Kültürel Etkinlikler Gündemi – Şiirden Sinemaya, Gelenekten Yeniliğe

Sivas’ta katledilen şairin adına düzenlenen ödülü Orhan Alkaya aldı: Şiir ve şarkılarla Altıok

1993’ün 2 Temmuz’unda yaşanan Madımak Katliamı’nda katledilen şair Metin Altıok’un anısına düzenlenen “Metin Altıok Şiir Ödülü” sahibini buldu. Seçici kurulunu Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Eray Canberk, Şükrü Erbaş, Ali Cengizkan, Latife Tekin ve Haydar Ergülen’in oluşturduğu ödülü, “Pâre” adlı kitabıyla tiyatro ve sinema sanatçısı, yazar, şair Orhan Alkaya aldı. Kırmızı Kedi Yayınevi’nin düzenlediği ve Beyoğlu Belediyesi’nin desteklediği, bu yıl 18’incisi düzenlenen Metin Altıok Şiir Ödülü’nün ödül töreni, İstiklal Caddesi’nde bulunan tarihi Ses Tiyatrosu’nda düzenlendi. Törene, Beyoğlu Belediye Başkan Yardımcısı Elif Yıldırım, Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı, Mazlum Çimen ve çok sayıda yurttaş katıldı. Orhan Alkaya’ya ödülünü, Beyoğlu Belediye Başkan Yardımcısı Yıldırım, Zeynep Altıok Akatlı ve şair Haydar Ergülen verdi. Ödül olarak TEMA Vakfı’na yapılan bağışın sertifikası ve Altıok’un bir deseninden oluşturulan ödül heykelciği verildi. Gecede, tiyatro sanatçısı Cem Yiğit Üzümoğlu ile müzisyen Vedat Sakman, izleyicilere müzik eşliğinde Altıok’un yaşamının anlatıldığı özel bir dinleti sundu. Şair, şiir ve şarkılarla yaşatıldı… “TEMMUZ BENİM ÖMRÜM” Törende konuşan Zeynep Altıok Akatlı, “Metin Altıok’u yalnızca bizden nasıl hunharca, vahşice alındığını hatırlayarak, o kör karanlığa lanet ederek ve onun kara kaderine ağıt yakarak değil; nasıl yaşadığına, neye inandığına ve nasıl, ne yazdığına bakarak anıyoruz. O, bir şiirin içine hem insanı hem zulmü hem de iyiliği ve sabrı sığdırabilen bir şairdi. Turgut Uyar ‘Bu temmuz nasıl olsa birkaç yıl sürer’ diyordu. Ben 32 yıldır bitmeyen temmuzu yaşıyorum. Temmuz benim ömrüm oldu. Ama ne acıya, ne başkalarına kader biçilecek kara temmuzlara yenilmeyeceğiz” ifadelerini kullandı. Akatlı, “Bugün, bu ödülün sahibi olan Orhan Alkaya, ‘Pare’ adlı kitabıyla, parçalanmışlığın içinden yeniden bir bütünlük duygusuna çağırıyor bize. Dizelerinde hem kırıkların içinden sızan ışığı hem de insanın özlemlerini duyuyoruz. Metin Altıok’un adıyla, onun inancıyla, kendiyle yetinmeyen, kendini aramayı sürdüren, başkalarının acılarıyla kendini kanatan, kendini bir ejderin sırtındaki parlak puldan yenileyen şairlere inanıyoruz. Bu ödül Orhan Alkaya’ya çok yakıştı” dedİ. ‘DAR ALANDA DERİN ŞİİRLER” Ödülün sahibi Orhan Alkaya ise “Öncelikle Pâre’yi değerlendiren seçici kurula teşekkür ediyorum. Benim gibi ödüllere aday olmayan birini, üstelik Metin’in adını taşıyan bir ödülle gerçekten onurlandırmış olması çok hoşuma gitti. O büyük şairin dar bir alanda bu kadar derin şiirler üretmesine her zaman hayranlık duymuştum” diye konuştu.

Source: Mehmet S. Aman


Savaş gölgesinde bir Hollanda yolculuğu

Rotterdam’dan Amsterdam’a giden tren, rayların tanıdık ezgisiyle salınıyordu. Yolcuların çoğu kendi dünyalarındaydı: Kimi camdan dışarıya dalmış, kimi kulaklığında kaybolmuştu. Bazılarıysa yumuşak seslerle sohbet ediyor, birileri az önce alınmış kahvenin buharında huzur buluyordu. Ben, pencere kenarında oturuyordum. Ağaçlar, kanallar, tarlalarda tasasız otlayan ineklerin önünden hızla geçiyorduk. Tam bir rüya hali… Bu yıl festivalin açılış filmi “Acı Kahve”ydi. Ünlü oyuncu Nazan Kesal, filmin başrolünde yer almakla kalmıyordu, aynı zamanda festivalin özel konuğu olarak Amsterdam’a gelmişti. Filmin genç yönetmeni Soner Sert’in de birkaç gün içinde Hollanda’ya ulaşarak diğer şehirlerdeki gösterimlere katılması bekleniyordu. Festivalin Amsterdam’daki gönüllüleri ise olağanüstü bir çaba göstermiş, şehrin en bilinen kültürel mekânlarında üç günlük yoğun bir program hazırlamışlardı. Film gösterimleri, söyleşiler ve panellerle dolu bu etkinlik takvimi, yalnızca sinemaseverleri değil, göçmen hafızaya da seslenen bir kültürel buluşmaya dönüşmüştü. Derken birden görünmeyen bir el hepimizin telefonuna aynı anda dokundu. Korkunç bir gürültü kapladı her yanı. BİP BİP! Trenin içinde yankılanan bu tiz sesle herkes irkildi. Telefonlar aynı anda ötmeye başlamıştı. “NL-ALERT: Bu bir denemedir. Ciddi bir tehdit yoktur” yazıyordu ekranlarda. Ama kimse rahatlayamadı. Konuşmalar kesildi, gülümsemeler dondu. Rüyadan uyanır gibi olduk. Geçen yıl da benzer bir uygulama yapılmış, nüfusun yüzde 93’üne ulaşılmıştı. Hatırladım, birkaç hafta önce Hollanda hükümeti halka çağrı yapmıştı: Kilerde konserve, pilli radyo, el feneri, ve üç günlük erzak bulundurun; kişi başı nakit para saklayın… Bu arada devlet kurumlarınca yapılan açıklamada, 72 saat yaşayabilmek için yetişkin başına 70, çocuk başına 30 Avro öneriliyordu. Ve hepsinden daha sert bir uyarı daha vardı: Yalnız yaşıyorsanız 661 Avro, eşinizle birlikteyseniz 1322 Avro üzerindeki nakit para, vergilendirmeye tabiymiş! Bir de işin bir başka boyutu daha var: Her yerde karşınıza çıkan bir tanıtım filmi hazırlanmış. Tam 23 dakikalık bu iç karartıcı yapımda, önce ekranlara çok bilmiş politikacılar geliyor ve sıkı uyarılarda bulunuyorlar. Ardından evlerinde huzurla oturan sıradan bir aile, aniden yükselen alarmlarla yerlerinden fırlayıp dışarı kaçıyor ve bir sığınağa kapanıyor. Filmlerde ve afişlerde dikkat çeken başka bir ayrıntı ise tuvalet kâğıdı yığınları. Evet, yanlış duymadınız. Dizi dizi tuvalet kâğıtları… Malum, pandemi döneminin en büyük travmalarından biri buydu. Raflar bir anda boşalmış, insanlar evlerini tuvalet kâğıdı depolarına çevirmişti. Görünüşe göre kolektif bilinçdışımız hâlâ orada takılı. SOĞUK SAVAŞ’IN HAYALETİ Oysa daha düne kadar “nakitsiz toplum”u savunan yönetim, şimdi cebimizde bozuk para, kilerde konserve arıyordu. Modernliğin vitrini gibi görünen bir ülkede, Soğuk Savaş’ın hayaletleri yeniden camlara yansıyor. Ve sonra başka bir ses düştü zihnime… Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yıldönümünde konuşan aşırı sağcı Fransız siyasetçi Marine Le Pen: “Tüm parlamento komisyonları patolojik bir şekilde Doğu’da savaşa hazırlanıyor” demişti. Bu cümle, trenin içindeki sessizlik kadar rahatsız edici ve gerçekti. Tren ilerliyor. Pencere dışındaki dünya akıyor. Ama içeride herkes suskun. Bizse… Rüyada mıyız? Alarmda mı? Kimin filmi bu? Kimin senaryosu? m.e.alkanlar@gmail.com

Source: Mehmet Emin Alkanlar/ Hollandarotterdam


Güney Kore”de yaş hesaplama düzeni değişti

Güney Kore’de uzun yıllar boyunca uygulanan geleneksel yaş hesaplama sistemine göre, bir kişi doğduğu anda bir yaşında sayılıyordu. Bu sistemde yılbaşı geldiğinde herkesin yaşı bir yaş daha artıyordu. Yani 31 Aralık’ta doğan bir bebek, ertesi gün hem doğumunun ikinci gününe hem de iki yaşına girmiş oluyordu. Bu hesaplama biçimi, bireylerin biyolojik yaşlarıyla resmi yaşları arasında bir ila iki yaş fark oluşmasına neden oluyordu. MODERN YAŞ HESAPLAMAYA GEÇİŞ KARARI 2023 yılı itibarıyla Güney Kore hükümeti, bu geleneksel yaş hesaplama yönteminden vazgeçerek uluslararası standartlara geçiş yaptı. Artık bireylerin yaşı, doğdukları günden itibaren geçen yıllar üzerinden hesaplanıyor. 28 Haziran 2023’te yürürlüğe giren yeni düzenleme ile birlikte milyonlarca Güney Koreli resmî olarak bir ya da iki yaş birden gençleşti. TOPLUMSAL VE HUKUKİ KARIŞIKLIK SEBEBİ Eski sistem sadece bireysel değil, aynı zamanda hukuki ve sosyal sorunlara da neden oluyordu. Farklı yaş hesaplamalarının varlığı, askere alma, alkol ve sigara kullanımı gibi yaşa bağlı yasal sınırların uygulanmasında karmaşa yaratıyordu. Örneğin, biri 19 yaşına Kore sistemine göre ulaşsa da uluslararası yaşına göre henüz 17 olabilir ve bu da yasal boşluklara neden olabiliyordu. KÜLTÜREL BAĞLAR VE YENİLİKLERİN ÇATIŞMASI Güney Kore’de yaş, sosyal hiyerarşiyi ve hitap biçimlerini belirleyen önemli bir etken olduğundan, bu sistemdeki değişiklik bazı kültürel alışkanlıklarla da çatıştı. Ancak halkın büyük bir bölümü bu değişikliği olumlu karşıladı. Özellikle genç nesil, globalleşme ile uyumlu yeni yaş sistemini daha pratik ve adil bulduğunu belirtiyor. GELECEĞE UYUMLU YENİ BİR DÜZEN Yeni yaş sistemi sadece bireyler için değil, devlet için de daha işlevsel bir yapı sunuyor. Bürokratik işlemler sadeleşiyor, vatandaşlık hizmetlerinde uyum sağlanıyor ve uluslararası anlaşmalarda yaşa bağlı koşullar netlik kazanıyor. Bu değişim, Güney Kore’nin modernleşme adımlarının bir parçası olarak görülüyor.

Source: Habertürk


Ece Erken “eniştem” demişti Sinan Akçıl ile el ele görüntülendi

Bir Instagram kullanıcısı, salı gecesine ait bir görüntüyü sosyal medyada paylaştı.

EL ELE GÖRÜNTÜLENDİLER

Saat 03.15 civarında Samsun Havaalanı”nda Sinan Akçıl ile Ece Erken”i el ele görüntülendiği belirtilirken sosyal medya fenomeni Gossip Pasta’nın yaptığı paylaşım magazin gündemini sarstı.

Sinan Akçıl”ın son dönemde yoğun konser temposuna rağmen Ece Erken ile sık sık bir araya geldiği, ayrıca bazı konserlerine Erken”in de eşlik ettiği iddia ediliyordu.

Çiftin bu görüntülerine ilişkin bir açıklama gelmedi.

“ENİŞTEM” DEMİŞTİ

Erken yıllar önce programına konuk olan Sinan Akçıl”a, “Eniştem” diyerek sarılmıştı.

Ece Erken ayrıca; o dönem sık sık Burcu Kıratlı için, “Çok yakın arkadaşım” diyordu.

Source: Haber Merkezi


Düğünden sonra pijama partisi

Jeff Bezos ve Lauren Sanchez cuma akşamı Venedik’te gösterişli bir düğün yaparak evlendi. Dünyanın en ünlü yıldızlarının akın ettiği düğün cuma akşamı yapılsa da şehre çarşamba ve perşembe gününden akın eden konukların büyük bir kısmı hâlâ Venedik’ten ayrılmış değil. Kutlamaların üç gün üç gece sürdüğü yılın düğününde, üst üste yapılan partilere bir de dün akşam düğün sonrası yapılan pijama partisi eklendi. Yeni evli çift, İtalya nın su şehrinde pijama partisine giderken mutluluk pozları verdi. Parti için otelden ayrılan ve bir su taksisine binerken görülen çiftin etrafını meraklı seyirciler sardı. Teknede izleyicilere el sallarken görülen çift, fotoğrafçılara poz verirken birbirlerini öptü. Vogue, dün akşamki parti için konukların pijama veya iç çamaşırının gece kıyafeti yorumunu seçtiğini yazdı. Pijama partisinin konuklarından Orlando Bloom, puantiyeli şık bir pijama kombiniyle görüntülendi. Dün akşam verilen bu son partiyle birlikte düğün kutlamaları da sona ermiş oldu ve Venedik’e akın eden ünlüler birer birer şehirden ayrılmaya başladı.

Source: Habertürk


Ece Erken “eniştem” dediği Sinan Akçıl”la el ele görüntülendi

Bir Instagram kullanıcısı tarafından salı gecesi paylaşılan görüntü, magazin gündemine bomba gibi düştü. Saat 03.15 sularında Samsun Havalimanı’nda el ele görüntülenen isimlerin, şarkıcı Sinan Akçıl ve sunucu Ece Erken olduğu öne sürüldü. Sosyal medya fenomeni Gossip Pasta”nın paylaştığı görüntü kısa sürede sosyal medyada yayıldı. İkilinin el ele görüntülenmesi üzerine “yeni bir aşk mı doğuyor?” soruları gündeme geldi. Sinan Akçıl’ın yoğun konser temposuna rağmen Ece Erken’le sık sık bir araya geldiği ve bazı konserlerine de Erken’in eşlik ettiği iddiaları daha önce de magazin kulislerinde konuşuluyordu. Ancak taraflardan henüz bir açıklama gelmedi. ENİŞTEM DEMİŞTİ Ece Erken”in yıllar önce programına konuk olan Sinan Akçıl’a “Eniştem” diyerek sarıldığı anlar hala hafızalarda. Öte yandan Erken, Akçıl’ın eski eşi Burcu Kıratlı için de uzun süre Çok yakın arkadaşım ifadelerini kullanmıştı.

Source: Haber Merkezi


Yıllar sonra eski haline döndü

John Travolta, önceki gece Los Angeles ta düzenlenen bir Grease şarkı söyleme etkinliğinde sürpriz bir şekilde sahneye çıktı. 71 yaşındaki sanatçı, 1978 yılının hit müzikalindeki Danny Zuko rolünü tekrar canlandırmak için zamanda geriye gitmiş görünüyordu. Oscar adayı ünlü oyuncu, sosyal medya paylaşımında, Bu gece Hollywood Bowl da, Grease Sing-A-Long da ilk kez herkesi şaşırttım ve Danny Zuko gibi giyindim dedi. Kimse bilmiyordu. Oyuncular bile. Harika bir akşam için teşekkürler diyen Travolta, koyu renk kot pantolon, dar siyah tişört ve siyah deri ceket giyerek ünlü karakterini yeniden canlandırdı. Son dönemde tıraşlı saçıyla görülen oyuncu, peruğu ve kirli sakalıyla eski haline dönmeye çalıştı. Travolta, daha sonra sahnede Grease oyuncu kadrosu üyeleri Didi Conn, Barry Pearl, Michael Tucci, Kelly Ward ve yönetmen Randal Kleiser a katıldı. Ünlü oyuncu son dönemde saçlarını tamamen kazıtmayı tercih ediyor Mikrofonu alan Travolta, Danny Zuko nun Rydell Lisesi ndeki ilk okul gününde Summer Nights taki sevgilisi Sandy (merhum Olivia Newton-John canlandırıyordu) ile yeniden bir araya geldiği andan itibaren ikonik repliklerinden bazılarını söyledi. John Travolta, kendisini üne ulaştıran Grease müzikalinde Olivia Newton-John ile başrolleri paylaştı Travolta nın sahnedeki sürpriz görünümü, seyircilerde büyük heyecan yarattı. Grease , yayınlanmasından 40 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen hayranların favorisi olmaya devam ediyor. Hollywood Bowl daki etkinlik gibi yeniden yayınlar ve birlikte şarkı söyleme etkinlikleriyle dünya çapında 396 milyon dolardan fazla kazandı.

Source: Habertürk


Tekirdağ”da lavanta tarlaları hafta sonu ziyaretçilerini ağırlıyor

Kentteki lavanta tarlaları İstanbul ve yakın illerden gelenlerin ilgi odağı olmaya devam ediyor.

Göz alıcı mor ve eflatun renkleriyle misafirlerini ağırlayan tarlalarda, ziyaretçiler hazırlanan özel dekorlar önünde en güzel fotoğraf karesini yakalamaya çalışarak güzel anılar biriktiriyor.

Tarla sahibi Hakan Turgut, AA muhabirine, Karahisarlı Mahallesi”ndeki lavanta tarlasına gelen vatandaşların keyifli vakit geçirdiğini söyledi.

Kente gelen tatilcilerin lavanta tarlalarına uğramadan geçmediğini ifade eden Turgut, “Mor renkli tarlalarımız misafirlerini konuk etmeye devam ediyor. Bu görsel şölen içinde yakın illerden ve Tekirdağ”dan gelen ziyaretçiler güzel fotoğraflar çektirip keyifli vakit geçiyor. Bu güzellikler 10 gün daha devam edecek.” dedi.

İstanbul”dan gelen Arzu Ercan da tarladaki güzel manzaralar eşliğinde stres attıklarını dile getirdi.

Lavanta tarlasının insana keyif verdiğini belirten Ercan, herkesin bu güzellikleri gelip görmesi gerektiğini kaydetti.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Magazin Bahane'de şaşırtan itiraf: Büyü büyü ile bozuluyor

Magazin Bahane programında bu hafta ekran başındakileri şaşırtan konular ele alındı. Üç harfliler, büyü bozma ritüelleri, metafizik hocalar ve ünlüler dünyasının manevi arayışları gündemdeydi. Gökay Kalaycıoğlu, kişisel deneyimlerini paylaşırken büyüye inananların ve çözüm arayanların yaşadığı risklere dikkat çekti. “DENİZE ALTIN ATTIRIYORLARMIŞ” Programda Gökay Kalaycıoğlu, bazı kişilerin denize altın atarak üç harflilere güç verdiğini iddia etti: “Üç Harfliler ondan maneviyat alıyormuş, güçleniyormuş, besleniyorlarmış.” Bu ritüellerin insanları manevi açıdan nasıl etkilediğini sorguladı. “BÜYÜ BÜYÜYLE BOZULUYOR” Büyünün insan hayatına etkilerini tartışan Kalaycıoğlu, büyünün çözümü için tek yolun yine büyü olabileceğini savundu: “Bunca zamanın sonunda öğrendiğim tek bir şey var, büyü büyüyle bozuluyor.” Bu sözler stüdyoda dikkat çeken anlardan biri oldu. “ANNEMİ KURTARMAK İÇİN KAPI KAPI DOLAŞTIM” Kalaycıoğlu, kişisel bir deneyimini paylaşarak, “Adam kendini saklıyor, adı bilinsin istemiyor. Görmediğim bir insana teslim oldum ve şifama kavuştum,” dedi. Annesini kurtarmak için çaresizce çözüm aradığını anlattı. “GERÇEKTEN HOCANIN DA FALCININ DA İYİSİ VAR” Gökay Kalaycıoğlu, büyü bozma ve fal bakma konusunda iyi niyetli insanlarla kötü niyetli kişileri ayırt etmenin zorluğuna değindi: “Ama gerçekten hocanın da, falcının da hem kötüsü hem de sahtekârı var.” “BURAK ÖZÇİVİT ARINSIN İSTERİM” Ünlü oyuncu Burak Özçivit”i de anarak sözlerine devam eden Kalaycıoğlu, “O ilme sahip olan gerçek insanları bulabilmek gerçekten o kadar kolay değil. Burak Özçivit arınsın isterim, şifasını bulsun,” ifadelerini kullandı.

Source: Haberler


‘Hiç duramıyorum!’

Başak Gümülcinelioğlu çok tanınan, yer aldığı projelerde fark yaratan ve bir oyuncu olmasının yanında tiyatro oyunu çevirmenliği, müzik gibi farklı alanlarda üretim yapan bir isim. Şu sıralar Disney+’ta yayımlanan “Aşkı Hatırla” dizisinde Umay rolünde yer alan oyuncu aynı zamanda hamilelik heyecanını da yaşıyor. Gümülcinelioğlu ile hem merakla beklenen yapımdaki rolünü hem de yaşamın diğer alanındaki üretimlerini ve yaklaşımını konuştuk. – Yer alacağınız projeleri seçerken titiz davrandığınızı biliyoruz. Peki, Umay olmaya nasıl karar verdiniz? Bu proje bana doğum günümde geldi. Evet, ince eleyip sık dokuyorum gerçekten. Çok fazla okuma yapıyorum, senaryosundan başlayıp projedeki kişilerden yaratıcılarına kadar her detaya dikkat ediyorum. Eşimle evlilik yıldönümümüz ve doğum günlerimiz çok yakın tarihlerde. Hepsini kutlamak için Kapadokya’ya gitmiştik. Tam İstanbul’a dönmüştük ve doğum günümü kutluyorduk ki “Aşkı Hatırla” projesi geldi. O gün elime ulaşan sahneler Kapadokya’da geçiyordu. Hayatta bazı şeylerin tesadüften öte olduğuna inanıyorum. Bir anda karakteri çok sevdim, içim ısındı ve projeye dahil olmak istedim. – Sizce Umay, izleyicinin sevip sahipleneceği bir karakter mi yoksa dışlayıp mesafeli duracağı biri mi? Bu seyircinin kim olduğuna ve hayatının neresinde durduğuna bağlı olarak değişir. Eğer seyirci, hayatının bu döneminde masalsı bir aşk hikâyesinin hiç kimse tarafından bölünmemesini tercih ettiği daha romantize bir noktadaysa Umay’ı anlamaması normal ama hikâyenin gerçekleri de var. Umay, Deniz’in (Barış Arduç) sevgilisi ve Deniz’e defalarca ilişkisinin bitip bitmediğini soran, dürüst cevaplar arayan bir kadın. Olgun davranmaya çalışıyor ama ilk üç bölümde de görüyoruz ki Umay’ın damarına epey basılıyor. Masalsı bir romans değil bu, gerçek bir hayat kesitinin içinde geçen bir hikâye. Bu nedenle, empatik ve objektif bakabilen herkesin her karakteri anlayabileceğini düşünüyorum. Hayatta “doğru insanlar” yoktur bence. Doğru davranışlar, doğru seçimler, doğru anlar vardır. – Tiyatroda aktif olarak çeviri yapıyorsunuz. Bu alan, tiyatronun evrensel yönü göz önünde bulundurulduğunda, dil ve kültür arasında derin bir birikim gerektiriyor. Tiyatro çevirmenliğine nasıl başladınız? Ne güzel söylediniz, o kadar aynı düşünüyoruz ki bu konuda. O yüzden sırf çağdaş Amerikan ve İngiliz metinleri çeviriyorum. Bunun nedeni de çağdaş Türk, Amerikan ve İngiliz kültürlerine vakıf olmam; üç kültürde de yaşamış ve eğitim görmüş olmam. Çeviri yapmaya kariyerimin ilk yıllarında başladım. Sayısız deneme çekiminden sonra bir gün umutsuzluğa kapıldım ama kendime “Umutsuzluğu yakıştırmam” dedim, çalışmıyor olmayı kabul etmedim. İngiltere’de eğitim alırken topladığım, sevdiğim metinleri Türkiye’ye döndükten sonra çevirmeye başladım, sırf boş kalmamak ve “Neden olmuyor”u düşünmemek için. Bazen hayalini kurduğumuz şey, hayal ettiğimiz şekilde gerçekleşmez ama sonra daha da güzelleşerek gelebilir. İlk çevirim kabul edildikten sonra birçok oyun çevirmeye başladım. Geçen ay bir oyunum Devlet Tiyatroları repertuvarına girdi, geçen yıl ise Şehir Tiyatroları’nda oynanan bir oyunum olmuştu, yıllardır da özel tiyatrolarda sahneleniyor. Sanırım hayatta “durmayı” kabul etmediğim için başladım, iyi ki de başlamışım. Şimdi çok şükür hiç duramıyorum. – Peki tiyatro metinleri çevirmeniz sizi sahneye ya da söze başka bir yerden mi bağlıyor? Bir dilin ruhunu başka bir dile aktarmak sizce nasıl bir sorumluluk? Gerçekten uzun zamandır bu kadar çok sevdiğim soruları üst üste almamıştım. Metin çevirmek aslında bir metni başka bir dilde yeniden yazmaktır. Bunu ben demiyorum; bu, çeviri dünyasında çok bilinen bir bakış açısı. Bu yüzden sadece iyi bildiğim kültürlerin çağdaş metinlerinin çevirisini üstleniyorum. Çünkü jenerasyon bilgisi, sokak kültürü, çağdaş tarih ve edebiyat bilgisi gibi unsurlar bana çeviri sürecinde eşlik ediyor. Özünde oyuncu olduğum için her metni oynayarak çeviriyorum. En büyük meselem, izleyenine ve okuyanına metnin kendisini doğru anlatması. Bazen bir deyimin birebir karşılığı olmuyor ama anlamını yakalayıp metni başkalaştırarak çevirmeye çalışıyorum. Bence metnin sizinle konuşması ve bir oyuncuya söz söylemesi en önemli mesele. – Sanatın farklı alanlarında üretim yapan, çok-disiplinli bir sanatçı olarak çalışma yöntemlerinizi ve kendinizi geliştirme biçiminizi nasıl tanımlarsınız? Burada devreye giren bir durum var: Hem süper gücüm hem zaman zaman kalbimi yoran gerçek. Belki birilerine faydası olur diye paylaşmak isterim. Bende geç teşhis edilmiş DEHB (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) var. Artık bunu bir hastalık olarak görmüyorlar. Hatta nöroplastisiteyle bağlantılı şekilde bir tür süper güç olarak tanımlayan araştırmalar da var. Tabii ben bunu her zaman böyle deneyimlemedim. (Gülüyor) Çok hareketli ve uyumayı sevmeyen bir çocuk olarak “Yorun bu çocuğu” diyerek başlayan çocukluk serüvenim sporla şekillendi: Artistik jimnastik, bale, buz pateni… Hepsi beni bir şekilde konservatuvarla iç içe olmaya yönlendirdi. Müzik, dikkatimi toplamama çok yardımcı oldu. Küçük yaşta enstrümanlara ve şarkı söylemeye ilgi duydum. Annem bu konuda bana çok destek oldu, üstelik kendisi bu durumu bilmemesine karşın, sezgisel olarak çok doğru bir yol izlemiş. Sonuçta çok az uyuyan ve sürekli çalışan biri hâline geldim ama bu çalışma sadece ilgi duyduğum alanlara yönelmiş bir çalışmaydı. Bu yüzden belki de bir süper güç deniyor buna. Sevdiğim şeyler üzerine -müzik, oyunculuk, sahne sanatları, resim ve mimari gibi- sürekli üretim halindeyim. Kendimi kurtarma, anlatma ve bulma biçimim bu oldu. Herkesin hikâyesi farklı tabii ama ben zamanla şunu fark ettim: Bizi yoran şeyler, aynı zamanda bizi dönüştüren ve bereketlendiren şeyler olabiliyor. – Maddi beklenti ve çıkarların oldukça yüksek olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir ortamda tamamen mantıkla hareket etmek kaçınılmaz gibi görünüyor. Ancak sizin sezgilerinize ve duygularınıza güvenerek yaşadığınızı biliyoruz. Bu güvenin kaynağı nedir? Başka türlüsünü yapamayışım galiba… Elbette kanıtları, matematiği, planlamayı ve programlamayı severim ama günün sonunda, sevdiğim bir şeyin tam tersini matematik söylese de ondan vazgeçemem. Sevmediğim bir şeye odaklanamam, yapamam. O yüzden en büyük kerterizim: Kalbim atmıyorsa oradan hemen koşarak uzaklaşmak. – Sezginizi güçlendirmek, kendinizi yenilemek ya da sadece iyi hissetmek için uyguladığınız özel bir pratiğiniz var mı? Meditasyon yapmaya çalışıyorum, olabildiğince. Suyla temas etmeye çalışıyorum. Hayvanlarla ve çocuklarla vakit geçiriyorum. Durmaya çalışıyorum. Nefes almaya… Başka insanlarla ilgili herhangi bir şey konuşmamaya gayret ediyorum. Çünkü başkalarının hikâyeleriyle ilgilenirken insanların enerjisini çok yitirdiğini ve bazen kendi hayatlarını da bu uğurda kaybettiklerini gözlemliyorum. O yüzden en büyük pratiğim, kendi hayatıma, huzuruma, mutluluğuma ve dürüstlüğe inanmak. NUMEROLOJİ İLGİSİ – Bir röportajınızda numerolojiye olan ilginizden söz etmiştiniz. Günümüzde mimarlık da sayıların taşıdığı anlamlarla ilişkilendirilen bir bilgi alanı. Mimarlık eğitimi almış biri olarak bu ilginiz nasıl ortaya çıktı? Aslında mimarlık fakültesindeyken renklerle ve tasarımla çok ilgiliydim. Ama hayatım boyunca sayılar benim için hep önemli oldu. En sevdiğim ders her zaman matematikti. Resim, müzik ve beden eğitimi derslerini saymazsak. (Gülüyor) Sonra hayatımın çok ilginç bir döneminde, bir arkadaşım bana numeroloji diye bir şeyin varlığından söz etti. Sayıların, renklerin ve frekansların anlam taşıdığına; bunun okunabilir, araştırılabilir ve bazı yönleriyle kanıtlanabilir olduğuna inandığını anlattı. Yıllar içinde ben de bu alanda çok okumaya başladım. Elbette bilim insanı değiliz ve bunu yüzde 100 ispatlamak mümkün değil. Bu yüzden yüzde 100 ikna olmak da kolay değil. Ben işin daha çok pozitif düşünce, olumlama ve hayatı kolaylaştırma kısmına odaklanıyorum. En çok da renklerin içinde, kendi rengimle huzurlu olma haline. KUTU OĞLUNA DİNLEME LİSTESİ HAZIRLIYOR – Spotify dinleme listenizde son zamanlarda en çok dinlediğiniz müzisyenler ve şarkılar hangileri? Hemen bakıyorum… Oğluma bir liste hazırlıyorum, doğduğunda dinletebilmek için: Lindsay Munroe, Raffi – “I Am Kind” Johnny Nash – “I Can See Clearly Now” No Blues – “Black Cadillac” & “Farewell Shalabiye” Khaled Mouzanar – “Un Air de Liberté” Sezen Aksu’nun tüm zamanların tüm şarkıları, her zaman. – Son dönemde okuyup etkilendiğiniz ve okuyucularımıza önermek isteyeceğiniz bir kitap var mı? Ustaca Sevmek – Don Miguel Ruiz, 1984 – George Orwell (Son zamanlarda okumadım ama hâlâ okumamış olanlara öneririm.) BÜYÜLÜ BİR ORTAM – Çekimler ne kadar sürdü? Sizin için nasıl bir deneyimdi? Kapadokya çekimlerimiz iki hafta sürdü. Bunun bir haftasında aktif olarak çalıştım. Tabii dijital projelerde senaryoya göre parça parça çalışıyoruz. Sonrasında İstanbul’a geldik ve çekimlere burada devam ettik. Yanlış hatırlamıyorsam, çekimler iki ay sürdü. Daha önce Kapadokya’da hiç çekim yapmamıştım, büyülü bir ortam var. Dönerken çok etkilendiğimi ve muhteşem anılarla ayrıldığımı hatırlıyorum. DOĞUMDAN SONRA TİYATROYA DÖNÜŞ – Oyuncu olarak yeniden tiyatro sahnesine dönmeyi düşünüyor musunuz? Düşünmez miyim, her gün düşünüyorum! (Gülüyor) Güldüğüme bakmayın, hiç şaka yapmıyorum. Eğitimimi tamamladıktan sonra kendime bir söz vermiştim: Ne olursa olsun hiçbir sezon tiyatrosuz kalmayacaktım. Dizi olmayabilir, sinema olmayabilir ama tiyatro hep olacaktı. Aslında öyle de oldu, ta ki pandemiye kadar. İnsanın büyük konuşmaması gerekiyormuş. (Gülüyor) Sonrasında da dizi programıyla provaları çakışan çok iyi oyun teklifleri geldi, maalesef olumlu yanıt veremedim. Veya bazı projeler içime sinmedi. Şimdi elimde, kendim sahneye koymak istediğim iki oyun var. Hatta madem buradayız, paylaşayım: Muhteşem bir oyun çevirdim. Tam provalara girmek üzereyken hamile olduğumu öğrendik. Özellikle benim oynayacağım kadın karakterin fiziksel performansının yoğun olduğu bir oyun bu. Bu nedenle, maddi manevi olarak ne kendimi ne de başkasını böyle bir sürece sokmak istemedim. Projeyi durdurmadık, bir süreliğine duraklattık. Şimdi hayatımızın bize sunduğu bu kıymetli hediyeye sarılıp önce onu dünyaya getireceğim. Sonra yeniden sahneye döneceğim. Kim bilir, oğlum da beni alkışlar belki. (Gülüyor) – Müzik yaşamınızda önemli bir yer tutuyor. Yakın zamanda yeni bir projeniz olacak mı? Olacak! Sonunda, çok şükür. Altı aydır üzerinde çalıştığım bir projem var. Yakında onu yayımlayacağız. O kadar uzun süredir bu projeye odaklandım ki artık elim kolum ayağım gibi oldu. Hatta sanki herkes biliyormuş gibi hissediyorum ama daha yayınlanmadı bile! Şöyle bir ipucu vereyim: Beni şimdiye kadar takdir etmiş, desteklemiş, değer vermiş her milletten takipçimin hoşuna gidecek bir proje tasarladım ve gerçekten üzerine inanılmaz çalıştım. Bence çok güçlü, küresel çapta bir proje geliyor. SEVGİSİZLİĞE, ANLAYIŞSIZLIĞA ALIŞAMIYORUM – ABD ve İngiltere eğitimleri ve deneyimleri sizde nasıl izler bıraktı? Türkiye’ye döndüğünüzde alışmakta zorlandığınız şeyler oldu mu? Ben her gittiğim yerde önce bir alışma zorluğu çekerim. (Gülüyor) Ancak bir hafta sonra sanki yıllardır oradaymışım gibi alışırım. Şaka bir yana, çok küçük yaşta burs programlarıyla lisede okumaya gittim. O yaşta bir genç kızın yalnızlıkla ve kültür farkıyla baş etmesi her zaman kolay olmuyor. Kendime karşı dürüst olmak ve kendimi korumak, hep en önemli iki rehberim oldu. En risksizi okula odaklanmaktı, öyle yaptım. Gerçekten kendimi çok kollayarak yaşadım ve iyi derecelerle mezun oldum. Aynı zamanda iki çok güçlü kültürü yakından tanıdım. Ama küçük yaşta birkaç farklı ülkede yaşamanın bir etkisi de şu: Kendimi hiçbir zaman tamamen bir yere ait hissedemedim. Bunu söylemek olumsuz gibi algılanabiliyor ama aslında ben, dünyada kalbi iyilikle atan herkesi -hangi milletten olursa olsun- sevecek şekilde yetiştirdim kendimi. Bence kendime verdiğim en büyük hediye bu. Her yere aitim ve her insanı sevmeye çok açığım. O yüzden sevgisizliğe, anlayışsızlığa, insanların birbirine tahammülsüzlüğüne ve tembelliğe alışamıyorum. Hatta alışmam imkânsız.

Source: Deniz Ülkütekin


Ünlüler toplandı

Habertürk ten Eren Gürel in haberine göre; bir derginin etkinlik için Bodrum’a gelen ünlü isimler, Gündoğan’daki bir beach’in plajına akın etti. Yüsra Geyik, denize girmeye hazırlanırken saçları dolaşınca, oyuncu arkadaşı Hazal Türesan hemen yardımına koştu. Ozan Dolunay ile aşk dedikodularına karışan Yüsra Geyik, Dolunay ile beach’te bir araya gelmedi. Ozan Dolunay’a ise deniz keyfi sırasında oyuncu Lilya İrem Salman eşlik etti. Deniz sonrası Dolunay, Salman’a havlusunu sararak destek oldu. Selen Öztürk, yalnız başına deniz keyfi yaparken denizdeki arkadaşlarına sempatik hareketlerle karşılık verdi. Hazal Türesan, fiziğiyle dikkatleri üzerine çekti. Sera Kutlubey ise günü güneşlenerek geçirmeyi tercih etti. Bir ara şezlongundan kalkıp kendisi için söylediği pizzaları arkadaşlarına ikram etti. Rahimcan Kapkap yalnız başına deniz keyfi yaptı. Gülsüm Ali, oyuncu arkadaşlarına eşlik etti. Berk Ali Çatal ise sevgilisi Nilsu Yılmaz ile deniz sezonunu açtı.

Source: Habertürk


Deniz kenarı bir masa rica edebilir miyiz?

Yaz artık sırf deniz kenarına havlu atılan değil iyi bir masaya oturmak, hikâyesi olan tabaklarla karşılaşmak ve bir şefin vizyonunu bir öğle yemeğinde deneyimlemek anlamına da geliyor. Sezonun başlamasıyla açılan yeni şef restoranları, Güney’in gastronomi haritasını yalın ama güçlü adımlarla yeniden çiziyor. Bu mekânlar, alışılmış yaz mutfağının ötesine geçiyor: Malzeme odaklı düşünülmüş mönüler, yerel üreticilerle kurulan bağlar ve tabakta sessizce konuşan teknikler öne çıkıyor. Güneşin altındaki uzun sofralar artık sadece keyfe değil, iyi yemeğe de ayrılıyor. Bu yaz mutlaka yolunuzu düşürmeniz gereken şef restoranlarını sizler için denedik. Afiyetle. ATTIKO / BODRUM Bu sezonun dikkat çeken şef restoranlarından Attiko, Pan Asya mutfağını gün batımıyla gece arasında kurulan o özel ritme ustalıkla yerleştiriyor. Şef Kyung Moon’un yönetimindeki mutfakta hazırlanan tabaklar, Uzakdoğu’nun rafine tatlarını modern sunumlarla buluşturuyor. Mönü, paylaşmaya uygun yapısıyla sosyal yemeği desteklerken suşi barı, wok yemekleri ve imza soslarla hazırlanan lezzetler, Asya mutfağına merak duyanlar için güçlü bir keşif alanı sunuyor. Ancak Attiko’nun sundukları iyi yemekle sınırlı değil. Panoramik manzarası, dinamik lounge konsepti ve her akşam yükselen müzikle birlikte mekân, bir restorandan fazlasına dönüşüyor. Özellikle her perşembe düzenlenen “Fire & Sushi Night”, haftanın en iddialı etkinliklerinden. Ateş gösterileri ve özel suşi sunumlarıyla klasik bir akşam yemeği deneyiminin ötesine geçen bu etkinlikler, gastronomiyi sahneye taşıyan çağdaş bir şova dönüşüyor. Attiko, yazın ritmini tabakta değil tüm deneyim boyunca belirleyen adreslerden. Ne yiyeceğiniz kadar nasıl hissedeceğinizin de önemli olduğu bu sofistike durak şef restoranlarına ilgi duyanlar için güneyde kaçırılmaması gereken yerlerden. ISOLA MANZARA RISTORANTE / BODRUM Akdeniz gecelerine İtalyan zarafetini taşıyan özel mekânlardan biri de Isola Manzara Ristorante. Michelin Rehberi tarafından önerilen restoranlar arasında yer alan bu adres, klasik İtalyan mutfağını gün batımından geceye uzanan bir akışta şıklık ve rahatlıkla buluşturuyor. Aperitivo saatlerinde başlayan keyif, geç akşam yemeklerine kadar sürüyor. Mönüde ev yapımı makarnalar, taş fırından çıkan ince hamurlu pizzalar, taptaze deniz ürünleri ve özenle seçilmiş şaraplar dikkat çekiyor. Her tabakta İtalya’nın geleneksel mutfağına saygı var ancak sunumlarda modern bir çizgi hâkim. Servis ise sıcak ama ölçülü. Burada manzara ise başlı başına bir unsur. Ege’nin sonsuz maviliği ve Bodrum silueti, yemeğe sessiz bir fon oluşturuyor. Özellikle gün batımında ortam bambaşka bir boyuta ulaşıyor. Isola, bölgenin yerel müdavimlerine de hitap eden rahat ama rafine yapısıyla bu yazın en güçlü gastronomi duraklarından biri olmaya aday. İtalyan mutfağının yalın ama iddialı çizgisiyle, bulunduğu coğrafyanın doğallığını ve malzemelerini dengeli bir şekilde sunan bu restoran, yazın unutulmaz sofralarına ev sahipliği yapmaya hazır. MÜPTELAL / BODRUM Sanatla yemeğin buluştuğu nadir deneyimlerden biri de bu yaz Gümüşlük’te yaşam buluyor: Müptelal. Şef Hilal Tayfun’un yaratıcılığından doğan bu şef restoranı, hem bir brasserie, hem bir artizan fırın hem de Fransız patisserie olarak kurgulanmış. Ancak tüm bunlardan öte, duyuya hitap eden bütüncül bir deneyim alanı sunuyor. Le Cordon Bleu Büyük Diploması sahibi Tayfun’un özgün mönüsünde Fransız mutfağının teknikleri ile yerel tatların derinliği yan yana geliyor. Köz beğendiyle sunulan dana dil, zencefil soslu bonfile, erişteli ızgara ahtapot ve kırmızı karides carpaccio gibi imza tabaklar, ayrıntılara verilen özeni yansıtıyor. Tatlı mönüsünde ise şefin imzası haline gelen coco dream, çifte kavrulmuş beyaz çikolatalı crème brûlée ve mevsim meyveli tartlar öne çıkıyor. Fırından çıkan her ürün, atalık tohumlarla ve geleneksel yöntemlerle hazırlanıyor. Bu yaklaşım, mutfağın sırf estetik değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir mirasa bağlı olduğunu da gösteriyor. Müptelal’in ruhunu farklı kılan bir diğer ayrıntı ise sanatla kurduğu bağ. Mekân, yaz boyunca sanatla iç içe yaşıyor. Ali Atmaca’nın 60. sanat yılına özel sergisi, Hilal Tayfun’un ilk kişisel sergisi ve sezon boyunca yapılacak söyleşiler ile sürpriz sanatçı buluşmaları, gastronomik deneyimi bambaşka bir boyuta taşıyor. Müptelal yalnızca iyi yemek değil aynı anda esin veren bir yaz akşamı da sunuyor. CUCINA DEL CUGINI / FETHİYE İtalya’nın zamansız mutfağına duyulan özlemi gideren adreslerden biri de bu sezon Fethiye’de kapılarını açan Cucina del Cugini. Şef Fabio Foltran’ın önderliğindeki mutfakta, geleneksel tariflere duyulan sadakat kadar, malzemeye gösterilen özen ve teknik ustalık da hissediliyor. El yapımı makarnalar, odun fırınından çıkan pizzalar ve derinliği yüksek soslarla kurulan bu mutfak, “az ama öz” ilkesini benimseyenleri ilk lokmada yakalıyor. En azından ben bu sade ama güçlü mönüden oldukça etkilendim. Aklımda kalanlar: Vitello tonnato, sübye mürekkepli tortellini ve yabani dağ mantarlı pizza. Mekânın atmosferi abartıdan uzak, samimi ama rafine. Her şey yemeğin merkezde olduğu bir deneyim için tasarlanmış. Şarap eşleşmeleriyle zenginleşen akşamlar, güneşle birlikte yavaşlayan öğle yemekleri veya yalnızca iyi bir espresso için uğranan kısa duraklar… Cucina del Cugini, yaz boyunca gerçek “bir parça İtalya” hissiyle klasiklerin zamansız gücünü hatırlatacak gibi duruyor. THE DUCHESS / FETHİYE Efsanevi Duchess Budapeşte’den esin alan bu özel mekân, iyi yemeği sahne üstündeki canlı performanslarla birleştiren ve tüm duyulara hitap eden bir deneyim sunuyor. Şef İlhami Emkin’in önderliğindeki mutfakta, sezona göre değişen malzemelerle hazırlanmış modern Avrupa tabakları dikkat çekiyor. Sofistike sunumlarla birleşen rafine reçeteler, klasiklerin yeniden yorumlandığı ama özünün korunduğu bir lezzet skalası yaratıyor. The Duchess’ı benim için özel kılan yalnızca lezzetler değil. Mekânın tasarımı, abartıya kaçmadan yaratılmış zarif bir ihtişam taşıyor. Loş ışıklar, ağırbaşlı bir ambiyans ve gecenin ritmine eşlik eden performanslarla her akşam yemeği, adeta küçük bir sahne gösterisine dönüşüyor. Bu atmosfer, The Duchess’ı sadece bir restoran değil gecenin tamamını kapsayan bir deneyime dönüştürüyor. Mekândan ayrılmadan önce denemeniz gereken lezzetler arasında patates röşti, kuşkonmaz graten, dil balığı menüer ve tuzda levrek mutlaka yer almalı. Afiyetle…

Source: Burçak Şener


Kültür Rotası

Adamlar & An Epic Symphony açıkhava sahnesinde ISTANBUL NIGHT FLIGHT ülkemizin önde gelen rock gruplarından Adamlar”ı An Epic Symphony projesiyle Tuluğ Tırpan yönetimindeki Night Flight Symphony Orchestra & Choir eşliğinde ilk kez ağırlıyor. Adamlar & An Epic Symphony, 21 Temmuz’da Ankara CerModern Açıkhava Sahnesi’nde, 22 Temmuz’da İstanbul Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde. ‘Ben çoktan gidersiniz sanmıştım’ Will Eno’nun kaleme aldığı, “Ben Çoktan Gidersiniz Samıştım”, İbrahim Çiçek yönetiminde sahnede. 30’lu yaşlarında bir adamın modern yaşamla yüzleşmesini anlatan oyun, Hakan Kurtaş’ın seyirciyi oyunun içine çeken performansıyla bu akşam DasDas’ta. Hayvanların yaşamı Salt Beyoğlu, ismini Güney Afrikalı yazar J. M. Coetzee’nin insan merkezci bakışı sorgulayarak hayvana yönelik empati ve şefkati irdelediği aynı isimli romanından alan “Hayvanların Yaşamı” sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergi, 10 Ağustos”a kadar ücretsiz görülebilir. Erol Evgin, ENKA Açıkhava’da Türk pop müziğinin efsane ismi Erol Evgin, 16 Temmuz Çarşamba akşamı, ENKA Açıkhava Sahnesi’nde sevenleri ile buluşuyor. Sanatçı, dört neslin birlikte söylediği şarkılarını seslendirecek. Ankara’da ‘Gitar Buluşması’ 17. Türkiye Gitar Buluşması, 6-9 Temmuz arasında Bilkent Üniversitesi”nde düzenlenecek. Buluşmada ziyaretçileri, konserler, gitar, ustalık dersleri, atölye çalışmaları ile gitar fuarı bekliyor. Açılış konserinde ise Lorenzo Micheli ve Matteo Meta’dan oluşan “Solo Duo” sahnede olacak.

Source: Haber Merkezi


Yeni yüzler yeni müzikler

Konser izlemek müzikseverler için başlı başına heyecan verici bir deneyim. Bazen aylar öncesinden alınan biletler, bazen bilet bulma çabaları, bulunamazsa hayal kırıklıkları, bulunduğunda da konser günü yaklaştıkça büyüyen heyecan, hepsi bu deneyimin içinde. Tabii bu durum çok sevdiğiniz, ülkenize ya da şehrinize gelmesini beklediğiniz sanatçılar için geçerli. Ancak konser izlemenin heyecanı sadece bildiğiniz ve beklediğiniz sanatçılara yönelik olmak zorunda değil. Yeni keşfettiğiniz ya da henüz keşfetmediğiniz müzisyenler de pekala size keyifli bir konser deneyimi yaşatabilir, hatta ilk dinleyenlerden olduğunuz için unutulmaz hale bile gelebilir. İlk olarak 2022’de düzenlenen Sound of Europe festivali üç şehirde aynı günlerde birbirinden farklı yerli ve yabancı sanatçıları, yeni sesler duymak isteyen müzikseverlerle buluşturuyor. Gelecek yıllarda belki de izlemek istediğinizde yüzlerce lira vermek zorunda kalacağınız isimler ücretsiz olarak üç büyük şehre geliyor. Festival 4, 5, 6 Temmuz tarihlerinde İzmir’de Bostanlı Seyir Terası, Ankara’da Kuğulu Park, İstanbul’da ise Kalamış Atatürk Parkı’nda düzenlenecek. Festival Avrupa Birliği Yaratıcı Avrupa Programı tarafından desteklenen Avrupa ağlarından EUNIC’in (Avrupa Birliği Ulusal Kültür Enstitüleri) İstanbul ve Ankara kümelerinin girişimi ve Kadıköy Belediyesi, Çankaya Belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin işbirliği ile hayata geçiriliyor. Gelin hep birlikte bu yılki festivalde yer alacak ilgi çekici genç ve yetenekli isimleri beraber tanıyalım. SODL: Avusturyalı SODL (Anja Sodnikar), 2003 doğumlu bir şarkı ve söz yazarı. Genç yaşta piyano, akordeon ve gitar çalmayı öğrenmiş. Alice Phoebe Lou, Phoebe Bridgers ve Fiona Apple hayranı olduğu sanatçılar, esintileri de hissediliyor. Hafif hırıltılı sesi ve müziğinin doğallığı dikkat çekiyor. “I am Woman” en çok dinlenen şarkılarından, “Mary, the Anarchist” ve “Sage Cigarettes” de dinlenebilir. SODL, 5 Temmuz’da İstanbul’da, 6 Temmuz’da Ankara’da konser verecek. WIES: Hollanda’dan gelecek grup, aynı zamanda dijital medyadaki verilere göre festivalde en popüler gruplardan birisi. Milyondan fazla dinlenen birkaç şarkıları var. Indie pop”un, geleneksel Hollanda halk şarkılarının ve rock ve elektronik müziğin ara sokaklarında gezinen WIES, tamamen kendine özgü bir yol izliyor. Müziklerinde punk ve elektronik ögeler de fark ediliyor. Hareketli müzikleriyle dans ettirecekleri kesin. WIES 4 Temmuz’da İzmir, 5 Temmuz’da İstanbul, 6 Temmuz’da Ankara’da olacak. Adiós Amores: Iman Amar ve Ana Valladares ve Guille Briales”in bir araya gelerek oluşturduğu Adiós Amores, 2019″dan bu yana zamansız, klasik melodiler konusundaki yetenekleriyle herkesi şaşırttı. Sesleri bizi 60″lı ve 70″li yıllara, Jeanette, France Gall ve Françoise Hardy”ye götürüyor. İkili 2024″te Cannes Film Festivali’nde ödül alan İspanyol film yapımcısı Jonás Trueba”nın yeni filmi “Volveréis”in film müziklerine de imza attı. Özellikle “Charlotte” en çok dinlenen şarkılarından biri. Accordi Disaccordi: İtalya’dan gelecek üçlü, haliyle bize tanıdık Akdeniz tınılarıyla kulakların pasını silecek. Gypsy jazz’ı, Akdeniz melodileri, Latin ritimleri ve rock”ın ham enerjisiyle bir araya getiren İtalyan üçlüsü, 2012’de kuruldu. Hikaye anlatımları, virtüözite ve seyirciyle etkileşimleriyle sürükleyici bir deneyim yaratan ekip, her konserlerini izleyiciler için unutulmaz bir tecrübeye dönüştürüyor. Hareketli ve sözsüz, muhtemelen konserdeki doğaçlamalarıyla dinleyicileri yerlerinde sabit durdurmayacakları kesin. “Beauty” ve “Waltz for Django” dijital platformlarda en çok dinlenen şarkılar arasında. Topluluk 5 Temmuz’da İstanbul’da 6 Temmuz Ankara’da konser verecek. Josh Island: Festivalde popüler müzik tınıları da kendine yer buluyor. Hollandalı şarkıcı söz yazarı Josh Island, Avrupa çapında istikrarlı büyüyen sadık bir hayran kitlesine sahip. Henüz 15 yaşındayken müziğe atılan ve Lüksemburg”da yerel barlarda çalmaya başlayan sanatçı, o zamandan bu yana James Morrison ve Passenger gibi sanatçı ve grupların önünde konser açılışları yaptı, uluslararası turnelere çıktı, iki EP ve bir albüm yayımladı. Island, 5 Temmuz’da Ankara’da olacak. Oriane Lacaille: Creole müziğinin ender bulunur mirasçılarından Oriane Lacaille, bazen tekerlemelerden bazen de perküsyonun gücünden faydalanarak büyüleyici besteler ve sözler yazıyor. Derin söz yazımı yeteneğiyle dinleyenlerine kadınlığı, anneliği, göçü, köleliği ama hepsinden önemlisi aşkı anlatıyor. Lacaille, üçlüsüyle birlikte 4 Temmuz’da İzmir, 5 Temmuz’da Ankara, 6 Temmuz’da ise İstanbul’da dinleyicilerle buluşacak. Ekin Alkan: Ankaralı besteci ve müzisyen Ekin Alkan, 2021 yılından bu yana özgün müziğiyle dikkat çekiyor. Bugüne kadar dört şarkısı yayımlandı. Sahne performanslarıyla da dikkat çeken Ekin Alkan, Ankara ve İstanbul”da bir çok büyük festivalde sahne aldı. 2024 yılında 21. Radyo Boğaziçi Müzik Ödülleri”nde En İyi Çıkış kategorisinde ödül kazandı. Alkan, 5 Temmuz’da Ankara’da olacak. Görkem Açıkalın Project: 2023’te Ankara’da Görkem Açıkalın’ın önayak olarak kurduğu Görkem Açıkalın Project, repertuarında Türkçe ve yabancı pop/rock parçalar ve gruba ait özgün bestelerden oluşuyor. Konser 6 Temmuz’da Ankara’da. *alân: Etno-caz, elektronik müzik ve makamsal melodileri harmanlayan yeni nesil bir caz füzyon grubu olan alân, Van ve İstanbul’da aldığı müzik eğitimiyle kültürel çeşitliliği müzikal zenginlikle bir araya getiren multienstrümantalist ve besteci Ahmet Alân’ın öncülüğünde kuruldu. Grup daha önce 31. İstanbul Caz Festivali ve Boğaziçi Caz Festivali gibi etkinliklerde sahne alarak ulusal caz sahnesinde kendine yer edinmeye başladı. Grup, 6 Temmuz’da İstanbul’da. Sound of Europe Festivali Yapımcısı ve Direktörü Ada Burçak Kıral, bu yılki festivalle ilgili şunları söylüyor: “Her yıl olduğu gibi, yine Avrupa’dan genç ve yetenekli müzisyenleri ağırlıyor; farklı tarzlara, seslere ve hikâyelere kulak veriyoruz. Bu festival, sadece müzik dinlemek değil, yeni sesler keşfetmek ve sınırların ötesine geçmek isteyenler için bir buluşma noktası. Henüz yolun başındayız ama kısa sürede güçlü bir topluluk oluştu etrafımızda. Gittikçe büyüyen bir dinleyici kitlesiyle, müzik kültürlerinin buluştuğu samimi ve ilham verici bir alan yaratmaya çalışıyoruz. Sound of Europe olarak, müziğin evrensel dilini birlikte paylaşmaktan ve bu dili hep birlikte kutlamaktan büyük mutluluk duyuyoruz.

Source: Orhun Atmış