İsrail’de panik! Bu felaketten sadece ABD yardımıyla çıkabilir
İsrail, önceki gün İran”ın nükleer programına saldırmak ve rejiminin kendilerine karşı devam eden saldırganlığına cevap vermek amacıyla hava saldırısı başlattı. İran”ın nükleer ve askeri tesisleri hedef alındı. Saldırılarda İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Hüseyin Selami ve önemli bilim insanları hayatını kaybetti. Akabinde İran intikam yemini etti, ve misilleme ile başlayan karşılık süper sonik füzelerle devam etti. Ağır darbe alan İsrail ise gözünü ABD”ye dikti. #r-1123636# “BU FELAKETTEN ABD YARDIMI İLE ÇIKARIZ” İran”ın dünden bu yana devam eden saldırılarında ağır yara alan İsrail tutuştu, Haaretz gazetesi sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımda ” Bu felaketten sadece ABD yardımı ile çıkabiliriz ” yazdı. NETANYAHU”YA SOĞUK DUŞ! YARDIM İSTEDİ RET YEDİ İsrail”in, Trump yönetiminden son 48 saat içinde İran”ın nükleer programını ortadan kaldırmak için İran”a karşı savaşa katılmasını istediği ancak ABD Başkanı Donald Trump”ın bunu kabul etmediği iddia edildi. Axios haber sitesine konuşan iki İsrailli yetkiliye göre, İsrail, İran”a saldırılarında ABD”den katılmasını istedi. İsrail”in, dağın içine veya yerin altına inşa edilmiş İran”ın Fordow uranyum zenginleştirme tesisini yok etmek için gereken sığınak delici bombalara ve bombardıman uçaklarına sahip olmadığı için ABD”den yardım istediği öne sürüldü. TRUMP DİKKATE ALMADI Ancak Trump yönetiminin şimdiye kadar İsrail”in operasyonundan kendini uzak tutmaya çalıştığı, İran”da tek bir tesisini dahi direk bombalamak için saldırmasının ABD”yi doğrudan savaşın içine çekeceği endişesi ile bunu şu an dikkate almadığı savunuldu. Öte yandan diğer bir İsrailli yetkilinin, Trump”ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinde “gerekirse bunu yapabileceğini” söylediği iddia edilerek, İsrail”in Trump”ın bu talebi kabul etmesini umduğu öne sürüldü. Kıdemli bir Beyaz Saray yetkilisi, dün AA”ya yaptığı açıklamada, ” Bugün her ne olursa bu engellenemez. Ancak İran isterse bu çatışmaya başarılı bir barışçıl çözüm için müzakere etme yeteneğine sahibiz. İran”ın barışı sağlamasının en hızlı yolu nükleer silah programından vazgeçmesidir .” ifadelerini kullanmıştı.
Source: Sevda Altunbaş
Monako’da okyanusların sessizliği
Güney Avrupa’nın kıyısında minicik bir ülke, Monako. Geçen hafta basın davetlisi olarak Paris’ten Monako’ya doğru yola çıktık. Fransa’da tren yolculukları oldukça neşeli geçer, bu yolculuk Güney Fransa olunca zevkine doyulmaz. Altı saat boyunca güzel manzaralar eşliğinde yolculuğun tadını çıkarmanın keyfini sürersiniz. Yaptığımız yolculuğumuz boyunca güzel manzaralar eşliğinde önce Nice ve ardından Monako’ya varıyoruz. Monako, görünen yüzüyle ultra lüks otomobillerin, yatların, kumarhanelerin ve Formula 1’in ülkesi. Ama bu hafta Monako’da olmamızın nedeni, “mavi dünyanın” korunması. Monako, yalnızca iki kilometrekarelik bir alan üzerine kurulu. Ama tarihine baktığınızda, pek çok büyük ülkenin bile sahip olamadığı bir istikrar içinde. Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan toplantının amacı dünya okyanuslarının korunmasıydı. Prens I. Albert’in 19. yüzyılda başlattığı deniz araştırmalarını şimdi torunu Prens II. Albert, BBNJ (Deniz Biyolojik Çeşitliliği Anlaşması) kapsamında yürüterek çalışmaları derinleştirmeye şekilde öncülük ediyor. Toplantının diğer bir önemli ayağı ise 1984’ten bu yana yani 41 yıl sonra ilk kez Fransa cumhurbaşkanı, Monaco Prensliği’ne devlet ziyareti gerçekleştirmiş olmasıydı. Fransız lider Emmanuel Macron, Prens Albert ile iki gün boyunca yalnızca diplomatik meseleleri değil dünyanın pek de konuşmadığı ama en çok tehdit altındaki bölgesi olan okyanusların sorunlarını gündeme taşıdı. Prens Albert, “Okyanusların korunması bir ‘iyi niyet’ meselesi değil, bir zorunluluktur. Okyanusların en karanlık yerlerinde henüz tanımadığımız canlıların yaşam alanı var. Derin deniz madenciliği, doğanın en sessiz canlılarını sessizce yok ediyor. Bilim tamamlanmadan kazma vurulamaz” diyor. Macron da “Derinliklerdeki yaşamı yok ederek yeşil dönüşüm yapamayız” diyerek Fransa’nın, okyanusların korunmasına verdiği değerini belirtmiş oldu. DERİN DENİZ MADENCİLİĞİ Monako, Okyanus Enstitüsü’nde düzenlenen etkinlik salonuna girmeden önce bile atmosfer farklıydı, deniz bilimciler, çevreciler, gazeteciler ve diplomatik temsilcilerle salona akın ediyoruz, masaların üzerinde atlaslar, derin deniz canlılarının fotoğrafları, ekosistem şemaları… Her şey bu hassas ve sessiz dünyanın ne kadar değerli olduğunu gözler önüne seriyordu. Toplantının ana gündemi derin deniz madenciliği üzerinde yoğunlaşarak sürdü. Gösterilen bir sunumda, okyanus tabanındaki 4 bin ila 6 bin metre derinliklerinde bulunan nadir madenlere dikkat çekiliyor. Bu madenler bu günün dijital teknolojilerinde en çok ihtiyaç duyulan madenler, 1970’lerde test için yapılan bir deniz tabanı kazısının ardından geçen yaklaşık 50 yıla karşın halen doğal haline dönememiş olduğuna tanık oluyoruz. Toplantıda söz alan bir deniz biyoloğu, derin deniz süngerlerinin 400 yaşında olduğunu anımsatarak “Mercanlar bin yıl yaşıyor. Biz henüz onları keşfetmeden yok etme hazırlığı içindeyiz. Bir kez bozulan deniz tabanı, yüzlerce yıl boyunca iyileşmiyor” ifadelerini kullandı. Bir başka İtalyan araştırmacı ise “denizlerin korunmasının insan yaşamının nefes borusu olduğunu” dile getirdi. 700 YILLIK PRENSLİK Monako, 1861’de Fransa ile imzalanan antlaşmayla egemenliğini pekiştirdi. 1911’de anayasal monarşi halini aldı. 1297’de Grimaldi Hanedanı tarafından kurulan Monako Prensliği, 700 yılı aşkın süredir aynı ailenin yönetiminde. Bu şehir-devlet, tarih boyunca Korsika, Fransa, İtalya ve Akdeniz güçlerinin arasında denge siyasetiyle varlığını korumuş. İki gün süren etkinliğin sonunda Akdeniz kıyısına inerek deniz dibindeki canlıların fotoğrafları gösteriliyor. Acımasız kapitalizmin karada yok ettiği canlıların ardından şimdi gözünü denizlerin dibinde yaşayan canlıların yok olmasına dikmiş olduğunu bu toplantıda yüreğimize inercesine iyi anladık. Fransa’nın sağcı eski cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin yıllar önce kapitalizm üzerine söylediği “Kapitalizmin ahlakileştirilmesi artık kaçınılmaz” sözü ne kadar da yerinde!
Source: Süleyman Tosunoğlu
Orta Doğu”da adaletin iflası
Ortadoğu semalarında patlayan füzeler, sadece şehirleri değil, uluslararası adalete olan inancın son kırıntılarını da yok etti. İsrail”in “Yükselen Aslan” operasyonuyla başlayan ve İran”ın “Sadık Vaat” ile cevap verdiği bu kanlı düello, iki ülkenin savaşından çok daha fazlası. Bu, kuralların sadece zayıflar için yazıldığı, adaletin ise güçlünün bir aracı haline geldiği küresel sistemin iflasının ilanı. Her şey, İsrail”in uluslararası hukuku hiçe sayan pervasız saldırısıyla başladı.
Bu, Gazze”de aylardır izlediğimiz filmin aynısıdır. Orada hastaneleri, okulları ve mülteci kamplarını vuran İsrail, burada da komşu bir ülkenin kalbine vururken aynı dokunulmazlık zırhına sığınıyor.
Birleşmiş Milletler üyesi egemen bir devletin topraklarını 200 savaş uçağıyla bombalamak, Genelkurmay Başkanı Bakıri”den Devrim Muhafızları Komutanı Selami”ye kadar tüm komuta kademesini suikastla ortadan kaldırmak, nükleer tesislerini vurmak… Hangi devlet, bu eylemlerin ardından kınanmak yerine “kendini savunma hakkı” adı altında Batı”dan alkış alabilir? Cevap basit: Sadece dokunulmazlığı olanlar.
NÜKLEER SİLAH HAKKINA SAHİP ÜLKELER Mİ VAR?
Bu adaletsizliğin en bariz örneği ise nükleer meselesinde karşımıza çıkıyor. Batılı başkentlerden yükselen koro, tek bir ağızdan haykırıyor: “İran nükleer silaha sahip olamaz.” Peki, bu yasağı koyanların kendileri binlerce nükleer başlığa sahipken, bu ahlaki üstünlüğü nereden buluyorlar?
Daha da vahimi, İran”ın nükleer programını “varoluşsal tehdit” olarak gören İsrail”in, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması”nı imzalamayan, sahip olduğu nükleer silahları ne kabul ne de inkar eden bir devlet olması. Bu, bir “nükleer apartheid” düzeni.
Sistem, bazı “seçkin” ülkelere dünyayı defalarca yok edecek güce sahip olma hakkını tanırken, diğerlerine bu caydırıcılığa sahip olmayı yasaklıyor.
TARİHİN TEK SUÇLUSU, GÜNÜMÜZÜN YARGICI
Bu ilginç koronun şefliğini ise tarihte atom bombasını siviller üzerinde kullanan tek ülke olan Amerika Birleşik Devletleri yapıyor. 1945″te Hiroşima ve Nagazaki”de yüz binlerce insanı bir anda yok eden ABD, bugün binlerce nükleer başlığa sahip bir güç olarak dünyaya nükleer ahlak dersi vermeye kalkışıyor.
İsrail”in İran”a saldırısına “Gerekirse İsrail”i savunacağız” diyerek açık çek veren Washington, Tahran”ın misillemesini ise “saldırganlık” olarak yaftalıyor. Bu, failin yargıç rolüne soyunduğu, tarihin en acı ironilerinden biri. Adalet, nükleer silahları kullananın değil, ona sahip olmak isteyebileceğinden şüphelenilenin cezalandırıldığı bir mekanizmaya dönüşüyor.
Askeri saldırılar, bu büyük oyunun sadece görünen yüzü. Perde arkasında, İran”ın devletçi ve kendine yeterliliği hedefleyen ekonomi modelini çökertmeye yönelik on yıllardır süren bir ekonomik savaş var. Amaç sadece İran”ı silahsızlandırmak değil, aynı zamanda direnen ekonomik yapısını kırarak onu Batı”nın liberal pazar sistemine entegre etmek ve bağımlı kılmaktır.
Natanz”daki tesislerin vurulması sadece askeri bir hedefi değil, İran”ın teknolojik bağımsızlık arayışını da hedef alır. Bilim insanlarının öldürülmesi, ülkenin en değerli sermayesi olan insan kaynağını yok etmektir. Bu savaş, füzelerle olduğu kadar ambargolarla, suikastlarla ve ekonomik kuşatmayla yürütülüyor.
ATEŞ ÇEMBERİNDE İSTİKRARIN SESİ: TÜRKİYE
Bu kaos ortamında, Türkiye gibi bölgenin kadim devletlerine tarihi bir sorumluluk düşüyor. Türkiye”nin pozisyonu, bu çifte standartlı düzenin kendisine karşı bir itirazı temsil etmektedir. Ankara, bir yandan tüm taraflarla diyalog kanallarını açık tutarak gerilimi düşürmeye çalışırken, diğer yandan her platformda meydana gelen uluslararası sistemin iflasını dile getiriyor.
Türkiye”nin rolü, sadece arabuluculuk değil, aynı zamanda adaletin sesi. Uluslararası hukukun herkese eşit uygulanmadığı bir dünyada kalıcı barışın olamayacağını, bir ülkenin güvenliğinin diğerinin güvensizliği üzerine inşa edilemeyeceğini savunmaktır.
Ateş çemberi genişlerken, aklıselimi ve adalet arayışını temsil eden Türkiye gibi istikrar unsurlarının sesi, her zamankinden daha gür çıkmalıdır. Çünkü bu adaletsiz düzen devam ettikçe, Ortadoğu”da barış değil, sadece bir sonraki savaşın tarihi beklenecektir.
Bartu Eken / Haber7
Source: Bartu Eken