“Kültürel Olaylar Haftası – Sinema, Tarih ve Bayram Coşkusu”

Sanatta bu hafta (2 Nisan 2025)

SERGİFigüratif ressam Nedret Sekban’ın“Tuvaldeki Kadınlar” isimli sonresim sergisi yarın ArnavutköyGaleri Selvin’de açılacak. Ressamınresimlerinde en çok göze çarpantemalar; çingeneler, deniz,balıkçılar, dalgalar, demiryoluişçileri ve Karadeniz’e ait realistçerçevedeki gözlemleri yoğun olarakkarşımıza çıkıyor.Sekban’ın kadın hallerine odaklanansergisi 10 Mayıs’a dek açık olacak.TİYATROAhmet Sami Özbudak’ın yazdığı,Emrah Eren’in yönettiği TiyatroHayali’nin yeni oyunu “MercaniyeÇok Yaşa”yı 7 Nisan Pazartesi saat20.30’da ENKA Oditoryumu’ndatiyatroseverlerle buluşacak.“Mercaniye Çok Yaşa”, seyirciyiOsmanlı’nın son dönemlerinedoğru tarihi bir yolculuğa çıkarıyor.Erdem Akakçe, Sevil Akı, BülentÇolak, Bihter Dinçel ve FatihKoyunoğlu’nun rol aldığı oyun,Osmanlı’nın son döneminde, yüzüpyüzmeyeceği belirsiz donanmagemisi Mercaniye’nin kaptanı AsafKaptan’ın mücadelesi üzerinden birdevrin kapanışını ele alıyor.–Arthur Miller‘ın yazdığı, SabahattinEyüboğlu-Vedat Günyol’un çevirdiği,Yiğit Sertdemir’in yönettiği “CadıKazanı” bugün ve 5 Nisan’da saat20.30’da Kâğıthane SadabadSahnesi’ndesahnelenecek.MÜZİKALCandan Seda Balaban’ın, ÖzgeMidilli ile birlikte yazdığı ve Balaban’ınyönettiği çocuk oyunu “Park” bu haftasaat 13.00’de Mecidiyeköy BüyükSahne’de minik seyircilerle buluşacak.Oyunda, metropolün ortasında artıkpek de ziyaret edilmeyen yapayalnızbir park ve o gün tesadüfen oradangeçen üç çocuğun maceraları sözsüz,maskeli ve müzikle anlatılıyor.

Source: Öznur Oğraş Çolak


Türker Süer’in yönetmenliğini yaptığı ‘Gecenin Kıyısı’ vizyonda – Kaostaki kardeşler

Türker Süer’in ilk uzun metraj filmi “Gecenin Kıyısı”, uluslararası prömiyerini Venedik Orizzonti Extrada, Kuzey Amerika prömiyerini ise Toronto Uluslararası Film Festivalinde yaptı. 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney Ödülü, en iyi kurgu ödülü (Rainer Nigrelli), en iyi erkek oyuncu ödülü (Ahmet Rıfat Şungar) ve 35. Ankara Film Festivali’nde en iyi görüntü yönetmeni (Matteo Cocco) ödülünü aldı.Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakmanın başrollerini paylaştığı film, Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz’daki darbe girişiminde kardeşi Kenanı (Berk Hakman) askeri mahkemeye teslim etmesi gereken subay Sinanın (Ahmet Rıfat Şungar) hikâyesini takip ediyor. Süer, 15 Temmuz’un kaosunu anlatının bir parçası olarak kullanıyor, itaat-itaatsizlik, sadakat, sorumluluk gibi kavramları sorguluyor. Ses tasarımı, görüntü yönetmenliği, orijinal müzikleriyle dikkat çekici bir sinema deneyimi sunan filmin yönetmeni Türker Süer’le konuştuk.Süer ve Aman bir arada.- Gelmiş Geçmiş En İyi Baba, Kardeşler ve Gecenin Kıyısı… İki kısa kurmaca, bir uzun kurmaca ama üç aile ve kardeşler arasındaki problemli ilişkiler yumağı. Filmlerinize bu kadar etki etmesinin nedeni nedir bu “kardeş” sorgulaması?Bu tür şeyler daima ilgimi çekmiştir. Hele ailenin içindeki yaşananlar, çünkü seçemiyorsun aileni. Farklı ilişkilerde sevmediğin bir şeyi görürsen ya da huysuz biriyse kontağını kesersin. Ama işte ailede olmuyor ve bu zoraki ilişki bence çok ilginç. Çünkü mecbursun.- Siz kardeşinizle nasıl geçiniyorsunuz? Onu hapishaneye götürüyorum sürekli… (Gülüyor) Hayır hayır, çok iyi geçiniyoruz.‘İNSANLARA GÜVENMİYORLAR’- Gecenin Kıyısı’na gelelim. İlham nerede geldi?Ben Almanyada yaşıyorum, orada doğdum, orada büyüdüm, orada yaşıyorum. Ama tabii ki buradaki olup bitenleri sürekli takip ediyorum hatta ailem var burada. Çok derin bir bağım var benim Türkiyeye karşı. Bir gün gazetede gördüğüm bir haberden sonra ilham geldi aslında. Eski HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesi saldırıya uğramıştı. “Bütün bu nefretten dolayı insanlığımızı kaybedeceğiz” gibi bir cümle okumuştum. Bu öfke, bu nefret nereden geliyor, diye düşündüm. İnsanlar güvenmiyorlar birbirlerine, Bu nereden geliyor, böyle bir yerde yaşamak ne demek, insanlar hangi stratejilere başvuruyor gibi sorgulamalara başlamıştım.- Asker bir baba, iki subay kardeş. İkisi de birbirine zıt. Ama en nihayetinde iki kardeş, bir kaosun içerisinde yine birbirine kalıyor ve bazı diyaloglarla, vermek istediğiniz mesajı alıyoruz. Disiplin, sorumluluk, sadakat, adanmak gibi kavramlar üzerinden şekillenen bir mesaj. Yazan ve çeken olarak siz ne söylersiniz?Şunu çok net bir şekilde söyleyebiliyorum, mesajım yok. İzleyici bu filmde bir mesaj görüyorsa ona karşı değilim. Bahsettiğin kavramlar da yanlış değil bu arada. Ama benim gayem o değildi. Ben de bir film izlersem veya kitap okursam ben de orada bir şeyleri görürüm tabii ki, Ama şunu söyleyebilirim, mesajdan ziyade belki bir teklif olabilir, bir şey teklif ediyorum ben izleyiciye. Gel bunun üzerine konuşalım, diyorum. – Peki bu teklifin çerçevesi kardeşlik çatışması kavramı üzerinden mi, kutuplaşma kavramı üzerinden mi, yoksa diğer bahsettiğim kavramlar üzerinden mi şekillenir?Mesela sadakat kavramı, yazarken bu benim için kesinlikle önemliydi. Mesela sistem. Bu sistem ordu olabilir, aile de olabilir. İnsan bir sisteme sadık, kendine sadık kalabilir mi, diye bir soru var ortada benim için. Bunun üzerine düşünmek, tartışmak. Ama o bahsettiğin diğer kavramlar da kesinlikle filmin içinde yer alıyor.‘BÜYÜK KAOS VAR’- Adana’da gösterim sonrasında, “15 Temmuz’u hikâyeye daha sonra ekledim” demiştiniz. Öncelikle bunu niçin 15 Temmuz üzerinden anlatmak istediğinizi sormak istiyorum. Çünkü Türkiye’de 15 Temmuz’la ilgili henüz pek dişe dokunur iş göremedik.15 Temmuz, evet, yazmaya oturduğumda böyle bir fikrim yoktu ama ondan sonra yola çıktıktan sonra gerçekten çok hızlı bir şekilde girdi. Çünkü orada şüphe var. Birbirimizden şüpheleniyoruz. 15 Temmuz da tam olarak öyle. O gece tam olarak ne olduğunun bilinmesi. Yazar olarak söylüyorum, bana orada ana karakterin dünyasını alt üst edecek bir şey lazım. Kapsamlı olarak sorgulayacak ve işte inandıkları yalan mı yalan değil mi, nasıl davranacak, esas yüzünü gösterebilecek mi? O gece, tam benim bahsetmek istediğim şeyleri sanki simgeliyor. Evet, büyük bir kaos var ortada. Evet aynen, aynen. Kimin ne olduğu belli değil. İnsani yolculuklara kenara koyarsak bu yani anlatım açısından çok ilginç bir şey.- 15 Temmuz konusu özelinde sormak istersem, biraz ortada durduğunuz konusunda bazı eleştiriler var. Ya da “kıyı”sında yüzdüğünüz ile ilgili eleştiriler… Siz neler söylersiniz?Bu eleştiriyi anlayabiliyorum. Doğru da çünkü benim gayem de öyleydi. Az önce söyledim, biz o gece tam olarak neler oldu, bilmiyoruz. Bilenler vardır elbette ama benim gördüğüm, araştırdığım haliyle, bir bilinmemezlik var ortada. Benim için çok ilginç olan şey işte o insanlar öyle bir durumda nasıl görünüyorlar, nasıl tepki gösteriliyor birbirlerine. Tercih buydu zaten. Korktuğum ya da çekindiğim için girmemek değidi. Temel olarak kardeşlik hikâyesi.- Filmdeki kardeş iki subayın babası da subay ve o da Ergenekon-Balyoz mağduru anladığımız kadarıyla. Çekim öncesinde, aşamasında mağdurlarla ya da askeri kaynaklarla görüştünüz mü, destek aldınız mı?Ergenekon-Balyoz mağdurları ile görüşmedim. Ama takip ediyordum, ayrıca kişisel olarak bu tür şeyleri araştırdım. Askeri kaynak olarak iki kişiyle görüştüm ama Ergenekon-Balyoz konularını konuşmadık. Ama ara sıra bir şeyler söyledi ama daha çok askerlik kavramı üzerinden konuştuk. Bütün bu şeylerin doğru dürüst bir şekilde temsil edilmesi önemliydi benim için.‘HAYALİM GERÇEKLEŞTİ’- Ahmet Rıfat Şunlar ve Berk Hakman tercihlerinizi sorayım o zaman…Filme ilk katılan oyuncu Ahmet Rıfat Şungar’dı. Filme başlamadan önce de o aklımdaydı. Berk Hakman da öyle. Ahmet ve Berk zaten iyi arkadaşlar. İkisinin arasında çok güzel bir dinamik olduğunu düşünüyorum. İkisi de çok farklı tarzda oyuncular ama bir araya geldiklerinden güzel bir enerji ortaya çıkıyor. Karakterlerin ikisine de hani derler ya “cuk oturuyor” diye, öyle olduğunu düşünüyorum.- Festival yolculuğu bitti, şimdi izleyiciyle buluşacak filminiz. Nasıl tepkiler aldınız bugüne dek?Türkiyede olmak, filmimin Türkiye’de gösterilmesi çok değerli, beni çok heyecanlandırıyor. Adana ve Ankara’da izleyicilerin tepkisi beni çok mutlu etti. Güzel tepkiler aldık. Ben çocukken yönetmen olmak ve film çekmek isterken, hayalim Türkiyede bir film çekmekti. Ve o hayalim gerçekleşti. Onun için gerçekten çok mutluyum ve duygulandım.

Source: Mehmet S. Aman


istanbul’a, tam 942 miras alanı katan arkeolog

19 Mart’taki operasyonla tutuklanan, sorgusunda 50 TL’lik hesap hareketleri bile sorulan Mahir Polat, rahatsızlanınca hastaneye kaldırılıp anjiyo oldu. Tekrar cezaevine gönderilen Polat bu para hareketlerini sadaka olarak açıklamıştı. Mahir Polat’ın İstanbul için yaptıkları ise paha biçilemez.

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, pek çok İstanbullu için aslında gizli bir kahraman. Herkesin ekonomik koşullar nedeniyle eve kapandığı, içe döndüğü bir süreçte kamu için, kamu yararına pek çok önemli, tarihi mekanı İstanbul’a yeniden kazandırdı. Aynı zamanda Tarihi Kentler Birliği Genel Sekreteri olan ve kent kültürü, belleği için uzun süredir çalışan Polat, kültür ve sanat odaklı restorasyonlar yapan ekipleri yönetti. Artık bir marka olan İBB Miras’ı kurdu ve 62 anıt ve sivil mimarlık eseri, 21 yeni müze ve yaşam alanı, 34 kamusal sanat eseri, 197 tescilli çeşme, 588 tarihî mezar ile hazine ve 19 tarihî türbe olmak üzere toplam 942 miras alanının restorasyonunu gerçekleştirdi ve koruma altına alınmasını sağladı.

DİNSEL KÜLTÜREL MİRAS

2002’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden mezun olan Polat, 2003’te İTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans Programı’nda eğitimine başladı. 2008’de ise YTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat ve Tasarım Anabilim Dalı’nda lisansüstü eğitimini tamamladı. Bu bölümde kültürel miras mevzuatı üzerine ders verdi. İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Dinsel Kültürel Miras odaklı doktora tezi yazdı. Polat, tutuklandıktan sonra onun ücretsiz olarak ziyaret edilecek, vakit geçirilecek çekim merkezi mekan projeleri bir bir paylaşıldı. Şu not öne çıkıyordu paylaşımlarda, “Kendisi hapiste, eserleri ziyaretinizi bekliyor.”

TARİHİ ÇEKİM MERKEZLERİ

Bu yapılar arasında neler var? Açıldığı günden bu yana sosyal medyada paylaşım rekoru kıran Aksaray’daki Bulgur Palas başta geliyor. “İstanbul’un yedinci tepesi Cerrahpaşa’nın yanı başında bütün ihtişamıyla hayat buldu Bulgur Palas” diyerek müjdelemişti bu tarihi mekanın halkla buluşmasını. Yıllardır tahta perdeyle kapalı duran ve arkasında ne olduğunu dahi unuttuğumuz İstiklal Caddesi’ndeki Casa Botter binası bir başkası. Sanat merkezine dönüşen bu gösterişli bina da Komet gibi Burhan Uygur gibi önemli sanatçıların sergileri açıldı, yenileri de hayata geçiyor. Yok olmaya terk edilmiş Moda İskelesi’ni, Gülhane Sarnıcı’nı, Yedikule Gazhanesi, Büyükada Taş Mektep, ha kapandı ha kapanacak denilen Beyoğlu Sineması, Artİstanbul Feshane projelerinin arkasında hep imzası var. Ataköy Baruthanesi’ni de “Azmin ve emeğin hatırası” diyerek hayata geçirmişti. Daha bitmedi, Yerebatan Sarnıcı, Rumeli Hisari, Kenter Tiyatroları da onun sayesinde yenilendi.

Polat’ın bir kültür arşivi gibi olan sosyal medya hesabından, “60 yılda kaybolan İstanbul, hiç acımadan yok edilen kent…” dediği İstanbul’un gizli kalmış köşeleri, çeşmeler, tarihi tekke ve mezarlar, Osmanlı Dönemi tarihi eserleri, ara sokaklardaki eski konutlar ve binaların izini sürmek mümkün.

Parası olmayan, kapalı bir mekana gidemez mi?

Erzincan doğumlu olan Polat bir röportajında şöyle diyordu: “Bir insan bu şehirde, bu ülkede evden çıktıktan sonra para harcamadan üstü kapalı bir mekana gidemez mi? Adımını attığınız yerde para harcamak zorunda mısınız? Cebinizdeki para yetmiyorsa, gençseniz, çalışıyorsanız ya da yoksulsanız bir şekilde bu şehri yaşamak, bu şehrin parçası olmak bu şehirde hakkınız olduğu hissini nereden alacaksınız? Biz bu mekanlarda kültür dayatmayacağız, kültür budur, kültür şudur, herkes de kültürlü olsun. Yok, yaşıyoruz. Bu kadar kültürlü olmaya ihtiyacımız bile yoktur belki. İnsanla buluşmaya ihtiyacımız vardır. Oturmaya ihtiyacımız vardır.”

YAVAŞ’TAN MAHİR POLAT AÇIKLAMASI

Tutuksuz yargılansın

Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, “Yargılamaların adil olması kadar, insani olması da önemlidir. Tarihi Kentler Birliği Genel Sekreterimiz Sayın Mahir Polat’ın yaşadığı sağlık sorunları ortadır. Bu şartlar altında Mahir Polat’ın tutuksuz yargılanması, hem insani bir gereklilik hem de sorumluluk makamında olan herkes için vicdani bir yükümlülüktür” dedi.

“Kent uzlaşısı”ndan tutuklanan Polat, anjiyo olmuştu.

Source: Haber Merkezi


Bir resmi bayram daha geliyor

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 21 Mart Nevruz Günü Anma Programı’nda yaptığı konuşmada 21 Mart tarihinin “Nevruz Bayramı” olarak resmi bayram ilan edileceğini duyurmuş ve Cumhur İttifakı’nın çalışmalara başlayacağını ifade etmişti.

Cumhuriyet”te yer alan habere göre; konuya ilişkin çalışmalar Ramazan Bayramı’nın hemen ertesinde başlıyor. AKP’li kaynaklardan edinilen bilgiye göre; hali hazırda Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan’da resmi tatil olan Nevruz Bayramı’nın, çalışmaların ardından tüm Türk Dünyası’nın ortak bir bayramı olması hedefleniyor. Çalışmalara AKP Türk Devletleri ile İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Kürşad Zorlu”nun öncülük edeceği öğrenildi.

İYİ Parti Türk Dünyası ve Yurt Dışı Teşkilatlanma Başkanı Dr. Ayyüce Türkeş Taş ise söz konusu gelişmenin İmralı sürecine denk gelmesine dikkati çekti. Nevruz’un Türklerin Ergenekon’dan çıkışı olduğunu belirten Türkeş, şunları söyledi:

“Türk Ergenekon Bayramı. Zaten millet olduğumuzun da ispatı. Biz hepimiz Türk milletiyiz. Ortak değerimiz… Beraber aynı bayramı kutluyoruz. Terörist PKK’lılar bu bayramı kendileri sahiplenmeye kalkıp böyle bir ayrılıkçılık yaratabiliyorlar. Hükümetin bunu ne niyetle yaptığını anlamak mümkün değil. Ama maalesef arkasında iyi niyet aramıyoruz. Çünkü hep negatif ve garip şeyler oluyor son zamanlarda ülkemizde.

Nevruz’un resmi bayram olup olmamasının ne önemi var anlamıyorum. Türkiye’de zaten yeteri kadar tatil var. Resmi bayram var. Bu da zaten bahar bayramı. Kutlanıyor. Kutlanmaya devam da edecek. Bu niye böyle ön plana çıkarılıyor anlamak mümkün değil. Topluma gereksiz fitne sokmak bu. Bunların gittiği yol yanlış. Bu 2015’te de denendi. Çok ağır bedeller ödedik. İnşallah bedel ödemeden bu yollardan döneriz.”

Source: Haber Merkezi


Tarihi yeniden yazdıran keşif: 3 bin yıl daha eski olduğu ortaya çıktı

Diyarbakır Müze Müdürlüğü başkanlığında, Kocaeli Üniversitesi”nden Prof. Dr. Ayşe Tuba Ökse”nin bilimsel danışmanlığında, Güneydoğu Anadolu Yukarı Dicle Vadisi”nde 2018-2023 yılları arasında yürütülen, 5 kültürel katmanın ortaya çıkarıldığı Gre Fılla Höyüğü kazılarında, neolitik döneme ait yerleşimde erken dönem metalürjik faaliyetlerin gerçekleştirildiği belirlendi.

Farklı disiplinlerden akademisyenlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan KOÜ Arkeometri Çalışma Grubu”nca elde edilen bulgular, ScienceDirect bilimsel yayın veri tabanında “Journal of Archaeological Science: Reports” dergisi ve Amerikan Bilimde İlerleme Derneğinin akademik dergisi “Science”de yayımlandı.

Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Üftade Muşkara ve Doç. Dr. Ayşin Konak, Fen-Edebiyat Fakültesi Analitik Kimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seda Karayünlü Bozbaş, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Burak Telli”nin çalışmaları, metal işleme sürecine yeni bakış açısı sunarak, bölgedeki bakır işleme faaliyetleriyle ilgili en erken denemelerin günümüzden yaklaşık 10 bin yıl öncesine dayandığını ortaya çıkardı.

Muşkara, KOÜ Arkeometri Grubu ile Gre Fılla kazılarından elde ettikleri bilgiler doğrultusunda “Son avcı-toplayıcılar tarafından erken bakır üretimi” başlıklı bilimsel makaleyi kaleme aldıklarını söyledi.

İnterdisipliner çalışmayla arkeolojik malzemelerin, çeşitli kimyasal, fiziksel yöntemlerle malzeme özelliklerinin belirlenerek teknolojik özelliklerinin anlaşılmasına yönelik çalışmalar yürüttüklerini anlatan Muşkara, arkeoloji, kimya ve malzeme alanında uzmanların bir araya gelerek arkeolojik sorulara cevap aradıklarını belirtti.

Kazılarda bulunan bakırın kökeni Trabzon”a ait

Gre Fılla kazısında buldukları ısıl işlemlerle ilgili malzeme grubuna ilişkin, “Metalürjik faaliyetler nasıl olmuş? Bu kadar erken dönemde bakır işçiliği var mıydı?” sorusundan yola çıkarak araştırma yaptıklarını aktaran Muşkara, “Bu araştırmada iki grup örnekte çeşitli incelemeler yaptık. Bu incelemeler sonucunda bir grubun fırınla ilişkili olduğunu, bir parçanın ise metalürjik bir süreç içinde oluşturulmuş malzeme olduğunu anladık” diye konuştu.

Muşkara, çalışmalarla camlaşmış kütlesel parçanın, sıcaklığın yaklaşık 1000 santigrat dereceye ulaştığı kapalı fırın ortamında oluştuğunu belirlediklerine işaret ederek, şöyle konuştu:

“Kapalı, ısı kontrolünün olduğu bir fırın ortamı, yaklaşık 1000 dereceye kadar ulaşmış, buna ait parçayı inceleyerek içinde küçük bakır parçaları ve yüzeyde bakır kalıntıları bulduğumuzdan, bu fırının bakır işçiliğiyle ilişkili olabileceğini aklımıza getirdi. Bakır objeyle yaptığımız inceleme, bunun yüksek sıcaklıkta eritilmiş örnek olduğunu, eritildikten sonra döküm yoluyla vurularak şekillendirildiğini gösteriyor.

Önceki arkeolojik bilgilerimiz bize prehistorik dönemde insanların bakırı, bakır cevherini bildiklerini fakat bunu daha çok küçük süs eşyası ya da pigment olarak kullandıklarını gösteriyordu. Doğada bakır metalik olarak bulunuyor, bu buldukları metalik bakırı da dövme yoluyla tavlama şeklinde ısıl işlemle şekillendirerek istedikleri forma getirdikleri bilgisi söz konusuydu. Yaptığımız incelemede, en azından yöresel olarak daha erken dönemlerde ısıyla denemeler yapıldığını ve bu malzemenin de eritilerek şekillendirildiğini gösteriyor.”

Buluntuların kökenini tespit edebilmek için kurşun izotop analizi yaptıklarına ve şaşırtıcı sonuçlar elde ettiklerini aktaran Muşkara, şunları kaydetti:

“Gre Fılla, Diyarbakır ve Ergani madenlerine yakın olmasına rağmen bu bakırın kaynağını Trabzon kökenli olarak bulduk. Bu da oldukça şaşırtıcı bir bilgiydi. Ergitme yönteminin en azından bir denemeyle başladığını gösteriyor. Bu endüstriyel, sürekli kullanılan bir süreç değil belki ama ilk denemelerin başladığını gösteriyor. Anadolu için en erken eritme ve dökme, Mersin”de Yumuktepe”de milattan önce 5 bin yılları olarak biliyoruz. Gre Fılla bulguları milattan önce 8 bin yıllarında, yani 3 bin yıl gibi çok radikal bir değişim gösteriyor. Daha ilerleyen dönemlerdeki gibi endüstriyel ve oturmuş bir teknoloji değil bu belki ama deneysel bir yaklaşımın çok daha öncesinde başladığına dair ipucu veriyor.”

“Bakırın Trabzon”dan getirilmiş olması, doğayı çok iyi gözlemlediklerini gösteriyor”

Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşin Konak da Gre Fılla”nın çanak-çömleksiz neolitik dönem yerleşkesi olduğunu ve yapılan kazılarda uzun süre burada konaklandığının anlaşıldığını kaydetti.

Konak, neolitik topluluklar özelinde Gre Fılla yerleşiminin, daha önce yontma taş alet teknolojisinde kullanılan obsidiyenin, ham madde olarak kaynaklarını tespit etme araştırmaları yürüttüklerini anlattı.

Neolitik toplulukların ortak paydada buluştukları bazı özellikler bulunduğundan bahseden Konak, şu ifadeleri kullandı:

“Bu çalışma bize, bakırın da tedarik zinciri içinde yer aldığını gösterdi. Bu bağlamda bu toplulukların belki de birbirine benzemesine, mimari süreçler, ilk defa yerleşimlerin ortaya çıkması, dini inançlar, inanç sistemleri, ritüeller, belki de bu kadar ortak paydada birleşmeleri bu tedarik zincirleriyle karşımıza çıkıyor. Obsidiyen, Doğu Anadolu kaynaklarından getirilmiş, Gre Fılla”ya yakın kaynaklar değil. Bakırın Trabzon”dan getirilmiş olması, bu toplulukların doğa ile çok daha içi içe yaşadıklarını ve doğayı çok daha iyi gözlemlediklerini gösteriyor. Bu dönemde, teknolojik bilginin göz ardı edilemeyecek kadar yüksek olduğunu gösteriyor.”

Arkeolojik buluntuların kimyasal analizi

Bozbaş da arkeometriden gelen, çoğunluğu katı olan malzemelerin kimyasal analizlerini gerçekleştirdiklerini, spektrofotometrik analizler yaptıklarını, Atomik Absorpsiyon cihazı ile buluntulardaki bakır, demir gibi metallerin miktarını belirlediklerini anlattı.

Birçok birimle multidisipliner çalıştıklarını vurgulayan Bozbaş, “Her malzemenin geçmişteki tanımlamasının, sosyal ilişkilerin, iletişim ağlarının, kültürel varlıklarının araştırılabilmesi için o dönemde var olan malzemelerin yapısı ve kimyasını karakterize etmeniz gerekir. Karakterizasyon ve analiz sistemi işin içine girdiğinde yalnızca arkeoloji değil, birçok bilim alanı işin içine giriyor. Bu çalışma, kimyanın her alanda, bilimin her alanında olduğuna kanıt olan bir çalışma. Malzemeye bakarak şekliyle sınıflandırabilirsiniz ama içerisindeki kimyasal özelliklerini analizlemeden sınıflandırmanız ya da kaynağının nereden geldiğini bilmeniz zorlaşır.” ifadelerini kullandı.

Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Burak Telli ise Arkeometri Grubu ile arkeolojik numuneleri incelediklerini, projenin disiplinler arası çalışmanın güzel bir örneği olduğunu belirtti.

Source:


Zeus Tapınağı yeniden yükseliyor: Binlerce yıllık tarih canlanıyor

Selimiye Mahallesi”ndeki, Milattan Önce 2″nci yüzyılda inşa edilmiş Euromos Antik Kenti”nde kazılar devam ederken, kentte bulunan 1860 yıllık Zeus Lepsynos Tapınağı”nın zamana yenik düşmüş sütunlarının restorasyonu yapılıyor.

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Euromos Antik Kenti Kazı Başkanı Doç. Dr. Abuzer Kızıl, Geleceğe Miras projesi kapsamında tapınaktaki çalışmaların ivme kazandığını söyledi.

Tapınakta yürütülen çalışmaların evveliyatının bulunduğunu belirten Kızıl, “Burada bine yakın blok tek tek ölçüldü, envanteri çıkarıldı, katalogları yapıldı. Parçalar tespit edildikten sonra restorasyon uygulamasına geçildi” dedi.

Kızıl, zamanla yıpranma ve kopmalar meydana gelen blokların yeniden ayağa kaldırılmasının çok zor bir iş olduğunu kaydetti.

Mimari blokların kopmuş parçalarının yüzlerce parçadan aranarak bulunduğunu, temizlendiğini ve yıpranmaların giderildiğini anlatan Kızıl, şöyle konuştu:

“Önceki yıllarda tapınakta kısmen restorasyon çalışması yapıldı. Bu yıl ise önemli ölçüde tehlike arz eden tapınağın kuzey sütunlarının hepsi indirildi. Kuzeye doğru meyil söz konusuydu, şiddetli bir depremde hepsi üst üste yığılıp paramparça olabilirdi. Bunun önüne geçmek, tapınağı daha uzun ömürlü hale getirip gelecek nesillere sunabilmek için sütunları indirdik. Şimdi sağlam bir temel atma adına kaideden çatıya kadar uzun soluklu bir çalışma başlattık. Burada zarar görmüş tüm parçaları onarıp sağlamlaştırıyoruz. Daha sonra aslına uygun olarak yine eski yerlerine blokları koyacağız. İlk olarak kaideden çatıya kadar kuzey cepheyi tamamen ayağa kaldıracağız.”

“Tapınaktaki çalışmalarımız 2028″e kadar sürecek”

Doç. Dr. Kızıl, Geleceğe Miras projesi kapsamında diğer cephelerde de çalışma yapacaklarını ifade ederek, 3 cepheden tapınak sütunlarını birbiriyle bağlantılı hale getirip olası bir depreme karşı daha dayanıklı hale getireceklerini aktardı.

Çalışmaları antik dönemdeki usullerle aslına uygun yaptıklarına işaret eden Kızıl, “Tapınağın yanı sıra kentin tiyatro, agora ve hamam bölümlerinde de çalışmalarımız devam edecek. Tapınaktaki çalışmalarımız 2028″e kadar sürecek. Tapınakta restorasyonun yanı sıra etrafında bulunan alanlarda kazı çalışması yapacağız. Burası Roma tapınağı ama Helenistik ve Arkaik dönem evresi de var. Kazı çalışmalarında burada yeni veriler elde edebiliriz” ifadesini kullandı.

Kızıl, Euromos Antik Kenti”ndeki kazıların 12 ay sürdüğünü belirterek, antik kentte ilk günden bu yana temizlik, sondaj, jeofizik, harita, menfez ve kazı çalışmaları yaptıklarını sözlerine ekledi.

Source:


Türk Kızılay”dan bağışçılarına teşekkür

Türk Kızılay”dan yapılan açıklamada, “Ramazan Kampanyamıza göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz.” ifadeleri kullanıldı. Ramazan ayının bağışçıların desteğiyle daha anlamlı kılındığına dikkat çekilen açıklamada, “Değerli Bağışçılarımız, Ramazan ayı boyunca gerçekleştirdiğimiz kampanyaya gösterdiğiniz yoğun ilgi ve desteğiniz için içtenlikle teşekkür ederiz. Sizin katkılarınız sayesinde, bu özel ayı daha anlamlı kılmayı başardık. Kampanyamız boyunca sağladığınız destekler, ihtiyaç sahiplerine umut oldu. Bu süreçte gösterdiğiniz duyarlılık, bizlere güç verdi.” denildi. Bağışçılarına minnettar olduklarını açıklayan Türk Kızılay mesajının devamında, “Hep birlikte güzel işler başardık ve bu başarıda emeği geçen herkese minnettarız. Kampanyamıza gösterdiğiniz ilgi, gelecekteki projelerimize de ilham kaynağı olacaktır. Tekrar teşekkür eder, her zaman yanımızda olduğunuz için büyük bir mutluluk duyduğumuzu belirtmek isteriz.” ifadelerine yer verdi.

Source: Www.star.com.tr


Amasra”da bayram yoğunluğu: 4 günde 14 bin 600 araç giriş yaptı

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi”nde yer alan Amasra, Ramazan Bayramı”nda yoğun ilgi gördü. Tarihi ve doğal güzellikleriyle ilgi gören ilçeye arife günü ve 3 günlük Ramazan Bayramı süresinde 14 bin 600 araç giriş yaptı. Restoranlardaki deniz ağırlıklı mutfak kültürü ve özel salatası da ilgi çeken ilçeye Bartın Emniyet Müdürlüğü kayıtlarına göre; arefe günü 2 bin 631, bayramın 1″nci günü 4 bin 614, bayramın 2″nci günü 5 bin 957 ve bayramın 3″üncü günü bin 398 araç girişi oldu. 6 bin 600 nüfusu bulunan ilçeyi 4 günlük süreçte 60 bine yakın günübirlik tatilcinin ziyaret ettiği öğrenildi. AMASRA MÜZESİ”NE 3 BİN ZİYARETÇİBayram boyunca ilçe merkezine girişinde uzun araç kuyrukları oluştu. Polis ekipleri, araçları Türkiye Taşkömürü Amasra Müessese sahası, Büyük Liman sahası, okul bahçeleri ve kaymakamlığın önündeki otoparka yönlendirdi. Turistler, Amasra Kalesi ile Çekiciler Çarşısı”nda yoğunluk nedeniyle yürümekte zorlandı. Güzel havayı fırsat bilen tatilciler, plajdaki kumsalda gezerek fotoğraf çektirdi. Gezi tekneleri ile dolaşan turistler, Amasra Kalesi”ni ve Tavşan Adası”nı denizde izleme fırsatı buldu. Ayrıca ilçede 1982 yılında açılan ve içerisinde birçok arkeolojik ve etnografik eserler bulunan Amasra Müzesi”ni bayram tatilinde 3 bin kişi ziyaret etti.”BAYRAM ÇOK YOĞUN GEÇTİ”Amasra”da otel işletmeciliği yapan Can Sayın, Amasra”da bayram çok yoğun geçti. Arife günüden itibaren misafirlerimizi ağırlamaya başladık. Bizler de esnaflar olarak misafirlerimizi iyi ağırladığımızı düşünüyoruz. Hepsinin de Amasra”dan memnun olduklarını söyleyebiliriz. Zaten bayram tatilinin de 9 gün olması nedeniyle bu yoğunluğun devam edeceğini düşünüyoruz diye konuştu.

Source: Hurriyet.com.tr


Erdoğan”ın talimatı sonrası hazırlıklar başladı! Bir resmi tatil daha geliyor…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “21 Mart Nevruz Günü Anma Programı”nda yaptığı konuşmada 21 Mart tarihinin “Nevruz Bayramı” olarak resmi bayram ilan edileceğini duyurmuş ve Cumhur İttifakının çalışmalara başlayacağını ifade etmişti.Duyurunun ardından çalışmalar Ramazan Bayramı”nın ardından başlayacak.ORTAK BAYRAM HEDEFİHali hazırda Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan”da resmi tatil olan Nevruz Bayramı”nın çalışmaların ardından tüm Türk Dünyası”nın ortak bir bayramı olması ve ortak bir bayram olması hedefleniyor.AK Parti Türk Devletleri ile İlişkiler”den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Kürşat Zorlu öncülüğünde konuyla ilgili Türki devletlerle görüşmelere başlanacağı kaydedildi.Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nevruz”un “Türk dünyasının ortak anma ve kutlama günü olarak kutlanması teklifini” Mayıs ayındaki Türk Devletleri Teşkilatı toplantısında gündeme getireceğini söylemişti.Çalışmalar kapsamında Nevruz Bayramının tüm Türk dünyasında ortak bir bayram olarak kutlanması gündeme getirilecek.

Source: Bahadır Alemdar