‘Gerçek Pamuk Prenses’ Brüksel’de
Pamuk Prenses, şimdilerde Disney’in canlı aksiyon yeniden yapımı ile her zamankinden daha popüler. Peki Pamuk Prenses masalının gerçek bir hikâyeye dayanıyor olabileceğini biliyor muydunuz? Ya gerçek Pamuk Prenses’in Brüksel’de gömülü olduğunu hiç aklınızdan geçirmiş miydiniz?Hikâye, 16. yüzyıla uzanıyor. Margaretha von Waldeck (1533-1554) adında genç, güzel bir Alman kontesi. Henüz 4 yaşındayken annesini kaybetmiş, babasının yeniden evlenmesiyle üvey anneleriyle tanışmış. Güzelliği dillere destan, gençliği trajik. Ve sonu tıpkı masaldaki gibi bir zehirlenme vakasıyla noktalanmış. Grimm Kardeşler’in 1812’de kaleme aldığı, Disney’in 1937’de uzun metrajlı çizgi film yaparak dünya çapında popüler hale getirdiği Pamuk Prenses masalının kökleri, bu genç kontesin yaşamına dayanıyor olabilir.BORSA BİNASININ ALTINDAMargaretha’nın hikâyesi sadece güzelliğiyle değil, yaşadığı çağın karanlığıyla da dikkat çekiyor. Ailesinin yaşadığı Waldeck bölgesinde cadılara zulüm yaygındı. Öyle ki şatolarında cadılar için penceresiz, karanlık hücreler bile bulunuyordu. Masaldaki “kötü cadı” imgesi işte bu gerçekliğin gölgesinden çıkıyor.Von Waldeck ailesi aynı zamanda bakır madenlerinin sahibiydi. Bu madenlerde çocuk işçiler çalıştırılırdı. Küçücük bedenlerine büyük miğferler takan bu çocuklar, loş madenlerde ağır taşlar arasında kaybolur giderdi. Yedi cüceler, belki de işte bu çocuk madencilerin hayal ile gerçek arasında salınan yankısıydı.Margaretha’yı babası Brüksel’e gönderdi. Coudenberg Sarayı’nda yaşarken gizemli bir şekilde hastalandı. Henüz 21 yaşındaydı ve kısa sürede yaşamını yitirdi. Saraydaki entrikalar, aşk hikâyeleri ve zehirli söylentiler, masallarda anlatılan zehirli elmanın tarihi izdüşümüne dönüştü. Anlatılanlara göre bir zamanlar manastır olan bugünkü Brüksel borsa binasının tam altında yatıyor “gerçek Pamuk Prenses”!İşte bu yeniden keşfedilmiş tarih, Belçika’nın kült çizgi roman serisi Suske en Wiske’nin (Fransızca: Bob et Bobette, İngiltere’de Spike and Suzy, ABD’de Willy and Wanda veya Luke and Lucy olarak biliniyor. Türkiye’de ise zamanında “Afacan ve Füsun adı verilmiş kahramanlara) 80. yıl özel sayısında yeniden canlanıyor. “Het Ware Witje” (Gerçek Pamuk Prenses) adlı yeni seri, Margaretha’nın hikâyesini çizgi roman estetiğiyle 17 Nisan günü raflardaki yerini alarak bugünün okuyucusuna sundu. Hem de fonunda Brüksel olan fantastik bir macerayla.Senarist Peter Van Gucht, bu fikirle ilk kez Brükselli yazar Kurt Deswert’in bir makalesinde karşılaştığını anlatıyor. Deswert’in kaleminden çıkan bu “gerçek masal”, çizgi roman senaryosuna dönüşmüş. Van Gucht şöyle diyor:“Gerçek Pamuk Prenses’in Brüksel’in kalbinde gömülü olduğunu öğrendiğimizde, hikâyenin büyüsüne kapıldık.”BRÜKSEL DE ÇİZGİ ROMANDA“Hiç beklenmedik anda karşımıza çıkan binaların duvarlarındaki çizgi roman kesitleri” nedeniyle “ruhuna çizgi roman sızmış kent” olarak tanımladığım çizgi romanın başkenti Brüksel’e göndermeler de var çizgi romanda. Senarist Van Gucht, “Lambik, Brüksel’de bir bira tüccarını canlandırıyor. Adı Lambik, Brüksel çevresindeki bölgeye özgü olan lambik birasına atıfta bulunuyor. Sidonia, Margaretha von Waldeck rolünü üstleniyor. Cüceler veya çocuklar Suske ve Wiske, ormanda Atomium’a benzeyen ağaç evlerde yaşıyorlar. Manneken Pis (işeyen çocuk) de görünüyor. Ve elma ile pipo satan bir pazarcı var, Rene Magritte’in ünlü bir tablosu olan ‘Bu bir pipo değildir’e bir gönderme” diyerek tanıtıyor yeni eserlerini.TAÇ MÜCADELESİ!İddialar ne derece kanıtlanabilir ve bilimsel verilerle desteklenir bilmem ama yazar Kurt Deswert’in keşfi bu öykü, Brüksel’e çok sayıda turist çeker. Ha bu arada “en hakiki” Pamuk Prenses’in Maria Sophia von Erthal olduğunu iddia edenlere ne diyeceğiz? Hiç evlenmemiş ve 71 yaşında yaşamını yitirmiş. Mezar taşı Almanya’da Bamberg’deki bir müzede sergileniyormuş.Gerçek masala, masal gerçeğe karıştı iyice. Şimdi Brüksel’in orta yerinde, borsa binasının altında bir Pamuk Prenses yattığı söyleniyor. “Gerçek mi bu şimdi” diye soranlara Margaretha’nın hayaleti belki de şöyle fısıldıyor: “Beni uyandıracak prens değil, inandıracak bir okur bekliyorum.”Bu arada, Almanya’daki rakip aday Maria Sophia von Erthal’in mezar taşı hâlâ Bamberg Müzesi’nde sergileniyor. Belki o da bir gün canlanır, gelir Brüksel’e dava açar:“Pamuk Prenses benim!”“Hayır, benim!”“Bir DNA testi mi istesek acaba?”Alın size yeni bir çizgi roman senaryosu: Gerçek Pamuk Prenses kim? Maria ile Margaretha’nın taç mücadelesi.
Source: Erdinç Utku
Çiniye ruhunu üfleyen usta… ‘Yaşayan insan hazinesi’ Adil Can Güven
1- Bu hafta takvim yapraklarımızı normalden biraz daha geriye sarıyoruz; iki bin yıl öncesine! Helen, ardından Roma, Bizans, Selçuklu medeniyetlerine ev sahipliği yapan ve nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu Bursa’nın şirin ilçesi İznik’teyiz… Rehberimiz Bursa Miras Başkanı Güney Özkılınç. İlk durağımız her an perdelerini açıp localarda ve tribünlerdeki hayali izleyicilere bir oyun sergilemeye hazır gibi görünen Antik Roma Tiyatrosu. Oradan kenti çevreleyen tarihi surların eşlik ettiği yoldan sahildeki Su Altı Bazilikası’na gidiyoruz. Burası gelecek ay yapılacak çok önemli bir etkinliğe hazırlanıyor…DENİZ ALTINDAN ÇIKAN BAZİLİKAHıristiyanlığın temel doktrinlerinin belirlendiği I. İznik Konsili MS. 325 yılında İznik’te toplanmıştı. Ömrü elverseydi, Papa Francis’in de bu toplantının 1700. yıldönümü için yapılacak törene katılması bekleniyordu. Etkinliğin yapılacağı Bazilika’nın hikâyesi de ilginç; İznik Gölü’nün sularının çekilmesiyle tesadüfen bulunuyor. Bursa Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Mustafa Şahin öncülüğünde su altı kazıları ve araştırmaları yapılıyor.SENE 1955 – Anneanne, anne ve nenesiyleTOPRAK ALTINDAN BUGÜNLEREİznik’te toprağın altından çıkan tek şey tarihi yapı kalıntıları değil. 14. yüzyıldan itibaren meşhur olan İznik çinilerinin de kalbindeyiz… Üstelik çininin hikâyesi bugün de devam ediyor. Konuğumuz; ‘UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi’ unvanını taşıyan, İznik çinisi ustası Adil Can Güven. Güven, 1953 yılında Filibe’den göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak İnegöl’de dünyaya geliyor. Çocukluğu dedesi Hayati Efendi’nin geniş çiftliğinde geçiyor. 2- SANATÇI BİR AİLEAilede sanata meraklı birisi var; büyük dayısı Abdurrahman Özer. Bu renkli kişilik cebinde her daim çamurla geziyor, kâh vapurda kâh misafirliklerde figürinler yapıyor. Adil Can Bey de evde yere serilen çarşaflar üzerinde kilden heykeller yapıyor. Güven 17 yaşına geldiğinde büyük dayı, yeğenini önce Çanakkale ardından Kütahya’ya götürüyor; usta atölyelerinde eğitim görmesini sağlıyor. Vefat etmeden de Güven’in eşi Nursan Hanım’a vasiyet ediyor: “Adil’e bir atölye kur!”SENE 1958 – KardeşiyleSENE 19723- İLK ATÖLYE SAMANLIKTAİlk atölyelerini çiftlikteki bir samanlıkta kuruyorlar. Sene 1980’ler… Bu sırada İznik’te 500 yıldır uykuda olan çini üretimi uyanıyor… Gravür sanatçısı, çini ustası Faik Kırımlı Osmanlı dönemi İznik çini üretim tekniğini yeniden keşfediyor. Atölyesinde ustalar yetiştiriyor. 1989 yılının, Kültür Bakanlığı’nca Uluslararası İznik Yılı ilan edilmesini sağlıyor.4- BİR TARİH BÖYLE CANLANIYORBu kadar eskiye dayanan bir kültür nasıl olur da 1980’lere kadar kaybolur? Adil Can Bey’den kısa bir İznik çinisi tarihi alalım: “Bizans ve Beylikler Dönemi’nin ardından İznik çinisi altın yıllarını 15. Yüzyıl’da yaşıyor. Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda kurduğu Nakkaşhane’de desenler yapılıyor. Ustalar Saray için porselenler yapıp gönderiyor. 16. Yüzyıl’da kırmızı rengin bulunmasıyla ortaya çok güzel çiniler çıkıyor. Ancak 17. Yüzyıl’dan itibaren Saray desteği kesince çinicilik de bitiyor. Ustalar dağılıyor. İznik’te hiçbir şey kalmıyor. Düşünün… Bütün Avrupa ülkelerinin müzelerinde İznik çinisi var ama İznik’in kendisinde hiçbir şey yok! Daha sonra, 1980’li yıllarda Faik Kırımlı’nın çalışmalarıyla İznik’te çinicilik yeniden başlıyor.”5- NEREYİ KAZSANIZ ÇİNİ ÇIKARYeniden başlamanın önündeki zorluk nedir? Güven, “Ortada yazılı bir formül yok. Ustadan çırağa sistemiyle çalışıldığından hangi malzeme ne kadar kullanılacak, fırında ısı ne kadar olacak… Bunlara dair yazılı kaynak yok” diye yanıtlıyor. Nitekim kendi de Nursan Hanım’la çalışmalarını dağlarda kil arayarak, kazılardan çıkanları inceleyerek, yüzlerce deneme yanılma yöntemiyle yapıyorlar. Onlara yardımcı olan yine İznik çinileri oluyormuş; Adil Can Bey, “İznik çinisi yüzde 30 fireyle yapılır. Dolayısıyla burada nereyi kazsanız çini parçaları çıkıyor” diyor gülerek.6- MEŞHUR ZİYARETÇİLERİlk çalışmalarıyla 1991’de İznik Müzesi’nde bir sergi açıyorlar. 1995 yılında açılan Meslek Yüksekokulu’nun Seramik Bölümü’nde bir süre öğretim üyeliği yapıyor, öğrenciler yetiştiriyor. Güven, “Bohçacı gibi elimde çini örnekleriyle müzeleri geziyordum. O dönem İznik çinisi neredeyse hiç tanınmıyordu” diye anlatıyor. 1998 yılında atölyelerini İnegöl’den İznik’e taşıyorlar. O günden bugüne çalışmaları devam ediyor. Atölye ziyaretçileri arasında Yaşar Kemal, Rahmi Koç, İlber Ortaylı gibi isimler var.SENE 2024 – İlber Ortaylı ileSENE 2019 – “Eşim de ustadır; en azından bana şekil verdi! Beraber çalışıyoruz.” – Rahmi Koç ile500 YILLIK MİRASIMIZAdil Can Güven, 2023 yılında UNESCO’nun ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ ödülüne layık görüldü: “İznik çinisi hem Selçuklu’dan itibaren Türklerin hem Osmanlı’nın 500 yıllık mirasıdır. Bir yerde nüfus kâğıdıdır. Bu mirası gelecek nesillere aktarmak lazım. İznik çinisi üzerine araştırmalar olmalı, desenler ve hamurla ilgili bilgilerin iyi saklanması gerekiyor.”İZNİK MEDENİYETLERİN EV SAHİBİBursa Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan Bursa Miras, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile beraber İznik Roma Tiyatrosu, İznik Su Altı Bazilika Kilisesi ve İznik Çini Fırınları kazı çalışmalarını destekliyor. Ayrıca kentteki tarihi atıl mekanları kamuya kazandırmak için çalışmalar yapıyor. İznik Ayasofya Camisi, Yeşil Cami, Çandarlı Halil Hayreddin Paşa Türbesi, Hacı Özbek Camisi gibi birçok tarihi yapıya ev sahipliği yapıyor.BİZANS ÇİNİSİ ANADOLU KADINI İZNİK İSE MAĞRUR HANIMEFENDİHer desenin de bir hikâyesi varmış: “İznik çinilerinde Fatih’in kurduğu Nakkaşhane’den çıkma klasik desenler kullanılır. Ustalar belli bir disiplinle bunları tekrar etmişler. Milet, Beylik ve Bizans işi çinilerdeyse günlük hayattan da motifler bulunur; kuşlar, ağaçlar, top çeviren çocuklar, balıkçılar… Ustanın inisiyatifine kaldığından ben bunları daha çok severim. İznik işi çok gururlu, mağrur bir hanımefendidir. El değmez, uzaktan seyredersiniz. Milet, Beylik ve Bizans çinileriyse daha Anadolu hanımı gibidir; şalvarını giyen, ineğini sağan, daha içimizden biri. Tabii kasenin de tasarımı kabul etmesi gerekiyor. Yoksa çok çirkin oluyor.”Güney Özkılınç – Zeynep BilgehanUSTALIK İZLEYEREK ÖĞRENİLİRPeki usta nasıl olunur? Yanıtı: “İznik çinisinin formülü yazılı kaynaklarda yok. Çok derin ve bilinmezi fazla bir alan. Çıraklar ustaları izleyerek öğreniyor. Çok iyi takip etmeniz gerekiyor.Bana da ustam hiçbir şey söylemezdi. Çıraklık yıllarımda ancak ağzından kaptığım sırlarla boyaların akmamasının metodunu öğrenmiştim. Böyle öğrenince bir daha unutmuyorsunuz!”SENE 1960 – Ustası Abdurrahman Özer
Source: Zeynep Bi̇lgehan
Afyon’da klasik müzik ve edebiyat buluşması
Festival yeni açılan Afyon Müzesi, İkbal Termal Otel ve Ali Çetinkaya Tren Garı’nda gerçekleştirilecek.KADIN CEZAEVİNDE KONSERFestivalin en dikkat çekici etkinliklerinden biri, Açık Kadın Cezaevi’nde bulunan kadınlar için düzenlenecek. Konserde Çekyalı grup Terticho Trio sahne alacak.Festivalin vazgeçilmezlerinden olan “Okul Söyleşileri” ve “Okul Konserleri” bölümleri ise yerli ve yabancı sanatçılardan oluşan bir kadroyla, Afyon’un köy ve kasaba okullarında gerçekleştirilecek.2 Mayıs saat 20.30’da Afyon Müzesi’nde gerçekleşecek konserde, Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, Çekyalı solist Stepanka Plockova’ya eşlik edecek. Sanatçı, Dvorák’ın 1. Viyolonsel Konçertosu’nu seslendirecek. Orkestra şefi Murat Göktaş.Müze konserlerinde akşamları iki konser düzenlenecek.Ali Çetinkaya Tren Garı ve İkbal Otel’deki gündüz pazar konserlerinde ise Çekyalı gruplar sahne alacak.FRİG VADİSİ’NDE ÇOCUKLARA ÖZELFestival bu yıl Frig Vadisi’nde, çocuklarla birlikte düzenlenecek olan Eva Strejkova piyano resitali ile farklı bir etkinliğe imza atacak. Özellikle çocuklara yönelik konserler, festivalin en önemli ayaklarından birini oluşturuyor.Bu kapsamda, 24. Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali’nde çocuklara klasik müzik alanında profesyonel bir okul konseri sunulacak.Mekân ise Frig Vadisi’nde yer alan Ayazini Köyü İlkokulu.Festivalin kapanışı, toplam 15 sanatçının bir araya gelerek sunacağı oda müziği konseriyle gerçekleşecek.Praglı müzisyenlerin oluşturduğu küçük bir oda müziği orkestrası, farklı bestecilerin klasik dönem eserlerini seslendirecek.Festival, Afyon Müzesi’ndeki bu son konser ile sona erecek.USTA ÇİZERLER VE EDEBİYATIN USTALARIYLA BULUŞMAFestivalin sanat ile müziği buluşturan etkinliklerinden biri olan “Usta Çizerler Sergisi”, İkbal Termal Otel’de sanatseverlerle buluşacak.Usta çizerler Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Tan Oral ve Kamil Masaracı, eserleriyle festivale katkıda bulunacak.Festival kapsamında düzenlenecek okul söyleşilerinde edebiyatın usta isimleri öğrencilerle buluşacak:- 1950 kuşağının önemli ismi Adnan Özyalçıner- Çocuk edebiyatının duayeni Gülten Dayıoğlu- Ödüllü çocuk ve gençlik yazarı Yalvaç Ural- Şair, yazar ve eleştirmen Metin Celal- Yazar ve akedemisyen Şerif Eskin- Usta yayıncı Fahri Aral- Yazar ve akademisyen Melike Günyüz- Edebiyatçı-yazar Feridun Andaç- Deneyimli yöneticiler Sunay Girgin ve Hamdi Doğan- Akademisyen, duayen hoca Prof. Dr. İlter Turan
Source: Doğan Hizlan
Sahnede gözyaşlarına boğuldu
Tarkan ın annesi Neşe Tevetoğlu, kalp krizi nedeniyle 16 Nisan da hayatını kaybetmişti. Avrupa turnesi için Almanya da olan Tarkan, acı haberi alır almaz İstanbul’a gelmişti. Neşe Tevetoğlu, son yolculuğuna İstanbul da uğurlanmıştı. Annesinin vefatı sonrası Avrupa turnesine devam eden Tarkan, Stuttgart ta sevenleriyle bir araya geldi. Annesini kaybettikten sonra ilk kez sahneye çıkan şarkıcı, Neşe Tevetoğlu nun en sevdiği şarkıyla konserine başlarken duygusal anlar yaşadı. resim#1248528
Source: Habertürk
“Başkalarını da Düşün” dedi
Özel Bir Kadın (Pretty Woman) filmiyle hafızalara kazınan ünlü oyuncu Richard Gere, Filistinli şair Mahmud Derviş in Başkalarını Da Düşün şiirini okuyarak Filistinlilere destek oldu. Gere; Kendi savaşının içindeyken bile başkalarını düşün. Barış isteyenleri unutma dizelerini seslendirdi. Richard Gere, kaydettiği videoda; Evine dönerken başkalarını düşün. Kamplardaki insanları unutma. Uyuyacak yeri olmayanları düşün. Konuşma hakkını kaybetmiş olanları düşün. Uzaktakileri düşünürken, kendini düşün ve karanlıkta bir mum olsaydım de dizelerini okudu. Mahmud Derviş in şiiri, insanların sahip oldukları için minnettar olmaya ve aynı zamanda daha az şanslı olanlara da yardım etme mesajı olarak yorumlandı. Batı Şeria nın güneyindeki El Halil kentini 2017 de ziyaret eden Richard Gere, kentteki durumu Jim Crow dönemi ABD sinin güneyindeki ayrımcılığa benzetmişti.
Source: Habertürk
Diyarbakır”a giden turistler almadan dönmüyor! Talep artıkça artıyor
Hediyelik eşya dükkanlarında turistler, ahşap, cam ve metal objelere isim veya özel mesajlar yazdırarak ürünleri kişiselleştirebiliyor. Bu hizmet, özellikle anlamlı bir hediye arayışında olan ziyaretçiler tarafından tercih ediliyor. Kentin tarihi ve kültürel dokusunu yansıtan bu hediyelikler, yerel ekonomiye de katkı sağlıyor. İLGİLİ HABER Nar kabuğu atıkları, hayvansal deriye alternatif oluyor! Su kullanılmadan üretiliyor Esnaf Ömer Mutlu, dükkanının nostaljik olması nedeniyle yerli, yabancı turistlerin ilgisini çektiğini belirtti. Mutlu, Gelen turistler bizden magnetler alıyor bir de dört ayaklı minare minyatürü, surların minyatürünü alıyor bunlar küçük olmasından dolayı daha rahat bir şekilde götürülüyor. Biz ahşap ürünleri yakarak isim yazıyoruz şahsa özel ekstra metallere, camlara da kazıyarak isim yazıyoruz bu da hediyeleri şahsileştirdiği için özellikle insanların dikkatini çekiyor insanlar buradan giderken sevdiklerine şahıslarına özel hediyeler götürüyorlar dedi.Mersin”den gelen Elif Kılıç, arkadaşlarıyla Diyarbakır”ı gezdiklerini söyleyerek, Diyarbakır”a özgü hediyelik eşya bakıyoruz. Beğendiğimiz bir şey olursa hem akrabalarımız, hem arkadaşlarımıza götüreceğiz. Buradaki eşyalara isim de yazılıyormuş çok kıymetli gerçekten güzel hatıralar ifadelerini kullandı.Manisa”dan gelen Emine Demir ise, Diyarbakır”ı gezmek için geldiklerini dile getirdi. Demir, Gelmişken de buranın hatırası olan güzel hediyeleri sevdiklerimize götürmek istedik çok güzel hediyelik eşyalar var şeklinde konuştu.
Source: Gazetevatan.com
Annesini kaybeden Tarkan sahnede gözyaşlarını tutamadı!
İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Neşe Tevetoğlu’nun ölüm haberinin ardından Tarkan, turnesini yarıda keserek İstanbul’a dönmüştü. Annesini gözyaşları içinde toprağa veren sanatçı, yas sürecinde sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullanmıştı:Anne kaybı içte yanan har bir ateş. Biliyorum öyle kolay da sönmeyecek bir ateş. En ihtiyacımın olduğu günlerde yüreğime su serpmeniz ve yanımda olmanız çok değerliydi. Bu acılı zamanımda bana destek olan tüm sevenlerime, dinleyicilerime, aile, akraba ve yakınlarıma, ekip arkadaşlarıma ve bütün değerli sanatçı dostlarıma en kalbi duygularımla teşekkür ederim. Ama en çok da bu zor zamanımda hep benimle olan eşim Pınar’a ve de varlığı ile arada bir acımı unutturup yüzümü güldüren canım kızıma çok teşekkür ederim. Sağ olun var olun.ANNENİN EN SEVDİĞİ ŞARKIYI SESLENDİRİRKEN DUYGULANDI Turnesine kaldığı yerden devam etmek zorunda kalan Tarkan, Avrupa turnesinin ilk sahnesinde yoğun duygular yaşadı. Özellikle annesinin en sevdiği şarkıyı seslendirmek istediği anda gözyaşlarına engel olamayan Megastar, sahnede duygusal bir an yaşadı.Salonu dolduran izleyiciler, alkışlarıyla ve destek tezahüratlarıyla Tarkan’a moral verdi. Bu duygusal anlar, konserin en unutulmaz anlarından biri olarak hafızalara kazındı.
Source: Haber Merkezi
Abbasi Devleti Tarihi
Peki, Abbasi devleti ne zaman yıkıldı? “Altın Çağ” olarak adlandırılan dönemde kültürel atılımlar, edebi eserler ve bilimsel gelişmelerin ön plana çıktığı bu görkemli devlet, 1258 yılında Moğollar tarafından yıkılmış ve tarih sahnesinden silinmiştir. Abbasilerin yıkılışı, yalnızca bir devletin sonu değil, büyük bir kültür mirasının da sona erişiydi. İşte, Abbasi Devleti özellikleri, tarihi, sınırları ve hükümdarlarına ilişkin detaylar… 750 yılında Emevîler in yıkılmasıyla kurulan Abbasi Devleti, tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır. İslam aleminde yeni bir dönemin kapılarını aralayan Abbasiler, siyasi bir güç olmanın yanı sıra, kültür, sanat ve bilimin de merkezi haline gelmiştir. Abbâsîler gibi büyük bir medeniyetin temellerini atan kişi, Ebû’l-Abbâs es-Seffâh’tır. Bağdat’ı başkent yapan bu imparatorluk, İslam tarihinin en parlak dönemlerinden birine imza atmıştır. Abbasiler devleti sınırları, zamanla Kuzey Afrika’dan Orta Asya topraklarına kadar genişlemiştir. Fakat her imparatorlukta olduğu gibi, Abbasiler de zamanla güç kaybederek 1258 yılında Moğollar tarafından yıkılmıştır. Abbasi Devleti tarihi, yalnızca siyasi ve askerî gelişmeleriyle değil, aynı zamanda ortaya koyduğu zengin medeniyet mirasıyla da öne çıkmıştır. İşte, Abbasiler ne zaman kuruldu? sorusunun yanıtına ilişkin detaylar ile Abbasiler özellikleri ve Abbasi devleti başkenti… ABBASİLER NE ZAMAN KURULDU? Emevîler in ardından İslam dünyasında egemenlik kuran ikinci büyük halifelik Abbâsîler, 750 yılında güç kazanarak tarihe adım atmıştır. Abbâsîler, Emevîler döneminde öne çıkan Arap milliyetçiliğine karşı bir tepki hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Ebu Müslim Horasani’nin önderliğinde Emevîler’e karşı gerçekleştirilen isyanla kurulan Abbasi Devleti, adını Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in amcası Abbas bin Abdülmuttalib’ten almıştır. 750 ile 754 yılları arasında halifelik yapan Ebû’l-Abbâs Abdullah es-Seffâh, Abbâsî Devleti’nin kurucusu olarak tarihteki yerini almıştır. ABBASİ DEVLETİ İMPARATORLARI VE HALİFELERİ Ebul Abbas es-Seffah (750-754): Kurucu halife olarak kabul görür. Ebu Cafer el-Mansur (754-775): Abbasi Devletinin idari yapısını oturtarak, Bağdat’ı kurmuştur. Harun Reşid (786-809): 786 dan 809 a kadar halifelik yapan Harun Reşid, Abbâsîler in Altın Çağ olarak anılan dönemine liderlik etmiştir. Me mun (813-833): Bilim ve kültürün zirvede olduğu bir döneme öncülük etmiştir. ABBASİ DEVLETİ’NİN BAŞKENTİ NERESİDİR? Abbasi Devleti’nin başkenti Bağdattır. 762 senesinde Halife Ebu Cafer el-Mansur öncülüğünde dairesel bir plana göre inşa edilen şehir, “Dünyanın Merkezi” olarak da anılmıştır. Özellikle Me’mun ve Harun Reşid dönemlerinde Bağdat şehri, siyasi bir merkez olmanın ötesinde, ilim, kültür ve sanatın da kalbi haline gelmiştir. Bağdat’ta kurulan Beytü’l-Hikme, farklı coğrafyalardan gelen bilim insanlarını bir araya getiren önemli bir ilim merkeziydi. ABBASİ DEVLETİNİN SINIRLARI En parlak dönemlerinde Abbasiler; Kuzeyde Kafkaslar’dan güneyde Hint Okyanusu’na, doğuda Orta Asya’dan batıda Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyaya hükmetmiştir. Özellikle Harun Reşid ve Me’mun dönemlerinde, Abbâsî Devleti’nin sınırları büyük bir coğrafyaya yayılmıştır. Abbasi Devleti; bugünkü Türkiye nin güneyi, Suriye, Irak, İran, Suudi Arabistan, Mısır, Tunus, Fas, Afganistan ve Pakistan’ın bir kısmını da kapsayan büyük bir imparatorluğa dönüşmüştür. Fakat bu geniş coğrafya, zamanla merkezi otoritenin zayıflaması ve yerel valiliklerin güçlenmesiyle beraber parçalanmalara sahne olmuştur. ABBASİLER ÖZELLİKLERİ Abbasi Devleti’nin halifeleri; matematik, felsefe, tıp, astronomi ve felsefe gibi farklı alanlarda önemli çalışmalar yapılmasının teşvik etmişlerdir. Abbâsîler, Emevîler in aksine, Arap olmayan Müslümanlara daha adil bir yaklaşım sergileyerek, toplumda eşitlikçi bir anlayış geliştirmişlerdir. Bilgilerin Arapça diline çevrilmesi ile birlikte İslam dünyası, Hint ve antik Yunan bilimlerinden faydalanmıştır. Saraylar, camiler ve medreseler, İslam mimarisinin gelişiminde oldukça önemli bir rol oynamıştır. İlk dönemlerinde merkeziyetçi bir yönetimi benimseyen Abbasiler, zamanla bu yapıyı kaybetmişlerdir. ABBASİ DEVLETİ NE ZAMAN YIKILDI? Abbasilerin zayıflaması, 9. Yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır. Mezhep çatışmaları, iç karışıklıklar ve dış tehditler nedeniyle Abbasi Devleti’nin gücü sarsılmıştır. Abbâsî Devleti, 1258 yılında Moğol lideri Hülagü Han ın Bağdat ı ele geçirmesiyle yıkılmıştır. Gerçekleştirilen bu saldırıda binlerce kişi katledilirken Bağdat yerle bir edilmiştir. Abbâsî halifesi Mutasım-Billah’ın hayatını kaybetmesine yol açan bu olay, İslam dünyasında derin bir sarsıntıya neden olmuş ve uzun süreli bir travma bırakmıştır.
Source: Habertürk
Toskana’nın kalbi Chianti
Chianti, İtalya’nın Toskana bölgesinde yer alan ve Floransa ile Siena arasında uzanan geniş bir coğrafya. Bölge yumuşak tepeleri, üzüm bağları, zeytinlikleri ve taş çiftlik evleriyle tam bir Toskana kartpostalı gibi. Tam da Lorenzo de Medici’nin ünlü şiiri “Canzona di Bacco”nun (Bacchus’un Şarkısı) en ünlü dizesi olan “Chi vuole esser lieto, sia, di doman non c’è certezza.” (Kim mutlu olmak istiyorsa mutlu olsun çünkü yarının garantisi yok) gibi. 13. yüzyılda, Floransa ve Siena kentleri arasında büyük savaşlar yaşanırken Chianti bölgesi bu çatışmaların ortasında yer aldı. 1716’da Toskana Büyük Dükü III. Cosimo, Chianti şarap bölgesini resmi olarak belirledi ve bu bölgedeki şarap üretimini denetlemeye başladı. 20. yüzyılda ise Chianti şarapları dünya çapında üne kavuştu.Chianti şaraplarının ana üzüm çeşidi sangiovese üzümü. Bölgede üretilen şaraplarının en az yüzde 70’i sangiovese üzümünden yapılmak zorunda. Siyah horoz sembolü, Chianti Classico şişelerinde bulunuyor ve yüksek kaliteyi simgeliyor.Chianti Classico şarap üretim bölgesindeki alt bölgeleri tanımlamak için oluşturulmuş özel coğrafi birimlere Unità Geografiche Aggiuntive (UGA) yani “Ekstra Coğrafi Alanlar” deniyor. Bu düzen her bölgenin farklı toprak yapısını, iklimini ve şarap karakterini vurgulamak amacıyla geliştirilmiş ve şarap etiketlerinde bu bölgelerin belirtilmesi, tüketicilerin hangi küçük bölgeden gelen şarabı içtiklerini anlamalarını sağlıyor.Chianti ve Toskana, Rönesans döneminden günümüze kadar birçok büyük düşünür, sanatçı, bilim insanı ve lider yetiştirmiş. Ayrıca çağdaş dünyada da birçok ünlü isim burayı ikinci evleri olarak seçmiş. Bu bölge sırf tarihiyle değil kültürel zenginliğiyle de esin vermeyi sürdürüyor.Ziyaretimiz sırasında Castello di Albola’da kaldık. Chianti’nin tepelerinde yer alan tarihi bu köy 15. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış. Floransalı bir doktor ve avukat olan Lodovico Acciaiuoli, Chianti’deki topraklarını genişletme amacıyla Pian d’Albola arazisini satın almış ve burada iki büyük kule içeren bir villa inşa etmiş. Bu yapı, Rönesans döneminin asil Chianti mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtıyor. 1979’dan bu yana Zonin ailesinin sahip olduğu Castello di Albola, tarihi köyü, eski mahzenleri ve geniş üzüm bağlarıyla eşsiz bir deneyim oldu. Castello di Albola’da öğlen yemeği ve tadım mönüsü bulunuyor.GEZİLECEK YERLER- Greve: Chianti’nin başkenti olarak kabul ediliyor. Piazza Matteotti ise kasabanın ana meydanı, birçok şarap dükkanı ve restoran bulunuyor. Museo del Vino (Şarap Müzesi), Chianti şaraplarının tarihi hakkında bilgi edinmek için harika bir yer.- Radda: Ortaçağ’dan kalma tarihi sokakları ve manzaralı tepeleri ile ünlü. Castello di Albola, şarap tadımı için en iyi duraklardan biri.- Castellina: Etrüsklerden kalma antik kalıntılar ve Rocca di Castellina isimli kale burada.- Gaiole: Castello di Brolio, ünlü Ricasoli ailesine ait ve Chianti şaraplarının doğduğu yerlerden biri. Eroica ise her yıl düzenlenen klasik bisiklet yarışı ile ünlü.- Panzano: Dario Cecchini isimli ünlü kasabı ve biftekleri ile tanıyor.YEMEK KÜLTÜRÜChianti, Toskana mutfağı ile de ünlü. Geleneksel yemeklerden bazıları şöyle:- Bistecca alla Fiorentina: Dev Toskana usulü biftek.- Pappardelle al Cinghiale: Toskana yaban domuzu ragu ve pappardelle makarna- Ribollita: Sebzeli ve ekmek bazlı geleneksel bir Toskana çorbası.- Cantucci e Vin Santo: Bademli bisküviler ile tatlı şarap.NASIL GİDİLİR?Bölgeye en yakın iki havaalanı Floransa Peretola (FLR) ve Pisa Galileo Galilei (PSA). Öte yandan Chianti’ye en iyi ulaşım yöntemi araba kiralamak çünkü üzüm bağları ve kasabalar arasında toplu taşıma sınırlı. Floransa’dan Greve’ye otobüs veya araba ile yaklaşık 45 dakikada ulaşabilirsiniz.TOSKANA’DA GEÇEN FİLMLERChianti ve Toskana bölgesi, olağanüstü manzaraları, tarihi kasabaları ve romantik ortamıyla birçok film ve kitaba da esin kaynağı olmuş. İşte yörede geçen veya buradan esin alan bazı önemli filmler.- A Room with a View (Manzaralı Bir Oda) (1985)- The English Patient (İngiliz Hasta) (1996)- Hannibal (2001)- Under the Tuscan Sun (Toskana Güneşi Altında) (2003)
Source: Aylin Ayaz Yılmaz
Dublin’in vicdanı sahnede
Türkiye’de müzikseverler arasında bir anket yapsak İrlanda’dan çıkmış müzisyen ve gruplara yönelik ilginin, sempatinin yüksek olduğunu görürüz. Özellikle The Cranberries, U2, The Lizzy gibi gruplar ile Chris de Burgh, Enya, Sinead O’Connor’ın da aralarında bulunduğu müzisyenler uzun yıllardır ilgiyle dinlenen sanatçılar haline geldiler. Bunun nedeni sadece iyi müzik değil. Bu isimler toplumsal olaylara yönelik verdikleri destek ve emperyalizme, şiddete karşı ses yükselttikleri için de ayrıca seviliyorlar. Şimdi de hem müziği hem de duruşuyla beğeni toplayan Fontaines D.C., İrlanda’nın efsane gruplarının izinden yürüyor. Dublin’li grup size tanıdık punk müziğinin hissiyatını veriyor. Ancak müziklerinde yeni tınılar var, bu yüzden yeni nesil bir post-punk grubu olarak tanınıyor. Grian Chatten (vokal), Conor Curley (gitar), Conor Deegan III (bas), Tom Coll (davul) ve Carlos O’Connell’dan (gitar) oluşan Fontaines D.C. aslında geçen yıl İstanbul’da konser vermeye hazırlanıyordu. Ancak Zorlu PSM’de verecekleri konseri iptal eden grup, şu açıklamayı yapmıştı: “Türkiyedeki tüm muhteşem hayranlarımıza, Filistinli sanatçılar ve insan hakları aktivistleriyle yaptığımız görüşmeler neticesinde, 20 Ağustos Salı günü İstanbul Zorlu PSMdeki konserimizi iptal etme kararı aldık. En büyük Filistin koalisyonunun başını çektiği küresel ‘Boycott, Divestment and Sanctions (BDS)’ (Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar) hareketi sanatçılara, Uluslararası Adalet Divanı’nın da artık bir soykırım faili olduğunu kabul ettiği İsraile enerji tedarikinden tamamen vazgeçene kadar Zorlu PSM’de konser vermeyi reddetmeleri çağrısında bulundu. Güzel İstanbulu ziyaret etmeyi ve orada sahneye çıkmayı gerçekten dört gözle bekliyorduk, ancak bu durumda kanaatlerimiz konusunda net olmalı ve Filistin halkıyla dayanışmayı öncelemeliyiz. Mümkün olan en kısa sürede Türkiye’de çalacağımıza söz veriyoruz. Sevgilerimizle, Fontaines DC.”SÖZLERİNİ TUTTULAR2014 yılında İrlanda’nın başkenti Dublin’in sokaklarından doğan grup, sözünü tuttu. Fontaines D.C., Epifoni ve Uru organizasyonuyla 29 Haziran gecesi İstanbul’da KüçükÇiftlik Park’ta konser verecek. Gecenin açılışını ise alternatif müzik sahnesinin önemli iki yerli grubu Jakuzi ve Yangın yapacak.Grup, ismini “The Godfather” (Baba) filmindeki Johnny Fontane karakterinden ve Dublin’i sahiplenmelerinden (“D.C.”: Dublin City, yani Dublin Şehri demek) alıyor. Bu da hem popüler kültüre bir gönderme hem de köklerine sıkı sıkıya bağlı olduklarının bir göstergesi. Başlangıçta şiir kitapçıkları yayımlayan grup üyeleri, bu şiirleri müziğe dökme kararıyla bugünkü hallerini aldılar. Dublin’in “pub”larında ve küçük mekânlarında verdikleri ilk konserlerle kısa sürede yerel bir takipçi kitlesi edindiler. Canlı performanslarındaki yoğun enerji, Chatten’in hipnotize edici sahne varlığı ve grubun sıkı ritimler üzerine kurulu, çift gitar armonileriyle bezeli sound’u, onları farklı kılan unsurlardı. İLK ALBÜMLE FARK YARATTILARGrubun 2019’da yayımlanan ilk albümü “Dogrel”, müzik dünyasında büyük bir etki yarattı. Adını, İrlanda işçi sınıfına özgü, kaba ama samimi bir şiir türünden alan albüm, modern Dublin’in bir portresini çiziyordu. Hızla değişen, soylulaştırılan (gentrification) şehir dokusu, kaybolan otantiklik, gençliğin sıkışmışlık hissi ve İrlanda kimliğinin karmaşıklığı gibi temalar, albümün merkezindeydi. İlk albümün başarısının ardından hız kesmeyen Fontaines D.C., bir yıl sonra “A Heros Death” albümünü çıkardı. Bu albüm, Dogrela kıyasla daha içe dönük, karanlık ve atmosferikti. Müzikal olarak daha deneysel ve katmanlı bir yapıya sahip olan albüm, grubun sadece tek bir sound’a bağlı kalmayacağını gösterdi ve yine Mercury Ödülü adaylığı elde etti. 2022 yılında, üçüncü albümleri “Skinty Fia” çıkmadan hemen önce grup Birleşik Krallık’ın köklü müzik dergisi NME tarafından dünyada yılın en iyi grubu ödülünü kazandılar. Hemen ardından çıkan albüm ise grubun belki de politik duruşunun en belirginleştiği çalışma oldu. Albümün adı, nesli tükenmekte olan İrlanda Geyiği’ne (Irish Hare) gönderme yapan eski bir İrlanda küfrü olan “Geyiklerin laneti” anlamına geliyordu. Grup üyelerinin çoğu bu dönemde Londra’da yaşıyordu ve albüm, İrlanda kimliğini yurtdışında, özellikle İngiltere’de yaşamanın getirdiği zorlukları, yabancılaşmayı ve kültürel kimliğin nasıl algılandığını mercek altına alıyordu. Albümün en çarpıcı parçalarından biri olan “I Love You”, ilk bakışta bir aşk şarkısı gibi dursa da Chatten tarafından “İrlanda’ya yazılmış ilk açık politik şarkımız” olarak tanımlandı. Şarkı, İrlandanın siyasi yapısına, ülkenin geçmişindeki karanlık olaylara ve mevcut hükümetlere yönelik üstü kapalı ama sert bir eleştiri içeriyordu. Bu albümle Fontaines D.C., BRIT Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Grup ödülünü kazanarak başarısını pekiştirdi.Sonuç olarak post-punk’ın isyankar ruhunu İrlanda edebiyatının şiirsel diliyle birleştiren Fontaines D.C., yarattığı kendine özgü müzikal kimliğiyle bugün milyonlarca hayrana sahip bir grup haline geldi. Şimdi, İstanbullu hayranlarıyla buluşmaya hazırlar.
Source: Orhun Atmış
Yılan Pınarı”na akın: Sürüler halinde çıkmaya başladılar
Hakkari Yüksekova ilçesine bağlı Yürekli köyündeki Yılan Pınarı bölgesinde, havaların ısınmasıyla yılanlar sürü halinde çıkmaya başladı. Her yıl ilkbahar aylarında yuvalarından çıkan yılanlar, bölge halkı ve doğaseverlerin ilgisini çekiyor. Özellikle bu aylarda sayıca fazla olan yılanları görmek isteyenler Yılan Pınarı bölgesine geliyor.BUNLAR SU YILANI, HİÇBİR ZARARI YOKYürekli köyünde yaşayan Haşim Kartal (40), her yıl mayıs aylarında yılanların çiftleştiklerini söyledi. Kartal, Havaların ısınmasıyla birlikte Yılan Pınarı bölgesi dediğimiz burada yılanlar çiftleşirler. Binlerce yılan bu kayaların arasından sürü halinde çıkarlar. Bunlar su yılanı hiçbir zararı yok. Kimse de korkmuyor ve boyları da 1 veya 1,5 metre buluyor. Büyüklerimiz Yılanları, hiçbir şekilde öldürmeyin dediler. Kimse de öldürmüyor. Köylüler ve Yüksekovadan gelenler sadece yılanları görmek istiyor dedi.Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Şefliği ekipleri yılanların öldürülmemesi gerektiğini belirtirken, ekipler bölgeye gelerek yurttaşları bu konuda uyarıyor.
Source:
Kültür Rotası
Zukerman CRR’deİki Grammy ödülü, ve 50 yılı aşan sahne kariyeriyle klasik müziğin yaşayan efsanelerinden Pinchas Zukerman, bu akşam İBB Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda dinleyicilerle buluşacak. Zukerman, CRR’deki konserinde Sinfonia Varsovia eşliğinde hem solist hem de şef olarak sahnede olacak.İstanbul’da soul rüzgarıAvustralya’dan İstanbul’a kuvvetli soul rüzgârları estirecek Allysha Joy, 30 Nisan Çarşamba akşamı Garanti BBVA Uluslararası Caz Günü Konserleri kapsamında Salon İKSV sahnesinde olacak.Suzan Kardeş’le Hıdırellez FestivaliMaximum Uniq Açıkhava, baharı müjdeleyen “Hıdırellez” ile kapılarını açıyor. 5 Mayıs’ta “+1 Sunar: Suzan Kardeş’in Hıdırellez Festivali”, dilekler, olmazsa olmaz dilek salıncağı, danslar ve müzikle birleşecek. Sahnede Suzan Kardeş’e sanatçı dostları Şevval Sam, Meltem Cumbul, Senidah, Suzana Gavazona, Dj Performans Okay Barış ve Bekriya Band eşlik edecek.SeslerSalih Bademci’nin tek kişilik performansıyla izleyici karşısına çıkan “Sesler” oyunu koku, ses ve hafızanın birleşimine odaklanıyor. “Hafızanıza kaydettiğiniz, unutamadığınız ilk sesi hatırlıyor musunuz” sorusunu soran oyun, 6 Mayıs’ta BAOB Sahne’de Bursalı tiyatroseverlerle buluşuyor.REDD Senfoni Harbiye’deYerli rock sahnesinin önemli topluluklarından Redd İstanbul Symphonic Project ile sevenlerine unutulmaz bir senfoni konseri vermeye hazırlanıyor. Redd Senfoni, 5 Mayıs akşamı Vigor sanat organizasyonu ile Harbiye Açıkhavada!
Source: Haber Merkezi
Akdeniz”de su altı kazılarında bin 100 yıllık amfora bulundu
Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı ve kazının bilimsel danışmanı Doç. Dr. Hakan Öniz ve 20 kişilik dalış ekibi, Akdeniz açıklarında su altı kazısı yapıyor.Kültür ve Turizm Bakanlığının Geleceğe Miras Projesi kapsamında Antalya Müzesi adına çalışma yürüten ekip, Kaş ilçesi Besmi Adası”nda denizin metrelerce derinliğinde robotlar yardımıyla kazı gerçekleştirdi.Özenle sürdürülen kazı sonucunda yaklaşık 45-50 metre derinlikteki gemi batığından ağzı kapalı amfora çıkarmayı başaran ekip, büyük heyecan yaşadı.Direkt karaya çıkarılmadan belirli aşamalardan geçirildikten sonra Kemer”deki Akdeniz Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Laboratuvarına götürülen amfora, önce mikroskop ve özel büyüteçler yardımıyla incelendi. Ardından, Antalya Bölge Kurulu uzmanları ve laboratuvar restoratörleri tarafından keski, çekiç ve küçük aparatlar yardımıyla bir saat süren titiz çalışmayla amforanın ağzı açıldı.Uzmanlar, amfora içindeki malzemeden numuneler alarak, çıkarılanların ne olduğunun belirlenmesi için analiz çalışmasına başladı.Amforanın ağzı açılırken heyecanlı anlar yaşayan bilim insanları, malzemenin dokusuna, içeriğine, kokusuna bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştı.Amforanın ağzının açılmasını ve çıkarılanları Anadolu Ajansı ekibi görüntüledi. SONUCU BEKLEMEK ÇOK DAHA HEYECANLI Kazı heyeti başkanı Doç. Dr. Hakan Öniz, AA muhabirine, 1100 sene önce Filistin”in Gazze kıyılarından çıkan ticaret gemisinin muhtemel fırtınayla Akdeniz kıyılarında battığını tahmin ettiklerini söyledi.O dönemde Gazze”nin önemli ihraç ürününün zeytinyağı olduğunu, Tekirdağ Şarköy-Gaziköy”den de muhtemelen şarap ihraç edildiğini anlatan Öniz, Bu ticaret gemisi birden fazla limana uğrayan bir gemi. 9. ve 10. yüzyıl Abbasi egemenliğinin yani İslam egemenliğinin olduğu dönem. Gemideki muhtemel şarap taşıyan amforalara bakarak Filistin”de halkın şarap tükettiğini düşünmüyoruz ancak bölgede göçmenlerin, Hristiyan hacıların ya da Kudüs”ü ziyarete gelenlere hediye olarak yollanan malzeme olabileceğini düşünüyoruz. diye konuştu.Bunun dünyada çok nadir olan bir durum olduğunu belirten Öniz, şunları kaydetti:Amforanın ağzının bin küsur sene boyunca kapalı olarak beklemiş olması ünik bir durum. Zeytin çekirdekleri, zeytinyağı, şarap veya balık sosu olabilir diye düşünüyorum ama bambaşka bir şey de olabilir. Hakikaten çok heyecanlı bir süreç çünkü ağzı kapalı bir amfora. 1100 sene sonra amforanın ağzı açıldı ve içinde ne var, analiz sürecinden sonra belli olacak. Açılması heyecan vericiydi, sonucu beklemek çok daha heyecanlı.ANALİZ SÜRECİ UZUN SÜRECEK Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meltem Asiltürk Ersoy da meslek hayatında ilk kez kapalı amforanın içindeki malzemeyi inceleyeceğini söyledi.Çamurumsu örnekler gözüktüğünü anlatan Ersoy, 1100 yıllık süreçte deniz ortamında, hem basınç altında hem de sıcaklık değişimlerine bağlı olarak neler olduğunu anlamaya çalışacağız. Bilimsel çalışmalar tek analizle olmuyor, pek çok analizin birbirini doğrulaması gerekiyor. O yüzden bu süreç uzun olacak. O döneme ait bilgilerle analiz sonuçlarını birleştirerek sonucu bilim ve arkeoloji dünyasına sunacağız. ifadesini kullandı.Amforanın tuzdan arındırma ve kapağının açılma işlemlerini gerçekleştiren restoratör konservatör Rabia Nur Akyüz ise amforanın sürekli ıslak kalmasını sağlayarak, üzerindeki oluşumların kurumaması için hassas çalışma yaptıklarını anlattı.
Source: Gazetevatan.com