“Kültürel Zenginlikler – Müzeler, Edebiyat, Gastronomi ve Tarih”

‘Müze’ tabirini kaçı hak ediyor? Özel müze sayısı 441’e yükseldi ama…

MURAT ÖZTEKİN – Türkiye’deki arkeolojik kazıların hızlanması ve yurt dışından yapılan eser iadeleriyle birlikte koleksiyonlar genişliyor, müze sayısı artıyor. Ülkemizde 215’i Kültür ve Turizm Bakanlığına, 20’si Millî Saraylara bağlı ve 441’i özel olmak üzere toplam 676 müze bulunuyor. Bu sene Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı iki yeni müze kapılarını açtı. 2025 yılı itibarıyla Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren müzelerin sayısı 215 oldu. Bu sene Side Ören Yeri sınırları içinde yer alan Bizans Hastanesi yapısı “Side Arif Müfid Mansel Arkeoloji Müzesi” adıyla ilk defa ziyarete açıldı. Öte yandan Yeni Manisa Müzesi yakın zamanda ilk defa ziyaretçileri ile buluştu. Teşhir ve tanzim çalışmaları sebebiyle ziyarete kapalı bulunan Diyarbakır Cahit Sıtkı Tarancı Etnografya Müzesinin yanı sıra 6 Şubat depremlerinin ardından ziyarete kapatılan Kahramanmaraş Müzesi ile Malatya Atatürk Evi Müzesi yapılan çalışmaların ardından tekrar ziyarete açıldı. 6 Şubat depremlerinin ardından ziyarete kapatılan Elbistan Müzesinin de önümüzdeki günlerde tekrar ziyarete açılması planlanıyor. HAYAL KIRIKLIĞI YAŞATAN ÖZEL MÜZELER Türkiye’deki özel müzelerin sayısında da son yıllarda ciddi artış var. 2023 yılında 376 olan özel müze sayısı, geçen sene 431’e 2025 yılında ise 441’e yükseldi. Türkiye’de dünyada adından söz ettiren özel müzeler de bulunuyor. Ancak bazı özel müzeler, zayıf koleksiyonlarıyla ziyaretçilerini hayal kırıklığına uğratıyor, bazıları ise koleksiyoncuların eserlerini kayıt altına aldırmak için kurulduklarından ötürü kapılarını kapalı tutuyor. BAZILARI HİÇ ÇALIŞMIYOR Bu hususta Türkiye gazetesine değerlendirmede bulunan tanınmış müzeci ve sanat tarihçisi Dr. Nazan Ölçer, Türkiye’de devlet müzelerinin yanı sıra iyi niyetlerle açılmış birçok özel müze bulunduğunu söylüyor. Ancak Ölçer, bazı özel müzelerin eserleri kayıt altına almak için kurulduklarını ve ziyaretçi kabul etmediklerini söylüyor. Ölçer “ Türkiye’de bazı müzeler iyi niyetli çabalarla açıldılar. İnsanlar büyük zorluklarla topladıkları koleksiyonlarını insanlara göstermek istiyorlar. Bunu kolay reddedemeyiz. Ancak bazı müzeler hiç çalışmıyorlar. Kapıları da açık değil. Orayı gezmeye gelen kişinin mekânı kapalı görmesi hayal kırıklığı meydana getirebiliyor. Öte yandan özel müzeler de devlet tarafından denetleniyor. Küçük müzelerin çoğalması denetimi zorlaştırıyor. Fakat müzeciler, kaydedilmiş olmanın huzurunu yaşıyorlar” diye konuşuyor. HUKUKİ DEĞİŞİKLİĞE GİDİLEBİLİR “Müze kelimesini çok sık ve her şeye kullanıyoruz” diyen Ölçer sözlerine şöyle devam ediyor: Devlet müzelerinin sistemi, arşivi ve laboratuvarı vardır. Bunlar büyük çabalarla açılmışlardır. Müze kelimesini daha titiz kullanmamız gerekiyor. Belki bunun için hukuki değişikliğe gidilebilir. Açtıkları mekânlarda bir müzenin hak ettiği sunumu yapamayan koleksiyonculara destek vermek gerekebilir. BEŞ AYDA 10 YENİ ÖZEL MÜZE KAPILARINI AÇTI Türkiye’de sadece bu sene 10 yeni özel müze açıldı. Kapılarını açan o özel müzeler ise şöyle: Adalet Müzesi (İstanbul), Palet Türk Müziği Müzesi (İstanbul), Haydar Ercan Klasik Otomobil Müzesi (Ankara), Altınköy Çocuk Etnografya Evi Müzesi (Ankara), Altınköy Etnografya Evi Müzesi (Ankara), Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzesi (Erzurum), ESOGÜ Zooloji Müzesi (Eskişehir), Çanakkale’den Cumhuriyet’e 100. Yıl Müzesi (Kayseri), İzmit Oyuncak Müzesi (Kocaeli), Serdivan Kent Müzesi (Sakarya).

Source: Cüneyt Akçatepe


Modern edebiyatımız konulu kitaplar (2)

İlki 30.10.24’te bu sütunda yayımlanan yazı dizisinin ikincisiyle, Doğu Batı Yayınları ürünü “Modern Türk Şiiri” kitapları üzerine düşünmeyi sürdürüyorum. İlk kitaptaki yazılardan Mehmet Âkif konulu olanda (Âlim Kahraman) Âkif’in Fransızca La Martine okuduğunu ve Âkif’in kendi sözleriyle “ Sadi ’deki sanat sırrını Lamartine’i okurken fark ettiğini” öğrenmemiz ilginçti. Doğulu şairle Batılı şair arasında böyle bir bağlantı kurulması gerçekten ilginç değil mi? Bunu yazarken Goethe ’nin Fars dilinin büyük şairi Hafız ’ı aslında okumak için Farsça (yanı sıra Arapça) öğrendiğini, büyük yapıtlarından Batı-Doğu Divanı’nı anımsadım. (Konuyu araştırırken Melâhat Özgü ’nün Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisinde “Goethe ve Hafız” başlıklı bir makalesinin yayımlanmış olduğunun bilgisi de çıka geldi. Yazıyı internetten indirip okumaya koyuldum!) Sözünü ettiğim Âkif konulu yazıda, bundan başka, onun “Fransız natüralist romancılarından Zola ’nın eserlerine ayrı bir dikkatle eğildiğini, o romanlardan ibretler çıkardığını, kendisindeki realist damarın bunlardan da beslendiğini” kendi payıma ilk kez öğrenmiş oldum. Mehmet Âkif solun çok az ve daha da çok siyasal bağlamda tanıdığı bir şairdir. Şiir dinletilerimde yeri geldikçe “Kirazlı Mescit Sokağı” , “Parkta Rastladığım Adam” gibi şiirlerimle Âkif’in “Seyfi Baba” , “Küfe” başlıklı şiirleri arasındaki yakınlıktan söz eder, onun sağa bırakılamayacak kadar insancıl, vicdanlı bir şair olduğu gerçeğinin altını çizerim. *** Sözünü ettiğim kitapta Yahya Kemal konulu yazıyı (Pınar Aka) okurken söz konusu yazıyla değil, fakat Yahya Kemal’le ilgili hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf ederim. Ezberimde onun “Kar Musikileri” , “Açık Deniz” , “Akşam Musikisi” vb. harika dizelerle örülü şiirleri vardır. Bence bu şiirler yirminci yüzyıl ve sonrası şiirimizin en sağlam dil temellerini oluşturur. Buna karşılık şairin yaşamöyküsüyle koşut olarak şiirlerinden örnekleri okurken örneğin “Kaybolan Şehir” deki “Vaktiyle öz vatanda bizimken bugün niçin/ Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için” gibi düz yazının uyak ve vezin yardımıyla şiirleştirme çabaları, Nurullah Ataç ’ın Abdülhak Hamit Tarhan ’ın Makber’inde takıldığı “Ne çay içerdi ne kahve erken/ Kalkıp piyano çalardı derken” türünden “dize” lerini anımsattı… *** İlk kitapta, şiirle doğrudan ilgili olmasa da Yılmaz Varol ’un “Ahmet Haşim’in Bir Mektubu ve ve Devlet Kapısında Türk Edipleri” başlıklı ilginç yazısını, Erkan Irmak ’ın Nâzım Hikmet üzerine, kuşkusuz emek ürünü fakat ancak büyük şair konusunda fazla bilgi sahibi olmayan okur için ilginç sayılabilecek yazısı izliyor. Şairin (yazarın) ürünlerinin biyografik sürece koşut ve konu ağırlıklı yazıların ortak yazgısıdır bu. İlk kitapta Nâzım Hikmet üzerine, bu yazının kısaltılmış bir versiyonunun yanı sıra, örneğin “Memleketimden İnsan Manzaraları”, “Saman Sarısı” üzerine biçim-dil-söyleyiş özelliklerinin irdelendiği bir yazı ne kadar yerinde olurdu. *** İlk kitapta Oktay Yivli “Erken Cumhuriyette Öz Şiir Arayışı” başlıklı yazısında, “hecenin ikinci kuşağı içinde yer alan” beş şairi, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ziya Osman Saba, Ahmet Muhip Dıranas ve Cahit Sıtkı Tarancı şiirini inceliyor. Yivli yazısının girişinde “Seleflerin poetikası” başlığı altında bu şairlerin önceli (selefi) olarak gördüğü Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in şiir anlayışlarını özetliyor. Bilindiği gibi Ahmet Haşim’e göre şiirde anlam “İlk planda gerekli olan bir öğe değildir. Önemli olan sözün anlamı değil söylenişidir. Şiirde anlam, müzikal uyumun ortaya çıkardığı ve ritmin oluşturduğu çağrışımdan başka bir şey değildir.” Yahya Kemal’in Paul Valery ’e ait “poésie pure” teriminin karşılığı olarak kullandığı “halis şiir” teriminin içeriği ise (onun Edebiyata Dair kitabında yer alan görüşlerinin özeti olarak) Haşim’in görüşlerinden fazla uzak değildir. Buna karşılık Haşim’den farklı olarak Yahya Kemal, dil olgusunu öne çıkararak ve Türkçeyi ustalıkla kullanarak, bana göre 20. yüzyıl şiirimizin şiir dili bakımından omurgasını oluşturan şiirler yazmıştır. Konuyu sürdüreceğim.

Source: Ataol Behramoğlu


Gazeteci-yazar Akif Emre, Eyüpsultan”da yad edildi

Emre”nin Edirnekapı Şehitliği”ndeki kabri başında dualar ve Kur”an-ı Kerim tilavetiyle başlayan etkinlik, Yeni Dünya Vakfının Eyüpsultan”daki binasında söyleşiyle devam etti.Toplantıyı yöneten gazeteci yazar Mehmet Nuri Yardım, “İslam coğrafyasının yorulmaz gezgini” olarak ifade ettiği gazeteci, düşünür, yazar Akif Emre”yi rahmetle yad ettiklerini söyledi.Emre”nin hayatına ve eserlerine ilişkin bilgi veren Yardım, “Adeta sürekli dolaşan bir seyyahtı. Bir bakıyorsunuz Bosna”da, bir bakıyorsunuz Doğu Türkistan”da, Kerkük”te, KKT”de, Kırım”da yani nerede Müslüman ve Türk varsa adeta oraya koşan bir akıncı beyi. Hakikaten akıncı beyi tabiri tam yakışıyor ona. Sürekli hizmet eden, koşturan biriydi. Allah rahmet eylesin.” dedi.Büyüyenay Yayınlarının Akif Emre”nin 13 eserini yayımladığını dile getiren Yardım, “İki kitabı daha yayına hazırlanıyor. Böylece Emre”nin 15 kitabı gün ışığına çıkmış olacak. Bize düşen görev bu kitapları almak, okumak, çocuklarımıza okutmak. Yeni Akif Emrelerin yetişmesi için bunu yapmaya mecburuz.” değerlendirmesinde bulundu.”Dünya Müslümanlarının dertleriyle ilgiliydi”İnsan ve Medeniyet Hareketi (İMH) Kültür Komisyonu Başkanı Mehmet Bulayır, birkaç gün önce Akif Emre ile ilgili Genç Hareket”te gençlere konuşma yaptığını belirterek, “Onlara konuşmak biraz daha kolaydı. Burada benimle aynı yaş kuşağından arkadaşlarımızın hepsi, eminim Akif Emre”yi en az benim kadar biliyordur.” dedi.Bulayır, Emre ile öğrencilik döneminde aynı evde kaldıklarını anlatarak, şu bilgileri verdi:”Yurttan öğrenci evine taşındım. O öğrenci evindeyken ben birinci sınıftaydım, Akif Emre ağabey son sınıftaydı. Benim pek mühendislikle işim olmadı. Daha sonra birkaç arkadaşla birlikte Asır Ajansını, Asır Kitap Kulübünü kurduk. Mühendislik okudum ama yine bir ajans işi kurduk. İsmet Özel”in Kendi Sesinden Şiirler, Necip Fazıl”ın Kendi Sesinden Şiirler gibi kasetler çıkardık. Önemli işlerdi onlar.”Akif Emre ile ilgili hatıralarını anlatan Bulayır, “O zamanlar çeşitli kitap kulüpleri vardı. “Biz de bir kitap kulübü kuralım, kendi camiamıza, kendi mahallemize kitapları ulaştıralım.” dedik. Kurduk ve yayıncılarla görüştük, istişare ettik. Yayıncıların hepsi bize çok güzel gaz verdi. Akif Emre ağabeye gittik, “Ya gençler iyi düşünmüşsünüz ama hesap, fizibilite yaptınız mı? Tamam, kitabı yaymak güzel, önemli bir şey ama bu işin bir de hesap-kitap, mali boyutu var.” dedi. Eleştirel bakan biriydi. Biz onu dinlemedik ve işimiz battı çünkü hesapsız yola çıkarsanız olmaz. “Kervan yoldayken düzülür.” diye meşhur bir söz var. Halbuki kervan yoldayken düzülmez. Kervanın nasıl düzüldüğüne karar vermek lazım yani hangi yoldan gidecek, o yolda ne tür zorluklar var? Bu tür şeylere hazır olarak yola çıkmak gerekir. Biz pek öyle yapmayız.” görüşünü paylaştı.Mehmet Bulayır, Emre”nin övgüyü, hamaseti sevmediğini, bu nedenle onun hakkında konuşmanın zor olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:”Bir anma programında, “Biz insanları hep böyle masallaştırıyoruz. Sanki hiç günahsız, hiç hata yapmadı, muhteşem bir insan gibi anlatıyoruz. Dolayısıyla öyle bir insan profili çiziyoruz ki gençler bakıyor, “Bu masal kahramanı, bizim böyle bir şey yapmamıza imkan yok.” diyorlar. Bu, gerçek bir şey değil. Kişinin ne yaptığını anlamaya çalışalım. Onun derdi neydi? Yani hayatı, üstünlüğü, derdi, neydi? Niçin çalışıyordu? Hedefi neydi? Ona bakalım.” demişti. Ayrıca Akif Emre, editöryal bağımsızlığa çok inanırdı. Birçok gazetede, basın kuruluşunda çalıştı. Kendisine bir şey dikte edilmesinden asla hoşlanmazdı. Bağımsız bir gazeteciydi. Dünya Bülteni”nde bir haber yapmıştı. Bir telefon geldi. Ben yanındayım Akif Emre”nin, beraber oturuyoruz. “O haberi kaldırsınlar.” denilince Akif Emre, son derece öfkelendi. “Burayı, Dünya Bülteni”ni ben idare ediyorum. Mümkün değil böyle bir şeye müsaade etmem. Eğer bunu yayımlamayacaksanız ben istifa edeyim. Başka bir arkadaş gelsin, Dünya Bülteni”ni devam ettirsin.” dedi.O arkadaş geri çekildi ve o haber çıktı. Akif Emre, dünya Müslümanlarının dertleriyle ilgiliydi. Sudan”dan Doğu Türkistan”a, Pakistan”dan Afganistan”a, Bosna”dan Arnavutluk”a onun temas etmediği hiçbir düşünce adamı yoktur. Mutlaka onlardan birisiyle görüşmüştür ve onlarla ilgili bir yazı yazmıştır.””Birçok akademisyeni cebinden çıkaracak çalışmalar yaptı”Yazar Kemal Kahraman da Akif Emre”nin hayatını, fikirlerini, ideallerini ve eserlerini anlattı.Akif Emre”nin çok yönlü, çok değişik ilgi alanlarının ve farklı çevrelerinin olduğunu dile getiren Kahraman, “Ben onu İslam Dergisi ve İlim Sanat Dergisi çevresinde tanımaya başladım. Daha önceden de ismini biliyordum ama orada bizzat mülaki olma imkanı bulduk. İlim Sanat Dergisi”ne çok katkıları oldu zamanında. Kendisi akademik olarak bir çalışma yapmadı ama birçok akademisyeni cebinden çıkaracak çalışmalar yaptı. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İslam Dergisi ortamında çok yazıları oldu.” dedi.Kahraman, Emre”nin o yıllarda imzası olan ve olmayan çok sayıda yazı kaleme aldığını belirterek, “Bugünkü gibi sosyal medyanın çok yaygın olmadığı bir dönemdi. Türkiye ile, özellikle de İslam dünyasıyla ilgili haberler, yorumlar, gelişmeler, bunlarla ilgili aktarımlar, dergiler yoluyla o zaman yapılabiliyordu. Radyo, televizyon tabii daha sınırlıydı.” ifadelerini kullandı.Akademik olarak “İlim ve Sanat” ile “İslam” dergilerinin o dönemde güncel politika anlamında hem Türkiye hem de dünya çapında önemli bir misyon yüklendiğin ifade eden Kahraman, “Sürekli projelerin ortaya konulduğu, kitap yayın projesi, dergi projesi ortaya konulan aktif bir ortam vardı orada. En son Akif Emre, orada İslam Ülkeleri Ansiklopedisi üzerine çalışıyordu. Bu çalışmalar öyle masa üzerinde yapılıyordu tabii ama çok kuvvetli bağlantılarla yapılıyordu. Mesela Amerika”da İslam konusu olacak. O dönem Amerika”da bu konuda en fazla uzman olan kim varsa onunla bağlantı sağlanıyordu ve yazılar da ondan alınıyordu, alınabiliyordu yani böyle bir diyalog ortamı vardı.” şeklinde konuştu.”Biz daha düşünürken o zaten orada oluyordu”Kemal Kahraman, Emre”nin nevi şahsına münhasır, kararlarını kendisi veren, dolduruşa gelmeyen, işaret taşı gibi biri olduğunu, çevresindeki insanların onun duruşunu, vereceği kararı beklemek mecburiyetinde hissettiklerini söyledi.”Sadece kendi çalışmaları vardı. Kendisi dışında bir devletten, makam veya kuruluştan destek arama gibi bir yönü olmayan bir arkadaştı.” diyen Kahraman, şöyle konuştu:”Mütevazı bir hayat sürdü. Bir şeyleri biriktirdi ama o herkesin biriktirdiği şeyler değildi. Hem kütüphane biriktirdi hem de kendi kişiliğini oluşturdu. Sonunda sağ olsun, vefakar arkadaşlarının bugünlerde sürekli kitaplarını çıkardığını görüyoruz. Bir şeyler birikmiş yani hatta o kadar yapacağı işe odaklanmış ki onların sunulmasını bile ihmal etmiş diyebiliriz. Bakın sunulması bile arkadaşlarına kalmış. Hayatında yayımlayamadığı pek çok kitap daha sonra ortaya çıkmış oldu. Bir kenarda sürekli böyle bir ağ örer gibi çok da göze batmadan sürekli yazılarını yazdı. Medyanın hep içinde oldu ama kendisi medyatik değildi, öyle bir beklentisi de yoktu yani hazırladığı şeylerin bile tanıtımı bana göre eksik kalmıştır. Balkanlar”la, Kudüs”le ilgili güzel belgeseller yaptı. Kudüs belgeseli çok önemlidir. Hele bugünlerde daha da büyük bir önem taşıyor. Bence bu belgeselin en önemli kanallarda gösterilmesi gerekir.”Akif Emre”nin aklında hep İslam coğrafyasının olduğunun altını çizen Kahraman, “Bu anlamda Sezai Karakoç ile karşılaştırılabilir. O kadar kuşatıcı bir şekilde bakmaya çalışan bir arkadaşımızdı ki bu yönüyle herkesi de memnun edemiyordu.” görüşünü paylaştı.Kemal Kahraman, birkaç sene Londra”da da yaşayan Akif Emre”nin İslam dünyasına İngiltere”den bakma imkanı bulduğunu ve orada önemli kazanımlar elde ettiğini söyledi.Emre”nin Müslümanların nerede bir problemi varsa orayı birtakım kaynaklardan öğrenmek yerine gidip görmeyi tercih ettiğini vurgulayan Kahraman, “Bizzat orada bulunmak mecburiyetinde hissediyordu. Böyle bir yapısı vardı. Biz o anlamda ne onun kadar cesuruz ne de aktifiz hatta biz biraz sorunlu olan bir yere gitmek için sorunların yatışmasını bekleriz. Onda öyle bir şey yoktu. Özellikle sorunların yaşandığı dönemde orada bulunma mecburiyetinde hissediyordu kendisini. Bir aydın tavrı, genellikle gözlemci bir tavırdır. Akif”te aktivist bir ruh da vardı. İçimizde bu anlamda en cesur olan o idi bana göre çünkü biz daha düşünürken bir bakıyoruz o zaten orada oluyordu.” diye konuştu.Katılımcıların Emre ile ilgili sorularının da cevaplandığı toplantıda katılımcılara Akif Emre”nin kitapları hediye edildi.

Source: Muhammet Binici


Yeni Türkiye komedisi!

Antik çağın en önemli kehanet merkezlerinden biri olan, UNESCO Dünya Mirası’na aday gösterilen, Didim’deki 2 bin 600 yıllık Apollon tapınağına, beton döktüler… Zaten aylardır ziyarete kapalıydı, çevre düzenlemesi yapayım derken tarihi dokuyu inşaat şantiyesine çevirdiler.

Aslına bakarsanız, tapınağı imara açıp, 40 katlı residence kulesi dikmediklerine şükretmemiz lazım.

Çünkü malum, restorasyon yapayım derken, Aspendos’a mutfak mermeri döşediler, Sümela Manastırı’na kaçak kat çıktılar, Şile’deki Cenevizlilerden kalma iki bin yıllık kaleyi çizgi film karakteri “sünger bob”a benzettiler, Datça’daki Knidos antik tiyatrosunun oturma yerlerini güya düzelttiler, çekyat kanepe koysalardı inanın bu kadar sırıtmazdı, kaş yapalım derken göz çıkardılar, Kaş’taki Antiphellos antik tiyatrosunun toprak zeminine çimento döktüler, binası milattan önceye dayanan İznik’teki Ayasofya Orhan Camisi’nin tarihi duvarlarını betonla sıvayıp, cam kapı taktılar, Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı’na cam tavan yaptılar, alışveriş merkezi gibi oldu, sabırla okuyun lütfen, Mudanya’daki 2 bin 700 yıllık Myrleia antik kentinin üstüne harbi harbi alışveriş merkezi yaptılar, törenle kurdela keserek açılış yaptılar, Side’deki Apollon tapınağına çimentoyla merdiven yaptılar, Allianoi’yi komple yokettiler, “Allianoi diye bir yer yoktur” dediler, Aydın’daki 600 yıllık Dandalaz Köprüsü’nü sağlamlaştıralım dediler, bi sağlamlaştırdılar, 600 yıldır yerinde duran köprü çöktü, Bursa’daki iki bin yıllık Lefke Kapısı’nın kemerini orijinal değil diye yıktılar, sonra pardon orjinalmiş deyip, müteahhide verdiler, yenisini diktiler, Anamur’daki bin 700 yıllık Mamure Kalesi’ne pvc pencere taktılar, Konya’daki beş bin yıllık Aşkar Höyüğü’ne süs havuzu yaptılar, sayayım mı biraz daha, 2 bin 300 yaşındaki Efes antik kentini, dünya kültür mirasını düğün salonuna çevirdiler, bakmaya bile kıyamadığımız Celsus Kütüphanesi’ne masalar diziyorlar, perdelik kumaşla kapladıkları plastik sandalyeler diziyorlar, yemekli organizasyonlara kiralıyorlar, Mimar Sinan’ın son eseri, Üsküdar’daki Atik Valide Külliyesi’nin şifahanesini camla kapladılar, otomatik kapılar taktılar, kafeteryaya çevirdiler, Eskişehir’deki Seyid Battal Gazi Külliyesi’ne Amerikan mutfak monte ettiler, Battal gazi gene de şanslıydı, Melikgazi’yi yediler bu ülkede kardeşim, haberi bizzat Anadolu Ajansı servis etti, “Melikgazi’yi çorba yaptılar, Melikgazi’yi aganigi ilacı yaptılar” manşetleri atıldı, çünkü, sayın yöneticilerimizin tarih şuurunu örnek alan sayın ahalimiz, Kayseri’deki türbeye gizlice giriyor, Melikgazi’nin mumyasından küçük parçalar tırtıklıyor, şifa niyetine çorba yapıyordu, çocuğu olmayan kadınların, rahmetli Melikgazi çorbasından içer içmez hamile kaldıkları söyleniyordu, Melikgazi’nin dişlerini söküp, öğütüp, çay gibi kaynatıp içenler vardı, sayın yöneticilerimiz lütfedip müdahale edene kadar Melikgazi’nin sol kolunu komple koparıp götürdüler… Apollon tapınağına beton dökülmesini öpün başınıza koyun derken, bunları kastediyorum.

Savarona’nın güvertesini demir doğramalarla kapattılar, Erzurum Kongresi’nin yapıldığı müze binaya duşakabin taktılar, cumhurbaşkanlığı muhafız alayına bornoz giydirip, Hun imparatorluğunun kafasına miğfer diye alüminyum tencere gibi bir şey geçirdiler, hızlı trene “Piri Reis” adını koydular, dünya tarihinde ilk kez trene denizci adı verildi bu ülkede.

Piramitler Türkiye’de olsaydı, restore edeyim derken kübik yapardı bunlar.

Anıtkabir, Aslanlı yol mesela… Yürürken başınız öğe eğik olsun diye, özellikle farklı büyüklükte taşlarla, asimetrik döşenmiştir, angut gibi sağa sola bakınırsan, takılırsın, kapaklanırsın, çünkü saygının mimarisidir, hürmetin estetiğidir, ihtiramın sanatıdır, dikkatin özenin başyapıtıdır. Gel gör ki… Genelkurmay başkanlığı, böylesine hassasiyetle inşa edilen Anıtkabir’in avlusuna, kargo şirketinin sponsorluğunda morlu pembeli plastikten oyun parkı koydu!

Ama dedim ya, Aspendos’a mutfak mermeri monte eden, Efes antik kentini lokantaya çeviren bu zihniyet varken, Apollon tapınağına fayans döşemediklerine, Anıtkabir’e de yanar döner floresanlı atlıkarınca koymadıklarına şükredeceksin.

Egoları altın varaklı.

Kültürleri teneke.

Samimi duygumu sorarsanız, bence asla saygısızlık niyetleri yok, bence sadece zevksizliktir, görgüsüzlüktür, sakilliktir, lafı hiç eğip bükmeyelim, vasata esir oldu Türkiye, çıplak gerçek budur.

“Eski Türkiye” diye akılllarınca aşağılıyorlar ama… Hukuktan eğitime, diplomasiden bürokrasiye, güya restore ederek kurmaya çalıştıkları “yeni” Türkiye, beş bin yıllık Türk tarihini çimentoyla sıvayıp, Cumhuriyet aydınlanmasına pvc pencere takmaya benziyor.

Türkiye’ye baktığında asla orijinaline yakışmaması, ondan.

Source: Yılmaz Özdil


Mutfağımız dünyanın cazibe merkezi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”ın eşi Emine Erdoğan, Nevşehir”de “Anadoludakiler Kapadokya Pazarı Açılışı Türk Mutfağı Haftası Etkinlikleri” programına katıldı. Türk Mutfağı Haftası kapsamında iki önemli projeyi birleştirerek “Anadoludakiler Kapadokya Pazarı”nın açılışının yapıldığı programa Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır da katıldı. Erdoğan, konuşmasında şeflerden, akademisyenlerden ve tüm temsil makamlarından beklentilerinin büyük olduğunu belirterek “Türk mutfağı, dünya için halihazırda güçlü bir cazibe merkezidir. Gastronomi duraklarımız, önemli birer turizm motivasyonudur. Gastrodiplomasi alanında büyük bir güce sahibiz. Onun şifa sunan yönlerini tanıtarak, insanlığın hizmetine sunmanın, hepimizin ortak görevi olduğu inancındayım” dedi. Batı tarzı beslenmenin sağlığı tehlikeye attığına değinen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: “Obezite, diyabet ve kalp hastalığı gibi birçok hastalık küresel bir fenomen haline gelen bu Batı tipi beslenmenin sonuçlarıdır. Bir araştırmaya göre Amerika”da 64 milyon insan kardiyovasküler hastalıklardan muzdariptir. Ek olarak 11 milyon kişi tip 2 diyabet hastasıdır. İşte bu noktada mutfağımızın beden ve ruh sağlığına olan iyileştirici etkilerinin uluslararası platformlarda daha fazla vurgulanması gerektiğine inanıyorum.” ZENGİN KÜLTÜRÜ YANSITIYOR Türk mutfağının sadece bir lezzetler dünyası değil, aynı zamanda bir değerler manzumesi olduğunu belirten Erdoğan, “Tencerede karıştırılan yemeğe dualar eşlik eder. Yemeğe besmele ile başlamak, şükürle bitirmek, manevi bir eğitimin temelidir. Yiyeceğe nimet ve rızık nazarıyla bakınca her lokma şifa olur” ifadelerini kullandı. Her yörede seslerin, renklerin, motiflerin ve tatların değiştiğini, bu nedenle de bu hafızayı zamana karşı dirençli kılmak için özel bir gayret gerektiğini vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Geçen sene başlattığımız Anadoludakiler Projemiz ile zanaat geleneklerimizi, yöresel ürünleri ve üretim tekniklerini korumaya aldık. Kooperatiflere, yerel üreticilere ve kadın girişimcilere omuz verdik. Bu kapsamda Anadoludakiler Kapadokya Pazarı kurduk. Kapadokya”nın köklü mutfağının zengin ürün çeşitliliğini ve özgün üretimini bu pazarda bir araya getirdik.” Nevşehir”de Güray Müzesi”ni de ziyaret eden ve “Yoğurt Uygarlığı” kitabının tanıtımına katılan Emine Erdoğan, Kapadokya”ya özgü çömleğe yoğurt mayaladı. Emine Erdoğan, “Toprağımızın mayası, kültürümüzün taşıyıcısı olan yoğurdu korumak için gayret eden herkesi gönülden tebrik ediyorum” dedi.

Source: Rana Büyüktaş


Emine Erdoğan himayelerinde ‘Kapadokya Pazarı’ kuruldu! “Türk mutfağının iyileştirici etkileri vurgulanmalı”

Emine Erdoğan, himayelerinde hayata geçirilen Anadoludakiler Projesi kapsamında Nevşehir”e geldi. Türk Mutfağı Haftası kapsamında iki önemli projeyi birleştirerek “Anadoludakiler Kapadokya Pazarı”nın açılışının yapıldığı programa Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır da katıldı. Erdoğan, konuşmasında şeflerden, akademisyenlerden ve tüm temsil makamlarından beklentilerinin büyük olduğunu belirterek “Bildiğiniz gibi Türk mutfağı, dünya için halihazırda güçlü bir cazibe merkezidir. Gastronomi duraklarımız, önemli birer turizm motivasyonudur. Gastro-diplomasi alanında büyük bir güce sahibiz. Şimdi bu gücü, mutfağımızın sağlıklı yaşam teklifiyle daha da artırabiliriz. Onun şifa sunan yönlerini tanıtarak, insanlığın hizmetine sunmanın, hepimizin ortak görevi olduğu inancındayım. BATI TİPİ BESLENME OBEZİTE VE DİYABETE YOL AÇIYOR Batı tarzı beslenmenin sağlığı tehlikeye attığına değinen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: Obezite, diyabet ve kalp hastalığı gibi birçok hastalık küresel bir fenomen haline gelen bu Batı tipi beslenmenin sonuçlarıdır. Bir araştırmaya göre Amerika”da 64 milyon insan kardiyovaskürel hastalıklardan muzdariptir. Ek olarak 11 milyon kişi tip 2 diyabet hastasıdır. Ülkedeki tüm kanser ölümlerinin üçte biri kötü beslenmeden kaynaklanmaktadır. Bu istatistikler sadece bir sayı değil açık birer uyarıdır. İşte bu noktada mutfağımızın beden ve ruh sağlığına olan iyileştirici etkilerinin uluslararası platformlarda daha fazla vurgulanması gerektiğine inanıyorum. TÜRK MUFAĞI “YAVAŞ YEMEK” HAREKETİNİN EN DOĞRU KARŞILIĞI Türk mutfağının sadece bir lezzetler dünyası değil, aynı zamanda bir değerler manzumesi olduğunu belirten Erdoğan, “Son günlerde çok rağbet gören yavaş yemek hareketinin en doğru karşılığıdır. Mesela tencerede ağır ağır pişen yemek insana hayatın aceleye gelmeyeceğini fısıldar. Sabrı ve emeği yaşanın merkezine alır. Sirkeler, turşular, reçeller, hoşaflar gibi ürünler birer tekamül hikayesidir. Tencerede karıştırılan yemeğe dualar eşlik eder. Yemeğe besleme ile başlamak, şükürler içirmek, manevi bir eğitimin temelidir. Yiyeceğe nimet ve rızık nazarıyla bakınca her lokma şifa olur” ifadelerini kullandı. KAPADOKYA PAZARI, ZENGİN KÜLTÜRÜ YANSITIYOR Her yörede seslerin, renklerin, motiflerin ve tatların değiştiğini bu nedenle de bu hafızayı zamana karşı dirençli kılmak için özel bir gayret gerektiğini vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: Geçen sene başlattığımız Anadoludakiler Projemiz ile zanaat geleneklerimizi, yöresel ürünleri ve üretim tekniklerini korumaya aldık. Kooperatiflere, yerel üreticilere ve kadın girişimcilere omuz verdik. Bu kapsamda Anadolu”dakiler Kapadokya Pazarı kurduk. Kapadokya”nın köklü mutfağının zengin ürün çeşitliliğini ve özgün üretimini bu pazarda bir araya getirdik. YÖRESEL ÜRÜNLER EKONOMİK DEĞERE DÖNÜŞECEK Emine Erdoğan”ın himayelerinde ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı koordinasyonunda hayata geçirilen birlikte yürütülen Anadoludakiler Projesi ile yöresel ürünlerin taşıdığı potansiyelin daha iyi kullanılabilmesi, üretici-girişimci-tüketici zincirinin daha sağlıklı, katma değerli ve sürdürülebilir işleyebilmesi amaçlanıyor. Ahiler Kalkınma Ajansı iş birliğiyle Türk Mutfağı Haftası”nın kutlanacağı Kapadokya”da yöresel ürünleri ve zanaatkârlık geleneği ekonomik değere dönüştürmek amacıyla, Anadoludakiler Projesi kapsamında bir Anadoludakiler Pazarı kuruldu.

Source: Rana Büyüktaş


Caminin arkasında kazarken buldu! Bakanlık devreye girdi: Böylesi görülmedi, çok ender çıkıyor

Tokat”ın Zile ilçesinde, mozaik bulunan alanda kazı çalışması başlatıldı.Zincirli Ülya Mahallesi”nde kaçak kazı yapan F.Ş. Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen mozaik buldu. Tokat Kültür ve Turizm Müdürlüğü Müze Müdürlüğü tarafından bölgede kazı çalışması başlatıldı. Ekipler, 20 kişi ile yaklaşık 1 ay boyunca söz konusu alanda çalışma yapacak. Zile Belediyesi Kültür Müdürü Necmettin Eryılmaz, AA muhabirine, bölgede yaklaşık 20 gün önce yapılan kazı çalışması sonrasında mozaik bulunduğunu hatırlattı. Alanın kamerayla koruma altına alındığını belirten Eryılmaz, şöyle konuştu: Tarihi Zile Kalesi”nin hemen eteklerinde kaçak kazı sonrası ortaya çıkan mozaikler, ilçede heyecan uyandırdı. Denizli Üniversitesinden Bilal Söğüt hocamız Roma tarihi uzmanı. Çok önemli bir mozaik olduğunu ve Anadolu”da ender çıkan mozaiklerden birisi olduğunu söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığımız acil kurtarma kazısı organize etti. Sayın Bakanımıza, yetkililere ve Sayın Valimize teşekkürlerimi sunuyorum. Tokat Müze Müdürlüğü nezaretinde kurtarma kazısı yapılıyor.

Source: Gazetevatan.com


Aşkın mimarları: Bu 5 burç doğuştan çöpçatan

1. Terazi: Aşkın ve Uyumun Diplomatı

İlişki dendiğinde akla ilk gelen burç Terazi oluyor. Venüs tarafından yönetilen Terazi burçları, doğuştan gelen denge ve uyum arayışlarıyla insanlar arasında arabuluculuk yapmayı çok iyi biliyor. Girdiği ortamlarda kim kime uygun hemen fark eden Teraziler, sosyal çevrelerde ilişkilerin mimarı haline gelebiliyor.

2. Başak: Mantığın Gücüyle Mükemmel Eşleştirme

Analiz yeteneğiyle tanınan Başak burcu, insanların ihtiyaçlarını ve karakter yapılarını detaylarıyla çözümler. Kimin neye ihtiyaç duyduğunu hızlıca fark eder, mantıklı eşleştirmeler yapar. Bu nedenle Başaklar, çöpçatanlık yaparken duygudan ziyade sağduyuya odaklanır.

3. Yay: Sosyal Hayatın Renkli Bağlayıcısı

Yay burçları, gezgin ruhları ve geniş sosyal çevreleri sayesinde yepyeni tanışmalara vesile olurlar. Pozitif enerjileri ve eğlenceli kişilikleriyle insanlar arasında sıcak köprüler kurarlar. Yay burçları, farklı dünyalardan gelen insanları bile ortak bir noktada buluşturmayı başarır.

İkizler: Konuşmanın Gücüyle Tanıştırır

İletişim ustası İkizler burcu, sohbet etme becerisiyle dikkat çeker. İnsanlar arasında bağlantılar kurmak onun için çocuk oyuncağıdır. Kiminle kimin aynı dili konuşabileceğini kolayca çözer ve bir anda çöpçatan rolüne bürünebilir.

Balık: Kalpten Kalbe Eşleştirme Uzmanı

Sezgileriyle öne çıkan Balık burcu, insanların ruhsal derinliklerine inebilen nadir burçlardandır. Duygusal uyumu önemseyen Balıklar, sadece dış uyum değil içsel bağları da gözeterek eşleştirme yapar. Onlar için gerçek aşk, sezgiyle hissedilen bir bağdır.

Source: Haber Merkezi


Göbeklitepe’de yaşayanların sırları ortaya çıktı: Ölmeyi bilmiyorlar, tonlarca ağırlıktaki taşı böyle taşımışlar

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği Şanlıurfa Kültür Yolu Festivali’nin en önemli durağı Göbeklitepe antik kenti ziyareti oldu. Neolitik dönemde, Milattan Önce 9 bin 600-7 bin 750 yıllarına tarihlenen yerleşim bölgesi, 12 bin yıl öncesine dair önemli keşifleri beraberinde getiriyor. Bütün arkeoloji dünyasının gözünün üzerinde olduğu Göbeklitepe’ye ilişkin merak edilen soruların yanıtlarını ve son saptamaları Taş Tepeler Projesi Yerel Koordinatörü Arkeolog Ahmet Yavuz Kır Hürriyet’e şöyle aktardı: Biz en başlarda bunlara tapınak diyorduk ama son zamanlarda, biraz daha kazılar ilerledikçe, tapınağın da üstünde özel yapılar olduğunu gördük. Bir çeşit kamusal yapı olarak tanımlamayı uygun görüyoruz. Sosyal bir şeylerin örgütlendiği bir alan. Hem din anlamında hem gündelik hayatın düzenleme anlamında özel yapıları olarak tasarlanıyor. Neolitik dönemde, metal kullanmayı bilmiyor. Bu yapıların hepsini silex dediğimiz çakmak taşından yontuyorlar. Taş devri. Taşı taşla yontarak bu kadar büyük devasa yapılar elde ediyorlar. Dikili taşları, alanın kuzey batısındaki taş ocağından kesiyorlar. Yaklaşık 200 metre sürükleyerek buraya kadar getirip dikiyorlar. Göbeklitepe insanı bizim zannettiğimiz gibi o kadar da primitif (ilkel) değil. Avcılık ve toplayıcılık ile gündelik hayatlarını devam ettiriyorlar. Daha yerleşik hayata geçmemişler. Tarım yapmayı bilmiyorlar. Erkekler avlanıyor ve kadınlar da toplayıcılık faaliyetleriyle hayatlarını sürdürüyorlar. Çok fazla ceylan, yaban domuzu yiyorlar. Yapıların içerisinde çok sayıda yabani ceylan kemiği, yabani domuz, balık kemikleri var. Binlerce kemik üzerinden burada ne yediklerini, ne içtiklerini anlayabiliriz. Uzun değiller. Bizim gibiler. Erkekler ortalama 1.70, kadınlar 1.65 santimetre boylarında. Kullanılan dil ile ilgili kas yapışma izlerinden yorum yapılabilir. Üç-dört heceli bir cümle stiline bağlı bir iletişimin olduğunu ön görüyoruz, bazı iskeletlerden yola çıkarak. “Dikili taşların üzerinde birçok hayvan rölyefleri var. Yılan, boğa, flamingo, tilki, yabani domuz, kanatlı hayvan özellikle akbaba motiflerini görüyoruz ve bütün hayvanlar hareketli olarak betimlenmiş. Akbaba en iyi et sıyırıcı hayvan. Yani insan vücudunda kıkırdak hariç, her şeyi yiyor. Neolitik dönemde birisi öldüğü zaman onu doğaya bırakıyorlar. Akbabalar gelip onu yiyor. Ondan sonra o kemiklerin hepsini alıp yaşadığı yerin tabanına gömüyorlar. Çünkü ölmeyi biyolojik olarak bilmiyorlar. Ne olduğunu bilemiyorlar. Akbaba ölüm meleği gibi.

Source: Gazetevatan.com


Mustafa Sabri Beşer yazdı: Leylekler gibiyiz…

Ve işte, şehirlerin anasındayız… Mekke”de.Allah Resulünün hicret ederken dönüp tepeden baktığı, “Sen benim için şehirlerin en sevimlisisin. Eğer kavmim beni çıkarmasaydı senden ayrılmazdım,” dediği beldede.Hz. İbrahim”in duasıyla korkulardan emin kılınan, dünyanın dört bucağından meyveleri celbeden, insanların kalplerini kendisine aşk gibi taktıran ve her yıl milyonları kendine çağıran şehir.Daha hacca on günden fazla var ama Mescid-i Haram”da namazlarda yer bulmak zor. Sanki bütün dünya burada. Başka hiçbir yerde böyle muazzam bir toplanma olmamış ve olmayacak gibi.Zira hac, bir ibadetten çok daha fazlası…Bir içtima, bir kıyam, bir meydan okuma.Namaz gündelik bir toplanmadır. Mahallede başlar; cuma semte, bayram şehre ulaşır.Hac; ümmetin küresel buluşması.Her Müslümanın bir kez ömründe iştirak ettiği bu evrensel seremoni, bireysel bir dönüşüm olduğu kadar, kolektif bir hatırlayıştır.Çünkü Allah, “Kâbe”yi insanlar için bir kıyam olsun diye yarattı,” buyuruyor.Kıyam, yerdeysen ayağa kalkmak, ayaktaysan ayakta kalmak.Ve bu kıyamın nesnesi, haccın kendisi değil; Kâbe.Mekke, kavmiyetin eridiği, renklerin izole olduğu bir belde.Leylekler gibi…Kuzeyden, doğudan, batıdan gelenler gökyüzünde tavaf ederek aynı sürüye dâhil olur.Aynı hedefe, aynı yöne…Burada ne Arap kalır ne Türk ne Afrika ne Balkan.İhram kalır, secde kalır, yön kalır.*Buralara gelip de babamı anmamak olmaz.Rahmetli babama bir tavaf yaptım. Bilgisayarımdaki babamdan miras arşivini hatırladım. Otele döner dönmez arşivi açtım. Hac üzerine kaleme aldığı yazıları taradım; okudum.Bana hem fikir hem ruh hem iz bırakan babamın hac üzerine kaleme aldıkları, aslında bu yazının da ilham kaynağı oldu.Babamı rahmetle anıyorum, bin kez daha.*İki buçuk milyon insan buradayız. Her biri Allah”ın davetlisi, her biri misafir…Ve bu misafirliğin ikramı bellidir, sıfırlanmak.Anadan doğduğu gibi tertemiz, taptaze geri dönmek.Kâbe”yi seyrediyorum; yüzlere nazar ediyorum, bu kadar özel davetlinin arasında yüzlere sinmiş bazı izler ister istemez kalpte soru işaretleri oluşturuyor.Bazıları, birbirine yer vermemenin telaşında.Bazıları, bir başkasını ezerek bir adım öne geçmenin hırsında.Oysa hac, bir yarış değil; bir teslimiyettir.Oysa din, güzel ahlâktır.Ve Hz. Resulullah, “Ben size haccı öğretmek için geldim” demedi, “Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim,” buyurdu.Sosyoloji bize, “bir toplumun kaderi, değer sisteminin gücüyle yazılır” der…Hz. Ömer”in şu sözünü şimdi daha iyi anlıyorum, “Muamelâtınız yoksa, ibadetleriniz sizi kurtarmaz.” Burada sıfırlansan dahi ahir ömürde muamelat olmazsa eksiye gark olursun!Bir grup hacı, yıllar önce Muhammed İkbal”i ziyarete gider. Ellerinde hurmalar, seccadeler, zemzemler…”Hocam dua edin, haccımız mebrur olsun” derler.İkbal, tebessüm eder, derin bir teveccühle hediyeleri kabul eder, ardından der ki:”Keşke Mekke”den, Medine”den bana hurma, zemzem değil de;Ebubekir”in sadakatini, Ömer”in adaletini, Osman”ın hayasını, Ali”nin cesaretini getirseydiniz.Biz burada yeni bir Pakistan inşa ederdik.”Bu sadece bir sitem değil, bir medeniyet vizyonudur.Zira toplumlar eşya ile değil, ahlâk ile kurulur.Zemzem içilir, hurma yenir, seccade eskir…Ama ahlak taşınırsa, sadece birey değil, bir ümmet dirilir.Bugün hac yolculuğunda dönüş yolunda taşınması gereken en büyük yük, valize sığmayan “Ruh yüküdür.”İşte bu yüzden, hac dönüşünde çantada hurma değil, davranışta sadakat olmalı.Seccade değil, haya taşınmalı.Zemzem değil, adalet kokmalı üzerimiz.Ve haccın hediyesi; cesaretle kuşanmış bir karakter olmalı.Sadece tavaf değil; nefsi terk etme, sadece say değil; kendini aşma, sadece kurban değil; benliği boğazlama.Medine”nin terbiyesiyle, Mekke”nin kıyam çağrısıyla, kalbimizde sessiz bir idrak olmalı ve her insan kendini talimatlandırmalı: Zemzem değil, ruh getirin!Çünkü artık susarak taşıyacağımız bir ahlâk, konuşmaktan çok daha kıymetlidir.

Source: Mustafa Sabri̇ Beşer


Tunus’ta “Türk Filmleri Haftası” oyuncu Ekin Koç söyleşisi ile devam etti

Türkiye”nin Tunus Büyükelçiliği, Tunus Kültür ve Tanıtma Müşavirliği ile Tunus YEE işbirliğinde gerçekleştirilen film haftası, Türk dizileri ve filmlerinin etkisini pekiştirmeyi ayrıca yapımcı ve yönetmenlerle izleyicileri bir araya getirmeyi hedefliyor.

Tunus”un La Marsa bölgesinde yer alan L”Agora Sineması”nda gerçekleştirilen haftada, Kültür ve Turizm Bakanlığınca desteklenen 5 film gösterime sunuluyor.

Film haftası kapsamında gösterilen “Bizim İçin Şampiyon” filmin başrol oyuncusu Ekin Koç’un katılımı ile YEE’de düzenlenen söyleşiye, Tunus Büyükelçisi Ahmet Misbah Demircan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ataşesi Yunus Düzcü, YEE Koordinatörü Dr. Ali İhsan Çevik, YEE öğrencileri ve Tunuslu izleyiciler katıldı.

Söyleşide katılımcıların sorularını yanıtlayan Koç, Tunus’ta izleyicileriyle buluşmaktan dolayı çok memnun olduğunu ifade etti.

Söyleşinin ardından AA muhabirine açıklamada bulunan Koç, “Tunus’a ilk kez geliyorum. ‘Bizim İçin Şampiyon’ filminin gösterimi için geldim ve çok mutlu oldum. Burası, benim doğup büyüdüğüm şehre çok benziyor, bu yüzden kendimi Tunus’ta evimde gibi hissediyorum.” dedi.

“İnsanların birkaç hikayeye üzerinden bir araya gelmesi harika bir şey”

Tunus’ta izleyicilerle ve sevenleriyle bir araya gelmekten dolayı çok mutlu olduğunu vurgulayan Koç, sözlerini şu şekilde sürdürdü;

“Söyleşimize, bir sürü insan geldi bu benim için inanılmaz mutluluk verici. Dünyanın bambaşka bir yerinde, bambaşka şartlarda yaşamış insanların birkaç hikayeye üzerinden bir araya gelmesi harika bir şey yani. Buna şahit olmak bunun bir parçası olmak daha da güzel. Türkiye’nin sınırlarının dışına çıkıp insanlara bir bağ kurabilme fırsatım olduğu için çok mutluyum. İnsanların Türk dizileri izlediğini biliyordum ama 12 yıl önce yaptığım işin üzerine bile sorular sorulması çok enteresan. Bu kadar yakından takip edildiğini bilmiyordum. Bu benim için çok heyecan verici bir durum.”

“Türkiye dizi film sektöründe dünyada 2. sırada”

Kültür hayatında sinemanın etki alanının çok geniş olduğunu belirten Büyükelçi Demircan da Türkiye dizi film sektöründe dünyada ikinci sırada. Dünyanın her tarafında dizilerden dolayı Türkçe öğrenen, Türkçesini geliştiren çok insanla karşılaşıyoruz. Kültürümüzü yayma anlamında en önemli aracımız Türkçe, bu çerçevede dizlerimiz ve sinemamız çok tesirli. Bu yüzden Türk filmlerinin gösterildiği bir sinema haftası düzenledik. Biri çocuklarımıza yönelik olmak üzere 5 güzel yapım seyircisiyle buluşuyor.” dedi.

Oyuncu Koç’u Tunus’ta ağırlamaktan dolayı çok mutlu olduklarını belirten Demircan, “Türkçe öğrenen insanların bu şekilde oyuncularla bir araya gelmesi çok önemli. Katılımcıların söyleşiden dolayı mutlu olduklarını müşahede ettim. Çünkü sonuçta sinemada veya televizyonda gördükleri oyuncuları gerçek hayatta görmek onlara heyecanlandırıyor.” ifadelerini kullandı.

“Öğrencilerimizin Türkçe öğrenmelerindeki en büyük etkenlerden birisi film ve diziler”

Söyleşiye ev sahipliği yapan YEE Koordinatörü Çevik de oyuncu Koç’un katıldığı söyleşinin çok keyifli ve coşkulu olduğunu söyledi.

Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü;

“Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğünün destekleriyle, Tunus Büyükelçiliğimiz ile Kültür ve Tanıtma Müşavirliğimizin işbirliği ile gerçekleştirmiş olduğumuz Türk Filmleri Haftası çok keyifli bir şekilde devam ediyor. YEE’de Engin Koç beyefendi ile düzenlediğimiz söyleşide katılımcılar Türkçe konuştular. Katılımcılar, Türkçe öğrenmelerindeki en büyük etkenlerden birisin Türk film ve dizileri olduğunu ifade ettiler. Gelen misafirlerimize de teşekkür ediyoruz.”

Tunus’ta 25-28 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Türk Filmleri Haftasında, “Rafadan Tayfa: Kapadokya”, “Gülizar” ve Semih Kaplanoğlu”nun “Buğday”, başrolünde Ekin Koç”un yer aldığı “Bizim İçin Şampiyon” ve Nuri Bilge Ceylan”ın “Bir Zamanlar Anadolu”da” filmleri izleyicileriyle buluşuyor.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Azerbaycan”a gitti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Azerbaycan’ın Bağımsızlık Günü dolayısıyla özel uçak “TUR” ile Azerbaycan’ın Laçın kentine resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret çerçevesinde, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile görüşmesi ve Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif’in katılımıyla düzenlenecek Türkiye-Azerbaycan-Pakistan Üçlü Zirvesi’ne iştirak etmesi bekleniyor. Erdoğan’ı Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hakkı Susmaz ve Ankara Valisi Vasip Şahin uğurladı. Ziyarette Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın yanı sıra Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallar Konseyi Başkanı Binali Yıldırım, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı Akif Çağatay Kılıç eşlik ediyor. Heyette ayrıca, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları Kürşat Zorlu, Ali İhsan Yavuz, Zafer Sırakaya, Hüseyin Yayman, Halit Yerebakan ve MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir de yer aldı. GÜNDEMDE STRATEJİK İŞ BİRLİKLERİ VE BÖLGESEL GELİŞMELER VAR Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Azerbaycan lideri İlham Aliyev’in görüşmesinde, iki ülke ilişkilerinin tüm boyutlarıyla ele alınması ve mevcut iş birliğinin derinleştirilmesine yönelik adımların değerlendirilmesi öngörülüyor. Görüşmelerde ayrıca, bölgesel güvenlik dinamikleri ve küresel gelişmelere dair kapsamlı bir fikir alışverişi yapılması bekleniyor. LAÇIN HAVALİMANI’NIN AÇILIŞI VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLER Ziyaret kapsamında Cumhurbaşkanı Erdoğan, stratejik öneme sahip Laçın Uluslararası Havalimanı’nın açılış törenine katılacak. Havalimanı, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki ulaşım altyapısını güçlendirmesi açısından kritik bir yatırım olarak değerlendiriliyor. Erdoğan, Azerbaycan Bağımsızlık Günü vesilesiyle düzenlenecek kültürel etkinliklerde de yer alacak. Ziyaretin, Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini pekiştirmesinin yanı sıra bölgesel iş birliği perspektifinde yeni açılımlara zemin hazırlaması bekleniyor.

Source: Internet Haber