“Kültürel Etkinlikler Gündemi – Hayatın Renkleri ve Tarihin İzleri”

“Hayatımın tüm günleri artık dolu dolu bana lazım”

‘Evde kalıp piyano çalışmak için hasta numarası yapardım’

– Piyanoya 3.5 yaşında başlamışsınız önce biraz o yıllara gidebilir miyiz?

Sanırım ben çok istekli bir çocukmuşum ki annem o kadar erken yaşta başlatmış piyanoya… 4-5 yaş konser resimlerimi görünce ben de şaşırıyorum aslında ne kadar küçükmüşüm diye ama nasıl da mutluyum hepsinde, gülücükler saçıyorum etrafa seyirciyi selamlarken.

Her konsere yeni bir elbise ve yeni rugan ayakkabılar, çok küçük yaşta renkli ve heyecanlı ama bir o kadar da ciddi ve disiplinli bir hayat. Her konserin farklı bir hatırası…

Bir röportajımda “Bir de bebeklerle oynayabilsem” diye dert yanmışım ama geçenlerde gazete arşivimi düzenlerken gördüm, herhalde aksi bir günüme denk gelmişim. Aslında biraz aksiydim de, okula giderken de bazen söylenirdim…

‘Anneme hayrandım’

Hep evde kalıp piyano çalışmak için hasta numarası bile yapardım, annem de hemen inanırdı. Bu arada annem zaten çok uzun yıllar, sanırım 17 yıl, o dönemin en iyi piyanistlerini yetiştiren Ferdi Statzer’in öğrencisi olmuş, dolayısıyla piyano derslerime hep benimle beraber girer ve hocasının verdiği talimatlar doğrultusunda da evde beni çalıştırırdı. Sonra da piyanoya kendi geçer, beni kıskandıracak derecede zor parçalar çalardı. Chopin Etütler, Polonezler, Konçertolar… Ben de onları çalacağım günleri hayal ederek bir kenarda hayranlıkla onu izlerdim. Günlerimiz hep müzikle dopdolu geçerdi…

‘Çok önemli bir fırsat yakaladım’- Salzburg’daki Mozarteum Müzik Üniversitesi’nin “Harika Çocuklar” sınıfına tam burslu kabul edilmişsiniz. Salzburg ve ardından Londra size neler kattı?

Salzburg Mozarteum’a tam burslu olarak kabul edildiğimde aslında ailemden ayrı yaşamak için çok küçüktüm ama mecburen tek başıma da olsa gitmek zorundaydım, o büyük fırsatı kaçıramazdım.

Salzburg dünyanın en güzel şehirlerinden biri ve Mozarteum da halen en önemli müzik okullarının başında geliyor ama ben hep hüzünlüydüm, ailemsiz sanki hep eksiktim. Annem, babam ve kardeşimden ayrı geçen o yıllarda çok acı çektim, çok gözyaşı döktüm ama yine de çok çalıştım, hızlı öğrenebildiğim için küçük yaşta oldukça geniş bir repertuarım oldu…

‘Büyük piyanistlerin hocası BENİ seçti’

Mozarteum’dan 8 yılda, hem konser piyanistliği hem de müzik pedagojisi alanlarında çift anadal yaparak mezun oldum. Mezun olduğum yaz İspanya’daki bir master class’ına katıldığım büyük piyanistlerin hocası Maria Curcio, beni kendi yaşadığı şehir olan Londra’ya yerleşmeye ikna etti.

O sıralarda bildiğim, tanıdığım bir sürü piyanist arkadaşım onunla çalışmak için beklemedeydi, şu an ismini vermek istemediğim bazı Türk piyanistler de dahil olmak üzere…

Onların arasından sadece beni seçmesi, bana Salzburg’daki üniversite hayatımda ailemsiz geçirdiğim o uzun ve hüzünlü yılların acısını unutturdu, kısa süre içinde büyük bir mutlulukla Salzburg’dan Londra’ya taşındım. Önce onun öğrencisi ardından asistanı oldum. Hem öğrendiğim hem de öğrettiğim çok verimli bir süreçti Londra’da geçen 10 yılım.

‘GS marşı’nın (ç)alıntısı yok’

– Biraz da albümlerinizden söz edermisiniz?

Birçok albümüm var ama şu an halen en revaçta olan 1998 yılında bestelediğim Galatasaray Marşı albümü. Dijital ortamda dinlenme rekorları kırıyor. Tabii ne de olsa özgün bir parça, (ç)alıntısı yok, kalıbı yok, tek ve benzersiz. Yıllar boyu halkın çok sevip benimsediği bir parça oldu…

‘Devlet Sanatçısı’ olmak gurur verici

– Devlet Sanatçısı unvanına sahip olmak nasıl bir duygu?

Elbette onur duyduğum bir unvan, bir paye… 1998 yılında Ankara’da seçkin bir kurulun kararıyla önerilen 3 kişiden biri olmak ve Sayın Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel tarafından da bu unvana uygun görülmek beni çok mutlu etmişti. O dönem Londra’da yaşıyordum ve akademik kariyerimi henüz profesörlük mertebesine taşımamıştım, dolayısıyla “Devlet Sanatçısı” unvanı benim ilk unvanımdı ama sonrakiler de çok değerli tabii çünkü çok emek verdim.

‘Kendimi çok ihmal ettim’

– Yeni çalışmalarınız, yeni projeleriniz neler?

Londra’da Maria Curcio gibi çok önemli bir hocanın asistanlığını yaptığım yıllarda dünyanın dört bir yanından gelen gençlerin yetişmesine katkıda bulundum. Maria’yla birlikte yarışmalara hazırladığımız genç piyanistler en önemli yarışmalarda ödüller kazandılar. Bilgi paylaşılınca değerlidir biliyorum ama ben uzun yıllar çok yoğun ders verdikten sonra aslında kendimi çok da ihmal ettiğimi fark ettim. Daha repertuarıma almak istediğim bir sürü eser var, bekleyen kayıtlarım ve kendi yazdığım parçalar var. Bunların hepsi için de zaman lazım, aslında haftanın tüm günleri artık dolu dolu bana lazım diye düşündüm ve birkaç ay önce radikal bir kararla üniversiteden ayrıldım…

Meslektaşlarına esprili bir yanıt

– Çok sevdiğiniz akademisyenliğe neden veda ettiniz?

1988-2004 yılları arasında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın da solist sanatçısıydım. Profesörlük sürecimde konserlere ara vermek zorundaydım çünkü ders verdiğim üniversitede öncelikle “Orff Schulwerk Temel Müzik ve Hareket Eğitimi” dersimin tüm dünyadaki seminerlerine katılarak kendimi o alanda da güncel tutmak ve ‘’Müzik Eğitimi’’ alanındaki diğer toplu derslerimi hazırlamak için ciddi bir zamana ihtiyacım vardı. Son zamanlarda bana hep “Nerelerdeydin, konserlere de epey bir ara vermişsin…” diyen meslektaşlarıma da buradan esprili bir mesajım olsun… Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesindeydim ve bence en az konser piyanistliği kadar mühim olan “nitelikli müzik öğretmenleri” yetiştirmekle meşguldüm. Doçentliğim sonrasında hazırladığım makaleler, yurtdışı yayın ve seminerlerim ile Profesörlüğe yükseltildim. Bizim mevzuatta belli bir sayıda öğrenci mezun etmek bu yükseltmeler için maalesef yeterli olamıyor, diğer kriterleri de yerine getirmek için çok çalışmak gerekiyor. Ama ben şimdi yine/yeniden sizlerle müzik yapabilmek için kendimi yetiştirmeye döndüm.

‘7 Mart hayatımın en kötü günü’

– 7 Mart’ta babanız, çok değerli gazeteci Çetin Emeç için her yıl olduğu gibi bir anma programı düzenlenecek… Siz de o programda yer alacaksınız…

Neler hissediyorsunuz?

7 Mart benim hayatımın en kötü günü. Babamın vurulduğu haberini Londra’dayken aldım ama hayatta olup olmadığını bilmeden, öğrenemeden uçağa atlayıp geldim. Akşam saatiydi, Suadiye’deki evimize vardım ve orada beni karşılayan yoğun kalabalığı görünce sabah Londra’dayken soramadığım o zor sorunun cevabını da almış oldum. Babamı anma törenlerinde yanımızda olan herkese hep sımsıkı sarılmak, kucaklamak istiyorum. Özellikle o gün şefkate ve sevilmeye o kadar ihtiyacım var ki… Başta Sayın Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağı olmak üzere, Başkan Danışmanı Sayın Can Ersal’a, Kültür Müdürü Sayın Ömür Kurt’a ve organizasyonda emeği geçen herkese içten teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca babamız Çetin Emeç’in aramızdan ayrıldığı günden bugüne dek her zaman yanımızda olan, onun gazetecilik ilkelerine yürekten bağlı aile dostumuz değerli gazeteci Sayın Uğur Dündar’a da gönülden teşekkür etmek isterim.

‘Babama lâyık olabilmek için çok çalıştım’

Biraz da babanızı kaybetmenin üzerinizde bıraktığı etkilerden, O’nun size kattığı değerlerden bahseder misiniz? Eminim müzik yaşamınızda büyük desteği var… Mozarteum’dan mezun olup Maria Curcio ile çalışmak için güle oynaya Londra’ya taşındığımdan 1 yıl sonra bir sabah babamın suikast haberiyle hayatımın o en kötü gününe uyandım. Ayrıntılara girmeyeceğim ama ilk zamanlar çok zorlandım.

Piyanist olma sevdam yüzünden ayrı geçirdiğimiz ve babacığımdan mahrum olduğum onlarca yıla çok acıdım. Bildiğim, öğrendiğim her şey değersizleşti sanki, hatta beni rahatsız etti. Uzunca bir zaman “keşke”ler ile yaşadım hep ama sonra ona son telefon konuşmamızda verdiğim bir söz aklıma geldi. “Söyle bakalım bugün kaç saat çalıştın?” diye sorardı hep babam beni aradığında ve ben, ne tuhaf ki o son konuşmada “saat yüzünden değil, ben hep sana layık olabilmek için çok çalışıyorum” demiştim. Bu söz bir yemindi adeta ve ben o sözü bunca yıl hiç aklımdan çıkarmadım.

Konserler başlıyor

– Önümüzdeki günlerde konser programınız nasıl?

Önümüzdeki haftalarda CKM, AKM, Koç Okulları ve Yeldeğirmeni Sanat’ta resitallerim ve konserlerim olacak. 26 Mart’ta CKM’de “Anne ve Bebek Sağlığı Vakfı” yararına değerli Opera Sanatçımız Tenor Sedat Can Öztoprak ile sahnede olacağız ve Schubert’in o muhteşem eseri “Winterreise”yi seslendireceğiz.

Source: Nazan Doğaner Halici


Cenazeye Antalyalılar hâkimdi… Üç mekânda neler oldu

Edip Akbayram dostumuzun bu sözü iki gündür haberlerde ‘damga’ oldu. Yazı böyle başlasın istedim. Cenaze törenini önceki gün yazacaktık, ama tören yaklaşık 6 saat sürdüğü için bugüne bıraktık. 11.00’de İBB Cemal Reşit Rey Konser salonundaki törende ailesi ve sevenlerinin yanı sıra Ekrem İmamoğlu, Zülfü Livaneli ve sanat dünyasından çok sayıda isim vardı. Törende ilk olarak Nebil Özgentürk tarafından hazırlanan Edip Akbayram’ın hafızalara kazınmış şarkıları, türküleri ve marşlarının sözleriyle bağlantılı belgeseli gösterildi. Livaneli, “Akbayram, adı gibi edip bir insan altını çizdi ve namuslu yaşayanların belki de en başındaydı. Hayatında hiçbir lekesi olmadı” dedi. Törende eşi Ayten Hanım, oğlu Ozan, kızı Türkü ve torunu Lavin de vardı.En önemlisi de onun Antalya’daki dostlarının cenazeyi düzenlemesiydi; Ramazan Aslan, Abdullah Keleş, Kadir Dursun, Bülent Ecevit, Salih Uçar, Dursun Gündoğdu’nun eşi Nezaket Gündoğdu aksaklıkları anında giderdiler. Avanos’taki yakınları da gelmişlerdi. Belediye Başkanı Mustafa Kenan Sarıtaş’ın da çelengini gördük. Her üç mekânda, Karacaahmet Mezarlığı da dahil olmak üzere bağış yapılmış yüzlerce çelenk vardı. CHP’li grup başkanvekilleri, İBB’den üst yöneticiler ve ilçe belediye başkanlarından gelenler ile Sol Parti ve bazı sol gruplar da dikkat çekti. Cenazeden sonra Akbayram ailesinin Moda’daki evinin yakınındaki kafeteryada konuklar ve komşuları ağırlandı.Bir siyasetçi, Teşvikiye Camisi’ndeki tören için “Bu son yıllarda sol grupların ağırlıklı katıldığı cenaze töreni, Edip Akbayram’ın cenazesi oldu” dedi. Kendisini sevenler de üç mekânda hazır bulundular.Kendilerini ya da isimlerini gördüğümüz isimleri de aktarmak istiyoruz:Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Volkan Konak, Hüseyin Turan, Onur Akın, Nilüfer, Müjdat Gezen, Selami Şahin, Zuhal Olcay, Suavi, Kubat, Erol Evgin, Mazlum Çimen, Engin Evin, Ferhat Tunç, Nur Sürer, Gülben Ergen, Rutkay Aziz, Ferhat Göçer, Hülya Süer, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Cahit Berkay, Sümer Ezgü, Ahmet Selçuk İlkan, Berhan Şimşek, Menderes Samancılar, Halil Ergün, Nezih Berktaş, Bülent Fortan, Dr. Gürbüz Çapan, Onuncu Köy Derneği, Fermani Altun, Most Prodüksiyon, Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş, Muharrem İnce, Doğu-Şule Perinçek, Filiz Otyam, Derya Şensoy, YÖN Radyo, Bakan Mehmet Ersoy, Deniz Gezmiş Vakfı ve ailesi, Orhan Keçeli ve çocukları, Milletvekilleri Gülizar Biçer Karaca, Sezgin Tanrıkulu, Aylin Nazlıaka.Bu arada gözler Orhan Gencebay ve Arif Sağ’ı aradı. Mahsun Kırmızıgül mazeret bildirdi. GÜNÜN SÖZÜ “1877-1878 Osmanlı’nın Ruslarla yaptığı 93 harbinde Bulgar komitacıların köy-köy dolaşarak Türkleri katledip bağımsızlıklarını ilan ettiği gündür. Dışişleri Bakanlığımız iki gün evvel Bulgarların Osmanlı’dan kurtuluş ve kuruluş günü (3 Mart 1878) münasebetiyle kutlama yapmış. Türklerden daha (!) iyi komşu, başka hangi ülkede bulunuyor.” Rehan GÜNDOĞMUŞÇOCUKLARIMIZA OKUTALIMSINAVLARDA başarılı olan öğrenciler zeki oldukları için değil düzenli ders çalıştıkları için kazanıyorlar ve bu çocuklar da çok severek ders çalışmıyorlar. Çalışmak zorunda oldukları için ders çalışıyorlar. Ders çalışmak istek değil zorunluluktur. Ders çalışmak için ilham gelmesini beklemeyin. Zorla da olsa oturun masanın başına çalışın ve gireceğiniz o sınavı kazanın. Unutma! Sınavı zeki olan değil çalışan, emek veren kazanır.KAFA KARIŞTIRMA “PTT şubeleri kapanıyor, vatandaş sorun yaşıyor”, “Mesut Özdil, Almanya’dan dışlandı, Türk milliyetçisi oldu.” “İstanbul Sözleşmesine dava açan Özbudun, düştüğü hali kendi takdir etmeli”, “Kürdistan’ı kurmak istiyorsak, Kürtleri kışkırtmak en kolay iş, Türkleri uyutacak birilerini bulmaktır.” (CIA Casusu Ruzi Nazar!), Güney Azerbaycan, Tebriz’de 150 bin Türkün haykırışı: Ne mutlu Türk’üm diyene..Cazim Gürbüz: “65 yaşından sonra İslam’ı terk ettim.” Alim değilse ariftir. Kuşkusuz önümüzdeki günler sürprizlerle doludur. Millet koltuğu çekip alır!ATATÜRK’Ü ZİYARET ETMEDİ, PAPA’NIN ELİNİ ÖPTÜ AHH O FETÖ NELER YAPTIYAKIN tarih boyunca Türk milletinin başı ne zaman derde girse, altından dinci ve bölücü terör örgütleri çıkar. Bunların müşterek hedefi Türkler ve Türk Cumhuriyetleridir. Örnek mi?“Fethullah Gülen, Papa’yı ziyaret etmiş ve elini öpmüştür. Ama bir kez bile Atatürk’ü ziyaret etmemiştir. ‘Dinler arası Diyalog’ tuzağıyla İslam’a çok kötülük etmiştir.” “Sur’da bir delik açtık, mukaddes mi mukaddes” diyen kimdir!NURİ KİLLİGİL PAŞAYI ANIYORUZ2 Mart 1949 tarihinde sonsuzluğa göç ederek aramızdan ayrılan Bakü Fatihi ve Modern Türk savunma sanayisinin kurucusu olan Nuri Killigil Paşa’yı uçmağa varışının 76. yıl dönümünde saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.Ne olduysa Atatürk’ün ölümünün ardından 2. Dünya Savaşı süreciyle başlayan 8 Nisan 1923’te yayımlamış olan Dokuz İlke’den (umde) ve Kemalizm’den (Cumhuriyet Devrimleri) kopuşun tedricen ülkeyi, milleti getirdiği yer. Bir okurumuzun yazısıyla hatırlatalım dedik.Nuri Killigil 1940’larda İstanbul Sütlüce’de kurduğu Türkiye’nin ilk özel savunma şirketi fabrikasında top, havan, uçaksavar mermi ve tapalarının yanı sıra uçak bombaları imal etmişti. Yerli harp sanayisinin gelişmesine ve Türk Ordusu’nun ateş gücünün artırılmasına katkı sağlayan ilk özel girişimdi.2 Mart 1949 tarihinde fabrikada sabotaj olduğu düşünülen büyük bir patlama meydana gelir. Aralarında Nuri Killigil’in de bulunduğu 27 kişi bu patlamada hayatını kaybeder.Olayın ilk oturumunda Başbakan Şemsettin Günaltay, milletvekillerini bilgilendirdi. Ancak tutanaklar üzerinde gizlilik kararı olduğundan Killigil ve 27 kişinin ölümüne sebep olan patlamadaki sır perdesi aralanamadı.Killigil ve 27 Türk evladını saygıyla anıyoruz.

Source: Yalçın Bayer


Uyandınız mı?

Sabah uyandığınızda ilk düşündüğünüz şey nedir? Sabah sabah… “Daha afyonumuz patlamadı” dediniz. Sırası gelmişken “Afyonu patlamamak” deyimini bilmeyen yoktur. Hikâyesi de var elbette… Osmanlı dönemlerinde yaşayan keşler ramazanda oruçları bozulmasın diye sahurda afyon kapsülleri yutarlarmış. Mide asidi ile etkileşime giren kapsüller öğlen civarı patlayınca kendilerine gelirlermiş. Günümüzde; uykudan uyanmasına rağmen henüz mahmurluğu atamamış, huysuzlananlara söyleniyor. Bu bilgiyi verdikten sonra sadede gelirsek… Sabah erkenden uyanıp gazete okuma alışkanlığınız varsa ki; bunun cevabını rahatlıkla verebilirsiniz. Mesela gülümseyerek “Çok güzel bir sabaha uyandım yine…” diye kendinizi güne motive ederken, radyoda çalan sevdiğiniz müzikler eşliğinde gazetenizi okuyorsunuzdur… Birazdan sevgilinizle veya sevdiklerinizle birlikte yapacağınız kahvaltıya yardım için mutfağa gitmeniz gerektiği aklınıza geldiğinde, gazeteyi kenara koyup keyifle gideceksiniz. Kimileri bu satırları okurken iç çekip ardından sitemkâr bir ses tonuyla, “Nerdeee bu lüks bizde kardeşim… Erkenden kalkıyoruz elbette ama gazete, müzik, kahvaltı hak getire yani, koştur koştur işe gidiyoruz…” Bazısı “Uyandığımızın bile farkında olmuyoruz… Evden çıkıp doğruca otobüs durağına, otobüsü kaçırdık mı önce işi, ardından hayatı kaçırıyoruz…” Bir başkası cevaben, “Ne mutlu sana ki bir işin var be güzel kardeşim… Benim o da yok… Her sabah erkenden karnımın gurultusundan uyanıp işe gider gibi yapıyorum…” Kaşlarınızı çattınız biliyorum… “Uyandık diye şükür mü edelim, uyanacağız tabi ki” dediniz… Uyandınız mı cidden? “Günaydın” o zaman…KOKUYU SANATA TAŞIYAN ADAM ‘AHMET YİĞİDER’Kokular; biz biyolojik canlıların yaşam izlerini temsil eden en önemli artığı, duyguların dışa vurumu ya da var olmanın kanıtıdır. Bu benim düşüncem elbette… Siz de benim gibi düşünüyorsanız, 27 Şubat’ta CerModern’de başlayan, hayranlık duyacağınız bir etkinliği duyurmak istiyorum. Küratörlüğünü sevgili dostum Dilek Karaaziz Şener’in yaptığı ve karınca yaşam felsefesinin başrolde olduğu serginin adı “Karınca Yuvası.” 23 Mart’a kadar sürecek sergide, karıncanın yaşam felsefesinin temelinde yer alan “disiplin ve iletişimin” kaynak olgusunu, kokuyu derinden hissedeceksiniz. Kokuyu sanatına yansıtmayı başaran, heykel sanatçısı Ahmet Yiğider’in metal ve bez kullanarak oluşturduğu konik şekilli devasa heykelin içerisinde gezinebiliyor, spiral labirentte kaybolma hissini algılayarak heyecanlanıyorsunuz. Spiralin sonuna doğru duyumsadığınız güçlü kokudan etkilenecek, karıncalara karşı duyduğunuz hayranlığınızı tazeleyeceksiniz… Kokunun fotoğrafı çekilmez sanırdım ancak sevgili arkadaşım Birben çekmiş, bunun için teşekkür ederim.TATLIM, KIYMETLİM ‘BAĞDAT’LIMRamazan gelince aklıma ilk gelen tatlı “Bağdat tatlısı” desem siz de katılır mısınız? Aklına ilk gelen ve ilk canının çektiği olduğunu bildiğim birçok Ankaralı tanıyorum… Tatlının ismi Bağdat olsa da ana vatanı Ankara. 1978 yılında Antepli tatlı ve kebap ustası “Lütfü Değer” tarafından Maltepe Şehit Daniş Tunalıgil Caddesi’nde kurulan “Bağdat Kebapçısı”nda doğuyor. Doğuş o doğuş… Ankaralının hafızasına kazınıyor ve Lütfü Usta’nın efsane tatlısı bir daha asla ölmüyor… Her iyi şeyin taklidi olduğu gibi Lütfü Usta’nın Bağdat tatlısı da taklit ediliyor… Ancak taklitlerinin hiçbiri esasının yerini tutmuyor, “Taklitler esasını yaşatır” deyimi gerçek oluyor. Gittiğimde, rahmetli Lütfü Usta’nın kızı Sevde Yıldız tezgâhın arkasındaydı. Tatlının görüntüsü de tadı da her zamanki gibi özgün ve elbette ki şahaneydi… Siz de gidin derim…EFSANE ‘İFTAR’Efsane Kebapçı Selçuk Usta’nın kebaplarına bayılıyorum… Daha önce Bağlar Caddesi’ndeki yerini ve nefis kebaplarını yazmıştım. Çukurambar Muhsin Yazıcıoğlu Caddesi’ndeki yeni yerine taşındığını haber verince, gitmemek olmazdı. Hürriyet Ankara Haber Koordinatörü’müz sevgili Murat Yılmaz ve zarif eşi Dilek de oruçluydu, hep beraber iftara Selçuk Usta’ya gittik. Eski yerine nazaran çok büyük restoranın servis tabaklarındaki tarihi “Nemrut Dağı” vurgusunu hepimiz çok sevdik. Ön ikramlardan “bostana” her zamanki gibi lezizdi… Urfa’ya has çiğ köfte şahaneydi… Bu sefer kebap yemedik, Selçuk Usta çoban kavurmayla, tepside fırınlanmış “incik gerdan” önerdi. Çoban kavurma, uzun zamandır yediğimin en iyisiydi… İnci gerdan, çok farklı geldi. Doyumluk ve ekmekle banmalık tepsiden, insanın yedikçe yiyesi geliyor… Finaldeki künefeyi de çok beğendik. Ramazan bitmeden uğrayın…

Source: Aziz Devri̇mci̇


Tarihi zafer

GÜNÜN YAZARLARI | ON NUMARA YAZARLAR | TÜM YAZARLAR

Anasayfa Yazarlar Yunus Emre Sel Tarihi zafer

Yunus Emre Sel
yunusemre.sel@fotomac.com.tr

06 Mart 2025 | Perşembe
Tarihi zafer

Trabzonspor U19 Takımı inanılmazı başardı ve destan yazarak tarihe geçti. Atalanta karşısında alınan bu etkileyici galibiyet sadece bir zafer değil, aynı zamanda Türk futbolunun geleceğine dair umut sinyalidir. Genç yeteneklerin sahada ortaya koyduğu mücadele, teknik disiplin ve takım ruhu, ülkemizin futbol sahnesinde yeniden yükselişe geçmesinin müjdecisi niteliğinde. Özellikle altyapıda yetişen bu oyuncular, geleceğin yıldızları olarak Türk futbolunun kurtuluşunda önemli rol oynayacak. U19″ların gösterdiği performans, Türk futbolunun uzun zamandır aradığı dinamizmi ve yaratıcılığı gözler önüne serdi. Gençlerin uluslararası arenada elde ettiği başarı, yalnızca kulübün değil, tüm ülkemizin alt yapısına duyulan güveni pekiştiriyor.

Trabzonspor”un altyapısından çıkan bu yetenekler, Türk futbolunun küresel rekabette hak ettiği yeri almasının ve uluslararası arenada başarılı olmasının yolunu açıyor. Bu galibiyet, genç yeteneklerimizin uluslararası standartlarda yarışabildiğini ve Türk futbolunun kurtuluşunun temellerinin atıldığını gösteriyor. Gelecek maçlarda da bu performansın artarak devam etmesi, hem Trabzonspor”un hem de Türk futbolunun yeniden doğuşunun habercisi olacak. Trabzonspor U19, mücadeleci ruhu ve teknik üstünlüğüyle Türk futbolunun kurtuluşuna giden yolda örnek teşkil ediyor. Trabzonspor maça çok etkili başladı. Net bir forveti olsa daha ilk dakikalarda 2-0 öne geçerdi. Daha sonra Atalanta baskıyı artırdı. Ama kaleci Ahmet harika müdahalelerle Arda”nın da desteğiyle çok iyi bir performans sergiledi. Kaptan Salih hem sahada çok başarılı hem de takıma abilik yapıyor. Gençlerin fiziki mücadeleden hiç kaçmaması, sürekli temaslı oyun oynaması önemli. Bütün takım canla başla mücadele etti. Hepsini yürekten kutluyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

Etiketler :
Trabzonspor, TRABZONSPOR U19, Trabzonspor U19 Takımı, Arda, Salih, Atalanta, ahmet, Tu¨rk futbolu, Turk, Tu¨rk

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
TÜM YAZILARI

Özlemiştik!! Köklü değişim şart!! Düşmek değil kalkmak önemli!

Anasayfa Beşiktaş Fenerbahçe Galatasaray Trabzonspor

Source: Fotomaç


Özel öğrencilerden ramazana özel hediye

Engelli öğrenciler ramazana özel yaptıkları el emeği göz nuru tespihleri vatandaşlara hediye etti. Engelli bireylerin sosyal yaşamda daha aktif bir rol almasını sağlamak ve toplumsal farkındalık oluşturmak amacıyla Başakşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilen Engelsiz Yaşam Merkezi projesi çerçevesinde Başakşehir Engelsiz Yaşam Atölyesi ile bireyler için birçok çalışma gerçekleştiriliyor. Ramazan ayı dolayısıyla da belediye binası fuaye alanında “Tespih Yapım Atölyesi” kuruldu. Etkinliğe engelli bireyler ve ebeveynlerinin yanı sıra, ilçede eğitim gören öğrenciler ile özel eğitim öğretmenleri katıldı. Engelli bireylerin tespih yapımını öğrendiği etkinlikte empati ve iş birliği duygularının gelişmesine imkan sağlanırken Başakşehir Belediye Başkanı Yasin Kartoğlu da atölyede çocuklara eşlik etti. Ramazan ayının birlik, beraberlik ve paylaşma duygularına atıfta bulunulan etkinlikte engelli bireyler ve onlara yardımcı olan öğrenciler renkli görüntüler oluşturdu. Ardından ise yapılan tespihler öğrenciler tarafından Başakşehir Merkez Camii”nde vatandaşlara dağıtıldı. SANATLA TERAPİ Etkinlikte öğrencilere eşlik eden Başakşehir Belediye Başkanı Yasin Kartoğlu, “Aslında bu bir terapi. Evlerde problem yaşayan çocuklar burada daha sakinleşt ve bu tür alanlardayken daha mutlu olduklarını söylediler. Bizim için önemli kısmı; özel çocuklarımızın emekleriyle hazırlanmış olması ve onlara yardım eden liseli, ortaokullu gençlerimiz” dedi.

Source: Sabah


Beşiktaş”tan İngiliz gazetesine ayar! “Şahin değil kartal gözlerimiz var”

3 Mart”ta 122. yılını kutlayan Beşiktaş, aynı zamanda logo değişikliğine gitti. İngiliz gazetesi The Sun, Siyah Beyazlılar”ın eski ve yeni logosunu paylaşarak “Farklılıkları görebiliyorsanız, şahin gözelere sahipsinizdir” ifadelerini kullandı. Beşiktaş ise bu alaycı tavrı cevapsız bırakmadı. 1992 yılında The Sun”ın yaptığı logo değişiklini paylaşan Siyah-Beyazlılar, “1992”de yaptığınızın aynısı. Bizim kartal gözlerimiz var” notunu düştü. Sosyal medyada yaşanan bu diyalog gündem oldu ve birçok beğeni aldı. Bazı Beşiktaş taraftarları The Sun”a tepki gösterdi.YENİ LOGODA FARKI BULUNHollanda basınından Vi ise “Farkı bulun: Beşiktaş yeni logosuyla doğum gününü kutladı” başlığını kullandı. Yayınlanan haberde, yeni logoda yapılan değişikliklerin anlaşılmadığı belirtildi. Siyah-Beyazlılar”ın resmi siteden yaptığı açıklamada ise güncellenen alanlar belirtilmişti. “Şanlı armamız yenilendi” başlığı ile yeni logosunu duyuran Kara Kartal, “Şanlı armamız, Kulübümüzün marka değerini daha iyi yansıtması, dijital ortamda ve baskı uygulamalarında daha belirgin hatlarla kullanılabilmesi amacıyla günümüz markalaşma standartları göz önünde bulundurularak yenilenmiştir.HARFLER EŞİTLENDİYenilenen armamız, bugüne kadar kullandığımız arma ile aynı form üzerine çizildi. 122 yıldır gururla taşıdığımız Türk bayrağı büyütüldü. Bayrak, köşe noktalarının zemindeki siyah sütunun sınırlarına oturtulması neticesinde armamızla daha uyumlu bir görünüm kazandı. Armamızda yer alan Türk bayrağındaki kırmızı renk, resmi Türk bayrağındaki kırmızı renkle aynı tona getirildi. Armamızın dış hattındaki siyah kontür kalınlaştırıldı. Beyaz kontür ile aynı kalınlığa getirilen siyah kontür, daha belirgin bir görünüme kavuştu. “B”, “J” ve “K” harfleri aynı boyuta ve “1”, “9”, “0” ve “3” rakamları aynı kalınlığa getirilerek tipografik bütünlük sağlandı” ifadelerini kullandı. Bu duyurunun altına çok sayıda yorum yapıldı.

Source: Www.star.com.tr


Pakistan”ın tarihi camileri ramazanda da ziyaretçilerini ağırlıyor

Sind eyaletinin merkezindeki Thatta”da bulunan 400 yıllık Şah Cihan Camisi, ramazanda yerli ve yabancı turistleri misafir ediyor.

Babür Sultanı Şah Cihan döneminde inşa edilen cami, çini işçiliğiyle dikkati çekiyor. Kobalt mavisi, turkuaz, manganez menekşesi ve beyaz çinilerin kullanıldığı cami, turistlere aynı zamanda görsel şölen sunuyor.

Sind eyaletin başkenti Karaçi”de de dini yapılar, vatandaşlar tarafından ziyaret ediliyor.

Merkezi ibadethanesinde sütun bulunmayan en büyük tek kubbeli cami olduğu belirtilen Mescid-i Tooba (Tooba Camisi) ise farklı mimarisiyle dikkati çekiyor.

Yaklaşık yarım asır önce inşa edilen kolonsuz yapının dengesi, kubbeyi yerden çevreleyen alçak duvarlarla sağlanıyor.

Turistlerin yoğun ilgi gösterdiği tarihi yapı, serinlemek isteyen yerli halkın da vakit geçirmek için tercih ettiği başlıca mekanlar arasında bulunuyor.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Osmanlı”nın “Aslanlı Paşası” Cezayirli Hasan Paşa dünyada bir ilki başardı: ABD”yi vergiye bağladı!

Osmanlı Devleti tarihinde birçok güçlü ve önemli paşalar bulunuyor. Kazandığı savaşlar, fethettiği yerler ile yönetiminde bulunan halkların asırlar boyunca huzur içinde yaşamasını sağlayan Osmanlı Devleti”nin kahraman paşalarından biri de Cezayirli Hasan Paşa. İşte Yeniçerilikten Sadrazamlığa uzanan hikayesiyle Cezayirli Hasan Paşa… DENİZ TUTKUNUYDU -1710″lu yıllarda Dünyaya geldi. Ailesi ve nereli olduğu hakkında pek bir bilgi bulunmuyor. Çocukluğunun Trakya bölgesinde geçtiği bilinmektedir. -Gençlik ve çocukluk dönemlerinde denizcilik tutkusu kanına işlemişti. -Hayali, bir asker, daha doğrusu bir gemi kaptanı olmaktı. Bir savaş gemisi kaptanı… BELGRAD KUŞATMASINA KATILDI 1738 yılında yeniçeri ocağına girip Belgrad kuşatmasına katıldı ve henüz toy olmasına rağmen büyük başarılara imza attı. Hedeflediği gibi orduya girmişti ama denizlerden uzak kalmış, karada savaşıyordu. KADERİNİ DEĞİŞTİREN OLAY Kaderini değiştiren olay ise, kazandığı para ile aldığı bir gemiyi kullanarak İstanbul”dan, Cezayir”e yola çıkma kararıydı. Yolculuk sırasında gemisi Akdeniz açıklarında bir İspanyol savaş gemisinin saldırısına uğradı. Bu çarpışmadan galip çıkan Hasan Paşa oldu. CEZAYİR LİMANINA İKİ GEMİ İLE YANAŞTI Tek gemi ile İstanbul”dan yola çıkan Hasan Paşa, iki gemi ile Cezayir limanına yanaşmıştı. Bu başarısından ötürü kendisine “Cezayir Dayısı” ünvanı verildi ve Tilemsen sancağının başına getirildi. BİR YENİÇERİ İKEN KAPTAN OLDU İstanbul”dan sıradan bir yeniçeri olarak yola çıkan Hasan Paşa, Cezayir”e ayak bastığında en çok saygı duyulan gemi kaptanlarından biri olmuştu. YAVRU ASLANI EVCİLLEŞTİRDİ Kuzey Afrika”da bulunduğu dönemde yavru bir erkek aslanı kendisine alıştırdı ve beslemeye başladı. Aslan büyüdükçe aralarında ki bağ iyice güçlendi ve Hasan Paşanın lakabı “Aslanlı Paşa” oldu. HER YERE ONUNLA GİDİYORDU Gittiği her yere zincir tasmasından tuttuğu aslanıyla beraber gidiyor ve ele geçirdiği gemilere aslanıyla beraber çıkıyordu. Aslanlı Paşa efsanesi kısa zamanda Avrupa”nın tümünde korku ile anılmaya başlandı. Avrupalı ressamların çalışmalarına konu oldu. İSTANBUL”A ÇAĞIRILDI Cezayir”de geçirdiği başarılarla dolu 20 yılın ardından 1761 yılında İstanbul”a geri çağrıldı ve kısa zaman içinde Devlet yönetiminde önemli kademelere getirildi. 1770 yılında Osmanlı Donanmasındaki tüm gemilerin Ruslar tarafından Çeşme”de yakılması ve Limni adasının kuşatılması üzerine, 3000 askeri ile yola çıkarak kalenin yönetimini eline aldı ve Rusları bölgeden defetti. KAPTAN-I DERYA OLDU Bu başarısının ardından kendisine “Gazi” ünvanı verildi ve “Kaptan-ı Derya” rütbesi ile ödüllendirilerek Osmanlı Donanmasının başına getirildi. Fakat ortada bir donanma yoktu. Hasan Paşa yakılan donanmanın yerine üç yıl içerisinde modern bir donanma hazırlattı. Üstelik gemilerin yapımının büyük bir bölümünü kendi cebinden karşıladı. AMERİKAN GEMİLERİNİ ELE GEÇİRDİ Donanmanın başına geçtikten sonra sayısız isyan bastırdı ve denizlerde savaşmaya devam etti. Cezayirli Hasan Paşa bu dönemde Akdeniz açıklarında arka arkaya pek çok Amerikan gemisi ele geçirdi. VERGİ ÖDEMEYİ KABUL EDEN TEK AMERİKAN BELGESİ O dönemde yeni bir ülke olan Amerika Birleşik Devletleri”nin donanması Osmanlı İmparatorluğu ile boy ölçüşecek durumda değildi. Amerika bu yüzden denizlerde Osmanlı hakimiyetine boyun eğdi ve “Trablusgarp Antlaşması” yapıldı. Osmanlıca yazılan ve 22 maddeden oluşan anlaşmayla Amerika yıllık 12 bin altını Osmanlı Devleti”ne vermeyi kabul etti. Bu anlaşma Amerika tarihinde yabancı dilde yapılan tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir. SADRAZAM İKEN HAYATINI KAYBETTİ 77 yaşındayken Padişah III.Selim tarafından sadrazam olarak atandıysa da bir kaç ay sonra hayatını kaybetti. Osmanlı Denizciliğini geliştiren, günümüzdeki Deniz Harp Akademisinin temellerini atan, okulları kuran, kendi cebinden tershaneler, kışlalar ve camiiler yaptıran Cezayirli Gazi Hasan Paşa arkasında hiçbir evlat ve servet bırakmadı. Günümüzde de ismi yaşatılarak bir Türk savaş gemisine adı verilmiş, Çeşme Kalesi”nin önüne ve Kasımpaşa semtine aslanı da unutulmayarak heykelleri dikilmiştir. AVRUPA”DA HALA ANILAN OSMANLI KAHRAMANI Balaban Hasan, Osmanlı Ordusunda yer alan sayısız yeniçeriden biriydi. İRİ VE GÜÇLÜ OLDUĞU İÇİN LAKABI “BALABAN” OLDU Yaşıtlarından çok daha iri ve güçlü olması nedeniyle büyükleri ona, yırtıcı bir kuş olan “Balaban” lakabını vermişlerdi. Diğer yeniçerilerden ayrılan en büyük özelliği ise, pek çok Avrupa dilini rahatlıkla konuşabilmesi idi. DÜŞMAN ŞEHİRLERE KOLAYLIKLA GİRİYORDU Bu nedenle Balaban Hasan, Osmanlı Ordusunda istihbarat subayı olarak görev yapmakta, Viyana, Berlin ve Roma gibi pek çok düşman şehrine kolaylıkla girip çıkabilmekteydi. Bu sayede düşman ülkelerin askeri durumları hakkında Osmanlı Devletine önemli bilgiler sağlıyordu. ACELEYLE İSTANBUL”A GELDİ Gördükleri ve bildikleri doğrultusunda, Avrupa”nın ve Viyana kalesinin zayıfladığını, derhal Viyana üzerine bir sefer düzenlenmesi gerektiğini, eğer hemen bir sefer düzenlenirse Viyana Kalesi”nin kolaylıkla düşebileceğini bildirmek için aceleyle İstanbul”a gelmişti. Kanuni Sultan Süleyman döneminde kuşatılan ve alınamayan Viyana”ya ikinci bir sefer düşüncesinde olan Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bu düşüncesini Padişah IV.Mehmed”e bildirmekten çekinmekteydi. MERZİFONLU PAŞA”NIN HUZURUNA ÇIKTI Balaban Hasan İstanbul”a gelir gelmez, Avrupa”daki vaziyeti anlatması için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa”nın önüne çıkarılır. Tüm bunları Sadrazama büyük bir heyecanla söylesede, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sefer hazırlığını henüz Padişaha iletmediği için Balaban Hasan”ın söylediklerini dikkate almaz ve onu Viyana”ya yeni bir göreve göndermek ister. İstanbul”a dönerken Viyana”ya bir sonraki gidişinde Osmanlı Ordusuyla surlara dayanıp kaleyi almak hayaliyle gelen Balaban Hasan, Kara Mustafa Paşa”nın bu umursamaz tavrına sinirlenir ve Paşaya derhal sefere çıkılmasını, on binlerce Osmanlı askerinin gönlünde yatan zaferi mundar ettiğini, hala beklendiği için I.Viyana kuşatmasında şehid olan Osmanlı askerlerinin kemiklerinin sızladığını hiddetli bir şekilde söyler. KELLESİNİN VURULMASINI İSTER Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bir yeniçerinin kendisiyle böyle konuşmasını hazmedemez ve derhal Balaban Hasan”ın kellesinin vurulmasını emreder. Konuşma esnasında odada bulunan yeniçeri ağası ve diğer yeniçeriler, Balaban Hasan”ı cellatlara götürürken serbest bırakır ve kaçmasına izin verirler. PEK ÇOK SAVAŞA DAHİL OLUR İstanbul”da kaçak konumuna gelen Balaban Hasan, Osmanlı”nın Avrupa”da bulunan sınır kalelerine giderek kendini farklı bir isimle yeniçeri olarak tanıtır ve buralarda pek çok savaşa dahil olur. En sonunda gün gelir ve Balaban Hasan”ın beklediği II.Viyana Kuşatması başlar. Ordudan kovulmasına rağmen içindeki Osmanlı aşkı ile bu sefere de gizlice katılır. Bu savaşta girdiği bir muharebede ciddi bir şekilde yaralanan Balaban Hasan, savaş meydanından bulduğu bir at ile oradan uzaklaşır. BİLİNCİ KAPALI MOENO KÖYÜ”NE GELİR Bilinci kapalı bir şekilde at üzerinde ilerler ve kaderi onu İtalya”nın Moeno Köyü”ne getirir. Köylüler buldukları bu yaralı genci iyileştirirler. İtalyanca”da konuşabilen Balaban Hasan, köy halkı ile çok iyi anlaşır. Zamanla o Moeno köyünü, Moeno Köyü”de onu benimser. Köylüler tarafından ona yeni bir isim bile verilmiştir: El-Turco İlerleyen zamanla Balaban Hasan bu köyden bir kızla evlenir ve burada yaşamaya başlar. ALMAN DEREBEYLERİ RAHATSIZ EDİNCE… Her şey yolunda giderken bir gün köye, Alman derebeylerinin askerleri gelir ve köylünün elinde ne var ne yoksa vergi adı altında her şeyi alırlar. Hiç karşılık vermeden tüm halkın her şeyi teslim etmesine anlam veremeyen Balaban Hasan, köylüyü ayaklandırır. Onlara bir sonraki vergi gününe kadar, Yeniçeri ocağında öğrendiği savaş tekniklerini öğretir. Daha sonra tekrar vergi toplamaya gelen askerler karşılarında, Balaban Hasan komutasında silahlanmış köylüleri görünce şaşırırlar ve geri çekilirler. ÖLENE KADAR BURADA YAŞADI Moeno Köyü”ne barış ve bolluk getiren bu Osmanlı askeri, ölene kadar bu köyde huzurlu bir şekilde yaşar. Balaban Hasan bu köyün tarihinde o kadar büyük bir önem taşımaktadır ki köy o günden bugüne “La Turqie” olarak anılmaktadır. Köy meydanlarında ise Balaban Hasan”ın heykelleri ve Türk bayrakları bulunmaktadır. Tüm bu olayların üzerinden 336 yıl geçmesine rağmen bu köyde bulunan insanlar, Balaban Hasan”ın soyundan geldiklerini ve Türk olduklarını iddia etmektedirler. Her yıl Ağustos ayında bu köyde Türk yemekleri pişirilmekte, gençleri bıyık bırakmakta ve köylü halkın tamamı Osmanlı kıyafetleri giyerek her yeri Türk bayraklarıyla donatmaktadırlar.

Source: Sabah


Bu mahallede 3 ramazandır davul sesi yükselmiyor

Edirne”nin Umurbey Mahallesi”nde 3 yıldır düşük bahşiş nedeniyle ramazan davulcusu bulunamıyor. Çoğunluğun dar gelirli olduğu mahallede 2022 yılından bu yana kimse ramazan ayında davul çalmak istemiyor. Mahalledeki gençlerle davul çalarak geleneği yaşatmak için çabalayan mahalle muhtarı Turhan Özgünden, duruma isyan etti. Konuyu valilik ve belediyelere de taşıyan Özgünden bir sonuç alamadı. “MAHALLEMİZDEN FAZLA BAHŞİŞ ÇIKMIYOR” Bu ramazana da mahallede davulcu olmadan girdiklerini belirten Muhtar Turhan Özgünden, “Üç sene önce davulcularımız burada çalmak istemediler çünkü verilen bir maaş veya belirli bir para yok. Sadece toplanan bahşişler olduğu için, bizim mahallemizden de fazla bahşiş çıkmıyor. Bundan dolayı kabul etmediler. 2022 yılında biz gençlerle birlikte geleneğimizi sürdürmeye çalıştık. Daha sonra 2023 ve 2024″te yapamadık. Bunu kurumlardan istedik; valilik, belediye, vakıflar, Kızılay gibi bir kurum üstlensin, senede bir kere de olsa ramazan ayında davulculara maaş verilsin istedik. Hiçbir olumlu dönüş olmadı bu isteğimize” dedi. “YÜZDE 70″İ MADDİ DURUMU DÜŞÜK İNSANLAR” Mahallede oturanlardan yüzde 70″inin dar gelirli olduğunu dile getiren Özgünden, “Sorduğumuz insanlar bahşiş çıkmadığı için, ekstra bir para da olmadığı için yapmak istemiyor. “Biz gecenin 3″ünde, 4″ünde kalkıp bunu yapamayız” diyorlar. Daha büyük mahallelere gitmeye çalışıyorlar. Yaklaşık 3 bin 900 nüfusumuz var. Ağırlıklı olarak, mahallenin yüzde 70″i maddi durumu düşük insanlar. Günlük, hamallık, bulaşıkçılık, merdiven temizliği gibi işlerde çalışıyorlar. Evlerini zor geçindiriyorlar. Genelde kapılarını fazla açmıyorlar ve bahşiş vermek istemiyorlar doğal olarak. Verseler de 5-10 lira gibi cüzi paralar veriyorlar, bu sefer davulcuyu tatmin etmiyor” diye konuştu. “BU GELENEĞİMİZ BİTMESİN” Özgünden, yetkililere çağrıda bulunarak, “Buradan bunu üstlenebilecek kurumlara sesleniyoruz. Bu geleneğimiz bitmesin, üç senedir hiç davul sesi duyulmuyor burada. Yarın öbür gün iyice bitirme noktasına gelecek. Bu şu an benim sorunum, bu mahallenin sorunu ama yarın öbür gün ekonomik durumları kötü olan diğer mahallelerde de olacak. Yavaş yavaş bu davul geleneğimiz bitmiş olacak bu gidişle” dedi. “RAMAZANDA DAVUL ÇALMAMASINI KABULLENEMİYORUM” Mahallede oturan Ahmet Örs de davulcularının olmamasının kendilerini üzdüğünü söyleyerek, “3 ramazandır davulcumuz yok, maalesef bu gerçekten bizi üzen bir olay. Çünkü bu bir gelenek. Ramazanda davul çalmaması gibi bir olayı ben kabullenemiyorum. Sağ olsun muhtarımız bu konuda gerçekten de ilgili yerlere başvurularını yaptı ama bugüne kadar bir cevap alamadık, bu bizi gerçekten çok üzüyor. İsteğimiz davul, bu kadar. Başka bir şey yok şu an” ifadelerini kullandı. “KİMİNİN PARASI KİMİNİN DUASIYLA YAPIYORUM” Abdurrahman Mahallesi”nde 15 yıldır ramazan davulculuğu yapan Ekrem Daval, kendi mahallesinden memnun olduğunu belirterek, “Ben bu işi 15 yıldır sürdürüyorum. Kiminin parası, kiminin duasıyla yapıyorum. Allah ne verdiyse, gönüllerinden ne koparsa veriyorlar. Ben bu mahalleden memnunum. Elinden geldiği kadar veriyor burada insanlar. Yetse de yetmese de olduğu kadar diyoruz ve işimizi yapıyoruz. İnsanların cebinden zorla alacak değiliz. Gönüllerinden ne koparsa veriyorlar, biz de bereket versin diyoruz. Oradaki arkadaşları da anlıyorum, aldıkları ücret yeterli gelmiyor olabilir ama ben mahallemden memnunum” dedi.

Source: Çağla Taşçı


Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, şehidin evine galoşla girdi

Seyhan ilçesi Belediye Başkanı CHP”li Oya Tekin, 2016 yılında Diyarbakır”ın Sur ilçesinde şehit olan Fatih Yeniay”ın ailesini ziyaret etti. Ancak ziyaret esnasında Tekin”in ayakkabılarını çıkarmak yerine galoş giymesi dikkat çekti. “EN AZINDAN GALOŞ GİYMİŞ” Bu hareketiyle sosyal medyada büyük tepki çeken görüntü için “İnsan gerçekten hayret ediyor”, “Kolundan tutup dışarı defedecek yürekli biri yok muydu?”, “Tebrik etmek lazım, en azından galoş giymiş” yorumları yapıldı. AKILLARA KILIÇDAROĞLU”NUN UYARISI GELDİ CHP”de önceki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu, kadınlara ev ziyaretlerinde galoş giyme uyararak “Evlere topuklu ayakkabılarla girmeyin. Ev ziyaretinde “şekerim galoş takayım” yok. Orada yaşayan gibi eve girin” demişti.

Source: Haberler


Azerbaycan Cumhuriyeti”nin kurucusu Resulzade, vefatının 70. yılında anılıyor

Modern Azerbaycan milli kimliğinin oluşmasında büyük rol oynayan, gazetecilik ve siyasi faaliyetleriyle hayatı boyunca ülkesinin bağımsızlığı ve toplumun aydınlanması için çalışan Resulzade”nin anısı, hem Azerbaycan”da hem de hayatının bir kısmını geçirdiği Türkiye”de yaşatılıyor.

Azerbaycanlılar için bağımsızlığın sembolü slogan haline gelen “Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez” sözlerinin sahibi Resulzade, 31 Ocak 1884″te Bakü”nün Novhanı köyünde doğdu.

Genç yaşından itibaren siyasetle ilgilenen Resulzade, Çarlık rejimi aleyhtarı bazı siyasi parti ve örgütlerde çalışmalar yürüttü, çeşitli gazete ve dergilerde yazdı.

Çar rejiminin baskıları karşısında 1909″da İran”a giderek burada gazetecilik yapan, siyasetle uğraşan Resulzade, meşrutiyet rejimi feshedildikten sonra İran”da da baskılarla karşılaşınca 1911″de Türkiye”ye gitmek zorunda kaldı.

Resulzade, daha sonra Bakü”ye dönerek Müsavat Partisine üye oldu ve 1917″de bu partinin Genel Başkanı seçildi.

Milli Konsey, Azerbaycan Cumhuriyeti”nin kurulmasını ilan etti

Resulzade, 1918″de Azerbaycanlı aydınların oluşturduğu Milli Konseyin Başkanı seçildi ve 28 Mayıs 1918″de Milli Konsey, Azerbaycan Cumhuriyeti”nin kuruluşunu resmen ilan etti.

Resulzade, 4 Haziran 1918″de Azerbaycan ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan dostluk ve işbirliği anlaşmasına Azerbaycan adına imza attı.

18 Haziran 1918″de Resulzade başkanlığındaki bir heyet, yeni kurulan Kafkasya devletlerinin tanıtılması için düzenlenen konferansa katılmak üzere İstanbul”a geldi. 15 Eylül 1918″de, “Kafkas İslam Ordusu” ismi verilen Osmanlı ordusu, Bakü”yü Ermeni ve Bolşevik çetelerden kurtardı ve bu haberi, Resulzade”ye dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa verdi.

Bakü”ye dönen Resulzade, hükümette yer almasa da Müsavat Partisi Genel Başkanı olarak parlamentoda aktif çalışmalar yürüttü, hükümetin faaliyetine yön verdi.Resulzade, 1947″de Türkiye”ye yerleşti ve Türk vatandaşı oldu

Bolşeviklerin, Azerbaycan”ı işgalinin ardından tutuklanarak Moskova”ya götürülen Resulzade, Stalin”in ısrarlarına rağmen işbirliği yapmayı kabul etmeyerek Sovyetler Birliği”ni terk etti.

Fransa, Finlandiya, Polonya ve Almanya”da yaşayan Resulzade, Sovyet karşıtı yayınlarla Azerbaycan”ın işgal altında olduğunu dünyaya duyurmaya çalıştı.

Resulzade, 1947″de Türkiye”ye yerleşti ve Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşı oldu.

Ankara”da 1949″da Azerbaycan Kültür Derneğini kuran Resulzade, kitaplar yazarak, konferanslar düzenleyerek ülkesinin durumunu anlatmayı sürdürdü.

Resulzade, 6 Mart 1955″te Ankara”da vefat etti ve cenazesi, Cebeci Asri Mezarlığı”na defnedildi.

Resulzade”nin kurduğu ve merkezi Ankara”da bulunan Azerbaycan Kültür Derneği, Türkiye”de faaliyet gösteriyor.

Türkiye”de birçok il ve ilçede sokak ve caddelere ismi verilen Resulzade”nin anısı, Ankara Çankaya”daki Mehmet Emin Resulzade Anadolu Lisesi”nde de yaşatılıyor.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Tövbe edip Müslüman olan “Zebani Efe” son haliyle gündemde

Daha önce “Zebani” olduğunu iddia eden, satanistlerin elçisi olduğunu söyleyen ve Cehennem yaşının 456 olduğu belirten Zebani Efe lakaplı Efe Beycan, geçtiğimiz yıllarda tövbe edip Müslüman olmuştu. Umre”ye bile giden Efe Beycan sosyal medya paylaşımlarıyla dikkat çekiyor. SON HALİ ORTAYA ÇIKTI Önceden pembe saçlarıyla bilinen Efe Beycan”ın o halinden eser kalmadı. Saçlarını yeniden boyatan dövmelerini sildiren Beycan saçı sakalını da uzattı. Şimdilerde daha normal videolar çeken Beycan”ın son haline “Olması gerektiği gibi” şeklinde yorumlar yapıldı.İşte Efe Beycan”ın son hali

Source: Haberler


“Hiç kimsenin duymadığı” ülkede işte böyle yaşıyorlar

Lesotho, tamamı 1.000 metre rakımın üzerinde yer alan tek bağımsız devlet olarak dikkat çekiyor. “Gökyüzündeki Krallık” olarak anılan ülkenin en düşük noktası bile 1.400 metre yükseklikte… Dağlık yapısı nedeniyle birçok bölgesine sadece at sırtında veya hafif uçaklarla ulaşılabiliyor.

GÜNEY AFRİKA”NIN İÇİNDE BİR ÜLKE

Lesotho, coğrafi olarak Güney Afrika”nın içinde yer alan bağımsız bir devlettir. Ancak zorlu sıradağlar nedeniyle ulaşım oldukça güçtür. Ekonomik olarak Güney Afrika”ya bağımlı olan ülke, iş gücünün büyük kısmını komşu ülkeye göndermektedir.

MADENCİLİK VE “BEYAZ ALTIN”

Lesotho”nun en büyük doğal kaynağı sudur. Ülkede “beyaz altın” olarak anılan su, Güney Afrika”ya ihraç edilmektedir. Ayrıca elmas madenciliği de ekonomide önemli bir yere sahiptir.

EN YÜKSEK KAYAK MERKEZİ

“Afrika”da kayak yapmak” denince zihinlerde çok şey canlanmasa da Lesotho, Sahra Altı Afrika”nın en yüksek kayak merkezine ev sahipliği yapıyor. 3.222 metre rakımdaki Afriski, bölgedeki kış sporları tutkunlarını konuk ediyor.

HALKINA “BASOTHO” DENİYOR

Lesotho”nun yerel halkı “Basotho” olarak anılıyor. Kültürlerinin önemli simgelerinden biri, Basotho battaniyeleri ve konik şekilli geleneksel şapkalardır. Ülkenin bayrağında da bu şapka yer alır.

HIV ORANI DÜNYANIN ZİRVESİNDE

Lesotho, dünyada HIV/AIDS”in en yaygın olduğu ülkelerden biri… Ülkede her beş yetişkinden biri HIV taşıyor. ABD hükümeti, 2006″dan bu yana Lesotho”nun HIV ile mücadelesine destek için yaklaşık 1 milyar dolar harcadı. Trump, bu harcamaları da “israf” olarak değerlendiriyor…

KOT PANTOLONUN BAŞKENTİ

Lesotho; Levi”s ve Wrangler gibi markalar için kot pantolon üreten büyük bir tekstil sektörüne sahip. Ülke, Sahra Altı Afrika”da ABD”ye en fazla giyim ürünü ihraç eden ülkeler arasında yer alıyor.

BURADA ÇOK KİŞİ CANINA KIYIYOR

Lesotho, BM Dünya Sağlık Örgütü”ne göre 100 binde 87.5 intihar vaskasıyla dünyanın en yüksek intihar oranına sahip ülkesi. İşsizlik; ruh sağlığı hizmetlerinin eksikliği ve madde bağımlılığı bu sorunun başlıca sebepleri arasında gösteriliyor.

Source: Sonuç Sürmeli


Eski döşeme tahtalarını kaldıran inşaatçılar, altında gizli bir sır keşfetti

Evlerinde yenileme yapan bir çift, 100 yıl öncesine ait bir sırrı keşfetti. İnşaatçılar, bodrum katındaki döşeme tahtalarının altına saklanmış 14 aşk mektubunu bulduklarında, önceki ev sahiplerinin gizli bir ilişkisini ortaya çıkardı. Çift mektupları açtıklarında, önceki sahibin eşinin kalbinin kırıldığını ancak mektuplarda bahsedilen kişinin hala bu ilişkiye devam ettiğini fark etti.

Ev sahibi karısıyla birlikte mektupları dikkatlice okuduklarını ve bir zaman çizelgesi oluşturduklarını söylerken, “Evimizin sahibi evli bir adamdı, bu da mektupların bir ilişkiye dair olduğunu gösteriyor. Ancak kesinlikle aşk mektupları bunlar. Bazı mektuplarda, imha edilmesi gerektiği yazılı, ama o kişi bunu dikkate almamış.” ifadelerine yer verdi. Mektuplar, bodrum katındaki döşeme kirişine gizlenmişti ve sadece buraya erişilebiliyordu.

HERKES MERAK ETTİ

Çift, buldukları aşk mektuplarını sosyal medyada paylaştıktan sonra takipçilerinden “Freddie” adlı gizemli bir kişi hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalıştı. Mektuplarda geri dönüş adresi bulunmazken, bazı kullanıcılar farklı el yazılarına dikkat çekti. Bir başka kullanıcı, mektupların tarihsel önem taşıyabileceğini belirterek, bunların arşivlenmesi gerektiğini önerdi. Öt yandan çift, keşfettikleri mektupların geçmişin değerli parçaları olduğunun farkına vardı.

Source: Haber Merkezi


Sağlıklı yaşam eğitmeni duyurdu: Güzellik sektöründe spiritüel dönüşüm başladı!

Güzellik dünyası, asırlardır unutulan mistik şifa yöntemlerini gün yüzüne çıkararak sektöre yeniden hayat veriyor. Henüz çok yeni olmasına rağmen hızla popülerlik kazanan mistik saç ve cilt terapisi uygulamasını ülkemize getirdiğini açıklayan sağlıklı yaşam eğitmeni Seda Bostancı, Ankara”daki merkezinde güzellik sektörüne enerjisel ve spiritüel uygulamalar kazandırıyor. Mistik saç ve cilt terapisi uygulamasının binlerce yıllık bir geçmişe sahip olduğunu söyleyen Seda Bostancı, konuya dair şu açıklamada bulundu: “Tarihi kaynaklara göre, negatif enerjinin saç diplerinden çekilerek insan vücudundan atıldığı ve bu sayede ruhsal arınma sağlandığı biliniyor. Aslında insanlar, yas gibi bazı olumsuz süreçlerde bilinçsizce saçlarını çekerek bu doğal arınma hareketini yapıyor. Bu terapi sırasında can yakmadan gerçekleştirilen minik saç çekme hareketleriyle vücut frekansının yükseltilmesi hedefleniyor. Bütünsel olarak rahatlatıcı etkisiyle, kişiyi zihinsel ve ruhsal olarak iyileştiriyor.” “Yöntem, tepe çakrasındaki blokajların giderilmesine yardımcı oluyor”
Uygulamanın dünya çapında kabul edilen bir yöntem olduğunu vurgulayan sağlıklı yaşam eğitmeni Seda Bostancı, “Tepe çakrasının kapalı olması baş ağrısı, sinüzit, görme ve işitme problemleri gibi çeşitli fiziksel ve ruhsal sorunlara yol açabiliyor. Baş bölgesine yapılan özel masaj sayesinde ise enerji akışının en önemli merkezlerinden biri olan tepe çakrasındaki blokajların giderilmesine yardımcı olunuyor. Nitekim ben de Uzak Doğu”ya yaptığım bir ziyarette kronik sinüzit ve alerjik astım şikayetleri nedeniyle baş masajı yaptırıp faydalarını bizzat deneyimledim. Edindiğim tecrübe sonrasında bu uygulamayı Anadolu şifacılığı, Uzakdoğu’nun kadim kültürü ve modern tekniklerle harmanlayarak Türkiye’ye kazandırdım” dedi. “Ses terapisiyle de geride kalan çakralar destekleniyor” Mistik saç ve cilt terapisinin farklı bileşenlerden oluşabildiğini aktaran sağlıklı yaşam eğitmeni Seda Bostancı, sözlerini şu şekilde sonlandırdı: “Mistik saç ve cilt terapisinin önemli bileşenlerinden biri de ses meditasyonudur. Bu yöntemle birlikte uygulama sürecinde geride kalan altı çakra noktası da destekleniyor. Seansın sonunda ise danışanlardan kendilerine sarılmaları istenerek içlerindeki sonsuz şefkati öncelikle kendilerine yönlendirmeleri sağlanıyor. Bu yaklaşım, Şems-i Tebrizi’nin “Sen düzelirsen, dünya düzelir” felsefesinden ilham alınarak uygulanıyor. Çünkü güzellik, yalnızca aynada gördüğümüz yansımadan ibaret değildir. Ruhumuzun derinliklerinden, içsel enerjimizin akışından doğan bir ışıltıdır. Bu felsefeyle, danışanlarıma sunduğum deneyim, fiziksel güzelliğin ötesine geçerek ruh ve enerji dengesini de merkeze alan bütüncül bir yaklaşımla şekilleniyor. Güzellik ve iyilik halinin birbiriyle iç içe geçtiği, kalıcı ve sürdürülebilir bir denge yaratmayı hedefliyorum.”

Source: Dünya Gazetesi