‘The Harem’de kadın ve özgürlük
17. yüzyıl, Hollanda’nın “Altın çağ”ıydı. Denizcilik ve ticaretle zenginleşen Amsterdam, Antwerp gibi kentler, yalnızca baharat ve kumaş değil, sanatı da taşıdı dünyaya. Feodalizmin çözülmesiyle yükselen orta sınıf, evlerini resimlerle süslemeye başladı. Portreler, manzaralar, günlük yaşam sahneleri… Protestan reformu ise kilisenin sanat üzerindeki etkisini kırdı. Sanatçılar artık tüccarların, balıkçıların, sokakların hikâyelerini anlatıyordu.Rembrandt’ın Gece Devriyesi, Vermeer’in İnci Küpeli Kız’ı, Van Gogh’un Yıldızlı Gece’si… Bu topraklar, sanatın her döneminde yeni bir soluk getirdi. Bugün de dünyanın dört bir yanından sanatçıları kendine çekiyor.SÖZER’İN SANAT YOLCULUĞURotterdam’da geçirdiğim uzun yıllar boyunca, Türkiye’den gelip burada üreten pek çok ressamla tanıştım. Hollanda, onlara hem ilham veriyor hem de özgür bir yaratım alanı sunuyor. İşte bu isimlerden biri de Prof. Dr. Yasemin Sözer.Amsterdam’da açılan The Harem sergisi, sanatçının kadın kimliğine ilişkin güçlü bir manifestoydu. Sergide, 20 tablo ve 8 enstelasyon, izleyiciyi tarihle bugün arasında bir yolculuğa çıkarıyordu. Serginin küratörlüğünü, Hollanda’nın önemli sanatçılarından Okan Akın üstlenmişti.Sergiye ev sahipliği yapan NDSM galerisi, Amsterdam’ın endüstriyel mirasının simgelerinden biri. Geçmişte Nederlandsche Dok en Scheepsbouw Maatschappij (Hollanda Tersane ve Gemi İnşa Şirketi) olarak hizmet veren bu devasa tesis, bugün sanatın özgür ruhunu barındırıyor. Galeri, Sözer’in eserleri için şu satırlara yer vermişti:“Sanatçı, güç, hırs ve entrikanın hüküm sürdüğü altın bir kafes olan harem dünyasını canlandırıyor. Farklı ülkelerden ve kültürlerden kimi sultanın eşleri, kimi köle yüzlerce kadın burada birlikte yaşam sürmüş. Harem duvarları arasında hem kadınların kahkahaları hem de kaderinden kaçamayan cariyelerin çaresiz çığlıkları yankılanır. Tablolarda hayat bulan, zıtlıklarla dolu bir dünyadır.”ZİNCİRLER Mİ, SIĞINAK MI?Sözer, Harem temasını alışılagelmiş kalıpların dışında ele alıyor. “Harem, özgürlükleri kısıtlı olsa da, o dönemin şanslı kadınlarının bir arada olduğu bir aile kurumuydu” diyor sohbetimizde. Ancak vurgusu, geçmişe nostaljik bir bakış değil: “Bugün bile erkek egemen toplumlarda, kadınların ötelendiği bir düzende yaşıyoruz. Bu bir varoluşsal sorun.”Eserlerinde altın varakların ardına saklanmış gözler, parçalı aynalarda yansıyan bedenler, kafes motifleri dikkat çekiyor. Sanki her tablo, kadının tarih boyunca süren sessiz çığlığını fısıldıyor.The Harem sergisi, yalnızca bir sanat etkinliği değil; kadının tarihsel yolculuğuna ilişkin poetik bir itiraz. Yasemin Sözer’in fırçası, geçmişle hesaplaşırken, bugüne de ayna tutuyor. Hollanda’nın kucak açtığı bu yetenek, Türkiye’den getirdiği renkleri, Amsterdam’ın kanallarına karıştırıyor.Belki de sanatın en büyük gücü bu: Sınırları, zincirleri ve tabuları eritebilmesi.
Source: Mehmet Emin Alkanlar
Müzik üzerine bir başvuru kitabı
Emel Çelebioğlu’nun ‘Müzik Kuramı’ kitabı bu açıdan bu gereksinimleri karşılıyor.Kitabın tanıtım bilgileri içeriğini açıklıyor:“Tüm bilim ve sanat dallarının bir felsefi temeli olduğu kadar bir de kuramsal dayanağı vardır. Müzikte her ne kadar yetenek (müzik kulağı), beceri, bellek gücü ve mizaç gerekli koşul olsa da bilimsel usavurma ve belleğin sırasında kullanılabilme özelliklerinin de sanatçıda, daha doğrusu yorumcuda bulunması yadsınamaz ve yeterli bir koşul olarak kabul edilmelidir. İşte bu yeterli koşul bilimsel kuramdan başkası değildir.Bu kitabın amacı müzik kuramını genel hatlarıyla ele almak ve temel konularda müzik eğitimine katkıda bulunmaktır. Bu bağlamda, müzik eğitimi alan öğrenciler kadar müziğin temel kurallarını öğrenmek isteyen tüm okurları aydınlatmak hedeflerinden biridir.Kitabın birinci bölümünde müziğin asli öğelerinden olan notalar, esler, anahtarlar, ritim, ölçü, gamlar gibi müziği oluşturan temel konular ele alındı.Kitabın ikinci bölümünde müzik yazımında kullanılan işaretler, süs notaları ve terimler; üçüncü bölümünde armoniyi oluşturan öğeler; dördüncü bölümünde çalgılar, çalgıların yapıları ve teknik özellikleri; beşinci bölümünde müzik formlarının kısa açıklamaları sözlükçe şeklinde ve son bölümünde de 20. yüzyıla ait olan müzik yazımı (notasyon) ana hatlarıyla yer almaktadır.Ana konuların anlatımına dayanan çalışmalar da okurun kendisini kitapta sunulmuş olan bilgiler konusunda sınaması amacıyla kitabın en sonuna eklenmiştir.”İNSANLIK TARİHİ KADAR ESKİ BİR SANAT DALIGiriş:Müzik sözcüğü, eski Yunanca’dan gelir; ‘Muses’ (Yunan mitolojisinde sanat tanrıları) şiiri, müziği ve dansı kavrayan geniş bir anlam taşır. Müzik bir sanat dalıdır ancak temelinde yani sesin oluşumundan ritmine, armoniden kontrpuana kadar geniş bir yelpazede bir mantık ve belli ölçüde matematik içererek adeta bir bilim dalıdır da.Müzik, yeteneğe (seslerin ayrıştırılması) ve beceriye (çalma, söyleme) bağımlıdır ancak bu gerekli koşuldur ve hiçbir zaman yeterli koşul değildir. Doğru seslendirme veya doğru yorum ancak kuramın iyi kavranmış olması ile olasıdır. Bestecinin, yapıtını oluştururken kullandığı müzik etkenleri ne kadar iyi anlaşılmış ve özümsenmiş ise icracının yorumu o oranda başarılı ve doyurucu olur. Keza, dinleyiciler açısından da müzik kuramının belli bir dereceye kadar bilinmesi, onları yabancı bir ortamdan dilini anlayabildiği tanıdık bir ortama taşıyacaktır.Kitabın akışı içinde açıklanacağı gibi müziği oluşturan temel etkenler, ritim (belirli bir zaman dilimi içinde seslerin süreleri ve dağılış biçimi), ezgi (belirli ritim oluşumları ile seslerin art arda dizilişi), armoni (farklı seslerin belirli kurallar içinde birlikte duyuluşu ve oluşan akorların birbirine bağlanışı) ve tınıdır (bir bütün olarak sesin rengi).Bu etkenlerin yanında “biçim” kuramının da iyi bilinmesi gerekmektedir. Hatta birçok müzik adamına göre psikoloji, sosyoloji, pedagoji, felsefe, estetik ve etnoloji gibi sosyal bilim dalları da müzikle iç içedir.Özellikle çalgısal müzikle başlayan evrimden önce de hiç kuşkusuz besteci ve yorumcuların kendilerine özgü kuramsal temelleri vardır. Belki bunlar kitaplara yazılmamıştı ama “usta-çırak” ilişkisine dayanan ve içrek (ezoterik) biçimde öğretilen bir “altın sayısı” olgusu vardı. Yalnız plastik ve görsel sanat dallarında değil müzik gibi işitsel sanatta da uygulama alanı bulan bu “tanrısal oran”a bazı müzik adamları çok önem verirlerMüzik, büyük bir olasılıkla insanlık tarihi kadar eski bir sanat dalıdır. Özellikle yazılı belgelerin ışığında, insanların sürekli farklılaşan toplum yaşamının, kısaca uygarlığın paralelinde müziği geliştirdiklerini, zaman içinde birikimlerini öğreti şeklinde belgelendirdiklerini ve mükemmelleştirme yolunda çok çaba harcadıklarını izlemek olasıdır. Tüm dünya insanlarının tek ortak dili olan müzik de konuştuğumuz, kullandığımız diller gibi temel yapı kurallarına, yani bir anlamda bir dilbilgisine sahiptir.Bu ortak dili en iyi şekilde anlamanın ve anlatmanın yolu ancak kuramın iyi kavranmasından geçer; aksine bir düşünce bizi müzik dünyasının dışında bırakacaktır.Kitaplığınızın müzik rafında bulunması gereken bir kitap.(Pan Yayıncılık)
Source: Doğan Hizlan
Tayfun Pirselimoğlu ile ‘Tuhaf Zamanlar’ı konuştuk: Sanki tüm dünya çılgın bir dansa tutulmuş gibi
1) Önce kendi ‘yapım’ hikâyesiyle başlayalım. Tayfun Pirselimoğlu, kökenleri 400 yıl önceye giden bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü olarak 1959 yılında Trabzon’da dünyaya geliyor.Fotoğraf: Murat ŞAKASöze, “Çok mutlu bir çocukluk geçirdim” diye başlıyor: “Babamın çelik eşya fabrikası vardı. Annem ev kadınıydı. Çocukluğumun Trabzon’u nostaljik İtalyan filmleri gibi sahnelerle doluydu; çocuklar plajdan koşarak denize girer, akşamları aileler sinemalara, balolara giderdi.”Sene 1963/23 NisanSİNEMA MABED GİBİYDİBugünkü meziyetlerinin temeli henüz çocukluk yaşlarında atılıyor; dört yaşından itibaren çok güzel resimler yapıyor. İlk resim eğitimini kıymetli sanatçımız Süleyman Saim Tekcan’dan alıyor. Bir diğer tutkusu ise çizgi roman. Yazları babaannesiyle İstanbul’da geçiriyor. Evde, Cağaloğlu’ndan aldığı koli koli çizgi romanlara gömülüyor. Her cuma sinemaya gitmek bir aile rutini. Tayfun Bey, “Trabzon’da Konak Sineması vardı. Neredeyse bir mabet gibi herkes desturla girerdi” diye anlatıyor.MASALLARLA BÜYÜDÜMYazmaya da lise yıllarında başlıyor: “Günlük hayattaki anomaliler ve tuhaflıklar üzerine kısa hikâyeler yazıyordum. ‘Tuhaflık’ kelimesini çok seviyorum. Anneannem çok güzel masal, kuzenlerim de çok güzel film anlatırdı. Ailede belagati çok güçlü insanların olması, hikâye ve masalları sizi kavrayacak şekilde ifade etmeleri muhtemelen beni de geliştirdi.” İlk kişisel sergisini de henüz lise yıllarında açıyor. Bu sergi, Milliyet Sanat dergisine haber olacak kadar ses getiriyor…Sene 1962/Abant2) KİTAP OKUMAMAK GÜNAH SAYILIRDISıra kariyer planlamasına geldiğinde: “Annemin doktor veya mühendis olmam yönünde yoğun bir isteği olunca ODTÜ Metalurji Mühendisliği Bölümü’ne girdim. Sene 1975. Ankara’nın zor dönemleriydi. Her gün çatışmalar oluyor, insanlar ölüyordu. Buna rağmen çok faal kültür sanat hayatı vardı. CSO konserlerine gider, tiyatro izler, Piknik’te vakit geçirirdik. Borges, Calvino gibi yazarlarla bu dönemde tanıştım. O dönem gazete, kitap okumamak neredeyse günah sayılırdı. 1981’de mezun oldum. ”Sene 1977/ODTÜ yıllarından3) VİYANA YILLARIMezuniyetten sonra iki yıl mühendislik yapıyor; önce İstanbul’da bir döküm fabrikasında, ardından bir başka ofiste. Ancak bu iş ona göre değil; resimler yapıyor, yazmaya devam ediyor. Sonunda ünlü ressam Mustafa Pilevneli’ye danışıyor. Bir sergi açmak üzere kapısını çalıyor, Pilevneli ona bir başka fikir veriyor; madem öyle Viyana’ya git, sanat eğitimi al. Devamını Pirselimoğlu’ndan dinleyelim: “Viyana’da iki sanat akademisi vardı. İkisinin de sınavı aynı gündür. Şartları zorlayarak ikisinin de sınavına girmeyi başardım. Avusturya resminin önemli ismi Wolfgang Hutter’in hocalık yaptığı okul için binlerce kişi başvurmuştu. Atölyesine kabul olan 10-15 kişiden biri oldum. Ancak burada aradığımı çok da bulamadım. Geri dönmek niyetiyle üç yıl kaldım. Bu sırada hem Viyana hem Türkiye’de sergiler açtım. İlk romanım Çöl Masalları’nı Viyana’da yazdım.”Sene 2000/Colin Mounier ile Mardin4) 10 KUTU FİLMLE YOLA ÇIKTIMSinemaya ilgisi de iyice artıyor. 1990’ların sonunda Türkiye’ye dönüyor: “Yapımcı dostum Kadri Yurdatap hep film çekmek istediğimi biliyordu. Bana 10 kutu film sözü vardı. ‘Dayım’ filmini çekmek için ekip kurdum. Bir kutu film 3 dakika 20 saniye. 15 dakikalık film için plan başına iki çekim şansınız var, yani koreografiyi, ışığı, çerçeveyi, ölçeği hepsini çok iyi hesaplamanız gerekiyor… Şimdi her şey dijital; 1500 kere tekrar yapabilirsiniz ama o zaman pelikül film çok pahalıydı ve elinizde yoktu. ‘Dayım’ filmi bana hem sinemayı öğretti hem de yolumu açtı. Venedik Film Festivali’nde yarışmaya seçilen ilk Türk kısa filmi oldu. Birçok ödül aldı. Ondan sonra sinemayla olan ilişkim yoğunlaştı. İlk uzun metraj filmim ‘Hiçbiryerde’yi de ‘Dayım’ın bana sağladığı rüzgârla çektim. Ondan sonra yürüdü gitti.”Sene 1999/Venedik Film Festivali’ndeÇOCUKLARA ÇİZGİ ROMAN OKUTUN“Sinemanın ulaştığı kitle büyük ve yaptığım işlerin hepsini içeriyor lâkin yazı ve resmin keyfini de bir kenara atamam. Her işte, beş yaşımda yaptığım bir resimden duyduğum mutluluğu arıyorum. Yazdığım her şeyi bir film olarak görüyorum. Bir nevi çizgi roman gibi! Aileler çocuklara çizgi roman okutsunlar; çizgi roman hem düş dünyasını geliştirme hem sinemayla kurulan ilişkisi adına çok önemli.”‘AMOK’ KOŞUCUSU GİBİ ÇARPA ÇARPA GİDİYORUZŞu an bir filminin içinde olsak baş karakter ne yapıyor olurdu? Yanıtı: “Yaşadığımız tuhaflıkları ancak içinden sıyrılınca idrak edebileceğiz. 1500’lü yıllarda Avrupa’da, insanların salgın halinde çıldırıp garip hareketlerle dans ettiği bir dönem olmuş. Kimse nedenini anlayamamış. Şimdi de bütün dünya çılgınlar gibi dans ediyor ve kimse bunu yaptığının farkında değil gibi. Amok koşucusu gibi çarpa çarpa gidiyoruz.”HERKES KENDİ ‘KASABA’SINA HAPSOLMUŞTürkiye, insanı nasılhikâyelerin üretimine teşvik eder? Yanıtı: “Sıradan insanın kazdıkça çıkan korkunç hikâyeleriyle ilgileniyorum. Kimlik problematiği takıntım var. Mekâna sıkışmış insan hikâyelerinin gelecekle alakalı distopik bir travma taşıdığını düşünüyorum. Herkes kendi kasabasında, oradan çıkamıyor.”SANAT FİLMLERİ ANA AKIM OLDUTayfun Bey, “Sinemanın dijitalleşmesi, bir çekimi maliyetsiz 100 kere tekrarlamak yönetmeni tembelleştiriyor” diyor: “Senaryolar da çok zayıfladı. Sanat yaptığını iddia edenlerle ana akım arasında neredeyse bir fark kalmadı çünkü izleyicinin de talebi o. Festivaller de buna uygun bir ortam oluşturuyor.” İzleyicide ‘sanatsal film olsun ama çok da yormasın’ anlayışı mı var? Yanıtı: “10 sene önce filmlerin uzun olması bir erdemken şimdi küfür gibi. İzleyicinin parmağının ucunda milyon tane film var. Her şey çok hızlandı. Sinemada da hızlı kurguyla her şey hemen olsun isteniyor. Yoksa çok sıkıcı! Bize ‘yeni’ diye sunulan şeyler belli bir kıstas içinde değerlendirilmeli.”Sene 1998İYİ FİLM NASIL OLUR‘İyi film’ dediğimiz şeyin kriterleri nelerdir? Pirselimoğlu, “Benim kriterim basit; samimiyet ve zekâ. İzleyicinin beklentisiyle yönetmenin sanatı arasında birbirlerine yaklaşacakları bir mesafe olmalı” diyor: “Bu sene Berlin Film Festivali’ne altı- sekiz bin film başvurmuş. 10 sene önce çekilen bütün filmlerin sayısı 10-15 bindi. Manasız şekilde çok film çekiliyor çünkü izleyici profili değişti. Cannes ve Oscar ödüllerini alan filmler sinemanın akıldışı bir yere geldiğini gösteriyor. Talepten daha çok arz olunca nitelikli filmler nicelik içinde boğuluyor. Müthiş bir entelektüel dejenerasyon var ve sinema da bundan nasibini aldı.”BU KADERSE TUHAF OLMAMALI AMA TUHAFTuhaf zamanlarda yaşıyoruz… Tayfun Pirselimoğlu’nun da eserlerinde işlemeyi en sevdiği konu tuhaflık. Ona göre şu an içinde bulunduğumuz dünya tuhaflık skalasında nerededir? Yanıtı: “Şu an her şey o kadar tuhaf ki ‘tuhaf’ kelimesi artık yeterli değil. İngilizce’deki ‘tuhaf’ kelimesi ilk kullanıldığında İskoç dilindeki karşılığı ‘kader’miş. Kaderle tuhaflığın bir araya gelmesi, manasını bu şekilde değiştirmesi çok manidar. Bu kaderse tuhaf olmamalı ama tuhaf! Akli olan şey tuhaflaştı. Bu yüzden ‘normal’ diyeceğimiz çizgi çok bulanık. İnsanlık tarihi bir sinüs eğrisi üzerinde iniyor, çıkıyor ve bitmiyor. Bundan sonrası olamaz dediğimiz her şey oluyor. Tuhaflıkların sonu gelmiyor.”
Source: Zeynep Bi̇lgehan
Hande Subaşı: ‘Kan çekti, çok iyi anlaştık’ – Halil İbrahim Ceyhan: ‘Birbirimizi bir daha bırakmadık’
Aralarındaki dostluğu “Kardeş gibi olduk” diye tanımlıyorlar. Gerçekten öyle bir hava esiyor fotoğraf çekimi sırasında. Her konuda fikir alışverişi yapıyor, birbirlerinin sözlerini tamamlıyorlar. Bazen sadece gözleriyle anlaşıyorlar. İkisinin de müziğe ilgisi var, sesleri de çok güzel. Israr edince kırmayıp birlikte Tarkan’dan ‘Kış Güneşi’ni söylüyorlar. O performansı gördükten sonra yakında başlayacak müzikal projeleri beni heyecanlandırıyor.◊ Siz nasıl bir ikili oldunuz? Hande Subaşı: Aynı ajanstayız ama geçen kış bir etkinlikte ilk kez bir araya geldik. Birbirimizi çok sevdik. Sonra 40 yaş doğum günü kutlaması yaptım. Sağ olsun Halil de geldi, çevrem ve yakınlarım onu çok sevdiler. Halil bu popülerliğinin yanı sıra çok samimi bir yerden ilişki kuruyor. Dostluğumuzu belki aynı jenerasyondan gelmemiz de etkiledi ya da kan çekti, çok iyi anlaştık.Halil İbrahim Ceyhan: Evet, gerçekten kan çekti. Böyle çok tanınan isimlerle yeni tanıştığınız zaman hayallerinizdekinden farklı biriyle de karşılaşabiliyorsunuz. Hande öyle değildi, çok çok sevecen ve sıcakkanlı. Bence dosttan öte kardeş gibi olduk. Sonra projeler arka arkaya geldi; önce ‘Leyla: Hayat… Aşk… Adalet…’ dizisi, sonra ‘Bir Masaldı’ müzikali. Birbirimizi bir daha bırakmadık. ◊ Her şey çok güzel ama itiraf edin, birbirinizde rahatsız olduğunuz neler var?Halil İbrahim Ceyhan: Benim yok sanırım.Hande Subaşı: Benim var, Halil’in hayatı yoğunlaştığı zaman iletişimimiz azalıyor, ben de biraz bozuluyorum.◊ Özel hayatına biri girince mi?Hande Subaşı: Artık bilemiyorum, eskiden biraz daha fazla dertleşip iletişimde oluyorduk, arada unutuluyorum.Halil İbrahim Ceyhan: Aslında gerçekten güncel hayatla alakalı bir sıkışıklığın içine girdiysem bile, Hande’nin çok deneyim ve tecrübesi olduğu için birçok şeyi ona danışıyorum. Verdiği fikirler gerçekten çok doğru oluyor ve beni iyi bir yere taşıyor. Belki bu da aramızdaki ilişkiyi çok güzel tutuyor. Keza Hande’nin erkek arkadaşı Alican (Ulusoy) Abi’yi de arıyor, ona da soruyorum, bağlantımız gerçekten çok iyidir.Hande Subaşı: Ben sitem ettim ama duruma şu yönünden bakalım; çok sevdiğin, değer verdiğin insana sitem edersin.Halil İbrahim Ceyhan: O zaman ben de buradan görüşmeyi aksattığım bütün arkadaşlarımdan, en başta Hande Subaşı olmak üzere teker teker özür diliyorum.‘Gerçekler ilişkileri daha sıkı tutuyor’ ◊ ‘Bir Masaldı’ müzikalinin hazırlıkları son aşamada. Ne anlatıyor proje?Halil İbrahim Ceyhan: Hayat telaşı içinde koşuşturan bir adamın, farkındalığı olan bir kadınla karşılaşınca ona yağmurda ıslanmaması için bir şemsiye tutmasıyla başlıyor müzikal. Bir farkındalık dünyası açılıyor ve adam başka bir yola gidiyor.Hande Subaşı: Unutulan duygu ve değerleri biraz da aşk üzerinden anlatan bir hikâye diyelim. Duyguların kıymeti üzerinden ilerliyor.◊ ‘Leyla: Hayat… Aşk… Adalet…’ isimli diziniz de hikâyesinde bol bol sır, yalan ve aşk barındırıyor. Siz iyi sır tutar mısınız?Hande Subaşı: Çok iyi sır tutarım. O konuda çok ketumumdur.Halil İbrahim Ceyhan: Ben de öyle. Ama kendime ait sırrım yok, birkaç kişinin sırrı vardır bende.Hande Subaşı: Kendime ait benim de çok sırrım yok açıkçası. Bir de eskiden daha utandığım, saklamaya çalıştığım, geçmiş hatalarım, deneyimlerim vardı. Bunlarla artık barışıp kendimi suçlamamaya karar verdim. Eskiden dert ettiğim şeylerle şu an rahat yüzleşip paylaşma konusunda daha açığım.◊ Peki, yalanla aranız nasıldır?Halil İbrahim Ceyhan: Ben çok taraftarı değilim, bir yerde illa ortaya çıkıyor. Bir şey yalansa onu sürdürmek bu tempoda zor, kıvıramıyorum. Benim için açık açık konuşmak ve yüzleşmek daha doğru. Gerçekler ilişkileri daha sıkı tutuyor.Hande Subaşı: Benim için de öyle ama arada küçük beyaz yalanlar olabilir ya. Özellikle birini kırmamak, üzmemek konusunda. Mesela karşımdakine “Kötü görünüyorsun” demem de onu biraz daha böyle kalıbına uydurup yumuşatarak söylerim.Halil İbrahim Ceyhan: Ben söz verme konusunda çok sıkıntı çekerim.◊ Nasıl yani?Halil İbrahim Ceyhan: Mesela arkadaşlarım buluşmak ister, ben de çok istiyorumdur ama tarih tutmuyorsa verdiğim sözde eziliyorum, o zaman da yalan söylediğim düşünülebiliyor. Halbuki elimizde değil.◊ Dizinizdeki gibi siz de insan ilişkilerinde entrikalara maruz kalıyor musunuz?Hande Subaşı: Muhakkak ama bununla ilgili anlatabileceğim bir şey yok.Halil İbrahim Ceyhan: Bizim arkamızdan dönen kaotik durumlar veya gerçekleri çok sonradan öğrendiğimiz konular olabiliyor. Ben bu tarz şeylere maruz kaldım. Mesela sana başka bir şey yansıtılıyor, sen o söylenenlere inanıp ilerliyorsun. Sonra aslında anlatılanın tam tersi olduğu ortaya çıkıyor ve senin adına yapılmış başka planlar görüyorsun. Öyle bir durumda üzülüyorum. Neden yalan söyleniyor diyorum, insanları yanlış yönlendirmek güzel değil. ‘Herkesin her konuda fikri var’◊ Aşkı nasıl anlatırsınız?Hande Subaşı: Aşkı herkesin yaşayış şekli farklı. Aşkın ömrü şu kadardır gibi laflar var, gerçekten öyle. Ama gözlerini her şeye kapadığın, her duyguyu aşırı tutkulu yaşadığın dönemler, paylaşım ve geçirdiğin zamanla birlikte sevgiye dönüyorsa zaten ilişkiler devam ediyor. Bence aşk çok güzel bir duygu. Balık burcuyum, belki onun da bir etkisi olabilir.Halil İbrahim Ceyhan: Doğal bir enerji, doğal bir dopamin etkisi, birçok şeyden güzel bir sıyrılma noktası, kendin olabildiğin yer, değerli de bir şey. Ama işte bu bütün konuştuğumuz durumların üzerine, anlayışla beraber yaşanıyorsa ve tüketme üzerine değilse değerli oluyor. Bunların yanında aşk biraz da saklı kalması gereken bir şey.◊ Neden?Halil İbrahim Ceyhan: Çünkü her yerde, her şeye karşı çok acımasızlık var. Ne yaşadığınla ilgili kimsenin bir fikri olmasa da sosyal medyada taşlama, topa tutma tarafına geçilebiliyor ve herkesin ilişkin hakkında bir fikri oluyor.Hande Subaşı: Gerçekten herkesin her konuda fikri var, o kadar hadsizleştik ki! Kimsenin kendi değer yargılarıyla bir başkasının hayatını, yaşama şeklini sorgulamaya hakkı yok diye düşünüyorum. Tabii bir fikrin olabilir ya da yakınınsa tavsiyede bulunabilirsin ama yargılamak veya kesin bir kanıya varmak gerçekten çok hadsizlik.◊ Peki, şu anda durumlar nasıl? Âşık mısınız? Halil İbrahim Ceyhan: Dopamin seviyem iyi.◊ Hande senin de Alican Ulusoy ile birlikteliğin 6 yıldır devam ediyor… Hande Subaşı: Evet, 6 yıl oldu. Kolay oldu mu, hayır. Hiçbir ilişki kolay değil, arkadaşlık ilişkisi bile. Hepimiz farklı farklı karakterlerde, yapılardayız. Gerçekten ortak bir noktada buluşabilmek önemli. Biz Alican’la bambaşka iki yapıda insanız. Onun siyah dediğine ben beyaz diyorum. Ama ne mutlu ki şu ana kadar birbirimizde gerçekten buna değer bir şeyler gördük. İkimiz de bir şekilde bugüne kadar devam etsin istedik ki emek verdik.‘BİZ ASLINDA KAFES İÇİNDE YAŞAYAN İNSANLARIZ’◊ Hayat size ne ifade ediyor?Halil İbrahim Ceyhan: Hayat çok sert gerçeklerle dolu, zor, gerçekten yönetilmesi ve koordine edilmesi hassas bir denge gerektiriyor. İşiniz, aileniz, sorumlu olduğunuz insanlar, kariyer planınız hepsi kaotik bir şekilde iç içe geçiyor. Şunu söyleyebilirim; biz çok rahat ve çok özgür bir tarafta gibi görünen, aslında kafes içinde yaşayan insanlarız.Hande Subaşı: Ben de son yıllarda pek bu hayatın insanıyım gibi hissetmiyorum. Bilmiyorum, bu insan olmanın gerekliliği mi, yoksa biz mi genel olarak insan olmayı beceremedik ama her şey çok hızlı değişti. Genel olarak dünyada her şey biraz çığırından çıkmış vaziyette… Ve insan ırkının bu dünyada yaşamayı ilk başta hak eden bir tür olduğunu da düşünmüyorum açıkçası. Ama şu an buradayım, yapacak da bir şey yok.◊ Neden böyle hissediyorsun? Hande Subaşı: Her şey, çabuk ulaşılabilirlik ve tüketimle birlikte değişti. Birçok kişi bu duygulara yenilip zaaf gösterdi. Ne birbirimize, ne doğaya, ne hayvanlara karşı sorumluluk hissetmiyoruz, yani pervasız bir durum.◊ Duyguları da çok çabuk tüketmeye başladık sanki… Halil İbrahim Ceyhan: Sosyal medya etkisiyle her şey anlık olmaya başladı. Instagram’da bir story izlerken bile üç saniyeden uzun sürenlere artık tahammül edemiyoruz. Bu hayatımızı da etkiliyor. Algılarımız değişiyor ve sabretmek, istikrar, anlayış, saygı göstermek gibi şeylerin dışına çıkıyoruz.Hande Subaşı: Mutluluğu da o anın keyfini de artık başka şeylerde arıyoruz. Bir tatile gidildiğinde o anın bütün güzelliğini geri plana atıp fotoğraf, videolar çekiliyor, öncelikler değişiyor, o andan mutlu olamıyoruz, yetmiyor. Bir de sohbetler ve ilişkiler de öyle olmadı mı? Lise yıllarımı düşünüyorum, arkadaşlarımla dershane öncesi kafede oturuyorduk, bir saat vakit geçiriyor, yemek yiyorduk. Oradaki paylaşımlar, muhabbetler artık yok. İster istemez herkes elinde telefon, bir şeyleri takip etmek istiyor, telefona sarılmak bir kaçış yolu gibi…‘Bazı insanlara şöhret yaramıyor, taşıyamıyorlar’◊ İkiniz de uzun zamandır oyunculuk yapıyorsunuz, oyunculuk eşittir şöhret midir?Halil İbrahim Ceyhan: Nereden baktığınıza bağlı. Şöhret olmak için mi oyunculuk yapıyorsunuz yoksa meslek olarak mı? Kariyer yolunda şöhret ister istemez geliyor. Bunu nasıl kullandığınız da çok önemli, birine faydalı olmak için mi yoksa daha iyi bir yere yükselmek için mi? Mesela setlerden bahsedersek herkes kendi kafasına göre bir şey yapsa nasıl olur? Ben sete gittiğimde ellerimi önüme bağlayıp “Hocam ne istersiniz” diyorum çünkü beni yönlendiren kişi o. Ama şöhreti alıp nerede olduğunu, kimlere karşı sorumlu olduğunu unutup, yönetmenin karşısına gidip onun hâkimiyetiyle alakalı bir şey söylediğin zaman sen şöhretin diğer tarafında takılı kalmışsın demektir. Mesela “Halil İbrahim bu gözlükle oynamanı istiyorum” dediğinde “Ben bu gözlüğü çok sevmiyorum, bununla oynamayacağım” gibi bir tavra geçiyorsan burada artık zedelenmeler ve zehirlenmeler başlıyor.Hande Subaşı: Şöhret kısmı biraz da şans. Şimdi tüketim çağındayız. Ben yaklaşık 24-25 yıldır tanınıyorum. Ama şu son dönemde popülerleşen insanlarda bu kalıcılık olmuyor. Bir-iki projeyle parlayıp bir anda ismini unuttuğumuz, gözden düşen, haklı, haksız çok da insan oluyor.◊ Oyunculuk sektörüne dair en büyük eleştiriniz ne?Hande Subaşı: Yıllardır konuştuğumuz; sektörde bütün oyuncuların ve set işçilerinin de eleştirdiği, çalışma saatlerinin daha sağlıklı olması gerekliliği var. Bu aslında dizi sürelerinin çok uzun olmasıyla ilgili. Yurtdışında üç bölümde gösterilen bir şeyi, bir haftada bütün bir ekibin canla başla çekmeye çalışması biraz insanüstü bir çaba. Bir eleştirim de şu; tamam, bir işin popüler olmasını, satılmasını sağlayan bir nevi oyuncunun popülerliği. Ama bazen çalışma arkadaşlarına, ekibe, çok kaba, sivri davranan, o çalışma ortamını geren, yıllardır hep bu açıdan konuşulan kişilere bu kadar payenin nasıl verildiğini anlamıyorum. Günün sonunda hepimiz insanız, kimse kimseden üstün değil ama maalesef bazı insanlara o popülerlik ve şöhret yaramıyor. Taşıyamıyorlar ya da hazımsızlık oluyor. Ben buna bir çözüm bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Source: Hurriyet.com.tr
Bu orkestra çocukları çok mutlu edecek
Müzisyenleri tamamen küçüklerden oluşan Türkiye’nin en neşeli orkestrası ilk konserini vermeye hazırlanıyor. Cumhurbaşkanlığı Çocuk Orkestrası ve Korosu, geçen yıl ekim ayında, bine yakın aday arasından yetenek taramalarıyla seçilen 250 çocuğun bir araya gelmesiyle kuruldu. Orkestra şefliğini Prof. Burak Tüzün’ün, koro şefliğini Hülya Kazan’ın üstlendiği orkestra ve koro 23 Nisan’da 222 kişilik kadrosu ve renkli repertuvarıyla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde seyirciyle buluşacak. T.C. Cumhurbaşkanlığı tarafından geleceğin müzisyenlerini yetiştirmek amacıyla ‘Türkiye yüzyılının ilk orkestra ve korosu’ olarak kurulan Cumhurbaşkanlığı Çocuk Orkestrası ve Korosu 8-13 yaş grubunu kapsayan küçük müzisyenlerden oluşturuldu. Çocuklar ilgi ve yetenekleri doğrultusunda orkestra ve koro olarak iki gruba ayrıldı. Orkestra içinde de keman, bağlama, ut, klarinet, kemençe, kanun, ney, ritim, yan flüt, piyano, gitar, çello, kontrbas sınıflarıyla 2024’ün kasım ayında eğitimler başladı.Projede Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Temel Eğitim Genel Müdürlüğü, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Ankara Devlet Opera ve Balesi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Devlet Türk Halk Müziği Korosu, Türk Dünyası Topluluğu Korosu, Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı ve güzel sanatlar liselerinden toplam 50 koordinatör, eğitmen ve pedagog görev alıyor. Öğrencilere Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde her hafta sonu, iki tam gün Türk sanat müziği, Türk halk müziği, klasik müzik ve popüler müzik türlerinde eğitimler veriliyor. Geleceğin sanatçılarıCumhurbaşkanlığı Çocuk Orkestrası ve Korosu geleneksel müziğimizin yanı sıra evrensel müzik çeşitlerini de kapsamına alarak geleceğin sanatçılarını yetiştirmeyi hedefliyor. Kadim kültürümüzün ezgilerini gelecek nesillere aktarmayı, müzik yoluyla çocuklarımızın duygusal, bireysel, sosyal ve kültürel gelişimine katkı sunmayı amaçlıyor.
Source: Hurriyet.com.tr
“Amatör”deki başka bir İstanbul!
◊ Öncelikle lokasyonlar hakkında konuşabilir miyiz? Çekimler sırasında favori bir yerel mekânınız var mıydı? Ya da yaşadığınız herhangi bir kültürel deneyim oldu mu?- Rami Malek: İzleyiciyi dünyanın dört bir yanına götüren ve doğrudan sürücü koltuğuna oturtan filmlerden biri “Amatör”. İstanbul’a kadar seyahat ettik. Film ağırlıklı olarak İstanbul’da, ancak Londra’yı merkezimiz olarak kullanabilirsek olağanüstü olacağına karar verdim. Çünkü film çekmek için isteyebileceğiniz en iyi ekiplerden bazıları Londra’da. Keza Londra’nın sinematik tarihini anlatmama gerek yok.“Slow Horses”dan da tanıdığınız yönetmenimiz James Hawes gittiğimiz şehirlerde herkesin fotoğrafladığı yerlerden ziyade farklı yerleri aradı. Filmdeki görüntüler St. Paul Katedrali’nin ya da Sultanahmet Camii’nin tipik kartpostal fotoğrafları değil. Marsilya ya da İstanbul; gittiğimiz her şehirde normalde fotoğraflamadığınız unsurları yakalamaya çalıştık.◊ İlk defa yapımcılık tarafında da yer aldınız. Nasıl bir deneyimdi ve bir aktör olarak performansınızı etkiledi mi?- Rami Malek: Sanırım aktör olarak performansım üzerinde birçok yönden etkisi oldu. Ben her şeyi en başından sonuna kadar görmeyi seviyorum. Umarım bu mükemmeliyetçi bir bakış açısı değildir ama “Bohemian Rhapsody” ve “Bond”da belirli kameralar ve lenslerle ilgili detayları tartışırken ya da yönetmenlerle konuştuğumu post prodüksiyonda en iyinin en iyisini elde ettiğimizden emin olmak istediğimi hatırlıyorum.Sanırım kurgu odasına gelen birçok aktör yorum yapmaya çekiniyor. Kendi kendime “Bu şeyin içinde her detaya çaktırmadan nasıl girebilirim?” diye düşündüm. Projenin en başından itibaren gelişmesini görmek güzeldi.Dan Wilson, tabii ki harika Hutch Parker ve James Hawes ile senaryo üzerinde çalışmak, her gün oturup baştan sona mümkün olduğunca otantik ve eşsiz hissettirmeye çalışmak harikaydı. Ve filmin sonunda ses miksajına girip, büyük ekrana nasıl taşıyabileceğinizi görmek kadar güzel bir şey yok.◊ Yapımcı olmak, sadece performansa odaklanmak yerine filme daha geniş bir açıdan bakmanızı sağladı yani…- Rami Malek: Tabii ki. Ve film ekibine her zaman birlikte çalışmak istediğim, en sevdiğim aktörlerden bazılarını getirebilmemi sağladı. Rol arkadaşlarımın her biri bu işi çok iyi yapan, performanslarının zirvesinde çalışan insanlar. Bu filmdeki her oyuncu, birlikte çalıştığım için kendimi şanslı hissettiğim kişiler. Bir araya getirdiğimiz, yan yana çalıştığım kişilerle gurur duyuyorum. Bu gerçekten büyük bir başarı.RAMI’YLE AKTÖR OLARAK BİRBİRİMİZE HAYRANDIK◊ Rami Malek’in oynadığı Charlie Heller ile sizin canlandırdığınız Henderson karakteri arasındaki ilişki, filmde çok önemli bir yer tutuyor. Siz bu dinamiğe nasıl yaklaştınız, nasıl bir bağ kurdunuz?- Laurence Fishburne: Oldukça doğaldı. (Gülüyor) Rami’yle ben 7-8 yıl önce bir partide tanıştık ve anında birbirimizi sevdik. İkimiz de aktör olarak birbirimize hayrandık ve yaptığımız işleri beğeniyle takip ediyorduk. O ilk tanışmadan sonra birlikte çalışmak isteyeceğimiz oldukça açıktı.Bu yüzden “Amatör” filmi geldiğinde senaryoyu okudum ve “Hmm, oh, ah, evet, lütfen daha fazla verin” dedim. Her şey sayfalarda yazıyordu ama ikimiz arasındaki dinamik daha da derinleşti ve zenginleşti. Biz çekerken sadece eğlendik.◊ “Amatör” bir bakıma “Mr. Robot”taki çıkış rolünüzü andırıyor. Bilgisayar ve teknoloji dünyasına yeniden adım atmak nasıl bir histi?- Rami Malek: Elliot Alderson karakterine veda ederken üzücü anlar yaşamıştım. Sevdiğiniz bir karakterden uzaklaşmanız gerektiği an geldiğinde, buruluyorsunuz. Bir dereceye kadar karakter sizinle birlikte yaşar ya da siz onu yanınızda taşırsınız. Hepimizin yaklaşımı farklıdır gerçi, başkalarının nasıl yaptığını bilmiyorum. Ama o karakteri bırakmak konusunda biraz isteksizdim.Bu yeni karakterin bir yineleme olduğunu söylemeyeceğim ama elbette benzerlikler var. Kırılgan kesişimlerde olan, aynı zamanda belki de zeki olan karakterlere çekiliyorum. Keder yaşarken bile sebat eden karakterler… Çok sayıda zengin ve karmaşık unsur bana Elliot’ı hatırlattı, ancak farklı bir şekilde.Charlie hikâyeyi Elliot’ın muhtemelen yapamayacağı bir noktaya getiriyor. Filmde farklı unsurların birleşimi var. Charlie harekete geçiyor ve hikâye bir aksiyon-gerilim filmine dönüştürüyor. Yani yaptığımız türün sınırlarını aşıp daha özgün ve duygusal hale getirdik.SIRADAN İNSANLAR SIRA DIŞI KOŞULLAR◊ “Amatör” sadece intikamla ilgili değil, insanların neler başarabileceğinin sınırlarını da araştırıyor. Peki, gerektiğinde sınırları zorlamak ve imkansızı başarmak hakkında ne düşünüyorsunuz?- Laurence Fishburne: Sıradan insanlar her zaman sıra dışı koşulların içine düşebilir, değil mi? İşte bu, biz aktörlerin aradığı, gerçekten çekici bulduğumuz şeylerden biri. Sıradan görünen insanların sıra dışı koşullara girmek zorunda kalmaları ve zorunlulukların hikâyelerini anlatmak, tıpkı insanların hayatta yapmak zorunda olduğu gibi.◊ Çaresizliği, umutsuzluğu anlatmak için hangi kişisel deneyim ve duygulardan faydalandınız?- Rami Malek: Ne yazık ki çoğumuz hayatımızda belli bir miktarda kederle başa çıkmışızdır. Ben oyunculuğa veya film yapımcılığına bir terapi seansı olarak bakmıyorum. Ama bir insan olarak kendimden yakaladığım hisler kesinlikle vardı. Kimin olmaz ki? Ama ben kendimden hislerle başlamamaya çalıştım. Yönetmenimiz James Hawes ile konuşurken, kederin aşamalarının üzerinden geçtik ve film boyunca nasıl kullanacağımız konusunda çok titizdik. Yani izleyicinin “Ah, ben onun yerinde olsaydım, ben de böyle yapardım” diyebileceği bir tür ilişki kurduk.BU BİLGİ BENİ PARANOYAK YAPTI◊ Teknolojiyle aranız nasıl? Bilgisayar sahneleri için özel bir hazırlık ya da araştırma yapmanız gerekti mi?- Rami Malek: “Mr. Robot”tan sonra asla bir kodlayıcı olmayacağımı fark ettim. Ama teknoloji hakkında yeterince şey öğrendim. Ancak bu dizi yüzünden, Patriot Yasası’ndan sonra hükümetin elimizdeki tüm dijital verilere erişebileceğini öğrenmek beni oldukça paranoyak yaptı. O yüzden teknolojiyi bir kenara bırakalım.
Source: Barbaros Tapan
Cumhuriyet Pazar bu hafta da dopdolu!
Pazarın keyfi Cumhuriyet Pazar’la çıkar. İşte bu haftaki içeriklerimiz…- Dünyanın en genç kadın orkestra şefi Nil Venditti CRR Senfoni orkestrası daimi şefi olarak sürdürdüğü kariyerinin dönüm noktalarını Deniz Ülkütekin’e anlattı.- Mehmet Alev Coşkun’un kaleminden Atatürk’ün kültürel kökenleri…- Çocukları koruyan ruh Mehmet Fuat Umay’ın 23 Nisan’ı çocuklara adamak için çalışmaları Tolga Aydoğan’ın kaleminden.- Prof Dr. Üstün Dökmen Atatürk’ün kız çocuklarına verdiği önemi kaleme aldı.- Bitkilerin bilgeliğini inceleyen bilim dalı etnobotanik Ayça Ceylan’ın kaleminden.- Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisinden esinlenen diziyi Başak Bıçak izledi ve yazdı.- Burçak Şener mutfaktaki şehir efsanelerini araştırdı ve bilimsel verilerle karşılaştırdı.- Otizmli bireylerin atlarla kurduğu olağandışı iletişimin ayrıntıları Alara Baykent’ten.- Alican Elkorek, kadınların nasıl doğum yapacağı hakkında konuşanları ele aldı.- Doğa Taşlardan tarihten bugüne zaman algısını irdeliyor.- Berrin Karadeniz’le Kültür Rotası…Gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte istemeyi unutmayın.
Source: Haber Merkezi
Kanadalı fotoğraf sanatçısı Larry Towell, 44. İstanbul Film Festivali”ne konuk oldu
Yapı Kredi Kültür Sanat”ta gerçekleştirilen “Şiirden Fotoğrafa Larry Towell” başlıklı etkinliğin moderatörlüğünü gazeteci Defne Akman üstlendi.
Towell, 40 yılı aşkın kariyerinde önemli tecrübeler edindiğini belirterek, fotoğraf hayatının gelişiminde bazı figürlerin önemli rolü olduğunu söyledi.
Kariyerinde ayrıca ABD başkanlarının da önemli bir yer tuttuğundan bahseden Towell, “Ronald Reagan bu isimlerin başında geliyor. Çünkü kendisi savaşın başlatıcılarındandır. O, her yeri bir yangın yerine çevirdi. Elbette (George W.) Bush”un da hiç açmaması gereken Afganistan”daki savaşın benim kariyerimdeki önemini vurgulamalıyım. Son olarak (Donald) Trump da bunu devam ettirecek gibi duruyor.” dedi.
Towell, fotoğraf muhabirliğinin tarihte 19. yüzyılın sonlarında başladığına işaret ederek, şöyle devam etti:
“William Howard Russell, 1856″daki savaşta muhabir olarak çalıştı. O, askerlerin sıkıntılarını ve ıstıraplarını belgeledi, hikayelerini yazdı. Russell, askerlerin durumunu fotoğraflarıyla gündeme taşıdı. Aynı dönemde başka bir fotoğrafçı ise askerlerin gülümseyen hallerini anlattı. Oysa bu gerçek değildi. Bu da bize fotoğrafçılar arasındaki farkları gösteren iyi bir örnektir. Çünkü fotoğrafçılıkta önemli olan doğru hikayeyi güzel bir şekilde anlatmaktır.”
“Eskiden fotoğraf çok daha önemli bir anlama sahipti”
Kariyeri boyunca çektiği fotoğrafların yer aldığı önemli bir arşive sahip olduğunu dile getiren Larry Towell, “Daha sonra bu fotoğraflardan bazılarını kitaba dönüştürdüm. Günümüzde artık fotoğraf çekmek çok daha kolay. Verilere göre şu anda günde 3,2 milyar fotoğraf çekiliyor. Zamanın yeni imkanlar sağladığını kabul etmek gerekiyor. Eskiden “filmi ziyan etmek” diye bir mesele vardı. Bir fotoğrafı yakmamanız gerekiyordu. Bu artık söz konusu değil. Artık dijital bir dönemdeyiz ve bunlara gerek kalmadı.” ifadelerini kullandı.
Towell, dünyanın farklı yerlerinde çalışma fırsatı bulduğunu da anlatarak, şunları kaydetti:
“Nikaragua, Guatemala, Ukrayna, El Salvador çalıştığım savaş bölgelerinden yalnızca birkaçı. Burada 40 binin üzerinde fotoğraf çektim. Dünyada birçok yerde büyük insan hakları ihlalleri var ve ben de kariyerim boyunca büyük zulümlere şahitlik ettim. Eskiden fotoğraf çok daha önemli bir anlama sahipti. Ben Magnum”da çalışırken onlar çektiğimiz fotoğrafları dergilere servis ederdi. Burada önemli olan iyi bir hikaye anlatmaktı. Şimdi böyle dergiler ne yazık ki kalmadı. Fotoğraf da ölü bir işe dönüştü.”
Aynı zamanda bir müzisyen olan Towell”ın yaptığı şarkılardan örneklerin paylaşıldığı etkinlik, soru cevap bölümünün ardından sona erdi.
Larry Towell hakkında
Towell, 1953″te Kanada”nın eyaletlerinden Ontario”da dünyaya geldi. Toronto”daki York Üniversitesinde görsel sanatlar okuyan Towell”ın fotoğrafçılığa olan ilgisi ilk olarak burada başladı.
Hindistan”ın Kalküta kentinde gönüllü olarak 1976″da çalışmaya başlayan Towell, 1984″te “serbest fotoğrafçı” oldu, 1988 yılında ise ünlü fotoğraf ajansı “Magnum”a katıldı.
Larry Towell, fotoğrafçı ve yazar olarak Nikaragua”dan Meksika ve Kanada”ya, Filistin”den Afganistan”a gittiği ülkelerde birçok tarihi olayı ve çatışmaları belgeledi.
Çalışmaları “The New York Times”, “Life”, “Rolling Stone” gibi çok sayıda ünlü gazete ve dergilerde yayımlanan usta sanatçı, fotoğraf, şiir ve sözlü tarih alanında önemli kitaplara imza attı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Hukukçu Kezban Hatemi, gençleri hedef aldı: “Nişantaşı”nda iç çamaşırıyla dolaşıyorlar”
Ekol TVde Oylum Talunun sunduğu HaftaSonu programına konuk olan hukukçu Kezban Hatemi, toplumda son yıllarda giderek arttığını öne sürdüğü ahlaki erozyon” ile ilgili konuştu.NE GİZEM, NE GÜZELLİK, NE EDEP, NE HAYA, HİÇBİRİ YOKÖzgürleşme adı altında özellikle gençlerin, toplumun değer yargılarına karşı adeta inatlaşırcasına hareketlerde bulunduğunu öne süren Hatemi, şunları söyledi:“Globalleşme ile birlikte, artık çıplaklık her yerde karşımıza çıkıyor. Avrupada bu kadarını görmüyorum; çocuklarımız, iç çamaşırıyla Nişantaşında dolaşıyor. Ben dehşete düşüyorum. Birçok insan, bu şekilde kendilerini sergileyerek, adeta Et Balık Kurumu’na asılacak hale geliyor. Bu durum, erkekleri kadınlara karşı daha itici hale getiriyor. Ne gizem, ne güzellik, ne edep, ne haya, hiçbiri yok.”HER ŞEYDE YENİDEN BİR AHLAKİ DÖNÜŞ LAZIM“Siyasette, hukukta, dinde, ahlaki yeniden dönüş lazım. İkiyüzlülüğümüz var. Çifte standartlığımız var. Bunları aşmamız lazım. Allah şifa versin, Sırrı Süreyya Önder, barış elçimiz, 6 ay önce teröristti, şimdi heykeli dikilecek halde. Peki biz, böyle insanlarımızın başına bir şey geldiğinde mi kıymetini anlayacağız? Dolayısıyla bu nefret dilinden çok ciddi anlamda uzaklaşmalıyız.Sosyal bilimcilere çok büyük bir görev düşüyor. Bu çocukların daha kreşlerde eğitimi başlamalı. Hayvan sevgisi, insan sevgisi, düşünce özgürlüğü… Kimse kimsenin malı değil, bunlar bize yaratılıştan verilmiş özgürlükler.”
Source: Haber Merkezi
Osmanlı torununa Fransa”dan onur nişanı
Osmanlı Sultanı V. Murad ın torununun kızı Kenize Murad, Fransa nın en prestijli nişanlarından biri olan Legion d’Honneur (Onur Lejyonu) ile onurlandırıldı. Paris’te düzenlenen törene, edebiyat ve sanat dünyasından birçok önemli isim katıldı. Nişanı, Fransa nın en saygın edebi kurumlarından Académie Française üyesi olan, Lübnan asıllı dünyaca ünlü yazar Amin Maalouf takdim etti. Törenin sonunda ise sahneye dünyaca ünlü ney sanatçısı Kudsi Ergüner çıktı. Fransa’da uzun yıllardır yaşayan gazeteci ve yazar Kenize Murad, özellikle Osmanlı hanedanına ve Ortadoğu tarihine dair çalışmalarıyla tanınıyor. Kenize Murad ın Saraydan Sürgüne adlı eseri birçok dile çevrilmiş, geniş bir okuyucu kitlesiyle buluşmuştu.
Source: Habertürk
ECE
VİOP&VARANT
KRİPTO PARALAR
SPOR ARENA
MUCİZE LEZZETLER
LEZZETLİ HAYAT
ÇOCUKLA HAYAT
RESMİ İLANLAR
HÜRRİYET AİLE
HESAPLAMA ARAÇLARI
FOTO GALERİ
KİTAP SANAT
HAVA DURUMU
HÜRRİYET İK
YEREL HABERLER
BİZE ULAŞIN
VERİ POLİTİKASI
ENERJİ POLİTİKASI
KÜNYE Günlük Egazete
© Copyright 2025 Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.ŞKullanımKoşulları,Gizlilik Politikası,İletişim için bu linklerikullanabilirsiniz. Login olduğunuz taktirde kullanım koşullarınıve gizlilik politikasını kabul etmiş olursunuz.
GÜNDEM DÜNYA BİGPARA SPOR ARENA KELEBEK YAŞAM YAZARLAR RESMİ İLANLAR SON DAKİKA
Bugünün Yazıları
Hürriyet.com.tr Yazıları
Tüm Yazarlar
Arşiv Yazarları
HABERLERYazarlarM.Kutlukhan Perker ECE
M.Kutlukhan PerkerYazarın Tüm Yazıları
#ECE#M.Kutlukhan Perker#Karikatür
Nisan 20, 2025 10:32
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
M.Kutlukhan Perker çizdi…
Haberin Devamı
#ECE#M.Kutlukhan Perker#Karikatür
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı TipiYazarın Tüm Yazıları
DİĞER YAZARLARIMIZ
Duruşmalar TRT’den yayınlansın AHMET HAKAN
“Amatör”deki başka bir İstanbul! BARBAROS TAPAN
Manhattan’da bir ‘Nar’ ağacı DENİZ SİPAHİ
Dürtüsel davranışlardan kaçınalım, temkinli olalım DİNÇER GÜNER
Müzik üzerine bir başvuru kitabı DOĞAN HIZLANTÜM YAZARLARIMIZ
© Copyright 2025 Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş
HaberlerCanlı BorsaEuro TLPuan DurumuŞans OyunlarıAyetel KürsiAltın FiyatlarıKünye
Güncel HaberlerBurçlarAstrolojiMilli Piyango SonuçlarıDoğum Günü GazetesiRüya TabirleriYerel HaberlerSeçim Sonuçları
Son Dakika HaberleriBitcoinBorsaYayın AkışıE-GazeteGüzel Sözlerİstanbul İmsakiyeErkek İsimleri
Döviz KuruBilezik FiyatlarıYükselen BurçHava DurumuNamaz VakitleriSeri İlanlarAnkara İmsakiyeKız İsimleri
Dolar KuruDolar TLSporMagazinYemek TarifleriKişisel Verilerin KorunmasıYasin SuresiDoğum Günü Mesajları
Hürriyet”e Reklam VerYatırımcı İlişkileriBize UlaşınHürriyet Kurumsal
Türkiye”den ve Dünya’dan son dakika haberleri, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi Hurriyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez. Kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.
Source: M.kutlukhan Perker
Bitlis”te restore edilen tarihi Hazo Hanı eski ihtişamına kavuştu
Birçok medeniyetin izlerini taşıyan Bitlis”in önemli tarihi yapılarından olan ancak zamanla harabeye dönüşen Hazo Hanı, Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğünün üç yıl süren restorasyon çalışmasıyla yeniden ayağa kaldırıldı.
Tarihi İpekyolu güzergahındaki konumuyla geçmişte ticaret merkezi, konaklama ve hayvanların beslenildiği yer olarak kullanılan han, mimari dokusuna uygun restore edildi.
Kolonları depreme karşı güçlendirilerek çelik takviye edilen, ahşap pencere takılan, düşen ve kırılan taşların yerine yenilerinin eklendiği handa, aydınlatma sistemi, mekanik tesisat, sıva ve zemin yenilendi.
Su basmasına karşı drenaj çalışmasının yürütüldüğü han, restorasyonunun tamamlanmasının ardından turizme açıldı.
“Yapıya mümkün olduğunca az müdahaleyle yapıldı”
Handa incelemelerde bulunan Bitlis Vakıflar Bölge Müdürü Ali Osman Ayan, AA muhabirine, Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak 2022″de hanın restorasyonuna başladıklarını söyledi.
Handa restorasyonun tamamlandığını belirten Ayan, “Osmanlı döneminde çeşitli müdahaleler gören hanımız en son hayvanların beslendiği bir ahır olarak kullanılmış. 2020″de Kültürel Varlıkları Koruma Kurulunun kararının ardından restorasyon projesi hazırlanmış. 2022″de de restorasyonuna başlandı. Dikdörtgen yapıya sahip handa 8 büyük paye ayağı ile doğu ve batı köşelerinde 3″er hücre mekan bulunuyor. Restorasyondan önce çok kötü durumda olan hanımızda gerekli güçlendirmeler yapıldı.” dedi.
Restorasyon çalışmalarının yaklaşık 3 yıl sürdüğünü ifade eden Ayan, şunları kaydetti:
“Elektrik ve mekanik tesisatlar, yer döşemesi, ahşap kapı ve pencereleri tamamen yenilendi. Elektrik ve mekanik tesisatlar güncel hale getirildi. Restorasyon çalışmaları tamamlanan hanımız halkın hizmetinde kullanılacak potansiyele ulaştı. Kullanımıyla alakalı görüşlerimiz var. Valimiz, belediyemiz, yerel yönetimimiz ve Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün alacağı kararla hana fonksiyon verilecek. Restorasyon çalışmaları, ulusal standartlardaki koruma yaklaşımı çerçevesinde yapıya mümkün olduğunca az müdahaleyle yapıldı. Proje kapsamındaki çalışmalardan birini daha tamamlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu kapsamda restorasyonu devam eden Hüsrevpaşa Hamamı”nı da 2026″nın ağustos ayında tamamlamayı planlıyoruz.”
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source: