“Kültürel Etkinlikler – Türkiye’nin Renkli Yüzleri ve İlginç Hikayeleri”

6 kıta 51 ülkeden insan Rize”de çay içecek

Bu hafta da 3 günümü Rize’ye ayırdım.*İyi ki de ayırmışım…*Doğasıyla, kültürüyle, mutfağıyla muhteşem bir kent Rize.*Ama bundan daha önemli bir şey var.*Rize, yüzünü ‘turizme’ dönmüş.*Bu dönüşümü Rize-Artvin Havalimanı’na ayak basar basmaz anlıyorsunuz.*Çünkü sizi pırıl pırıl bir liman karşılıyor.*Güler yüzlü esnafı, iyi eğitim almış personeli görünce mutlu oluyorsunuz.*Peki turizm, sadece iyi bir havalimanıyla mı oluyor?*Elbette hayır.*Turizm bir anlayış meselesi.*Bu anlayışın da önce kent yöneticilerinde olması lazım.İşte, bana “Rize yüzünü turizme dönmüş” dedirten yönetici de Vali İhsan Selim Baydaş oldu.*İhsan Bey’le geçirdiğimiz birkaç saatte, turizm dosyası hep sağ kolunun altındaydı.*Heyecanlı ve kararlıydı.*Ultra Trail Mont-Blanc (UTMB) World Series’in bir ayağının Türkiye’de ilk defa Kaçkar Dağları’nın tam ortasında gerçekleştirileceğini söylerken gözleri parlıyordu.*İnanın bu habere ben de şaşırdım.*Ve tüm detayları bizzat İhsan Bey’den dinledim:HEDEF 2 BİN SPORCU“26-28 Eylül tarihleri arasında 3 etapta yapılacak yarışlara 6 kıta, 51 ülkeden şu ana kadar 1395 sporcu kayıt yaptırdı. Bu proje için gerçekten çok büyük emek verdik. Tüm kurumlarımız hem ulusal, hem de uluslararası çapta girişimlerde bulundu. Ve sonucunda da Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik.‘EUROSPORT YAYINLAYACAK’ Proje, Rize ve Doğu Karadeniz için önemli bir turizm adımı. Kaçkarlar, trekking, dağcılık, trail koşuları, dağ bisikleti, kış sporları ve heliski etkinlikleriyle öne çıkacak; sürdürülebilir turizm ve yerel katılımla macera ve dağ sporları merkezi haline gelecek. Böyle uluslararası nitelikli bir organizasyonla ışıldayan bir elması gün yüzüne çıkaracağız. Yarışlar, dünyaca ünlü spor kanalı Eurosport tarafından yayınlanacak.”DOLOMİT, QUEENSTOWN, BANFF ŞİMDİ DE KAÇKAR…Açın interneti bakın.*Dünyanın belli ülkeleri bu işi çözmüş.*İtalya Dolomit Dağları’nda 400 kilometreden fazla işaretli yürüyüş yolu var.*Yeni Zelanda Queenstown, dünyanın macera başkenti olarak anılıyor.*Burayı yılda 2 milyon kişi ziyaret ediyor.*Kanada Banff’ın bisiklet ve yürüyüş için 1600 kilometreden fazla yolu var.*Ziyaretçi sayısı ise 4 milyon.*Yani böyle bir organizasyonu Ayder’in kalbinde, Kaçkar’ın tam ortasında yapmak, neresinden bakarsanız bakın büyük bir adım.*Bu adımı atanları desteklemek, zamanı geldiğinde de alkışlamak hepimizin görevi.TGA VİZYONU KAÇKAR’A YANSIMIŞOrganizasyonla ilgili Discover Kaçkar Proje Direktörü Ceylan Şensoy’la da sohbet ettik.*Ceylan Hanım’ın TGA’daki tecrübesi bu organizasyonun önünü açmış.*O da çok önemli şeyler söyledi:‘YENİ BİR KİMLİK OLUŞTURUYORUZ’“Sporcular sadece yarışa gelmeyecekler, bütün sezon boyunca antrenman ve kamp için de Rize’ye gelecekler. Ve 5 yıl boyunca yarış her sene tekrarlandığında bu süreç devam edecek. Berlin Fuarı’nda bu organizasyonun tanıtımını yaptık ve çok olumlu sonuçlar aldık. Amacımız, Rize’de yeni bir destinasyon kimliği oluşturmak.”*“Yeni bir destinasyon kimliği” bence bu çalışmanın anahtar kelimesi bu.*Bu kimlik de Rize’ye çok yakışacak…ANTALYA’DAN RİZE’YE MEDYA KÖPRÜSÜElbette Antalya’yla Rize arasında köprü kuran Fulya Sarman, Haluk ve Pınar Özsevim’i de unutmamak lazım.*Bu buluşma için çok büyük emek vermişler.*Bu emeğin, yeni projeleri filizlendireceğinden hiç kuşkum yok.

Source: Salim Uzun


Türkiye”de sadece Manisa”da var! Yılda bir kez ortaya çıkıyor, görmek için akın ettiler

Manisa Spil Dağı”nda yetişen endemik bitki türlerinden biri olan Manisa Laleleri hakkında 10 yılı aşkın süredir ekip olarak yaptıkları çalışmalardan bahseden Manisa Celal Bayar Üniversitesi (MCBÜ) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Şık, Lalenin anavatanı Orta Asya”dır. Orta Asya”dan akınlarla buraya gelirken onları da beraberimizde getirmişiz diyerek, 2015 yılında hazırladıkları rapor sonrasında lalelerin yetiştiği alanların bakanlık desteğiyle koruma altına alındığını vurguladı. Mayıs ayında Manisa Spil Dağı Milli Parkı”nın yılın en güzel mevsimini yaşadığını belirten Prof. Dr. Şık, adını Manisa”dan alan Manisa Lalelerinin güzel bir şekilde kendilerini göstermeye başladığını ifade etti.Prof. Dr. Şık, Her yıl ortalama Mayıs ayında bu güzelliği, bu şenliği yaşıyoruz. Doğal olarak Manisa kentinin de simgesi olan Manisa lalesi pek çok kentli gibi ülke içinden gelen ziyaretçiler tarafından merakla izleniyor. Burada bu yeşilliğin içerisindeki kırmızı renkli güzellik insanların ilgisini çektiği kadar biraz korkuya da sebep oluyor. Çünkü bu laleleri koparmanın bir bedeli, bir cezası var. Bakanlığımız bu konuda her yıl güncellenen bir rakamlarla 557 bin lira gibi şu anda ceza uyguluyor. O nedenle fotoğraflarını çekmek, gelip onlarla bulunmak birlikte olmak güzel ancak onlara zarar vermememiz gerekiyor. Bizler de Manisa Celal Bayar Üniversitesi”nde Botanik alanında görev yapan öğretmenleri olarak hem Manisa”da bulunan bu Lale ile ilgili hem de diğer bitkileri ile ilgili çeşitli çalışmalar yapıyoruz şeklinde konuştu. Manisa lalesi 2015 yılında Bakanlık desteğiyle yaptıkları çalışmadan bahseden Prof. Dr. Şık, Manisa Spil Dağı”nın şu anda bulunduğumuz Bölgesi”nde en yoğun yayılışı gösteren bitki Tulipa Orphanidea Latince ismi ve zambakgiller familyasının bir üyesi. Tespit ettiğimiz 2 rengi var, şarkılara da konu olan sarı Lale ve şu anda bizim çevremizde bulunan belki görselleri de yansıyor kırmızı renkli Laleler. Ancak 2015 yılında Manisa ilinin içerisinde çalışmamız sırasında farklı bölgelerde, örneğin Demirci Bardakçı”da, Alaşehir”in yüksek kesimlerde gördüğümüz Lalelerin morfolojik olarak farklılıklar gösterdiğinde tespit ettik. Yani buradakiler tamamen kırmızı renkli olmasına rağmen, sarı bantları içeren Laleler de olduğunu tespit ettik. Bunlarla ilgili genetik çalışmalar yapılması gerekiyor, bir kısmını başlattık. Ancak bu bitki diğerlerinden farklıdır diyebileceğimiz sonuçlara ulaşmadık. Ama önemli olan burada Manisa ilinin yoğun bir şekilde bu Manisa lalesi ismini alan bitkiye sahip olmasıdır. Bunu önemsemek lazım, şu anda bulunduğumuz bu Gölet çevresinde alınmış önlemler de dikkatinizi çekecektir. Çünkü burada yaptığımız o çalışma sonucunda gerek insan hareketinden kaynaklanan, gerekse dağda yaşayan özellikle yılkı atları, domuzlar gibi daha iri yapılı hayvanların toprağı eşelemesi ve bunun sonucunda da lale soğanlarının dışarı çıkarılması ile zarar görme ihtimalini tespit etmiştik. Bakanlığımız bu konuda Bölge Müdürlüğümüzün inisiyatifi ile buraya koruma alanını oluşturacak şekilde uygulamalar da yaptı. Bunları tabii bilim insanı olarak gelip görmek, söylenen şeylerin dikkate alındığını görmek gerçekten insana hem umut hem de mutluluk veriyor. Bunun için hem Bakanlığımıza hem de Bölge Müdürlüğü”müze ve burada birlikte görev yaptığımız personele çok teşekkür etmek istiyorum dedi. Manisa Lalesini kökeni hakkında çok soru geldiğini ve bilimsel verilere bakılması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Şık, Manisa Lalesi gibi diğer lale türlerin kökeninin nereden geldiğinin araştırılması gerektiğini söyledi.Orta Asya”da yaklaşık 65, İran”da ise 36 civarında, Türkiye”de ise 20 civarında lale türü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Şık, Bu rakamlar bize şunu anlatıyor lalenin anavatanı Orta Asya”dır. Fakat bizler bu ülkenin şu anki yaşayanları, sahipleri olarak gittiğimiz yerlere aldığımız şeyleri de götürdüğümüz için Orta Asya”dan akınlarla buraya gelirken onları da beraberimizde getirmiş. Hatta bir dönem Osmanlı Devletinin en şaşalı dönemine Lale Devri adıyla ismini vermiş bir bitki, o nedenle bizim Orta Asya”dan geldiğini ve ülkemizin de Lale temsili açısından önemli bir konumda olduğunu söylememiz lazım. Anavatanı Orta Asya, Ama bizim de geldiğimiz yerler orası neticede şeklinde yanıtladı. Öğrencilerinden birisinin doktora çalışmasını Manisa Spil Dağı”nda yaptığını anlatan Prof. Dr. Şık, Manisa Spil Dağı”nın bitki varlığı ile ilgili önemli bir çalışma içerisinde. Umarım yakın zamanda Doktora tezi tamamlandığında Spil dağımızda ne kadar endemik bitki var, bunların lokasyonları neresi ve mümkün olursa Bakanlığımızın da desteğiyle bunların hem fotoğraflarını hem de bilgilerini paylaşan bir kitapla sonuçlandırma amaçlıyoruz. Bulunduğumuz kentlerde bilim insanları olarak bizlerin önemli borçları diye görüyoruz dedi. Spil Dağı Milli Parkı”nda açan laleler, Manisa”nın Turgutlu ve Akhisar ilçelerinden gelen öğrencilere tanıtılarak, bilgi verildi.Manisa”da koparmanın cezası 557 bin 212 lira olan ve Spil Dağı Milli Parkı”nda açan laleler, Turgutlu Halil Kale Fen Lisesi ve Akhisar Akademik Kültür Koleji Ortaokul öğrencilerine tanıtılarak, bilgi verildi.

Source: Gazetevatan.com


Chicago”daki bu sıradan ev, hikayesi ortaya çıkınca ilgi odağı oldu!

Bu hafta Chicago”da satışa sunulan sade, 3 oda ve 2 banyolu bir ev, öğrenilen hikayenin ardından tüm dünyanın ilgi odağı oldu.Çünkü 111 metrekarelik bu evin, Katoliklerin yeni papası Papa 14. Leo”nun çocukluğunun geçtiği ev olduğu ortaya çıktı.Bu bilgiler ortaya çıkmadan önce 199 bin dolara satışa sunulan ev, ev sahibi ne yapacağına karar verene kadar satıştan kaldırıldı.Ev en son Mayıs 2024″te 66 bin dolara satın alındıktan sonra 2025 Ocak ayında 205 bin dolara yeniden satışa çıkarıldı ancak ardından fiyat 199 bin dolara kadar düşürüldü.Eve olan ilgi arttı, ilandan kaldırdılarEv sahibiyle çalışan emlakçı Steve Budzik, evin geçmişiyle ilgili haberi öğrenince şok olduklarını söyledi.Budzik, evin perşembe gününe kadar istikrarlı bir ilgi gördüğünü, haftada ortalama bir veya iki kez görüldüğünü söyledi.Ancak Papa 14. Leo”yla olan geçmişin ortaya çıkmasının ardından eve olan ilgi belirgin şekilde arttı.Emlakçı Budzik, “Dün saat 10 civarından bu yana, müşterim ve ben 7-8 teklif aldığımızı söyleyebilirim” dedi.Ev sahibi, seçeneklerini değerlendirirken evin satış ilanını geri çekmeye karar verdi.Budzik, ev sahibinin evi tutabileceğini ancak Papa XIV. Leo anısına bir müzeye dönüştürmek veya hayranların kalabileceği bir kiralık alan yaratmak gibi birkaç seçeneği değerlendirdiğini söyledi.Evin hikayesi nasıl ortaya çıktı?Chicago”da yaşayan 37 yaşındaki Frank Calabrese, evin tarihteki yeni yerini keşfeden ilk kişilerden biri oldu.Kendini Chicago tarihi meraklısı olarak tanımlayan Calabrese, perşembe günü Papa Leo XIV”ün hayatı hakkında daha fazla bilgi edinmek için araştırmaya başladı.Emlak vergisi davaları için bir hukuk katibi olarak, tam olarak nereye bakacağını da biliyordu. Yerel vergi kayıtlarını aradı ve Papa”nın babasının adının listelendiği tapuyu buldu.Calabrese, Business Insider”a yaptığı açıklamada, “Papa ile kişisel bir bağ hissetmek garip” dedi.

Source: Dünya Gazetesi


Kentin en büyük kurbanlığı! 1 ton 200 kiloluk “Paşa” için araba parası isteniyor

Kurban Bayramı”na günler kala, “Paşa” isimli danasına 380 bin lira isteyen Yıldız, “Özenle baktığımız ve Bursa”nın en büyüklerinden olan danamız 1 ton 200 kilogram ağırlığında. Alıcıları için özenle besledik. Artık ailemizden biri olan Paşa”nın canlı ağırlığı 1 ton 200 kilogram. Paşa”ya 380 bin lira gibi bir rakamı uygun gördük. Bu kurbanlığımız büyük bir hayvan olduğu için daha özel bir bakım istiyor. Her gün taramasını yapıyoruz, gerektiği günlerde yıkamasını yapıyoruz ve rahat ferah bir ortamda gayet sağlıklı besliyoruz. Veteriner hekimlerimiz ile çalışıyoruz. Bursa bölgesinin en büyük kurbanlığı” dedi.

Source: Mesut Şahin


Cumhuriyet Pazar bu hafta da dopdolu!

Cumhuriyet Pazar, Anneler Gününe özel içerikleriyle karşınızda. İşte bu haftadan öne çıkanlar…‘Atlas’la birlikte her şey yerine oturdu’Zeynep Tuğçe Bayat’la ilk Anneler Günü’nün heyecanını, anneliğin dönüştürücü gücünü ve “Adresi Olmayan Ev” filmiyle açılan yeni kariyer sayfasını konuştuk – Deniz Ülkütekin“Seni kim seçti?”Prof. Dr. Üstün Dökmen, Deniz Gezmiş’in kardeşiyle yaşadığı gençlik anısından yola çıkarak idam cezasını ve toplumsal vicdanı sorguluyor.Derinlerdeki sessiz tehditOkyanus tabanlarında başlatılan madencilik faaliyetleri, gezegenin en kırılgan ekosistemlerini tehdit ediyor – Ayça CeylanKadıköy’den yükselen alternatif sesMojave, ilk albümleri “Kandırma Kendini”yi yayımladı. Topluluğun müzikal evrimini, sahneyle kurdukları bağı ve rock’a olan tutkularını konuştuk – Orhun AtmışUzay’a mektupDilşad Çelebi, oğluyla birlikte büyürken öğrendiklerini, eksiklerini ve kahkahalarını kalpten bir mektupla paylaşıyor.Venedik’te mimari bir dönüşüm çağrısıMermer tozundan 3D mimari, entropiye dayalı yapı sistemi ve döngüsel tasarım… Levent Özruh’un “Anti Ruin” projesi, Venedik Bienali’nde mimarlığın geleceğine farklı bir vizyon sunuyor – Bala Gürcan MadraBalenin kırılgan adımlarıSanatın estetik ve ekonomik sınırlarında dolaşan Étoile, klasik baleye dair nostaljiyi, TikTok çağının gerçekliğiyle buluşturuyor – Başak BıçakDirenişin modasıMet Gala 2025, siyah zarafeti bir direniş biçimi olarak sahneye taşırken, temsil ile estetikleştirme arasındaki sınırları yeniden düşündürüyor – Meryem ParlakAnne arketipi: Bilinçdışının kadim sesiJung’un analitik psikolojisinden hareketle anneliğe dair bilinçdışı imgeler, arketipler ve kişisel mitolojiler üzerine derinlikli bir okuma – Ayşe Acar11 Mayıs: Emperyalizmin zamanlamasıMustafa Kemal ve arkadaşlarına verilen idam kararı yalnızca bir yargı süreci değil Sevrin gölgesinde kalan tarihsel bir iletidir – Şaduman HalıcıKültür Rotası… Berrin KaradenizGazeteniz Cumhuriyet’le birlikte istemeyi unutmayın!

Source: Haber Merkezi


Esnaf, Anneler Günü”nde 80-100 milyar lira ciro bekliyor

Palandöken, yaptığı açıklamada, bu özel günün annelerin yüzünü güldürmek için bir fırsat olduğunu ifade etti.

Annelerin her şeyden önce hediyeye değil, kendilerine duyulan saygı ve sevgiye değer verdiklerini vurgulayan Palandöken, bu günün esnaf için de önemli olduğuna dikkati çekti.

Palandöken, yarın kutlanacak Anneler Günü kapsamında 415 meslek dalında hareketliliğin başladığını, bu tür özel günlerin esnafın en hareketli, en çok iş yaptığı ve kazanç sağladığı zamanlar olarak görüldüğünü kaydetti.

Bu sene geçmiş yıllara göre daha fazla alışveriş yoğunluğu beklediklerini belirten Palandöken, “Tahmini olarak 80 ila 100 milyar liralık bir ciro oluşması öngörülüyor. Bu miktar farklı sektörler arasında paylaşılacak, insanlar annelerine gitmek için toplu taşıma araçlarını kullanacak, kendi araçlarıyla yola çıkacak, taksi tercih edecek. Bu hareketlilik de ekonomiye ciddi katma değer sağlayacak.” değerlendirmesinde bulundu.

Palandöken, annelere olan sevgi ve saygının sadece bir güne değil, hayatın her anına yayılması gerektiğinin altını çizerek, şu ifadeleri kullandı:

“Bu günün en önemli özelliği, annenizin size hiçbir şey beklemeden açtığı o şefkatli kucağın belki de hayatınız boyunca içinizde taşıyacağınız, size yön verecek en kıymetli sevgi oluşudur. Gelenek haline dönüşmüş olan bu duygu hem sevgi alışverişini pekiştirecek hem de esnafın iş yapmasına, çarşının, pazarın canlanmasına katkı sağlayacaktır. Aynı duygularla, herkesin Anneler Günü”nü sağlıklı, uzun süre birlikte geçirilecek nice günlerin başlangıcı olarak kutluyoruz.”

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


İnsanın ihyasından medeniyetin inşasına…

İşte Ahmet Türkben”in Haber7 için kaleme aldığı “İnsanın ihyasından medeniyetin inşasına…” başlıklı yazısı:Medeniyet; taşlar ve binalarla değil, erdemli ve nitelikli insanlarla inşa edilir. O, bir düşüncenin ete kemiğe bürünmesi, bir ruhun toplumu şekillendirmesi, bir inancın hayat bulmasıdır. Medeniyet dediğimiz bu büyük yürüyüş; insanın iman, iyilik, erdem, adalet ve hikmetle kendini ıslah ve ihya etmesiyle başlar. Bir insan kendini değiştirdiğinde bu değişim topluma yansır ve toplum değişimin diriltici soluğuyla medeniyetleri inşa eder.MEDENİYETE YOLCULUK: ISLAH, İHYA, İNŞAMedeniyet yolculuğu, kendi içimize bakmakla başlar. Önce çürüyen dokuları temizlemek, sonra kaybedilen değerleri yeniden yeşertmek, nihayetinde ise bu dirilişi kurumsal bir yapıya dönüştürmek… Tıpkı bir çınar ağacı gibi. Köklerdeki çürükler temizlenmeden, yeni filizler yeşermez; yeşermeyen filizler ise koca bir çınara dönüşemez. Başka bir ifadeyle, medeniyetin inşası üç aşamalı bir sürecin sonucudur: Islah, ihya ve inşa.Islah, bozulmuş olanı düzeltme sürecidir. Hem kişi hem de toplum düzleminde; ahlaki, fikrî ve amelî sapmaların fark edilmesiyle başlar. Hedefi, kötülükten arınmak ve özle yeniden bağ kurmaktır. Islah olmadan hakikatin ne olduğu tam olarak anlaşılamaz; çünkü insan, önce neyi kaybettiğini bilmeli ve onu aramalıdır.Kelime anlamı itibarıyla ıslah; “düzeltmek, daha iyi hâle getirmek, fesadı gidermek” demektir. Islah, sadece ferdin kendi iç dünyasında değil; toplum yapısında, ilişkilerde, hatta sistemlerde de gerçekleşmesi gereken köklü bir dönüşümdür. Bu yönüyle ıslah, yüzeysel bir değişimi değil, derinlikli bir muhasebeyi ve samimi bir arınmayı ifade eder.Fıkıh literatürümüzün temel kaynaklarından Mecelle’de geçen meşhur kaide bunu şöyle açıklar: “Def’-i mefâsid, celb-i menâfi’den evlâdır.” yani “Zararı ortadan kaldırmak, fayda elde etmekten daha önceliklidir.” Bu yaklaşım, önce kötülüğü giderme, ardından iyiliği tesis etme anlayışını merkeze alır. Çünkü temeli bozulmuş bir yapıya doğrudan iyilik bina edilemez; önce zeminin sağlamlaştırılması gerekir.“Tek istediğim, gücümün yettiğince ıslah etmektir.” diyen peygamber çağrısı, her müminin imkânları ölçüsünde ıslah sorumluluğu taşıdığını hatırlatır. Bu söz, küçük gibi görünen kişisel çabaların aslında ne kadar değerli olduğunu ortaya koyar. Islahla arındırılan bu zemin, artık hayatın hakikatle yeniden buluşacağı bir ihya sürecine hazır hâle gelmiştir.İhya, bu ıslah süreciyle temizlenen zemine ruh ve bilinç kazandırma aşamasıdır. Unutulan değerlerin yeniden canlandırılması, hakikatin gönülde ve hayatta karşılık bulmasıdır. İhya, kişinin iç dünyasında bir diriliş başlatır ve bu diriliş zamanla topluma yayılır.”Kim bir insanı ihya eder (diriltir)se, bütün insanları ihya etmiş (diriltmiş) gibi olur.” ayet-i kerimesi, insana verilen değeri ve iyiliğin dönüştürücü gücünü ortaya koyar; çünkü bir insanın ihyası, aynı zamanda bir toplumun ıslahı ve bir medeniyetin inşası demektir.Bir toplumun dirilişi de çöküşü de onun değerleriyle olan ilişkisine bağlıdır. “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” emr-i ilahisi bu gerçeği açıkça beyan eder. Ahlaki ve manevi değerleri koruyan toplumlar, sahip oldukları nimetleri muhafaza eder; bu değerleri kaybettiklerinde ise yıkım kaçınılmaz olur. Bu sebeple, medeniyet yolculuğu, ıslahla başlar, ihya ile kökleşir ve inşa ile kurumsallaşır.İnşa, ıslah ve ihya süreçleriyle oluşturulan sağlam temeller üzerine kurulan yapının adıdır. Islah ile kötülüklerden arınan, ihya ile değerlerle dirilen bir toplum; ancak bu iki aşamadan sonra kalıcı, sürdürülebilir ve nitelikli yapılar ortaya koyabilir. İnşa, yalnızca fiziksel yapılar, şehirler ya da mimari eserler kurmak değildir. Gerçek anlamda inşa, kişinin iç dünyasında başlayan ahlaki ve fikrî temellerin, toplum düzenine yansımasıdır. Hukuk, ekonomi, eğitim, sanat ve yönetim anlayışı dâhil tüm sosyal yapı ve kurumlar bu temel üzerinde yükselir.İnşa, bir düzen kurma, bir hayat nizamı oluşturma çabasıdır. Bu nizamın merkezinde adalet, meşveret, emanet, ehliyet ve liyakat gibi kadim ilkeler yer alır. Eğer bu değerler inşa sürecinin omurgasını oluşturmazsa ortaya çıkan yapı kalıcı ve kapsayıcı olamaz.Tarih boyunca köklü medeniyetlerin tamamı, bu üçlü sürecin sağlıklı işlemesiyle varlık kazanmıştır. İnsan ve irfan mektepleri; önce fertleri ahlakla donatmış (ıslah), sonra gönülleri ve zihinleri diriltmiş (ihya), ardından bu gönül medeniyetini kurumsallaştırarak şehirleriyle, ilim merkezleriyle, irfan mektepleriyle, vakıflarıyla, adalet teşkilatlarıyla bir toplum modeli inşa etmiştir. Bu bağlamda inşa; fikirle yoğrulmuş bir anlayışın, uygulamaya dökülen ilkelerin ve köklü bir medeniyet tasavvurunun, somut kurumlar ve sistemler aracılığıyla yaşanır hâle getirilmesidir. Eğitimden kültüre, hukuktan mimariye kadar insanı merkeze alan bir düzen kurmak, gerçek bir inşa faaliyetidir. Dolayısıyla inşa; sadece bugünü şekillendiren değil, geleceğe taşınan bir sorumluluktur. Eğer sağlam temeller üzerinde yükselirse bir medeniyet asırlarca ayakta kalabilir. Aksi hâlde, görünüşte güçlü olan yapılar bile içten çürümeye başlar ve ilk sarsıntıda yıkılır.Islah, yozlaşmayı düzeltir; ihya, değerleri canlandırır; inşa ise dirilişin kalıcı hâle gelmesini temin eder. Bir milletin geleceği de işte bu üç kavramın hayata ne kadar geçirildiğiyle doğrudan ilgilidir.GEÇMİŞTEN GELECEĞE YÜRÜMEKİnsan, geçmişiyle var olur. Köklerini unutan bir toplum, tarihî hafızasını, kültürel mirasını ve manevi değerlerini kaybettiğinde sadece maddi anlamda değil, ruhen de bir çöküş yaşar. Maziye sırtını dönen toplumlar, zamanla kimliksizleşir ve başkalarının şekillendirdiği bir dünyada savrulmaya mahkûm olurlar. Oysa geçmişimiz, sadece hatırlanacak bir anı değil, bugünü inşa eden bir ilham kaynağıdır; çünkü her ağaç kendi köklerinde yükselir. Bu anlayışla, medeniyetimizin ruhunu yaşatmak ve geleceğe taşımak, ancak köklerimize bağlı kalmakla mümkündür. Nasıl ki kökü derinlere uzanan bir ağaç fırtınalara karşı dimdik durabiliyorsa, kendi değerlerinden beslenen bir toplum da zamanın, dijitalleşmenin, kültürel yozlaşmanın, ekonomik dalgalanmaların ve küresel krizlerin oluşturduğu meydan okumalara karşı ayakta kalabilir; ancak bu direnç sürekli bir ıslah ve ihya bilincini kuşanmakla mümkündür.Bir medeniyetin yeniden inşası, onun özünü, değerlerini ve ruhunu kavramakla mümkündür. Geçmişin köklü mirasına dayanan ancak geleceğe yönelmeyi ifade eden “kökü mazide olan âtî” ifadesi, medeniyetimizin yalnızca nostaljiyle değil, geleceği inşa edecek bir bilince sahip olunması gerektiğini vurgular.Bu yaklaşım etrafında yaşanan fikrî bir münazara, meseleyi veciz bir biçimde özetler. Ziya Gökalp, Yahya Kemal’e:“Harabisin, harabati değilsin / Gözün mazidedir, âtî değilsin”diye seslenir. Yahya Kemal ise bu eleştiriye köklü bir cevap verir:“Ne harâbî, ne harâbâtîyim / Kökü mazide olan âtîyim.”Yahya Kemal’in bu cevabı, geçmişi sadece hatırlamak değil; onu geleceğe taşıyan bir bilinçle kavramak gerektiğinin en zarif ifadesidir.Mütefekkir Cemil Meriç’in: “İnsan kökleriyle insandır, köklerini kaybeden toplum ilk önce insan olma vasfını kaybeder. Mazideki kudretimiz hatıra olarak da yaşasa ayakta durmamızı mümkün kılmıştır.” sözü, medeniyetin sürekliliği ve kimlik bilinci açısından mühim bir hakikati ifade eder.Yahya Kemal”in “köklü gelecek” vizyonu ile Cemil Meriç”in “hafıza” vurgusu aslında aynı hakikatin iki yüzüdür. Medeniyet, geçmişin mum ışığında geleceği okuyabilme becerisidir.Endülüs’ün kütüphaneleri önce âlimlerin zihninde, Selçuklu’nun kervansarayları yolcuların güveninde, Osmanlı’nın külliyeleri vakıf insanların gönüllerinde inşa edilmişti. Selimiye’nin kubbeleri önce ilimle yoğrulmuş bir akılda, ardından ihlasla çarpan bir kalpte şekillenmiş; medrese önce niyette, çarşı önce ahlakta, devlet önce adalette kurulmuştu. Mimari yükselmeden önce niyet, fikir, ahlak ve takva insanı yüceltmişti. Süleymaniye’yi büyük yapan, sütunlara nakşedilen aşk-ı ilahidir. Divriği’yi muhteşem kılan, her oymada tecelli eden sabır ve mana arayışı; Topkapı’yı saray yapan, adaletle yükselen kulesi; Dolmabahçe’yi ihtişamlı kılan, bir medeniyetin son nefesindeki vakarıdır. Kapadokya’yı bugüne taşıyan ise insanın toprakla yazdığı ortak bir hikâyedir.Medeniyet inşası, bir neslin kendisinden sonrakilere bırakacağı ahlakî bir vasiyettir. Bugün elimizde tuttuğumuz fener, sadece kendi yolumuzu aydınlatmak için değil, arkadan gelenlere yol göstermek içindir.Unutmayalım ki; Süleymaniye’yi, Kubbetü’s-Sahra’yı, El Hamra’yı inşa eden, taşların arasına sinen ruhtur. O ruhla birlikte medeniyet idrakini de yitirdiğimizde geriye sadece temaşa edilen ama mesajını okuyamadığımız ve ilham alamadığımız bir ihtişam kalır. Oysa her taş, bir kelam; her kemer, bir yakarıştır. Anlamını yitiren mimari, sessiz bir kitaba döner; gören gözler için bir hicran, idrak eden kalpler için bir miras, tefekkür eden akıl sahipleri için ise bir şahit ve bir emanettir.Medeniyetimizi yalnızca geçmişin bir hatırası ya da iftihar vesilesi olarak değil, bugünü şekillendiren, istikametimizi belirleyen ve geleceğe yön veren bir bilinç olarak yaşatma duasıyla…

Source: Ramazan Yıldız


Esnaf, Anneler Günü”nde 80-100 milyar lira ciro bekliyor

Anneler Günü her yıl Mayıs aynın ikinci pazar günü olarak kutlanırken, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, bekeldikleri ciroyu paylaştı.

Palandöken, yaptığı açıklamada, bu özel günün annelerin yüzünü güldürmek için bir fırsat olduğunu ifade etti.

Annelerin her şeyden önce hediyeye değil, kendilerine duyulan saygı ve sevgiye değer verdiklerini vurgulayan Palandöken, bu günün esnaf için de önemli olduğuna dikkati çekti.

Palandöken, yarın kutlanacak Anneler Günü kapsamında 415 meslek dalında hareketliliğin başladığını, bu tür özel günlerin esnafın en hareketli, en çok iş yaptığı ve kazanç sağladığı zamanlar olarak görüldüğünü kaydetti.

Bu sene geçmiş yıllara göre daha fazla alışveriş yoğunluğu beklediklerini belirten Palandöken, “Tahmini olarak 80 ila 100 milyar liralık bir ciro oluşması öngörülüyor. Bu miktar farklı sektörler arasında paylaşılacak, insanlar annelerine gitmek için toplu taşıma araçlarını kullanacak, kendi araçlarıyla yola çıkacak, taksi tercih edecek. Bu hareketlilik de ekonomiye ciddi katma değer sağlayacak.” değerlendirmesinde bulundu.

Palandöken, annelere olan sevgi ve saygının sadece bir güne değil, hayatın her anına yayılması gerektiğinin altını çizerek, şu ifadeleri kullandı:

“Bu günün en önemli özelliği, annenizin size hiçbir şey beklemeden açtığı o şefkatli kucağın belki de hayatınız boyunca içinizde taşıyacağınız, size yön verecek en kıymetli sevgi oluşudur. Gelenek haline dönüşmüş olan bu duygu hem sevgi alışverişini pekiştirecek hem de esnafın iş yapmasına, çarşının, pazarın canlanmasına katkı sağlayacaktır. Aynı duygularla, herkesin Anneler Günü”nü sağlıklı, uzun süre birlikte geçirilecek nice günlerin başlangıcı olarak kutluyoruz.”

Source: