“Kültürel Zenginlikler – Ekmekten Kitaplara, Soyadı Geleneğinden Döner Tartışmalarına”

Baget ekmeğin alametifarikası nedir?

Baget, yağsız bir hamurla yapılan uzun, ince bir Fransız ekmeğidir. Şekli ve gevrek kabuğu ile ayırt edilir. Baget kelimesi basitçe değnek, baton veya çubuk anlamına gelir ve ekmeğin uzun, ince şekline atıfta bulunur. Fransızlar iyi bir baget ekmeğinin beş duyuya hitap ettiğini söyler; altın sarısı rengi, üstüne bastırıldığında çatırdayan ince ve gevrek kabuğu, enfes kokusu, ağızda dağılan yumuşak iç hamuru ile ekmeğin adeta şarkı söylediğini anlatırlar. Baget hangi fırından alınır? Bir Fransız fırınının ekmek fırını yani boulangerie olarak adlandırılabilmesi için ekmeğini kendi tesislerinde ve kanunla tanımlanan kriterlere uygun olarak yapıyor olması gerekir. Bu ibarenin olmadığı dükkanlar, içinde katkı maddesi bulunan, vasat ve endüstriyel ekmek satan sıradan fırınlardır. Sıradan veya standart bir baget daha uzun, daha yumuşak, daha kabarık ve daha ucuzdur. Geleneksel baget daha belirgin bir tada sahiptir, daha kabukludur ve yapımı daha fazla çalışma gerektirir. Fransa da 35 binden fazla fırın bulunur. Baget ekmek yasalarla korunur Fermente bir gıda olan baget ekmeklerinin en iyisi tradisyonel yani geleneksel adıyla bilinir. Marketlerde gördüğünüz sıradan bagetten biraz daha pahalıya satılır ve hükümet tarafından 1993’te belirlenmiş bir yasa tarafından korunur. Yasada, tradisyonel bagetin uzunluğunun 40 cm, ağırlığının da 80 gr olması kurala bağlanmıştır. Yasaya göre geleneksel bagetler satıldıkları yerde yapılmak zorundadır ve sadece 4 malzemeyle üretilebilirler: Buğday unu, su, tuz ve maya. Herhangi bir aşamada dondurulamaz, katkı maddesi ya da koruyucu içeremezler. Bu da 24 saat içinde bayatlayacakları anlamına gelir. Bununla birlikte, tradisyonel baget ekmeklerini heryerde satılan ucuz ve sıradan ekmeklerden ayırmak bilgi birikimi gerektirir. Fransa da fırınların önemi Fransa da her yıl ortalama 10 milyar, saniyede 320 adet tüketilen ikonik baget, 2022 yılında UNESCO nun Somut Olmayan Miras listesine dahil edildi. Fransızlar, fırından ekmek almaya giden çocukların burunlarına çektikleri sıcak ekmek kokusunu yitirmemek için ellerinden geleni yapıyor. Fransa’da fırınlar, sadece ekmek alınan yerler değil, mahallenin buluşma noktaları ve kültürün aktarımının aracı olarak görülüyorlar. Bir mahallede fırın olmaması, evlerin satış değerini bile düşürebilirken, fırınların kaybedilmesi ciddi bir sosyal krizi beraberinde getirebilir. Ekmek ürqaqeticileri, fırıncılar ve esnaf için UNESCO’nun Kültürel Miras listesi son derece önemli. Ekmek üretmek sadece bir iş değil, bir zanaat ve fabrikasyon üretim ağır basmaya devam ederse bu zanaatın sonuna gelinebilir. Köklerine sahip çıkmak Fransa’nın ekmek kültürünü anlamak için 20. yüzyılın başlarına kadar gitmek gerekiyor. 1919’da, gece sokağa çıkma tasağı nedeniyle, sabaha karşı ekmek yapmak için dükkanlarına giden fırıncılar için mayalanma süresi sorun olmuştu. Onlar da kendi çözümlerini buldular, hamuru daha hızlı mayalayabilen maya bulmaya giriştiler, ekmeği daha çabuk yapabilecekleri ve sabahın ilk saatlerine yetiştirmelerini sağlayacak metotlar aradılar. Çözüm ekmek mayasıydı. Günde birkaç kez sıcak ekmek çıkarılabiliyordu ve ekmek artık halk arasında daha da popüler hale gelmişti. Savaşların etkisi altında yulaf, arpa ve işlenmiş tahıllardan üretilen ekmekler, beyaz ekmeğe olan özlemi artırdı. Aslında ironi de burada yatıyor. Çünkü en iyi baget beyaz undan yapılan değildir. Christian Vabret en iyi bagetin, ekmeğin kabuğundaki karamel kahve rengini oluşturan pişirme tekniği ile yapıldığını söylüyor. Baget açık sarı renktedir, içinde düzensiz delikler olur. Christian Vabret Fransa nın en iyi zanaatkarlarına verilen prestijli Meilleur Ouvrier ödülüne layık görülen ve 1992’de Dünya Fırıncılık Kupası’nı kazanan, ekmek pişirme üzerine ders veren bir duayen. Yeni başlayanlar için kolay baget yapımı Kuru aktif maya: Hamurun kabarmasına yardımcı olur. Ilık su: Mayayı aktive eder. Hamuru hazırlarken ılık su kullandığınızdan emin olun. Ne çok sıcak ne de çok soğuk. Çok sıcak olursa mayayı öldürürsünüz; çok soğuk olursa maya aktifleşmez.Şeker: Mayayı besler. Çok amaçlı un: Ev yapımı ekmeklerde genellikle ekmek ununu tercih etsem de, baget tarifi en iyi çok amaçlı un ile çalışır. Çok amaçlı un, sert ve yumuşak buğdayın bir karışımıdır ve baget gibi daha havadar ekmek yapmak için harikadır. Tuz: Ekmekteki diğer tatları zenginleştirir. Baget ekmeği nasıl yapılır? Maya hazırlama: Aktif kuru maya (instant değil) kullandığımız için, mayayı hamura eklemeden önce küçük bir kapta ılık su ve şekerle yumuşatmanız gerekir. Geleneksel baget tariflerinde genellikle şeker bulunmaz; ancak buradaki şeker mayayı besler, karbondioksit oluşturur ve hamurun daha hızlı kabarmasına yardımcı olur. Hamuru karıştırın: Un, tuz ve maya karışımını kullanarak hamuru karıştırın. Yumuşak bir hamur bir araya gelene kadar ılık su ekleyin. Yoğurun: Hamuru yoğurmak, gluteni geliştirerek ekmeği hafif, havadar ve çiğnenebilir hale getirir. İlk kabarma: Hamuru ılık ve nemli bir ortamda iki katına çıkana kadar yaklaşık 45 dakika ya da 1 saat dinlendirin. Bagetleri şekillendirin: Hamuru iki eşit parçaya bölün ve her bir parçayı baget somunu şeklinde şekillendirin. İkinci kabarma: Üzerini hafifçe yağlanmış streç film veya havlu ile örtün; somunları hafifçe kabarana kadar, yaklaşık 25-45 dakika kabarmaya bırakın. Hamuru kesin: Hamurunuz kabardığında, örtüyü kaldırın ve bir bıçak ya da jilet kullanarak her bir bagette uzunlamasına birkaç kesik açın. Pişirin: Hamuru 230 derecede ısınmış fırına koyarken fırının bir tepsisine kaynar su dökün. Sudan çıkan buhar, otantik bir Fransız bagetinin ayırt edici özelliği olan süper gevrek kabuğun oluşmasına yardımcı olur. 15-20 dakika veya somunlar koyu altın sarısı kahverengi olana kadar pişirin. Ekmeğin üstüne hafifçe vurun, piştiğinde içi boş gelecektir.

Source: Habertürk


Haftanın Kitapları

MAHALLEMDEKİ İNSANLAR(Hiromi Kawakami)Bir hikâyeyi alın ve küçültün. O kadar küçültün ki avucunuza sığsın. Cebinizde taşıyın onu, sofranıza oturtun, uykunuzda bile yanınızda dursun. Kaybetmeyin sakın zira ne zaman ihtiyacınız olacağını bilemezsiniz… Bu küçük öykülerle fazlasıyla tuhaf bir mahalle hayat buluyor. Kalabalık bir ailenin en küçük çocuğuna kim bakacak diye piyango çekiliyor, ihtiyar bir adamın iki gölgesi birbiriyle çekişiyor, bir apartman tüm sakinlerini küçük talihsizliklerle lanetliyor, küçük bir kız dikilecek heykelinin hayallerini kuruyor, amansız bir hastalığa yakalanan insanlar yavaş yavaş güvercine dönüşüyor, yerçekiminin kaybolmasıyla çocuklar havada süzülüyor. Sıradanı olağanüstüne, olağanüstünü de sıradana dönüştüren Hiromi Kawakami bizi Japonya nın en sıradışı mahallelerinden birine davet ediyor. Domingo Yayınları ndan çıkan Mahallemdeki İnsanlar bazen hınzır, bazen hüzünlü ama her daim büyülü bir dünyanın kapısını aralıyor.ALGI KAPILARI(Aldous Huxley)Hem edebiyata hem de felsefeye büyük katkılar sağlayan, başta Cesur Yeni Dünya, Algı Kapıları, Ada ve Loudun Şeytanları olmak üzere yazdığı elli kadar kitapla yalnızca çağını değil, çağdaşlarını da derinden etkileyen İngiliz yazar Aldous Huxley, yedi kez de Nobel Edebiyat Ödülü ne aday gösterildi. Kâhin şair William Blake in dizelerinden esinle kaleme aldığı 1954 teki Algı Kapıları ve 1956 daki Cennet ve Cehennem metinleri, popüler kültüre de nakşolmuş, insanın algıları ve mistisizm yoluyla gerçekleştirdiği düşünsel seyahatlerini barındırır. Meskalin deneyiyle başlayan ilk metin, zihnin algıları ile gerçeklik arasındaki farkları ortaya koyarken sanat, bilinç, psikoloji ve spiritüel deneyimler üzerine eğilir. İkinci metin ise, mistik deneyimin ve iç huzurun erişilebilir olduğu cennet hâliyle, insanın kendi zihninin karanlığında kaybolma tehlikesini barındırdığı cehennem hâlini karşı kefelere koyar. Sanat, tarih, felsefe ve psikoloji Huxley nin iradesinde kapıları açıp kapayan anahtarlara dönüşür.SUR VE GÖLGE(Mehmet Zaman Saçlıoğlu) Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Sur ve Gölge de ışık-karanlık, ölüm-ölümsüzlük gibi karşıtlıklar üzerine kurulu üç öykü sunuyor. Işık-gölge, geçmiş-şimdi gibi birbirini var eden kavramlarla örülmüş öyküler, III. Selim in Suzidilara Peşrev inden Apollon ve Daphne nin hikâyesine, İsrafil in surundan Hızır Aleyhisselam a, tarihi, dini ve mitolojik unsurları barındıran zengin içeriklere sahip. Yapı Kredi Yayınıları ndan çıkan kitaba ismini veren ilk öyküde, kenti koruyan surların içinde İmparator Zenon a ölüm getiren gölge, bu sefer Ömer ve Karin le beraber kapıyı açacak sözleri de boğuyor. İlk öykünün karanlığından sonra ikinci öykü, güneşli bir günün getirdiği mutlulukla kurgulanan ütopya ülkesi İstlantis i anlatıyor. Son öyküde ise Hızır ın, Geceni sesten uzak tut uyarısıyla geliyor bilinmez olan. Sur ve Gölge, kurgu ile gerçeğin, yazgı ile rastlantının, ilaç ile zehrin, hayır ile şerrin Kumkapı, Moda ve Antakya da fantastik bir yolculuğu…DÜNYANIN EN VAHŞİ HAYVANI(Oktan Erdikmen)Frankfurt Hayvanat Bahçesi nin Maymunlar Evi nde bir ayna var. Bakan herkesin kendini gördüğü bu aynanın altında şöyle yazıyor: Dünyanın en vahşi hayvanı. İnsan, yalnızca hayvanlara karşı değil, kendi türüne karşı da acımasızdır. Tarihten bilime, edebiyattan psikolojiye uzanan bu kitap; unutulmuş olaylar, deneyler, mitler ve tarihi anekdotlarla aynanın içinden size bakan kişinin derinliklerine iniyor. Akıllı Hans tan, Zeigarnik etkisine; Strazburg dans vebasından, Schopenhauer ın sarkacına; Salieri kompleksinden, Layka nın trajik hikâyesine uzanan bu sürükleyici anlatı, insan doğasına dair çarpıcı gerçekleri gözler önüne seriyor. Oktan Erdikmen, Kırmızı Kedi Yayınevi nden çıkan kitapta tarihin tozlu sayfalarındaki unutulmuş hikâyeleri bir araya getirirken, okuru yalnızca bilgiyle değil, derin düşüncelerle de baş başa bırakıyor. Okuduğunuzda dünyaya farklı gözlerle bakacak, Acaba biz gerçekten de dünyanın en vahşi hayvanı mıyız? diye soracaksınız.GENÇ HEMINGWAY(Michael Reynolds)Michael Reynolds un, Ernest Hemingway in doğumundan Hadley Richardson la ilk evliliğine dek hayatının ve ilk yazarlık girişimlerinin izini sürdüğü biyografik çalışması Genç Hemingway Everest Yayınları ndan çıktı. Reynolds kitapta, Chicago, Oak Park ın önemli ailelerinden birine doğan Hemingway in aile ilişkilerini ve toplumsal çevresini irdeliyor. Başarılı bir ruhsal portre ortaya koyan bu çalışmada, okur, Amerikalı büyük yazarın gazetecilik günlerini, Birinci Dünya Savaşı nda İtalya ya Kızılhaç ambulans şoförü olarak gidişini ve savaştan dönüşünde bir birey ve bir yazar olarak kendini âdeta kitaplarındaki ölümsüz kahramanlarından biri gibi baştan başa kurgulamasına tanıklık ediyor. Henüz evli çiftin yeni bir hayat için Paris e giden bir gemiye binmesiyle sona eren Genç Hemingway, okuru daha fazlası için merakta bırakıyor.BELLEĞİN ANISINA(Maria Stepanova)Rus şair ve yazar Maria Stepanova nın halasının ölümü üzerine aile arşivinden yola çıkarak ailesini, ailesine dair hikâyeleri ve bu hikâyeleri korumanın önemini anlattığı eseri Belleğin Anısına, Can Yayınları etiketiyle okurla buluşuyor. Halasının ölümüyle solmuş fotoğraflar, eski kartpostallar, mektuplar, günlükler ve yığınla hatıra eşyasıyla dolu bir daireye adım atan Stepanova, sakin ve kararlı ellerle bu parçaları yeniden bir araya getirir. Ortaya çıkan, görünüşte sıradan bir ailenin zulüm ve baskıdan nasıl kurtulduğunun hikâyesidir. Roland Barthes, W.G. Sebald, Susan Sontag ve Osip Mandelştam gibi yazarlarla diyalog halindeki Belleğin Anısına, ender rastlanan entelektüel bir merak ve şiirsel bir sesle dolu…İSTANBULLU ÜÇ OSMANLI AİLESİ(Nigâr Nigâr Alemdar)Bir tarafta Beşiktaşlı Yahya Efendi nin; bir tarafta Şair Nigâr Hanım ın; bir tarafta Ahmed Midhat Efendi nin soyağaçları… Hepsinin ortak noktası ise arka fonda büyüleyici Boğaziçi… Boğaz ın havasıyla, İstanbul un kültürüyle, İmparatorluğun asaletiyle harmanlanmış bu üç aile, uzun bir araştırmanın sonucunda sohbet havasında okurlarla buluştu. Soyadını Şair Nigâr Hanım dan alan Nigâr Nigâr Alemdar Timaş Yayınları ndan çıkan kitapta bu üç köklü aileyi; atalarını ve akrabalarını anlatırken yadigar eşyaları, fotoğraf albümlerini, resmî belgeleri bir araya getirdi. Ahmed Midhat Efendi ailesine dair bilinmeyenler, Şair Nigar Hanım ile Ahmed Midhat Efendi arasındaki ilişki, Ahmed Midhat Efendi ile Sultan II. Abdülhamid in iletişim şekli, Şair Nigâr Hanım ın aile hayatı, Bebek teki köşkün mimari çizimi, ailenin Tevfik Fikret ile komşulukları, o dönemki günlük hayat… Bu masalsı tarih yolculuğunda edebiyatımıza ve tarihimize dair paha biçilmez detaylar yakalayacaksınız…EMANET(Bige Güven Kızılay)Bige Güven Kızılay, Emanet romanının İnkılap Kitabevi nden çıkan yeni baskısıyla okurlarını derinlikli bir hikâyeyle buluşturuyor. Kimlik, aidiyet ve geçmişle hesaplaşma üzerine etkileyici bir anlatı sunan Emanet, sadece bir karakterin içsel yolculuğunu değil, Türkiye nin geçmişinden bugüne uzanan kültürel ve tarihsel dokusunu da edebiyatın güçlü diliyle aktarıyor. Amerika da başarılı bir avukat olan Yasemin, kendisine bırakılan bir emaneti almak için Türkiye ye döner. Ancak bu yolculuk, onun yalnızca maddi bir mirasın peşinden gitmesini değil, aynı zamanda kendi geçmişiyle yüzleşmesini de beraberinde getirir. Dedesiyle ve onun anılarıyla örülü eski ev; saklı kalmış sırları, köklerini ve kimliğini yeniden keşfetmesine neden olur. Köy enstitüsü mezunu dedesinin derin duygularla örülü hatıraları ve Türkiye nin yakın tarihine dair panoramik bir anlatıyla harmanlanan roman, bireysel ve toplumsal belleği iç içe geçirerek okuru derin düşüncelere sevk ediyor.KORKU FİLMİ(Paul Tremblay)1993 yılının yazında, genç bir film ekibi, dört hafta boyunca Korku Filmi ismini verdikleri filmin çekimlerini yaptı. Yalnızca üç sahnesi yayınlanmış olmasına rağmen bu rahatsız edici film kültleşti ve uğursuz bir gölge olarak sinema tarihine adını yazdırdı… Yıllar sonra, film bu sefer büyük bir bütçeyle yeniden çekilecekti ve Hollywood, orijinal kadrodan hayatta kalan tek kişiyle iletişime geçmişti: Sıska Çocuk karakterinin oyuncusuyla… Sıska Çocuk her şeyi hatırlıyordu: senaryoya gömülen sırları, sette yaşanmış garip olayları ve aşılmış sınırları… Blair Cadısı ve Halka gibi filmleri sevenlerin kaçırmaması gereken Korku Filmi, sayfalar ilerledikçe artan paranoyası, psikolojik gerilimi ve şaşırtıcı finaliyle okuru gerçeklik algısını sorgulamaya zorluyor…SARDUNYALAR GÜNEŞE BAYILIR(Başak Arslan)Başak Arslan ın öykülerinde genel olarak ilişkiler ama illaki aile, sahnenin bir yerine, bazen de tam ortasına yerleşiyor. Yitirilen ya da hiç kurulamayan yakınlıkların kıymıkları karakterlerin içini ince ince sızlatırken anne, baba, evlat, eş, kardeş olarak üstlendiğimiz rollerin yanı sıra sadakat, özgürlük, bağlılık, sevgi, mesuliyet, güven gibi kavramlar değişen manzaralarıyla gözler önüne seriliyor. Parçalanan ailelerde oyundan atılmış çocukların hayaletleri ise yetişkin bedenleri içinde dolaşıyor. Sel Yayıncılık tan çıkan Sardunyalar Güneşe Bayılır, soğuk bir dünyada üşüyenlerin sıcaklığa hasretini, bu uğurdaki dokunaklı, bazen de irkiltici ama hep nafile çabalarını anlatıyor.RUH HASSASI(Mehmet Zihni Sungur-Uğur Batı)Aşk, ilişkiler, sadakat, ihanet ve insan psikolojisine dair ezber bozan tespitler sunan Ruh Hassası kitabı, raflardaki yerini aldı. Psikiyatri ve bilişsel davranış terapileri alanında uluslararası saygınlığa sahip Prof. Dr. Mehmet Zihni Sungur ile davranış bilimleri ve karar bilimi alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Uğur Batı nın ortak imzasını taşıyan bu kitap, insan ruhunun en kırılgan ve gizemli noktalarına bilimsel bir perspektiften ışık tutuyor. Destek Yayınları ndan çıkan kitap, aşkı, sadakati, ihaneti ve insan psikolojisini bilimsel verilerle inceliyor. Aşkın yalnızca bir his değil, beyindeki biyolojik ve kimyasal süreçlerin bir ürünü olduğunu savunan kitap, nörobilim, evrimsel biyoloji, davranış bilimleri ve psikolojiden güncel verilerle destekleniyor. Aşk kalpte değil, beyinde yaşanır yaklaşımıyla dikkat çeken Ruh Hassası Kitabı, insan ilişkilerinin görünmeyen katmanlarını gözler önüne seriyor.PLASTİK KASABA(Susie Bower)İngiliz yazar Susie Bower, Türkçe deki ilk romanında dünyayı tehdit eden plastik atıklara zekice bir kurgu ve komik bir üslupla dikkat çekiyor. Günaş Kitaplığı ndan çıkan kitap birbirine benzer evlerin, eşyaların ve insanların oluşturduğu bir kasabanın tatsızlığı içinde farklılıkların önemini vurguluyor. Ekseninde tiyatro sanatı bulunan roman, üretim ve tüketim çılgınlığının tehlikeli sonuçlarını da gözler önüne seriyor… Kamyondan bozma evleriyle gezerek tiyatro oyunları sergileyen ailesine ayak uydurmaya çalışan Ophelia, sakin bir hayat özler. Sabit bir ev, didişmeyen anne baba ve normal bir okul için dileği, mükemmel bir kasabaya geldiklerinde sanki gerçek olur. Göz alıcı vitrinler, parlak renkler onu cezbeder. Ancak, kasabayı derhal terk etmelerini buyuran mesajlar alıp, ormanda saklanan bir çocukla da tanışınca, bacası hep tüten tepedeki ürkütücü fabrikaya gizlice girmekten başka çaresi kalmaz.OLUR MU AŞKIM?(Aşkım Kapışmak)Hem güldüren hem düşündüren Olur mu Aşkım?, ilişkilerden cinselliğe, evlilikten ayrılığa kadar birçok konuyu özgün üslubuyla ele alıyor. Aşkım Kapışmak, samimi, sert ama bir o kadar da gerçekçi anlatımıyla kadın-erkek ilişkilerinin bilinmeyenlerini okurlarına sunuyor. Nemesis Kitap tan çıkan kitapta yer alan hikâyeler ve okur sorularıyla, adeta terapi odasından fırlamış diyaloglara şahit olacaksınız. Olur mu Aşkım? sadece kişisel gelişime odaklanmıyor aynı zamanda okurlarına ayna tutan, bazen espriyle bazen de ciddiyetle verilen cevaplardan oluşan bir başucu komedi rehberi. Kapışmak, cesur sorulara korkusuz cevaplar vermekten çekinmiyor.

Source: Habertürk


Neden bazı ülkelerde soyadı kullanılmaz?

Pasaport başvurusunda bulunduğunuzu düşünün ve görevli sizden soyadınızı ister. Cevabınız sadece tek bir isimse, sistem hata verir. Oysa dünyada milyonlarca insan için bu tamamen normal. Endonezya’dan Tibet’e kadar birçok toplumda hala soyadı kullanmadan yaşam sürdürülüyor. Peki bu ilginç geleneğin ardındaki tarih ve anlam ne? YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN GELEN BİR GELENEK Bazı toplumlarda bir kişinin yalnızca adıyla anılması, günümüz modern dünyasında ilginç bir farklılık gibi görünse de, aslında bu uygulama köklü tarihsel ve kültürel temellere dayanıyor. Japonya’dan Endonezya’ya, İzlanda’dan Tibet’e kadar birçok farklı coğrafyada soyadı kullanılmaması ya da çok sınırlı kullanılması, geleneklerin gücünü ve kimlik algısının toplumlar arasında ne kadar değişken olabileceğini gösteriyor. SOYADIN TARİHSEL KÖKENİ Soyadları, Batı dünyasında genellikle Orta Çağ sonrasında yaygınlaşmaya başladı. Avrupa da insanların artması, ticaretin gelişmesi ve vergi toplama gibi devlet işlerinin kolaylaşması için bireylerin birbirinden ayırt edilmesi gerekti. Bu da insanların sadece adlarıyla değil, aynı zamanda yaşadıkları yer, meslekleri veya aile bağlarıyla da anılmalarına yol açtı. Ancak bu sistem her yerde aynı şekilde işlemedi. DOĞU TOPLUMLARINDA İSİM KÜLTÜRÜ Çin, Japonya ve Kore gibi Doğu Asya ülkelerinde soyadı geleneği var olmakla birlikte, bu ülkelerde isimlerin sıralanışı Batı’dan oldukça farklıdır. Çin’de örneğin önce soyadı söylenir, sonra ad gelir. Ancak bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde —özellikle Endonezya, Burma (Myanmar) ve Tibet gibi yerlerde— birçok insan yalnızca tek bir isim taşır. Bu isimler bazen anlam yüklü kelimelerden oluşur ve bireyin karakterini ya da doğduğu günü ifade eder. ENDONEZYA’DA SADECE BİR İSİM YETERLİ Endonezya, soyadı kullanılmayan ülkeler arasında en dikkat çeken örneklerden biri. Nüfusu 270 milyonu aşan bu ülkede, milyonlarca insan tek bir adla yaşıyor. Örneğin eski devlet başkanı Suharto’nun, ya da günümüzde futbol dünyasında tanınan isimlerden Egy Maulana Vikri’nin tam adı aslında yalnızca Egy Maulana dır. Aile soyadı yerine kişinin adı ya da dini-kültürel kökeni kimliğin bir parçası olur. BURMA’DA CİNSİYET VE NESİL BELİRTMEK İÇİN ÖZEL KODLAR Burma’da soyadı yerine kişisel adlara eklenen belirli ön eklerle bireyler tanımlanır. “U” erkekler için, “Daw” ise saygı ifadesiyle kadınlar için kullanılır. Kişinin ismine eklenen bu ön ekler onun yaşını, cinsiyetini ve toplumdaki yerini ifade eder. Dolayısıyla soyadı yerine kullanılan bu ekler, kimlik belirlemede toplumsal rollerin daha ön planda olduğunu gösterir. TİBET’TE LAMA TARAFINDAN VERİLEN ADLAR Tibet kültüründe ise isim verme süreci dini bir törenle başlar. Birçok çocuk, doğumlarından sonra bir Lama tarafından adlandırılır. Bu isim genellikle kutsal bir anlam taşır. Aile soyadı kullanılmaz; kişinin adı, ruhani bir rehber tarafından verildiği için zaten toplumsal bir bağlamda anlam taşır. Bu da bireyin kimliğinin aile bağlarından çok spiritüel bir yapıya dayandığını gösterir. İZLANDA MODELİ: BABANIN ADI YETER İzlanda, Batı dünyası içinde farklı bir örnek sunar. Burada soyadı yerine patronimik sistem kullanılır. Bu sistemde çocukların soyadları, babalarının adından türetilir. Örneğin bir babanın adı Jón ise, oğlu Jónsson , kızı ise Jónsdóttir soyadını alır. Yani aslında kalıcı bir soyadı yoktur, her nesilde değişen bir ad aktarımı söz konusudur.

Source: Habertürk


Cumhuriyet Pazar, pazarınıza renk katmaya geliyor

Cumhuriyet Pazar, içinizi ısıtacak içeriklerle karşınızda. İşte bu haftaki içeriklerimiz…- Muhalif tavrını gizlemeyen başarılı oyuncu Hayal Köseoğlu, Deniz Ülkütekin’e konuştu: Omurgalı insan severim.- İtibar gösterişten mi gelir mütevazilikten mi? Prof. Dr. üstün Dökmen tarihten örneklerle açıklıyor.- Üçüncü sezon finali, dünya çapında merak konusu olan “The White Lotus”u Başak Bıçak izledi ve yazdı.- Tarihin köşe başlarında duran figürlerin son durağı, aynı zamanda bir açık hava müzesi olan Paris’teki Père Lachaise Mezarlığı Aylin Ayaz Yılmaz’ın kaleminden.- Yaşamı ve doğayı sevmek yani biyofili. Ayça Ceylan farklı coğrafyalarda farklı biçimlerde ortaya çıkan biyofili örneklerini inceledi.- Trump’ın yeni gümrük vergileri sanat dünyasında krize neden oldu. Artan maliyetler nasıl karşılanacak? Bala Gürcan Madra yazdı.- “Fado’nun Kraliçesi” Amalia’ya tek kişilik oyunda yaşam veren Bestem yuvarlak ile Orhun Atmış konuştu.- Devlet tiyatrolarının deneyimli yönetmeni Birkan Görgün ile Güven Baykan konuştu.- Aydınlanma krizi ve 18. yüzyıldaki Tanrı sorgulamalarının günümüzdeki yansımaları Ayşe Acar’ın kaleminden.- İşbirlikçi saldırılar ve işgal kuvvetleri güdümündeki güçler Kemalist mücadeleyi neden yıkamadı? Yanıt Şaduman Halıcı’dan.- Berrin Karadeniz’le Kültür Rotası…Gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte istemeyi unutmayın.

Source: Haber Merkezi


AB, Alman dönerini yasaklıyor mu? Döner savaşında Türkiye öne çıktı

AB, Türk usulü döneri tescil ederse; Almanya’daki dönercilerin yüzde 90’ı, sattığı ürüne “döner” diyemeyecek. 16 aylıktan küçük sığır eti, hindi eti döner diye satılamayacak. Döner kesme makineleri yasaklanacak. Alman döneri tarih olacak.

İstanbul’daki Uluslararası Döner Kebap Derneği UDOFED”in sadece Türkiye’de üretilen tarzdaki dönere “döner” denilmesine ilişkin başvurunun ardından Almanya da ülkesindeki Türkler tarafından geliştirilen kendi tarzı için devreye girmişti.

ALMANLAR ANLAŞMAK İÇİN UĞRAŞTI

Türkiye’nin, “geleneksel lezzet” olarak tescil talebine karşı dönemin Tarım Bakanı olan Cem Özdemir’in bakanlığı itiraz etti. AB Komisyonu, konuyu Türkiye ile görüşerek çözmelerini istedi. Alman Ekonomi Bakanlığı, tescil başvurusunda bulunan Türkiye tarafı ile görüşmelerin sonuçsuz kaldığını ve Almanya’nın anlaşma tekliflerinin kabul edilmediğini açıkladı.

Türk tarafına karşı, Almanya’yı Federal Tarım ve Gıda Dairesi (BLE) temsil ederken, Türkiye’nin Almanya itirazına ayrıntılı bir yanıt verdiği ve artık son kararın Nisan ayı sonuna kadar verileceği açıklandı.

AB’NİN VEREBİLECEĞİ KARARLAR

AB Komisyonu, Türkiye’nin 24 Nisan 2024’te yayınladığı başvurusunu onaylayabilir, bazı değişiklikler isteyebilir ya da talebi reddedebilir. Ancak eğilimin onaydan yana olduğu yorumları yapılıyor. AB Komisyonu, Türkiye’nin başvurusunu talep ederse, Almanya’daki üreticiler ve dönerciler, sattıkları ürüne „döner“ diyemeyecek. Şu andaki haliyle, Almanya’daki dönercilerin yüzde 80 ya da 90’ı, „döner“ adıyla satış yapamayacak.

ADI, “DÖNEN ŞİŞ” Mİ OLACAK?

“Dönen şiş”, “kebap” gibi isimler kullanılacak. Türkiye’nin başvurusuna göre, gerçek dönerde 16 aylıktan küçük sığır eti kullanılamayacak.

Dana döner Almanya’da tarih olacak. Ayrıca hindi eti katılmış ürüne döner denilemeyecek. Döner çeşitliliği sınırlanacak, daha az sulu olacak. Döner büfelerinde elektrikli makineler yerine 55 cm’lik bıçak kullanılacak. Pişirme işlemi de değişecek. Ayrıca etteki tuz oranı yüzde 2 olacak.

Source: Ali Gülen


Tencerenin dibini gördüren lezzet! Karadeniz”in eşsiz yemeğini artık tüm dünya tanıyor

Rize”nin coğrafi işaretli ürünleri karalahana sarmasının da literatüre girmesi ile 17″ye yükseldi. 2024 yılında coğrafi işaret kazanması ile Rize mutfağının zenginliğini bir kez daha göstermesine sebep olan karalahana sarması, yerli halkın yanı sıra dışarıdan Rize”ye gelen vatandaşlar tarafından da oldukça fazla tüketiliyor. Deneyenin bir daha istemesiyle başlayan serüven tencerenin dibinde son buluyor. Yemesi zevkli ve keyifli olsa da etli karalahana sarmasının yapılış süreci yapanı biraz yoruyor. Dakikalar içinde tüketilen tencere, saatlerce süren hazırlıklar neticesinde sofraya kadar geliyor. Taze alınan karalahanalar ilk etapta su da kaynatılıyor. Bu esnada lahananın iç harcı hazırlanıyor. Sonrasında baharatı da eklenen iç harç kaynatılmış karalahana yaprakları ile sarılıyor. Bir tencerenin içerisine nizami olarak dizilen sarmalar pişirilmeye bırakılıyor. Son olarak piştikten sonra servis etmeye hazır olan sarmalar yanında yoğurt ve mısır ekmeği ile birlikte servis ediliyor. Zamana ayak uydurabilmek adına geçmiş dönemlerde yapılan etli sarmalara nazaran iç hamurunda biraz güncellemeler yapıldığını ancak bu güncellemeler yapılırken tadının değişmemesine de dikkat edildiğini ifade eden Necibe Oflu Karalahanadan çeşitli yemekler yapılıyor bunlar çorba, haşlama, sarma ve karalahana vurmasıdır. Karalahana sarması eskiden sobaların üzerinde pişerdi. Artık ocaklarda bakır tencerelerde kolaylıkla pişirebiliyoruz. Kaburga kemiğinin üzerine dizerdik sarmaları, lezzet katardık. Fakat şimdilerde kaburga her damak tadına uygun olmadığı için kullanmıyoruz. Satır eti kullanarak yapardı büyüklerimiz, şimdi ise günümüze uyarlayıp yeni nesle hitap etmesi için kıyma kullanıyoruz. Zamana ayak uydurmak adına özünü değiştirmeden içinde bazı değişiklikler yaparak bu lezzeti tüm dünyaya tanıtıyoruz dedi. Rize dışından gelen vatandaşların merakla karalahana sarmasını denediğini ve sonrasında çok sevdiğini dile getiren Oflu Kültürümüzü yaşatmaya devam ediyoruz. Elimizden geldiğince topluma güncel bir şekilde uyarlayıp yöresel lezzetlerimizi bıkmadan, usanmadan ayakta tutmaya çalışıyor ve herkese tanıtıyoruz. Gelen misafirlerimiz çok beğenerek bu lezzeti tüketiyor. Dışarıdan gelen misafirlerimiz özellikle bölgeye has yöresel bir yemek olduğu için merakla bu lezzeti deniyor. Karalahanayı büyüklerimiz ve orta yaş insanlarımız severek tüketiyor ama gençlerimiz hazır yemekleri daha fazla tercih ediyor. Hazır yemekler çok revaçta olduğu için bizim geleneksel lezzetlerimizi pek tercih etmiyor ifadelerini kullandı.

Source: Gazetevatan.com