmasına katılmıştık. Bir taraftan da tiyatrodaydım. Oradaki hocalarım şimdi Güldür Güldür’deki isimlerdi. Cüzi rakamlarla liseye ders vermeye geliyorlardı, bir tiyatro kulübü gibi. İyi sahnelerde oynuyorduk. Müjdat Gezenin İstanbul Müzikalini oynamıştık. Hatta kasedini buldum geçenlerde…* Kendinizi izlediniz mi? Nasıl hissettiniz?Bestem Yuvarlak: Evet, izledim. Cahil cesareti diyorum. Şu an ondan biraz isterim. Çok güzel bir şey (gülüyor). Şöyle olmuştu: İstanbul Müzikalinde bir arkadaşımız gelmedi. Yönetmenimiz Bülent Hoca, “Sen oynayacaksın, doğaçlama yapacaksın” dedi. Panik oldum. Işıklar, kalabalık, ailemiz gelmiş… Ama sahneye çıkınca gayet rahat hallettim. Sonra hoca Bak yaptın dedi. O zaman bana Senin tiyatro okuman gerekiyor demişti. Ben Hayır, önce müzik okuyacağım diye mücadele etmiştim. Şimdi hiç pişman değilim diyorum. Çünkü tiyatro, müziğe göre daha parasız bir sanat dalı. Müzikte sokakta çalıp kazanabiliyorsun, ben 4-5 yıl metroda müzik yaptım. Tiyatroda o daha zor. * İyi oyuncular genelde iyi şarkı söyleyebiliyor, iyi müzisyenler de oyunculuk yapabiliyor gibi geliyor. Sizde bu iki dal birbirini nasıl besledi?Bestem Yuvarlak: Lisede ikisini amatörce yapmaya başladım. Müzik okurken (Müjdat Gezen Konservatuvarı, 2012 mezunu) ikinci senemde bir arkadaşım bir çocuk oyunu seçmesi olduğunu söyledi. “Ben ne anlarım?” dedim, lisede yapmıştım ama profesyonel değildim. Girdim seçmeye. Hocam “Gerçekten senden olur” dedi. Böylece alaylı bir şekilde tiyatroya müzik okurken başlamış oldum, 2009-2010 gibi. Sonra Devlet Tiyatrosu sanatçısı Halil Erdoğan, Tiyatro pratikte öğrenilir, bu oyunu okul gibi düşün dedi. Yapabilir miyim? diye çekiniyordum ama sahnede öğrenme stiliyle sonra tiyatro okumaya karar verdim (Maltepe Üniversitesi Oyunculuk, 2022 mezunu). Alaylı olmak da mümkün ama eğitimli olmak farklı. İkisi birbirini besliyor. Belki lisede karar veremiyorsun, müzikal bölümü olsa belki onu seçerdim.* Amalia oyununa gelelim. İlk ne zaman duydunuz? Hem Fado söyleyip hem oynamak yorucu mu?Bestem Yuvarlak: Evet, Fado söylemek biraz zor, ben de korktum. Oyunu 2022de Maltepeden mezun olduğum sene duydum. Oyunun yazarı Gülşen Karakadıoğlunun ajansından oyun metinleri araştırırken gördüm. Oyun yeniydi, 2020de yazılmış. Okuyunca Bunu hayatımın bir döneminde yapmalıyım dedim. Çünkü herkes Müzik ve oyunculuk okudun, ikisini birleştiren bir şey yapmalısın diyordu. Kafama not ettim. Geçen sene 2023 Kasımda projeye karar verdim. Önce Portekizce kursuna başladım, çünkü o dünyaya ve dile hakim olmam gerekiyordu. 30-35 ders aldım. Kurs bitimine yakın provalara başladık. Sonra Dilana söyledim.KABUĞUMU KIRMAK GİBİYDİ* Bestem teklif edince ne hissettiniz? Yönetmenlik deneyiminiz nasıldı?Özlem Dilan Atakul: Yönetmenlik yapmayı denemek istediğimi söylemiştim ama Bestem teklif edince başta emin olamadım. Ben biraz Bir şey olmakla ilgili problemli biriyim. Bir şey yapacaksak eğitimi olmalı diye düşünüyorum. Yazar olmak istedim, çok eğitim aldım ama bu özgüvensizliğimi körükledi. Bestem oyunu atınca dışarıdan bir göz olurum sanmıştım. Oyun okurken/izlerken yaptığım şeyin yönetim biçimi olduğunu bilmiyordum. Bestem, Yönetmenler de bunu yapıyor, ister misin? dedi. Hayatımda böyle bir alan olabileceğini düşünmezken, Adım yönetmen olarak geçmesin, yardım edeyim dedim. Anksiyete sürecim var, sosyal manada problemliyim. Prömiyer günü sahneye çıkmamak için pazarlık yaptım. Çıkıp Ne kadar çok insan var dedim, herkes tatlı buldu ama ben gerçekten korkmuştum. Bu süreç benim için kabuğumu kırmak gibi oldu. Bestem bana bu fırsatı verdi.* Nereden tanışıyorsunuz?Bestem Yuvarlak: Dilanın erkek arkadaşı benim Maltepeden sınıf arkadaşım. O vesileyle tanıştık ama zamanla kendi samimiyetimiz arttı. Dilan kendi yazdığı oyunu (Hüma) bana atmıştı, onun üzerinden sohbet etmiştik. Onun tiyatro gözüne, kalemine güvendim. Genç yazarların, yönetmenlerin de önü açılmalı. Dilanın 10-15 yıl sonra çok farklı yere geleceğini düşünüyorum.* 10 oyunu geride bıraktınız. Genel bir değerlendirme alabilir miyiz? Neler gelişti sizce?Özlem Dilan Atakul: İlk oyun benim için hayal gibiydi. 10. oyuna baktığımda, grafiği sürekli yükselen bir iş görüyorum. Daimi izleyen arkadaşlarımızdan geri bildirim alıyoruz. Bizim gözümüzden kaçanları onlar söylüyor. Artık oyun içimize daha çok sindi. Seyirciden iyi yorumlar alıyoruz ve bunları dikkate alıyoruz. Başta kafamızdaki soru işaretleri (ölüm merasimi ritüeli gibi) olumlu karşılandı. Oyunun geldiği nokta bizi mutlu ediyor.Bestem Yuvarlak: Seyirciyle daha temas halinde olmaya başladım belki. Oyunda seyirciye yaklaştığım anlar var, insanların tepkilerini görüyorum. Oyunu hem kilisede hem tiyatro sahnelerinde oynuyoruz, bu da iki ayrı yönetim biçimi ve farklı bir deneyim oldu. İnsanların talebi üzerine bir şarkı ekledik. Gülşen Hanımın önerisiyle Amalianın şalını daha kalın, kalkan gibi görünen bir şalla değiştirdik. Başta ticari başarı beklemiyorduk, sadece üretim odaklıydık. Ama oyunun sold out olması bizi şaşırttı ve gururlandırdı. Her üretim ticari başarı odaklı olmamalı. Biz içimizden geleni yaptık ve karşılık buldu.HAYALLERİMİZ ÇOK* Neyi daha çok yapabilmeyi dilersiniz? Kariyer hedefleriniz neler?Özlem Dilan Atakul: Yönetmenlik deneyimi güzeldi ama benim asıl alanım yazarlık. Çocuk edebiyatında ilerlemek istiyorum. Bir çocuk oyunu yazıyorum. Kendi yazdığım bir yetişkin oyununun sahnelendiğini görmeyi çok isterim. Okurdan/seyirciden geri bildirim almak önemli. Amalianın daha büyük sahnelerde de sold out olduğunu görmek isterim.Bestem Yuvarlak: Başarı/başarısızlık kelimelerine takılmıyorum artık. Üretebiliyorsam tamam. Hayallerim çok. Bir sinema filminde oynamak istiyorum. Amaliayı Ses Tiyatrosunda oynamak istiyorum. Festivallerde yer almak istiyorum. İleride Billy Holiday üzerine müzikli bir oyun yapabilirim. Amalia şarkılarından bir albüm/konser (telifler çözülürse) ve dünya ninnileri albümü yapmak istiyorum. Ama hayatın akışında bunları gerçekleştirmek zaman alıyor. Bu oyunu Dilanla hızlıca çıkarabildik ama her üretim böyle olmuyor.BELKİ BİR FADO KONSERİ…* Fado şarkılarından oluşan bir konser gelecek mi?Bestem Yuvarlak: Şarkıların teliflerini araştırıyorum, albüm yapmak istiyorum. Universal Müzik bakıyor sanırım. Telifleri çözdüğüm an kayda girmek istiyorum. Konser için telif gerekmiyor sanırım. Belki özel bir tarihte (Amalianın doğum/ölüm yıldönümü gibi) oyunla birleşen daha uzun bir etkinlik olabilir. Türkiyeden Amalia şarkılarını kaydeden yok, güzel olur.
Source: Orhun Atmış
Yazgı, aşk, ebediyet veya ‘amor fati’
Zengin bir grup Amerikalı, lüks bir tatil beldesi, konumlandığı ülkenin dokusuyla uyumlu temalar, kişisel arayışlar, hesaplaşmalar ve her sezonun “gözdesi” bir cinayet. “The White Lotus”un Tayland serüveni bir kez daha “sıradanlıklarıyla” sıra dışı kıldığı karakterlerini sezon finaline adını veren “amor fati” düşüncesine yakışır biçimde yazgılarına ulaştırdı. Şaka bir yana, bu dizinin karakterlerinin Mike White’ın acımasız kader anlayışını “sevgiyle kabullenmeleri” pek mümkün görünmüyor. Çünkü dizinin yaratıcısı, derinlikli karakterler yaratmakta usta olduğu kadar onları gözden çıkarmak konusunda da pek mahir. Her açılış sekansında olduğu gibi bir hafta sürecek macerasını su üstünde yüzen cesetlerle başlatan ve esrarını da yine bu cesetlerle su üstüne çıkaran “The White Lotus”un yeni öyküsü, Tayland’ın uçsuz bucaksız güzelliklerinin yarattığı dingin bir atmosferle açılıyor. Ancak bu yanıltıcı huzur ne seyirci ne de karakterler için uzun sürmüyor. Bir gencin meditasyonunu bozan silah sesleriyle başlayan gerilim, “Kim ölecek” sorusuyla seyircisini baş başa bırakıyor. Bu andan itibaren dizinin aşina olduğumuz motifleri, egzotik bir mutlulukla başlayan açılış jeneriğinin karamsarlığa varan dokusuyla uyumlu biçimde finale doğru ilerlerken dizinin ana temasının Batı’nın ve Batılıların Doğu’ya, inanç sistemine bakışına yönelik şekilleneceği gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Nitekim her bir kahramanın yolculuğu sezonun ruhani yönüyle de bağlantılı olarak Tanrı, din ve konformizm ekseninde kristalize oluyor. Öyle ki bu bir grup zengin, kasıtlı olarak cahil oldukları ima edilen -veya yüzümüze vurulan-, konforları olmadan yaşayamayan, Doğu’nun maneviyatını “ilgi çekici” bulmaktan fazlasını yap(a)mayan, yaparsa da Frank’in (Sam Rockwell) sezona damgasını vuran monolog sahnesi kadar ileri gidebilen insanların bir araya geldiği ortamda yaşanan olaylar ve her birinin kaderi yine birbiriyle örüntülü şekilde ilerliyor. Birbirine çok benzeyen ama Donald Trump’a oy verenle vermeyen arasındaki -dizideki- belli belirsiz çizgi kadar birbirine uzak bireylerin dünyası bu. Ve satirle bezeli bu antoloji serisinin özü artık yalnızca sınıfsal ayrımlarla sınırlı kalmıyor, politik farklılıklar da yavaş yavaş öyküye kökleniyor.KONFORUN ÖNEMİMaddi uçurumun eşiğinde baba Timothy (Jason Isaacs), ilaç bağımlısı anne Victoria (Parker Posay) -ki bence bu sezonun yıldızıydı- ile kendini bulmaya çalışırken ailesini Tayland’a sürükleyen Piper (Sarah Catherine Cook), parti yapmak konusunda Frank’e rakip olacak kardeşler Saxon (Patrick Schwarzenegger) ve Lochlan’dan (Sam Nivola) mürekkep Ratliff ailesi tüm konforunu kaybetmeden hemen önce son tatillerinin tadını çıkarırken ironik biçimde “aile olmaktan önce” konforun önemini kavrıyorlar. Yıllar sonra bir araya gelerek toksik arkadaşlıklarını iyileştirmeye çalışan üç arkadaştan, oyuncu Jaclyn (Michelle Monaghan), yeni boşanmış avukat Laurie (Carrie Coon) ve ev hanımı Kate (Leslie Bibb) entrikalarla süslenmiş görünen serüvenlerini bir parça basmakalıp şeklinde tamamlıyorlar. Nefis karakter yaratımları ve yorumlarıyla Rick (Walton Goggins) ve Chelsea (Aimee Lou Wood) çifti ise bu üçlünün yarattığı boşluğu dolduruyorlar. Yin ile yang gibi olduklarını ve birbirlerini iyileştirdikleri için ebediyete dek birlikte olacaklarına inanan Chelsea ile geçmişiyle barışmaya çalışan karanlığıyla gizemli Rick, sezonun Victoria ve Frank’le birlikte en çekici karakterlerine dönüşüyor.Öte yandan, öncekilerde olduğu gibi anlatının çatışmasını destekleyen/kırılıma yardımcı olan bir otel müdürü figürü bu sezonda yoktu veya sönük kalmıştı. Ancak ilk sezondan tanıdığımız ve sonunda olmak istemediği kişiye dönüşerek tümüyle bir “White Lotus karakteri” olan Belinda (Natasha Rothwell) ile Budist inançlarıyla örtüşmeyen bir evrim yaşayan Gaitok’un (Tayme Thapthimthong) yozlaşmaları dizinin dikenli hicvini keskinleştirmeyi başardı. Sonuçta “The White Lotus”, birbirine düğümlenen eğlenceli olay örgülerinin ötesinde, zengin bir karakter portresi geçidi. Her sezon bizi yepyeni, sahteliğiyle gerçek, yozlaşmışlığıyla inandırıcı kahramanlarla tanıştırıyor ve tam da bu yüzden her biri hafızalara kazınıyorlar. Victoria’nın dediği gibi yine unutulmaz bir “Tayvan” yolculuğu oldu!Puanım: 8/10
Source: Başak Bıçak