“Kültürel Yansımalar – Müzeler, Sanat ve Tarih”

İşinsanı, Mimar Erol Tabanca: Dedemin mahallesine müze yaptım

1- Bundan beş sene önce açılıp Eskişehir’e ve Türkiye’nin sanat dünyasına yeni bir soluk getiren Odunpazarı Modern Müze’nin (OMM) kurucusu işinsanı, mimar Erol Tabanca’nın adını genel kamuoyu bu müze ile öğrendi. Onu daha yakından tanıyanlarsa diğer kıtadaydı; Tabanca son 32 yıldır Türkmenistan’da büyük inşaat projelerine imza atan bir isim. Şirketi Polimeks ile başkent Aşkabat’taki havaalanlarını, anıtsal binaları inşa etmiş, 2013 yılında Forbes dergisinin ‘En zengin Türkler’ listesinde yer alarak da dikkatleri üzerine çekmişti.‘TABAN’DAN TABANCA’YAErol Tabanca, 1957 yılında Eskişehirli bir ailenin dört çocuğundan üçüncüsü olarak dünyaya geliyor. En çok karşılaştığı sorunun cevabını ben daha sormadan, “Soyadımızın tabanca işleriyle ilgisi yok” diye veriyor: “Dedemin ‘kavafiye’ dükkânı vardı; ayakkabı yapıp satardı. Tahminim soyadımız ayakkabılara yaptığı ‘taban’lar sebebiyle ‘Tabanca’ olmuş.” Aile, Eskişehir’e Türkmenistan’dan gelmiş en eski göçmenlerden; bölgede Manavlar olarak biliniyor. İlk yerleşim yerleri Odunpazarı…SENE1967 – Eskişehir’de ablası ve kız kardeşiyleKOYUN CİĞERİ NEREDE DURURSA…Erol Bey, “Odunpazarı eski yerlilerin oturduğu semtti” diye anlatıyor: “Eskiden göçmenler yerleşime en uygun yeri bulmak için belli yerlere koyun ciğeri asarmış. Hangi ciğer daha geç bozulursa orada oksijenin bol olduğu anlaşılırmış. Odunpazarı’na böyle yerleşilmiş.” Çocukluğu Deliktaş Mahallesi’nde geçmiş. Aile geçimini, babasının torna-freze dükkânıyla sağlıyormuş. Tabanca, “Büyük imkânlarımız yoktu ama mutlu bir aileydik” diyor.2- MESLEK LİSESİNDE HAYATI ÖĞRENDİMÇocukluktan itibaren en büyük merakı spor oluyor; basketbol, voleybol, atletizm… Aile, bir an önce meslek sahibi olması için onu lisede Sanat Enstitüsü’ne yolluyor. Alanı, makine ressamlığı. Tabanca, “Meslek lisesi Türkiye’de çok önem verilmesi gereken bir alan. Reel sektör içinde istihdam olarak çok ihtiyaç duyulan insanları eğitiyor. Haftanın belli günleri marangozhanede, metal veya elektrik atölyesinde çalışıyorduk. İnsanoğlunun kullandığı mekânlarda ihtiyaç olan her türlü yapıları o anda görmeye başlıyorsunuz. Bu aslında bir hayat dersi” diyor.SENE 1963 – Eskişehir Hava Kuvvetleri Havaalanı’nda ablası ile 3- BİTMEYEN ÇALIŞMA MESAİSİÖğrenimine devam etmek istiyor ve Ankara’daki Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nu kazanıyor. Kaldığı yurtta mimarlık öğrencisi oda arkadaşlarının çizimlerine yardım ederken mekân yaratma fikri onu etkiliyor; ertesi yıl bir daha sınava girip Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi’nde Mimarlık Bölümü’nü kazanıyor. Sene 1970’ler: “Öğrenci olayları vardı. Basketbol yanlış yerlerde olmamı engelledi. Sabah antrenmana, oradan okula, oradan çalıştığım mimarlık ofisine, oradan idmana gider, sabaha kadar da ödevleri yapardım.” SENE 2005 – Babası Mehmet Tabanca ile Eskişehir4- İLK GİRİŞİM VİTRİNDE SERAMİK SATIŞITabanca 1981 yılında mezun oluyor. Uzun dönem askerliğini yapıyor. Aslında plan Kocaeli’nde hem bir basketbol takımında oynamak hem de bir şirkette çalışmak. Ancak işler yolunda gitmeyince kendini Eskişehir’de buluyor. Mobilyacı bir akraba ona ilk iş fırsatını sunuyor: “Maaş yoktu ama mutfak çizimleri karşılığında bana vitrininde yer ayıracaktı. Bu vesileyle ilk ticari girişime başladım. Hayatın ilk zorluğunu görmemin en somut hali bu oldu. Evimi geçindirmek zorundaydım. Gece trenine binip İstanbul’a gelirdim. Nuruosmaniye ara sokaklarında seramik atölyelerinden objeler alırdım. Vapurla Haydarpaşa’ya geçip trenle Eskişehir’e dönerdim. Orman çiftliğinden çiçekler alıp seramiklere koyar ve satışından gelir elde ederdim.”5- ANKARA’NIN ÜNLÜ FİRMALARINDABir yıl devam eden bu ilk girişimden sonra bir plastik doğrama firmasının temsilciliğini alıyor. Eş, dostla başlayan müşterilerin sayısı hızla artıyor. Bu arada öğrencilik yıllarında yanında çalıştığı Vedat Dalokay’ın mimarlık bürosundan bir iş teklifi alıyor. İki yıl da orada çalıştıktan sonra şantiyecilik öğrenmenin gerekli olduğuna karar veriyor. Nurol ve MNG gibi Ankara’nın tanınan inşaat firmalarında çalışıyor. Tabanca, “Yorucu bir tempoydu. Sonunda isyan ettim ama şantiyecilik kaderimdeymiş (gülüyor)! Daha sonra İstanbul’a gelip Bahçeşehir projesinde uzun süre çalıştım.”6- 3-4 AYLIĞINA DİYE GİDİP 33 YIL TÜRKMENİSTAN’DA KALDIMKaderini değiştirense hiç beklemediği yerden aldığı bir teklif oluyor: “Sene 1992… Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Türk müteahhitler, bağımsızlığına kavuşan ve yeniden imar edilmesi gereken Türkmenistan’a girdiler. Bir otel işi vardı. Ben ilk aşamada işleri İstanbul’dan yürüttüm ama proje gecikince beni gönderdiler. ‘Üç, dört’ aylığına diye gidip 33 yıl kaldım! Türkmenistan doğalgazıyla kendi başına zenginliği olan ülke. Aşkabat o zamanlar kerpiç evlerden oluşan eski bir kentti. Bugün dünyanın sayılı planlı şehirlerinden biri oldu.”SENE 2010 – Aşkabat Türkmenistan7- İŞ İŞİ NASIL GETİRİR?Tabanca, “Bu sırada üç ortak Polimeks’i kurduk. 30 sene içinde her geçen gün daha büyüyen işlere sahip olduk” diyor. İş, işi nasıl getirir? Erol Bey: “Önceliğimiz hiçbir zaman para kazanmak olmadı. Orada bir ülkenin yeniden doğuşu hikâyesi vardı. Anadolu’da gördüğümüz temiz inançla çalıştık. Bütün mesele dürüst olmak, arsız ve fazla talepkâr olmamaktı. Bu güven duygusu oluşunca iş işi getirdi; havaalanı, hastaneler, okullar, fabrikalar ve ‘ustalık işi’ diyebileceğimiz olimpiyat kompleksiyle 130 büyük proje yaptık.”SENE 2024 – Eşi Rana Tabanca ileİKİ TARAFI KESKİN BIÇAKBaşarının sırrı nedir? Yanıtı: “Çok basit; çalışmak. Mimarlık eğitimi bana sistematik çalışmayı öğretti. Sorumluluk aldıysam mutlaka yerine getiririm. Yapamayacağım işin altına girmem. Hırs aklın önüne geçmeyecek. Bizim önümüze çok fırsatlar da geçti; onları hırs yapsaydık bugün belki burada olmayabilirdik. Yaptığımız işlerin iki tarafı keskin. Yanlış yapıp keskin bıçağın üstüne düşerseniz insanı ortadan ikiye bölüverir. Hiçbir zaman, ‘Hayır onu yapamayız, hayır bu kontratımızda yok’ demedik. Onları memnun etmemiz sonucunda yeni işlerimiz oldu. Bu süreçte 274 bin bordrolu insanımız çalıştı.”EN GURUR DUYDUĞUM İŞ: OMMMüze son beş yılda 800 binden fazla kişiyi ağırlamış. Erol Bey: “Bugüne kadar yaptığım işlerin hepsi bütçe olarak müzenin 10 bin kat fazlasıdır ama hayatımda en çok övgü aldığım iş OMM oldu. Müzeye Eskişehir’de bir ‘love brand (aşk markası) olarak bakılıyor, sevgiyle kucaklanıyor. Müzeler, toplumun dinamiklerinin yumuşaması için bir alan yaratıyor. İnsanoğlunun içine hitap eden bir estetik arzusu var. Güzel bir şeyi görmek, düşündüren şeye bakmak insana haz veriyor.” İyi sanat nedir? Yanıtı: “Çok sübjektif. İlk başladığım yıllarda 300 eserim vardı. Bugün sayısı üç bin ama kendimi uzman saymam. Yalnızca beğendiğim şeyleri aldım. Sanatın çoğu zaman boş felsefesi yapılıyor. Depo dolabını sanat yapan küratörler var (gülüyor)!”OMM ‘Ehlikeyf’ sergisinden…ESERLER OFİSE SIĞMAYINCA MÜZE AÇTIKOsmanlı klasik mimarisinin baskın olduğu Eskişehir’in tarihi semtine bir modern müze kurmak fikri nasıl oldu? Tabanca: “Öğrenciliğimden itibaren resimler, heykeller alırdım. O bana bir medeniyet ölçüsü gibi geliyordu. Sonra Türkmenistan’da rahatlamak için sanata mesai harcamaya başladım. Galeri ve müzayede gezdim. Eserler ofise sığmaz olunca eşim Rana Erkan Tabanca ile bir müze açma fikri ortaya çıktı. İki kriterim vardı; kendi memleketimde, dedemin mahallesinde olmalıydı ve uluslararası ölçekte ses getirmeliydi. Ünlü Japon mimar Kengo Kuma, Osmanlı mimarisindeki temel planlarla bir müze tasarladı.”

Source: Zeynep Bi̇lgehan


Pompei

SON günlerde basınımızda yer alan ve bazı gözlemciler tarafından abartılarak değerlendirilen Santorini’deki depremler hakkında bizim tarafımızdan söylenecek fazla şey yok. Haber kaynaklarımızın yetersizliği malum. Dünyaca ünlü jeologumuz Celal Şengör’ün ifadesine göre, “Deprem gerçek olduğu takdirde tsunami beklenebilir. Bunun etkisi Ege adalarına ve kıyılarına kadar görülebilir.”Gerçekte, Santorini Adası’nın çöküşü, daha doğrusu volkanik kısmının patlaması, tarihî çağlarda meydana gelmiştir. Bu olayın MÖ 6. yüzyıl civarında gerçekleştiği düşünülmektedir. Ortaya çıkan çukur, yani caldera, o kadar derin ki gemilerin bu adalara demirlemesini imkânsız kılıyor. Turist gemileri yolcularını adaya bırakırken sürekli tur atmak zorunda kalmaktadır. Şehir tamamen volkanik kalıntılarla örtülüdür. Bu tür sönmüş volkan kalıntılarını Batı Anadolu’da da görmek mümkündür. Özellikle eski Lidya bölgesinde, yani bugünkü Ege’nin antik Sardis şimdiki Kula mıntıkasında benzer oluşumlar mevcuttur.İNSANLAR LAVLAR İÇİNDE KALDIAkdeniz bölgesinde Pompei’de MS 79 yılında şiddetli bir deprem yaşanmış ve bu felaket Roma İmparatorluğu döneminde büyük yıkıma neden olmuştur. İlginçtir ki, antik dönemin iki büyük coğrafyacısı, amca-yeğen Plinius’lardı. Bu deprem sırasında amca Plinius donanma komutanıydı ve felaketzedeleri kurtarmaya çalışırken hayatını kaybettiği söylenir. Diğeri ise bu bölgede depremi gözlemlemiştir. Uzun süredir emareleri görülen bu deprem ciddileşince, yaklaşık 20 bin kişilik nüfusun önemli bir kısmının şehri terk ettiği anlaşılmaktadır. Kalan birkaç bin kişi ise lavlar altında kalarak hayatını kaybetmiştir. Napoli Müzesi ve bölgedeki yerel müzelerde bu felakete ait kalıntılar sergilenmektedir. Şehir, klasik Hippodamos sistemine göre inşa edilmiştir; villalar, evler ve yaşam tarzı Roma İmparatorluğu’nun tipik bir örneği olup UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.Akan lavlar, 7-8 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmuştur. Bu, kıyı bölgesinde açıkça görülebilen bir oluşumdur. 7-8 metre lav örtüsünün altında kazılar hâlâ devam etmekte olup, daha uzun yıllar süreceği öngörülmektedir. İç kesimlerine doğru ilerledikçe lavların kalınlığı 700-800 metreyi bulmaktadır. Bu bölge oldukça verimlidir. Lav kalıntılarının toprağı daha bereketli hâle getirdiği de görülür.Akdeniz dünyası, yani Türkiye ve İtalya gibi bölgeler, genellikle sönmüş volkanların bulunduğu yerlerdir. Ancak Etna, Napoli civarındaki Vezüv, Stromboli gibi hâlâ aktif olan volkanlar da mevcuttur. Bu volkanların ne zaman patlayacağı belirsizdir. Yunan adaları arasında yer alan Santorini ise doğrusu, bir volkan patlamasının beklendiği bir bölge değildir. Bu nedenle, burada meydana gelen 5.2 büyüklüğündeki bir sarsıntının volkanik bir aktiviteye, lav püskürmesine yol açacağına dair bir beklenti oluşmamalıdır. Ancak bu konuda tartışmalar henüz tam olarak sonlanmış değil. Yine de ada güvenli ilan edilmiştir.Akdeniz dünyasının en ilginç olaylarından biri, antik kentlerden biri olan ve İtalya’nın yerli halkı olan Samnitler tarafından genişletilen Pompei’dir. Etrüskler ve Yunan Dorları da burada yaşamıştır. 79 yılında, Roma İmparatorluğu’nun en parlak döneminde ve yaklaşık 20 bin kişilik nüfusuyla Pompei, İtalya’nın ünlü şehirlerinden biriydi. Ancak bu sırada Vezüv Yanardağı’nın patlaması şehri büyük ölçüde etkiledi. Daha önce bahsettiğimiz Plinius’ların yanı sıra, bu bölge, en çok araştırılan arkeolojik merkezlerden biri olmuştur. 18. yüzyıldan beri burada kazılar devam etmekte olup, klasik arkeolojinin doğup geliştiği yerlerden biri başında gelir.LAV PÜSKÜRMESİ HER YERDEN GÖRÜLDÜBurada bulunan “anorganik” tasnifteki buluntuların yanı sıra, karbonlaşmış ve taşlaşmış organik buluntular da oldukça fazladır. Lavların altında kalmış cesetler üstlerindeki kıyafet ve ziynetleriyle, bitkiler ve hayvanlar, dönemin sivil mimarisinin en iyi korunmuş örnekleriyle birlikte günümüze ulaşmıştır.Bu şehirdeki lav püskürmesi, çevredeki diğer bölgelerde de görüldü. Pompei, edebiyatı süsleyen anlatımlarıyla günümüze en çok tasviriyle ulaşan antik yerleşimlerden biridir. Aslında antik dünyada, Roma İmparatorluğu’nda Roma’nın dışında Efes, Antiokheia, İskenderiye ve hatta Anadolu’da Pamfilya kıyıları ile Galatya gibi önemli şehirler olmasına rağmen, Pompei kadar ün kazananı yoktur.Bu bölgede yeni bir volkanik patlamanın yaşanması bekleniyor; ancak bunun ne zaman gerçekleşeceği bilinmiyor. Öte yandan, Anadolu’daki sönmüş volkanlarda böyle bir ihtimal olmadığı belirtilmektedir. Her hâlükârda, tarihî dönemlerde volkanik patlama yaşamamış ancak volkanik geçmişe sahip merkezleri -Erciyes (Kayseri), Lidya-Kula civarı, İtalya’nın Sicilya ve Napoli bölgeleri gibi- ziyaret etmek, bulunduğumuz bölgenin jeolojisini ve deprem risklerini anlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Volkanik patlama dönemini geride bırakmış olabiliriz, ancak hâlâ dünyanın en aktif deprem hatlarından birinde yaşıyoruz. Bu nedenle dikkatli olmalı, koruyucu önlemler almalı ve özellikle inşaat kalitesine azami özen göstermeliyiz.Pompei hakkında fevkalade geniş bir literatür taraması yapan, şehrin tarihini ve topografyasını detaylı bir şekilde tanıtan önemli eserlerden biri Göksel Göksoy’un Pompei: Bir Roma Şehrinde Yaşam ve Ölüm adlı kitabıdır. Türk gezi edebiyatının önemli eserlerindendir.ÜSKÜDAR’DA MEDEA MATERİALAYŞE Emel Mesçi, pek fazla duyulmasa da her yıl bir oyun sahneye koyuyor. Medea Material’a gitmekte geciktiğimi itiraf etmeliyim ve çok şey kaçırdığımı düşünüyorum. Devlet Tiyatrosu ve Devlet Konservatuvarı, her zaman güçlü imkânlara sahip kurumlardır. Bu oyun, Medea’nın yeni bir yorumu. Yazarı Heiner Müller… Henüz metne sahip değilim, ancak izlediğim kadarıyla değerlendirme yapıyorum.Klasik Medea ile kıyaslandığında, Euripides’in vurguladığı trajik çıkmaz bu versiyonda fazlasıyla devam ediyor. Medea, kendisini aldatan ve terk eden kocasına çocuklarını bırakıp ebedi bir ölüm mü tatmalıydı? Yoksa kocasına aynı acıyı yaşatarak hem kendisini hem de çocuklarını feda mı etmeliydi?OLAĞANÜSTÜ PERFORMANSYazar, bu meseleyi çağdaş insanın savaşlar ve çevre kirliliği karşısındaki çıkmazına paralel şekilde ele almak istiyor gibi görünüyor. Ancak benim üzerinde durmak istediğim esas konu, oyunun oyunculuk açısından sunduğu olağanüstü performans.Gerçekten de birinci sınıf bir oyunculuk sergileniyor. Rus tiyatrosunda hayranlıkla izlediğim akrobatik aktörlük tekniği, bu oyunda kadın-erkek fark etmeksizin her oyuncu tarafından başarıyla uygulanmış. Oyuncular, modern balecileri kıskandıracak düzeyde bir beden eğitimi ve sahne hakimiyeti sergiliyorlar. Başrolde Medea olarak Sükûn Işıtan’ın performansı dikkat çekiciydi. Ayrıca Umut Yılmaz, Furkan Şahin, Melis Özpaça, Aleyna Güreli, Berfin Batır, Nazlı İnan, Elif Demir, Sevtap Aktekin, Serenay Sorgeç ve Kürşat Kurnaz da olağanüstü bir sahne disipliniyle sanki sahnede çağdaş Rusya tiyatrosunun özelliği olan bir teknik bize de geçmiş gibi hareket ettiler. Hepsi, birinci sınıf bir jimnastik eğitiminden geçmiş gibi. Devlet Tiyatrosu’nda böyle bir fiziksel performansı çok nadir görmüşümdür, hatta bu düzeyde bir sahne hareketliliğini izleyen pek kimse olduğunu da sanmıyorum. 1959’dan beri Devlet Tiyatrosu seyircisiyim, fakat böyle bir oyunla çok nadir karşılaştım.Bu başarılı çalışmada emeği geçen herkes adına büyük bir mutluluk duydum. Ayşe Emel Mesçi’yi, Sükûn Işıtan’ı ve tüm genç oyuncuları içtenlikle kutlarım.

Source: İlber Ortaylı